
Geride bıraktığımız son on-on beş yıllık zaman dilimi dikkate alındığında, foto-grafik düzlemde en fazla ilgi gören konulardan birinin, meşe odunundan kömür yapımı (‘Torak’) işçiliği olduğunu söylemek mümkündür. Belli bir dönem foto-graf ortamında muazzam bir torakçı rüzgarı esti. Bu nedenle çok sayıda foto-grafçının arşivinde ‘torakçı’lara dair görüntü bulunması şaşırtıcı değildir.
Deneyimlerimiz gösteriyor ki belli dönemler bazı şeyler kolayca moda haline gelebiliyor. Herkes modaya uymasa bile, baskın çoğunluk modaya uymaktan kendisini maalesef alamıyor. Foto-grafik geçmişi otuz yılı aşanlar hatırlayacaklardır; bir dönem nü rüzgârı, bir dönem deneysel rüzgarı esmişti. Sonra soyut rüzgarı esti.
‘Torakçılar’ ve ‘mevsimlik tarım işçileri’ gibi sosyal içerikli konular da geride bıraktığımız yakın dönem itibariyle ciddi anlamda rüzgar oluşturdu, moda ile tanımlanacak hale geldi. Neredeyse hepsi saman alevi gibi parladı ve hızla söndü. Bir şeyin üzerine herkes çullanır ve büyük bir rüzgar oluşmasına yol açarsa, o şeyin modaya dönüşmesi kaçınılmaz olur.
Moda ise, anlamı üzerinde, gelip geçici olanı ifade eder. Başka bir furya başlar, bu kez herkes onun üzerine çullanır ve önceki terk edilir.

Oradan parlak bir görüntü kopartıp almak gibi tamamen kendisine dönük istem yerine, meseleye samimi şekilde yaklaşıp uzun soluklu bir çalışma düşünen ve hangi sosyal kesimle ilgiliyse, o kesimin haklarını korumaya ve geliştirmeye (lütfen dikkat buyurun; ‘çıkar’ değil, ‘hak’) matuf bir kaygı ile foto-grafik kayıt gerçekleştiren için hiçbir şey moda değildir, olmaz. Gerçek anlamda bir sosyal belgeselci, eğildiği meseleye böyle yaklaşır. Orada ve onların arasında bizatihi yer alır, orada yaşar, yerinde tanık olur, her şeyi derinden hisseder, içselleştirir ve sonra görüntü kayıtlarına geçer. Doğa belgeseli için de üç aşağı beş yukarı aynı şeyler geçerlidir. Kavramsal, soyut, kurgu vb ile ifade edilen alanlara dair foto-graf da herhangi bir meseleye dair duygu ve düşünce ifade etme yolu/yöntemi olarak ele alındığında katiyen moda olmaz. Böyle yaklaşan foto-grafçı her zaman nü ile bir soruna işaret eder, soyut ile dert anlatır, kurgu ile önemli bir meseleye parmak basar.

Bu noktada akla, “foto-graf bir şey anlatmak zorunda değildir” yolundaki söylem geliyor. Doğrusu bu söylem pek gerçekçi görünmüyor. İlki, sergi, gösteri vs yapılıp paylaşılması, bu söylemi büyük oranda geçersiz kılar ya da en azından kuşkulu hale getirir; ikincisi, bir an için hakikaten bir şey anlatmak zorunda olmadığı inancı yerleşmiş olsun ve ilgili açıklama güvenilir sayılsın, o takdirde bile söz konusu foto-graf, sergi veya gösteri bir şey anlatmak zorunda olmadığını anlatır, ister istemez; ve üçüncüsü, salt bir görüntü olarak hoşa gitmesi, göz okşaması, duyuları ve/ya zihni harekete geçirmesi mümkün iken, kendiliğinden bir şey anlatan konumuna erişecektir.
Gerek belgesel çalışmalar bağlamında, gerekse sanatsal bağlamda kendini değil, ele aldığı meseleyi önceleyen ve ona göre davranan bir foto-grafçı için hiçbir şey gelip geçici bir esinti, bir moda olmaz; Torakçıları da, maden işçilerini de, mevsimlik işçileri de, balıkçıları da, zanaatkârları da, çarşı pazarı da, sokakları da, doğayı da yaşadığı her dönem çalışır ve yaptığı her çalışma bir anlam taşır, bir değer üretir. Aynı şekilde nü, portre, kurgusal, kavramsal, still life, soyut (sizce adı her ne ise) foto-graf yapan insan bir meseleyle ilgili içerisinde derinden bir sızı hissediyor ve foto-grafik çalışmalarını bunu dillendirmek üzerine kuruyorsa, entelektüel birikiminin elverdiği ölçüde derinlik içeren bir anlam ve değer üretir.
Dolayısıyla, kendisini önceleyen yaklaşım saman alevi gibi parlayıp sönecek (muhtemelen sonraki zamanlar hiç hatırlanmayacak), buna karşın ele aldığı veya eğildiği meseleyi ve o meseleyle bağı olan şeyleri önceleyen yaklaşım, anlatım gücü veya derinliği ölçüsünde zamana direnecek, eskimeyecek, kalıcı hale gelecektir.
Bu bağlamda olmak üzere Mehmet Uçar’ın uzun soluklu çalışmalarından birini irdelemek isteriz. Çok sayıda örneğini görüp onlarca sergi ve gösteri izlediğimiz, sosyal medyada binlercesi paylaşılan torakçılar konusunu usta foto-grafçı sayın Uçar da çalıştı. Ancak, yol kenarında rastladığı vaziyetten üç-beş görüntü kopartıp almadı, belli zaman aralıklarıyla yaklaşık üç yıl boyunca onlarla aynı ortamda yaşadı, aynı havayı teneffüs etti, aynı sofrada yedi, aynı çayı içti, aynı çadırda uyudu. Dost oldu, aile bireyi gibi görülmeye başlandı. Mehmet Uçar, belli bir zamandan sonra onlardan biriydi artık. Onların gereksinimlerini kendi gereksinimi gibi düşündü, çağdaş bir ebeveyn gibi sorumluluk üstlendi. Her şeyi paylaştı. İşte o zaman gönül rahatlığıyla kamerasını çıkarttı ve sahada varlığından hiç rahatsızlık duyulmadan hareket edebildi. Çalışması uzun solukluydu, kurduğu dostluk da uzun soluklu oldu. Aradan on yıla yakın zaman geçmiş olmasına karşın, Mehmet Uçar maaile torak işi yapan o insanlarla hâlâ diyalogunu sürdürüyor. ‘Dayı’ diye hitap ediyorlar sayın Uçar’a ve kendi aile büyüklerine gösterdikleri ölçüde saygı gösteriyorlar. Bazen Ankara’dan Mardin’e gidip ziyaret ediyor, düğünlerine katılıyor. Yaptığı bütün foto-grafları onlarla paylaştı, seçtiği görüntülerden albüm hazırlayıp hediye etti. Torak işi meşakkatlidir, zordur. Solunan is ve duman nedeniyle sağlık çabuk bozulur. Ortamda hijyen, hak getire. Ne ki insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için buna katlanmak zorundadır. Çocuklar da aynı ortamda yaşamaya mecbur oldukları için eğitim-öğretim meselesi can yakıcıdır. Bu vaziyette olan ama okuyup öğretmen olmak isteyen bir kız çocuğunun dileğinin gerçekleşmesinde Mehmet Uçar’ın çok ciddi rolü bulunduğunu bilmek bile foto-grafın özünde bir araç olduğuna dair dolaylı ve son derece önemli bir örnektir.

Uzun soluklu bir çalışma ve ele aldığı meseleyi, o meseleyle bağı bulunan toplumsal kesimi önceleyen yaklaşım bu şekilde sonuçlanırken, zor koşullarda çalışan-üreten insanların üzerine büyük kalabalıklar halinde adeta çullanıp görüntü kapıp götürmeye çalışmanın ve kaptığı güzel (‘güzel’ ile ‘iyi’ her zaman örtüşmez) görüntüyü sosyal medyada paylaşmanın, gösteri haline getirip çeşitli platformlarda sunmanın, kısacası bu yoğun foto-grafik bombardımanın bazı hallerde torakçılara zarar verebileceği ihtimalini gözden uzak tutmamak lazım.
Torak işi yapanlar için en önemli şeylerden biri meşelik alanlara yakın olmakla birlikte, olmazsa olmaz şey ‘su’ dur. Bir dere kenarında, bolca suyun bulunduğu bir yerde olmaları gerekir. Hazırladıkları yığın kontrolden çıkıp tamamen yanarak yok olma riski taşır. O nedenle bol su bulunmalı ki gereğinde yangını kontrol altına alabilsinler. Öte yandan su hayati önemdedir. İçmek için, temizlik için su elzemdir. Dolayısıyla suyun az olduğu veya uzak olduğu bir alanda torak işi yapmak, çekilen sıkıntıyı birkaç kat artırır.
Soru şu: Bir dönem gidip kısa süre için görüntülerini kaydettiği torakçıların sonraki yıl yahut daha sonra aynı yerde olup olmadığını merak eden oldu mu? Gidip kontrol eden var mı? Kontrol ettiğinde, onların yerinde yeller estiğini farkeden oldu mu? Daha önce yeterli ölçüde su bulunan bir yerde iken, bütün bu foto-graf bombardımandan sonra, daha uzak-kuytu ve suyun yeterli olmadığı başka bir alana geçmek zorunda kalmış olabilecekleri düşünüldü mü? Tekrar iletişim kurup onları dinleyen oldu mu? Ya, ‘ekmeğimizden oluyoruz, ne olur çekmeyin’ serzenişiyle içi sızlayan?..
Asıl belgeseli yapılması gereken belki de budur: Foto-grafçıların ilgisinden önce, foto-grafçıların yoğun ilgisi altında ve o ilginin bitmesinden (tüketilmesinden) sonra ‘Torakçılar’.
İlk gençlik dönemlerimizden, liseli yıllardan itibaren tanıdığımız kadim dostumuz değerli usta Mehmet Uçar foto-grafinin belgesel düzleminde hayatı ve doğayı tanımlamaya, anlatmaya çalışır. Uzun süredir FSK (Fotograf Sanatı Kurumu) ortamında pek çok etkinliğe imza atmış, önemli sorumluluklar üstlenmiş, Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkanlık yapmış, özellikle FSK için hayata geçirdiği ‘Uygulama Atölyesi’yle Temel Eğitim Seminerleri sonrası katılımcıların sahada pratik yaparak kendilerini hızla geliştirmelerini sağlamış ve aynı zamanda öğrencileriyle birlikte Ankara civarındaki bazı ilçe, köy ve kasabaların belgeselini yapmış, bunları hem FSK arşivine, hem de ilgili köy, kasaba ve ilçelerin yerel yönetimleriyle mülki idarelerine kazandırmış son derece özverili bir insandır. Pandemi öncesi devam eden benzer çalışmaları vardı, pandemiden kaynaklı olağandışı dışı koşullar normale erdiğinde o çalışmaları kaldıkları yerden tekrar başlatacağını umuyoruz. Onu yakından tanıyanlar bilirler, sayın Uçar aynı zamanda kuş foto-grafçısıdır. Selami Oral ve Murat Toru ile birlikte kuşlarla ilgili bir albüme imza atmışlardı. Ancak bazı kuş türleriyle ilgili yıllardır süren ve daha devam edecek olan uzun soluklu çalışmalar yaptığını biliyoruz. Dileğimiz o ki zamana yayarak ve sindirerek büyük bir sabırla yürüttüğü sosyal belgesel ve doğa belgeseli çalışmalarını kitap/albüm haline getirsin, kalıcılaştırsın. Beklentimiz ise uzak olmayan bir gelecekte (küresel salgın sonrası) bu kıymetli çalışmaların sergi ve albümlerinin yapıldığına tanık olmaktır. Sayın Uçar’ın beklentimiz yönünde hazırlık içinde olduğunu bilmek kendi adımıza sevindiricidir.
Mehmet Uçar’ın, bulunduğu ortamda gönülleri fethetmesi boş yere değildir. Özverisi, yardımseverliği ve hoşgörüsüyle, beklentisiz şekilde ortaya koyduğu çaba ve emekle hakikaten örnek bir şahsiyettir. Nezaketi ve samimi dostluğu cabasıdır. Değerli bir amatör foto-graf ortamı olan dernek koşullarında bulunmaktan ve bir sivil toplum kuruluşu içinde yer almaktan ötürü üzerine düşen ne varsa fazlasıyla yapmanın yol açtığı ilgi, sevgi ve dostluğa tanığız. Dernek ortamı paylaşım, dayanışma ve yardımlaşma ortamlarıdır. Uçar bu olguya ilişkin hakkı tam anlamıyla teslim ederken, aynı zamanda belgesel düzlemdeki deneyimini, bilgisini, birikimini tartışılmaz bir seviyeye taşımıştır.
Ustaya saygıyla,
Tekin ERTUĞ
(Aralık 2020)