Deprem çığlıkları göğe yükseldiğinde deprem bölgesi dışındakiler derin uykudaydı. Uyandığımızda yüzleştiğimiz dehşet hepimizi derinden sarstı.
İlerleyen saatlerde “Sesimi duyan var mı”, sesleri sadece deprem bölgesinde değil her yerde yankılandı.
İçine toz kondurulmayan, evler toz toprak içinde kaldı. Rüzgârda sallanan, uçuşan perdeler…
Uyumaya, nefes almaya utanır olduk, nefeslerimizi tutup mucize haberler bekledik canlarımız beton yığınları arasında sıkıştı.
Kurtarılan çocukların dokunaklı sözleri tüm dünyayı etkiledi…
Enkazdan çıkarılan çocukların
“Evde miyiz? Siz eve nasıl girdiniz?”
“Üşüyorum, neredesin baba”,
“Annemi kurtarın, kardeşim var onu da kurtarın”,
“Anneanneme gitmek istiyorum”,
“Sarı kola istiyorum”,
“Çilekli dondurma istiyorum” sözleri yürekleri parçaladı.
“Su ister misin” sorusuna “daha muayene olmadım” sözü gülmeyi unuttuğumuz o anlarda yüzlerimizde bir tebessüm oluşturdu.
Deprem bölgesindeki durumu yerinde göremedim. Fakat sosyal medyadan gördüklerim dehşet vericiydi.
Enkaz üzerindeki deprem anında durmuş saatten çok etkilendim. Geride kalanların fotoğraf albümleri, çocukların oyuncakları, ev anahtarları, yarım kalmış ödevler, sevgiliye notlar, sözün bittiği yerdeyiz diyordu…
Bu depremden, ders alması gerekenlerin yine dersini almayacakmış gibi bir duygu hakimken, 55 saat muhabbet kuşunu avucunun içinde tutan çocuk ve 88 saat sonra önce kedimi kurtarın diyen bir çocuk, ne türden olursa olsun her canlıya şefkat göstermemiz gerektiği dersini tüm dünyaya öğrettiler.
61 saat sonra, “annemin sesi kesildi, önce ona bakın” diyen enkaz altındaki çocuğun ve 78 saat sonra “çıkamam çıkarsam babam sıkışır” diyen çocukların, bizleri emek verip büyüten anne ve babalarımıza ne yaparsak yapalım haklarını ödeyemeyiz konulu dersi ekran başında canlı yayınlarda hepimize öğrettiler. 1939 büyük Erzincan depremi üzerinden bizlerin de içinde bulunduğu 3-4 kuşak geçmiş ve sonrasında yaşanan hiçbir deprem bize ders olmamış. Umulur ki son kuşağın temsilcileri bu depremden ders almış olsun.
Bu cümle, asrın en büyük felaketinin yaşandığı 11 ilimizi yerle yeksan eden 6 Şubat depreminden sonra Hatay’da ayakta kalmaya çalışan bir duvara yazılmıştı. Ekranlara yansıyan ilk görüntüler felaketin boyutunu evimize kadar taşıyordu. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat Pazartesi günü yaşanan depremden en fazla etkilenen şehirlerden biri Hatay oldu.
Hatay, bugün dünyada en çok eksikliği hissedilen “barış”ın simgesidir. Medeniyetlerin beşiği; dinlerin buluştuğu, ezan sesine hazan ve çan sesinin karıştığı şehirdir Hatay. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi meselesi olarak gördüğü ve ağır hastalığına rağmen kalan gücünü akıttığı yerdir Hatay. Dil, din, mezhep gözetmeden yüzyıllardır barış ve huzur içerisinde yaşayan bir kenttir Hatay. Birbirlerine neredeyse birkaç adım ötede konumlanan üç semavi dinin sadece ibadet değil, bu dinlere mensup insanların ebedi mekânlarını da yan yana barındıran bir şehirdir Hatay…
İnsanı sadece insan olarak gören bu kentlinin duygularını, eski milli futbolcu Gökhan Zan’ın sosyal medyada rastladığım şu paylaşımı ne güzel dile getiriyor: “Ben Hatay’da doğdum. Evet ben Alevi doğdum. Arkadaşımın başı derde girdi, Sünni oldum. Ninem gibi sevdiğim komşum öldü, cenazesine kiliseye gittim, Hristiyan oldum. Evimize misafir geldi, yemeğimi yedi, onlarla Yahudi oldum. Kürtçe şarkılar söyledim. Sünnice halaylar çektim. Hristiyanca dualara ortak oldum. Aslında ben sadece insan oldum. Çünkü ben Hatay’da doğdum.”
Şimdi bu kentte yaşayan insanların, ne yazık ki yıkıntılar arasından yükselen acı ağıtları da ortak… Onlar orada göçük altında kalarak, biz burada çaresiz kaldığımız için öldük. Fotoğrafçı dostum Tahir Özgür’ün yine sosyal medyadaki paylaşımı içimizi acıtıyor: “Biz Hatay’lılar mahallemizde yaşayanları “Kardeş”, şehrimizde yaşayanları “hısım” sayarız. Ve herkesle kim olduğunu sormadan paylaşa paylaşa büyürüz… Önce bunu öğretirler bize. O yüzden feryadımız göklere ulaşıyor, gözyaşlarımız dinmiyor. Yüreklerimiz ağlıyor… Kardeşlerimizi, hısımlarımızı kaybettik. Bize bunları öğreten memleketimizi kaybettik.”
MS 115 yılında dünyanın bilinen en sarsıcı depremi ile yıkılan Antakya için Roma kayıtlarında “Ölülerini çıkaranlar hayatta kaldıklarına sevinemediler” diye yazılır. Bu coğrafyanın acı dolu tarihinde aradan geçen onca zamana rağmen aynı cümlenin kuruluyor olması ne acı! Yıkıntıların arasında yakınlarını, anılarını arayan bir kadın bağırıyor. “Onlar bir kere öldü kurtuldu, biz kalanlar her gün ölüyoruz”
Tüm bu yaşananların ardından Hatay’nın binlerce yıllık tarihi gözümün önünden bir bir geçiyor sanki… Bu kadim kent; bir yandan hem baharat hem İpek Yolu’nun geçtiği çok değerli ticari bir kavşak; bir yandan Mezopotamya’dan Akdeniz’e açılan denizyolu kapısı, bir yandan da Kudüs’e inerken dinler tarihi açısından kilit nokta. İmparatorların gözdesi, antik çağın en önemli üç kentinden biri… Depremlerle, yangınlarla, istilalarla defalarca yıkılsa da yeniden kurulmuş. Öyle ki dünya üzerinde bilinen 26 medeniyetin yarısı bu topraklarda yeşermiş. Bu zenginlik Hatay’a çok sayıda birinci ve biricik olma özelliği kazandırmış.
Anadolu’nun ilk camisi olan Habib-i Neccar Camisi, Hristiyanlığın ilk doğduğu ve haç mekânı olarak kabul gören St. Pierre Kilisesi, dünyanın ikinci mozaik koleksiyonuna sahip Hatay Arkeoloji Müzesi burada yer alıyor. Yine dünyanın aydınlatılmış ilk yolu Kurtuluş Caddesi, mimari açıdan ülkenin en önemli kiliseleri arasında yer alan Rum Ortodoks kilisesi, dünyanın bilinen en eski Yahudi cemaatlerinden olan Antakya Musevi Cemaatinin kesintisiz olarak yaşadığı Antakya Sinegogu, keşişlerin ibadet yeri olarak yapılan ilk dönem Hristiyan mabedi Barlaam Manastırı da bu şehirde… Türkiye’deki tamamı Ermeni vatandaşların yaşadığı tek köyü olan Vakıflı Köyü, ülkenin büyük kapalı çarşılarından biri olan Uzun Çarşı, Antik Çağın mimari harikası, boyutları bakımından dünyanın ilk tüneli olarak kabul gören Titus Tüneli bu topraklarda… Kesintisiz 14 km uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun plajı olan Samandağ Plajı, tarihinde ilk olimpiyatların gerçekleştirildiği, mitolojik efsanelere konu olan Harbiye (Defne) ve çok daha fazlası, Hatay’ı ilk yapan değer burada yer alıyor. Ayrıca farklı inanç ve kültürlerden beslenen kent mutfağı UNESCO tarafından yaratıcı şehirler ağına dâhil edilerek taçlandırılmış.
Şimdi bu değerlerin birçoğunun, mazinin hatıralarıyla yüklü daracık taş sokakların, kent kimliğini oluşturan avlulu evlerin, bu kıymetleri yaratan insan hazinesiyle birlikte yok olduğunu yazmaya yüreğim dayanmıyor. Defalarca fotoğraf için gittiğim, her gittiğimde fotoğraftan çok, dost edindiğim Hatay’ın fotoğraflarını arşivden çıkarıp bakmak bile ıstırap veriyor. Benim kelimelerimin kifayetsiz kaldığı yerde araştırmacı yazar kent sevdalısı dostum Ünal Kahraman’ın aşağıdaki dizeleri Hatay’a adeta ağıt yakıyor…
Bu şehri yaşadım.
Gecesini ayrı, gündüzünü ayrı.
Aydınlık günlerini gözlerime doldurdum,
Sevinçlerim, üzüntülerim, beklentilerim de oldu benim.
Ama hiç bu kadar yalnız olmadım ve bu kadar kimsesiz.
Habib-i Neccar’ın duvarına RS15 yazmışlar,
Anlamını bilmediğim.
Şehrin tam orta yerindeydim,
Gelenim gidenim olurdu benim,
Arayanım soranım olurdu.
Bir güneş saati vardı avlusunda Neccar’ın.
Güneşin ve asırların ötesinden haberler verirdi bana.
Güneşli günleri ben bu yüzden severdim.
Şimdi şehir büyük bir mezarlık ve sessiz.
Kimilerim öldü, tutamadım yaslarını.
Toz duman içinde herkes ve yürüyen ölüler var bugün caddelerinde.
Ve binaların öldüremediği ölüleri gördüm caddelerde bugün.
Seni içime gömdüm ey sevgili Antakya.
Bütün sevdiklerimle birlikte.
Kemancı Nadir, Bulgurcu Mahmut
Ve onların sesleri gece gündüz kulaklarımda.
Şimdi sessiz, şimdi mahzun Antakya.
Ardında hiçbir eser bırakmadan gider mi bir şehir, ey şehir,
Olanları da alıp götürdün benden.
Dağlar, sıradağlar kadar mahzunum.
Ve kederli ve üzgün.
Işıkların yanar mı yeniden,
Telâşlı insanların dolar mı caddelerine yine bir gün,
Meçhule gidenler döner mi?
Ey âlemi mahzun bırakan en mahzun şehir,
– Senin sokakların dar,
Senin sokakların iki kişilik
Sen giderken ben gelemem..
Antakya sokakları dar. Benim yüreğim kan ağlar…
Tesellin çok zor Hatay, ama başaracağız sonunda… Gönlü güzel, yüreği büyük insanların inancıyla, çabasıyla, iyilikle başaracağız. Çok eksildin, eksildik ama “Umudunu Yitirme, Geri Döneceğiz Hatay”