UMUDUNU YİTİRME, GERİ DÖNECEĞİZ HATAY

Bu cümle, asrın en büyük felaketinin yaşandığı 11 ilimizi yerle yeksan eden 6 Şubat depreminden sonra Hatay’da ayakta kalmaya çalışan bir duvara yazılmıştı. Ekranlara yansıyan ilk görüntüler felaketin boyutunu evimize kadar taşıyordu. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat Pazartesi günü yaşanan depremden en fazla etkilenen şehirlerden biri Hatay oldu.

Hatay, bugün dünyada en çok eksikliği hissedilen “barış”ın simgesidir. Medeniyetlerin beşiği;  dinlerin buluştuğu, ezan sesine hazan ve çan sesinin karıştığı şehirdir Hatay. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi meselesi olarak gördüğü ve ağır hastalığına rağmen kalan gücünü akıttığı yerdir Hatay. Dil, din, mezhep gözetmeden yüzyıllardır barış ve huzur içerisinde yaşayan bir kenttir Hatay. Birbirlerine neredeyse birkaç adım ötede konumlanan üç semavi dinin sadece ibadet değil, bu dinlere mensup insanların ebedi mekânlarını da yan yana barındıran bir şehirdir Hatay…

İnsanı sadece insan olarak gören bu kentlinin duygularını, eski milli futbolcu Gökhan Zan’ın sosyal medyada rastladığım şu paylaşımı ne güzel dile getiriyor: “Ben Hatay’da doğdum. Evet ben Alevi doğdum. Arkadaşımın başı derde girdi, Sünni oldum. Ninem gibi sevdiğim komşum öldü, cenazesine kiliseye gittim, Hristiyan oldum. Evimize misafir geldi, yemeğimi yedi, onlarla Yahudi oldum. Kürtçe şarkılar söyledim. Sünnice halaylar çektim. Hristiyanca dualara ortak oldum. Aslında ben sadece insan oldum. Çünkü ben Hatay’da doğdum.”

Şimdi bu kentte yaşayan insanların, ne yazık ki yıkıntılar arasından yükselen acı ağıtları da ortak… Onlar orada göçük altında kalarak, biz burada çaresiz kaldığımız için öldük. Fotoğrafçı dostum Tahir Özgür’ün yine sosyal medyadaki paylaşımı içimizi acıtıyor: “Biz Hatay’lılar mahallemizde yaşayanları “Kardeş”, şehrimizde yaşayanları “hısım” sayarız. Ve herkesle kim olduğunu sormadan paylaşa paylaşa büyürüz… Önce bunu öğretirler bize. O yüzden feryadımız göklere ulaşıyor, gözyaşlarımız dinmiyor. Yüreklerimiz ağlıyor… Kardeşlerimizi, hısımlarımızı kaybettik. Bize bunları öğreten memleketimizi kaybettik.”

MS 115 yılında dünyanın bilinen en sarsıcı depremi ile yıkılan Antakya için Roma kayıtlarında “Ölülerini çıkaranlar hayatta kaldıklarına sevinemediler” diye yazılır. Bu coğrafyanın acı dolu tarihinde aradan geçen onca zamana rağmen aynı cümlenin kuruluyor olması ne acı! Yıkıntıların arasında yakınlarını, anılarını arayan bir kadın bağırıyor. “Onlar bir kere öldü kurtuldu, biz kalanlar her gün ölüyoruz”

Tüm bu yaşananların ardından Hatay’nın binlerce yıllık tarihi gözümün önünden bir bir geçiyor sanki… Bu kadim kent; bir yandan hem baharat hem İpek Yolu’nun geçtiği çok değerli ticari bir kavşak; bir yandan Mezopotamya’dan Akdeniz’e açılan denizyolu kapısı, bir yandan da Kudüs’e inerken dinler tarihi açısından kilit nokta. İmparatorların gözdesi, antik çağın en önemli üç kentinden biri… Depremlerle, yangınlarla, istilalarla defalarca yıkılsa da yeniden kurulmuş. Öyle ki dünya üzerinde bilinen 26 medeniyetin yarısı bu topraklarda yeşermiş. Bu zenginlik Hatay’a çok sayıda birinci ve biricik olma özelliği kazandırmış.

Anadolu’nun ilk camisi olan Habib-i Neccar Camisi, Hristiyanlığın ilk doğduğu ve haç mekânı olarak kabul gören St. Pierre Kilisesi, dünyanın ikinci mozaik koleksiyonuna sahip Hatay Arkeoloji Müzesi burada yer alıyor. Yine dünyanın aydınlatılmış ilk yolu Kurtuluş Caddesi, mimari açıdan ülkenin en önemli kiliseleri arasında yer alan Rum Ortodoks kilisesi,  dünyanın bilinen en eski Yahudi cemaatlerinden olan Antakya Musevi Cemaatinin kesintisiz olarak yaşadığı Antakya Sinegogu, keşişlerin ibadet yeri olarak yapılan ilk dönem Hristiyan mabedi Barlaam Manastırı da bu şehirde… Türkiye’deki  tamamı Ermeni vatandaşların yaşadığı tek köyü olan Vakıflı Köyü,  ülkenin büyük kapalı çarşılarından biri olan Uzun Çarşı, Antik Çağın mimari harikası, boyutları bakımından dünyanın ilk tüneli olarak kabul gören Titus Tüneli bu topraklarda… Kesintisiz 14 km uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun plajı olan Samandağ Plajı, tarihinde ilk olimpiyatların gerçekleştirildiği, mitolojik efsanelere konu olan Harbiye (Defne) ve çok daha fazlası, Hatay’ı ilk yapan değer burada yer alıyor. Ayrıca farklı inanç ve kültürlerden beslenen kent mutfağı UNESCO tarafından yaratıcı şehirler ağına dâhil edilerek taçlandırılmış.

Şimdi bu değerlerin birçoğunun, mazinin hatıralarıyla yüklü daracık taş sokakların, kent kimliğini oluşturan avlulu evlerin, bu kıymetleri yaratan insan hazinesiyle birlikte yok olduğunu yazmaya yüreğim dayanmıyor. Defalarca fotoğraf için gittiğim, her gittiğimde fotoğraftan çok, dost edindiğim Hatay’ın fotoğraflarını arşivden çıkarıp bakmak bile ıstırap veriyor. Benim kelimelerimin kifayetsiz kaldığı yerde araştırmacı yazar kent sevdalısı dostum Ünal Kahraman’ın aşağıdaki dizeleri Hatay’a adeta ağıt yakıyor…

Bu şehri yaşadım.

Gecesini ayrı, gündüzünü ayrı.

Aydınlık günlerini gözlerime doldurdum,

Sevinçlerim, üzüntülerim, beklentilerim de oldu benim.

Ama hiç bu kadar yalnız olmadım ve bu kadar kimsesiz.

Habib-i Neccar’ın duvarına RS15 yazmışlar,

Anlamını bilmediğim.

Şehrin tam orta yerindeydim,

Gelenim gidenim olurdu benim,

Arayanım soranım olurdu.

Bir güneş saati vardı avlusunda Neccar’ın.

Güneşin ve asırların ötesinden haberler verirdi bana.

Güneşli günleri ben bu yüzden severdim.

Şimdi şehir büyük bir mezarlık ve sessiz.

Kimilerim öldü, tutamadım yaslarını.

Toz duman içinde herkes ve yürüyen ölüler var bugün caddelerinde.

Ve binaların öldüremediği ölüleri gördüm caddelerde bugün.

Seni içime gömdüm ey sevgili Antakya.

Bütün sevdiklerimle birlikte.

Kemancı Nadir, Bulgurcu Mahmut

Ve onların sesleri gece gündüz kulaklarımda.

Şimdi sessiz, şimdi mahzun Antakya.

Ardında hiçbir eser bırakmadan gider mi bir şehir, ey şehir,

Olanları da alıp götürdün benden.

Dağlar, sıradağlar kadar mahzunum.

Ve kederli ve üzgün.

Işıkların yanar mı yeniden,

Telâşlı insanların dolar mı caddelerine yine bir gün,

Meçhule gidenler döner mi?

Ey âlemi mahzun bırakan en mahzun şehir,

– Senin sokakların dar,

Senin sokakların iki kişilik

Sen giderken ben gelemem..

Antakya sokakları dar. Benim yüreğim kan ağlar…

Tesellin çok zor Hatay, ama başaracağız sonunda… Gönlü güzel, yüreği büyük insanların inancıyla, çabasıyla, iyilikle başaracağız. Çok eksildin, eksildik ama “Umudunu Yitirme, Geri Döneceğiz Hatay”

Gülcan ACAR

Mart 2023

Gelişmiş Bir Toplum İçin Önce Kadın

Her yıl mart ayı gelip de takvimler ayın 8’ini gösterdiğinde, dünyada ve ülkemizde pek çok etkinlikte kadınların daha çok söz sahibi olmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel olarak FSK’da “Ayın Fotoğrafı” etkinliğinin konusunu “Kadın” olarak belirledi. Bu vesile ile bir kadın fotoğrafçı olarak, ayın fotoğrafı etkinliğinin değerlendiricisi olmam ve aylık bülten için bugüne özel bir yazı kaleme almam istendi. Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonunun sadece kadın fotoğrafçıların katılımına açık bir fotoğraf sergisi planlaması, fotoğraf camiasının kadına yönelik bir başka etkinliği olarak da dikkat çekiyor.

Kadın, Gülcan ACAR

Senede bir gün de olsa, her yıl 8 Mart günü kadınlar tüm dünyaya seslerini duyurmaya ve sorunlarını anlatmaya çalışıyor. Haklarını aramak üzere bir araya gelen kadınlar, sokakları dolduruyor, yürüyüşler düzenliyor. Toplantılarda, etkinliklerde, televizyon programlarında kadınlar konuk oluyor; kadının aile yaşamı, iş yaşamı ve toplum içindeki rolünün önemi bir kez daha gözler önüne seriliyor. İş yerlerinde karanfiller dağıtılıyor, hediyeler alınıp veriliyor, eğlenceler düzenleniyor, kutlamalar yapılıyor. Ancak bu kutlamalar, arası kapatılamayan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin gölgesinde mutsuzluğa ve umutsuzluğa dönüşüyor. Her ne kadar kadınlar mücadeleden vazgeçmese de kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, cinayet ve sömürü her geçen yıl artan sayıda sürüyor. İster mavi yakalı, ister beyaz yakalı olsun; ister özel sektör çalışanı, ister devlet memuru olsun kadın, erkek çalışana göre daha katmerli bir ayrımcılığa maruz kalıyor. En kötüsü de başına gelen her kötü olayın sorumlusu olarak yine kendisinin gösterildiği acımasız bir eleştirinin de kurbanı oluyor. Şiddet ve taciz hasır altı edilirken, buna çanak tutan cinsiyetçi politikalar siyaset kürsülerinden açık açık seslendiriliyor. Belki de aynı politik etkenlerle kadın; eğitim, sağlık, yargı, akademi gibi alanların alt kademelerinde cinsiyet eşitliğine yakın düzeylerde var olmasına rağmen, karar mekanizmalarında yok denecek kadar az sayıda yer alıyor. Pek çok kişiye ulaşan bu bültenimiz aracılığı ile sormak isterim; sizce sanat alanında durum farklı mı? Çoğu alana göre nispeten daha seçkin bir zevkin sahibi sanat dünyasında, bir kadın ve erkek sanatçı arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin izlerini görebilir miyiz? Kadın her şeyden önce bir kadın iken, sanata, yüksek zevklere, ancak kadınlık görevlerinden arta kalan vakitlerinde zaman ayırabiliyorken sizce bu eşitsizliğin doğmaması mümkün mü?

Kadın, Gülcan ACAR

İki yılı aşkın bir süredir dünyaya musallat olan pandemi ile evlere kapandığımız süreç, ekonomide yaşanan sıkıntıların yanı sıra kadının emeği ve bedenine yönelik sömürüyü artıran bir fırsat haline geldi. İstihdamdan ilk önce kadınlar kopartıldı; sosyal yaşamdan, üretimden uzaklaşarak güvensiz ev içlerinde şiddetle baş başa bırakıldı. Böyle bir toplumda, kadın ve sanatın buluşmasının kadınlar için çok önemli bir sığınak olduğunu düşünüyorum.

Kadın, Gülcan ACAR

Son yıllarda yaşanan doğal afetler ve özelikle de pandemi hayatın anlamını sorgulatıp yaşam önceliklerini değiştirdi. Gelişen teknoloji insan hayatına, alışkanlıklarına, yaşama biçimine, kültürüne yönelik köklü değişiklikler yarattı. Bütün bu değişim ve gelişmelerden kadın kendine düşen payı alsa da aile içerisindeki yerini ve toplumdaki nüfuzunu daha güçlü hale getirecek ne toplumsal ne de hukuki desteği bulabiliyor. Unutulmamalıdır ki kadının toplumsal yapının bütün kademelerine ve unsurlarına tam ve eşit olarak katılımı, temel bir insan hakkıdır. Gelişmiş, çağdaş ve refah içinde bir toplum yaratmanın önde gelen koşulu da toplumsal cinsiyet eşitliğidir. Bu nedenle bu meseleyi sadece kadın hakkı olarak değil, toplumun huzur ve refahını etkileyen bir hak ve demokrasi mücadelesi olarak görmek yerinde olacaktır. Bu mücadelede kadının hayatına sanatı daha çok dâhil edecek çalışmalar da yapmalıyız.

FSK’da gerçekleştirilecek ayın fotoğrafı etkinliği vesilesi ile direnen, üreten, inadına yaşam, inadına aşk diyen, ana olan, kardeş olan, yar olan ve aslında insan olan kadının kocaman dünyası, bakalım fotoğraf karelerinde nasıl dile gelecek…

Gülcan Acar

24 Şubat 2022