Fotoğraf, bir anı veya görüntüyü ışık kullanarak kaydetme sanatıdır.
Resim ise; bir kişinin gördüğü, düşündüğü veya hayal ettiği şeyleri çizgi, renk ve şekillerle kâğıt veya tuval üzerine aktarma sanatıdır.
Fotoğraf ve resim, yüzeyde iki ayrı sanat disiplini gibi görünse de, derinliklerinde birbirine sıkı sıkıya örülmüş, zamana ve mekâna dair özgün bir hikâyenin iki farklı anlatıcısıdır. Fotoğraf, bir anı ölümsüzleştirmenin, yaşamı belirli bir zaman diliminde durdurup anı yakalamanın en dolaysız yoludur. Objektifin arkasındaki sanatçı, ışığın kıvrımlarını, gölgelerin belirsiz sınırlarını ve mekânın ruhunu yakalamaya çabalar. Oysa resimde sanatçı, aynı sahneyi, içsel dünyasındaki hayallerini fırtınaları, dinginlikleri, çoşkusunu ve ruhunu katarak fırçasıyla tuvale veya kâğıda taşır.
Fotoğrafın sert gerçekliği, resmin estetik duygusallığıyla birleştiğinde, ortaya göz alıcı bir armoni çıkar. Fotoğrafçı, bir karede doğayı, insan yüzlerinin anlatılmamış hikâyelerini ya da köyün yıpranmış duvarlarını yakalarken, ressam, bu anları fırçanın ucu ile yeniden biçimlendirir. Gördüklerini aynen değil, ekleme ve çıkartılan nesnelerle yeniden yaratır. İşte bu durumda kullandığı renklerden ressamın ruh durumunu ve tarzını belirleyebilirsiniz. Bir fotoğraf karesi, ressamın tarzıyla bambaşka bir halde yeniden doğar.
Her iki sanat dalında olmazsa olmaz ortak konu kompozisyondur. Fotoğraf ile verilmek istenen mesajın izleyici tarafından anlaşılabilmesi için, fotoğrafta ifadeyi sağlayan görüntünün belirgin olması gerekir. O nedenle kadraja giren objeleri göze hoş gelen şekilde seçme ve düzenleme yapılmalıdır. Resim yaparken de aynı şekilde öne çıkmasını istediğiniz nesneleri kâğıda veya tuvale perspektif kurallarına uygun görseli güçlü olacak şekilde düzenleme yapılarak aktarılmalıdır.
Ben bir fotoğrafçı, aynı zamanda ressam olarak her iki durumu da deneyimlemiş biriyim. Fotoğrafçı olarak dondurduğunuz bir anı, resim sanatıyla ruhunuzu katarak, yeniden yorumlayarak, bambaşka bir şekilde anlatmak paha biçilmez ve heyecan vericidir.
Sadece renklerle fotoğraftaki bir öyküden kendi çıkarımlarınızı ve hissettiklerinizi kağıda yansıtmak büyük özgürlük. Fotoğrafın an duygusu ile resmin zamansız özgür ruhu birleşince birbirini tamamlayan ve besleyen muhteşem bir uyum oluşuyor. Bu nedenle fotoğraf ve resim, birbirinden ilham alan iki sanat dalıdır. Ressam nasıl bir fotoğraftan ilham alabiliyorsa, fotoğrafçı da gördüğü bir resimden ilham alarak, değişik ışık ve perspektiflerle anı ve görüntüyü yakalayabilir. Aslında her iki sanat dalının amacı da gördüklerini ve hissettiklerini sanatına dahil etmektir ve bu şekilde aktarmaktır.
Fotoğrafçı anı sabitlemekte ışığı kullanırken, ressam boya ve fırça kullanır. Ben gördüklerimi fotoğraflarken ve fotoğraflarımı fırça ve boyalarla tuval veya kâğıda aktarırken yani her iki durumda da inanılmaz keyif alıyorum. Örneğin bir fotoğraf gezisinden döndüğümde fotoğrafları arşivlerken o anları tekrar yaşıyorum. Daha sonra fotoğraftaki gerçekliği tuvale veya kağıda resmederken renklerin gücüyle hislerimi ve duygularımı aktarmaya çalışıyorum.
Fotoğraf ve resim birbirinden bağımsız iki sanat formu gibi görünse de özgün bir hikayeyi farklı biçimlerde anlatan iki sıkı dost gibidir. Sanatın her türlüsü ruha iyi gelir.
Sanat insanı besler.. Sanat insanı iyileştirir.. Sanat birleştirir..
Fotoğraf icadından bu yana gerçekliği belgelemek, sanat için üretim ya da art niyetli kişiler, yönetimler tarafından gerçekliği manipüle etmek için kullanılmaya devam ediyor. Zamanla değişen politik, sosyolojik, ekonomik olgular tüm toplumu ve onun eyleme biçimlerini etkiliyor. Bu etkilenmeden fotoğraf da payına düşeni alıyor. Değişen zamanla, teknolojiyle birlikte yeni anlatım formları kuruluyor.
Bu yazı kapsamında bahsedeceğimiz fotoğrafçılar tekil estetiği, piktoryal (pictorial) dili pek tercih etmiyorlar. Daha çok proje merkezli işler üretiyorlar. Fotoğrafın 100 yıldan fazla zamanda oluşmuş genel kurallarını yeniden yorumluyorlar.
Bu projelerin bir kısmında fotoğraf olayın gerçekleştiği anda çekilmez ya da fotoğraf çekildikten sonra başka bir bağlamda bir araya getirilir. Mesele bir gerçekliğe olduğu anda tanıklık etmekten çok hepimizin bildiği ama doğrudan ispatlayamayacağımız ya da fotoğraflayamayacağımız anlar toplamını tartışmaya açmaktır. Çünkü çoğu zaman gerçeği algılayacak bilgiden, farklı bakış açılarından yoksun oluruz. Salt gerçek yoktur böyle durumlarda, bakış açısı vardır. İşte bu işler farklı bakış açılarına tanıklık etmemiz, onları anlamak için uğraşmamız, proje konularına dair düşünmemiz amacıyla üretilmiştir.
Bu projelerdeki fotoğraflar size “bakın bu gerçektir” diye bağırmıyor. Fotoğrafçısı gerçeğin her zaman her yerde belgelenemeyeceğinin farkında. Bir olasılığı, bir durumu/duyguyu fısıldıyor. Sizi güzelin, sıra dışının, estetiğin uyuşturucu kollarına teslim etmiyor. Adeta iğneliyor, düşündürüyor ve öyle ya da böyle tartışma alanına çekiyor. Bu kadar uzun bir girişten sonra nihayet bu yazının kaleme alınma nedenine gelebiliriz. Gerek hikaye anlatıcılığı gerekse proje bazlı işleriyle günümüzde alışılagelenin dışında konumlanmış olan fotoğrafçılara ve onların projelerine. Elbette bu fotoğrafçılar farklı kategoriler altında sınıflandırılabilir ama biz bazı işlerine biraz daha dikkatle bakacağız.
Paul Graham Amerikan Night (Amerikan Gecesi) adlı çalışmasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde yaşayan Afro Amerikalı bireylerin yaşadığı ayrımcılığa/görmezden gelinmeye dikkat çekiyor. Afro Amerikalı bireylerin var olduğu fotoğraflarda iki basit teknik uyguluyor. Öyle bir ölçeklendirme kullanıyor ki bireyler var oldukları yaşam alanlarında oldukça küçük görünüyorlar. Fotoğrafta amaca uygun ölçek kullanımına dair güzel bir örnek sunuyor bu fotoğraflar. Diğer yöntem ise fotoğrafları fazla pozlamak. Böylece hem fotoğrafın geneli hem de içindeki bireyler silikleşiyor. Ölçeklendirme ve fazla pozlama yöntemiyle belirsizleşen fotoğrafı görmek/anlamak için çaba göstermeniz gerekiyor. Toplumun görmediğini, görmezden geldiğini görünmez kılınan fotoğraflarla anlatmak! Buna karşın Avrupa kökenli bireylerin yaşam alanları ve zenginliklerinin görüldüğü fotoğraflar normal pozlanıyor, canlı renklerle karşımıza çıkıyor.
Erwin Olaf’ın Anlatılmayanın Güncesi adlı sergisi 2014 yılında Ankara’da Cer Modern’de izleyicileri ile buluşmuştu. Bu sergideki Keyhole (Anahtar Deliği) adlı çalışma disiplinler arası bir pencere açıyordu izleyenlerine. Sergiyi gezen kişiyi Anahtar Deliği adlı işin paylaşıldığı bölümde iki kapı karşılaşıyor. Kapıların önünde birer sandalye ve birer kulaklık görüyorsunuz. Dahası sandalyeye oturup kulaklığı kulağınıza taktığınızda kapının anahtar deliğinden bir röntgenci gibi içeri bakmanız bekleniyor. Gözünüzü kapı deliğine yaklaştırdığınızda bir oda görüyorsunuz (aslında bir odada yapılan bir çekime tanıklık ediyorsunuz). Birinci kapıda oturma odasında masa üzerinde kitap okuyan bir baba figürü ve bir süre sonra yanına gelen bir çocuk görüyorsunuz. Belli ki bu ikili baba oğul. Diğer kapının anahtar deliğinden baktığınızda aynı eylem anne ve oğul arasında gerçekleşiyor. Tam bu sırada kulağınızdaki kulaklıktan bir nefes alıp verme sesi duyuyorsunuz. Kim bu? İçerideki iki kişi ve sizin dışınızda bir dördüncü kişi mi? Yoksa röntgenci pozisyonunda olan size mi ait? Bir süre sonra sahne değişiyor birinci kapıda baba oğul, ikinci kapıdan bakanlar için anne oğul artık yatak odasındalar ve çocuk slip atlet ikilisiyle yine kucağa oturtuluyor. Bu sırada ebeveynin çocuğa dokunuşları değişiyor ve kulağınızdaki nefes alış veriş erotik bir tona taşınıyor. Hayli rahatsızlık verici bir durum. Videoyu izlemeyi bitirip sergiyi gezmeye devam ettiğinizde adeta bu ve benzeri olaylara maruz kalmış kişilerin utanç içinde, genellikle size sırtı dönük fotoğraflarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu projede kullanılan disiplinler arası yaklaşım bir hayli etkileyici. Günümüz fotoğrafçılarının pek çoğu kendilerini artık salt kameralı kadın ya da kameralı adam olarak görmüyorlar. Projelerinde fotoğraftan metne, videodan yerleştirmeye (enstelasyon) kadar tüm birikimlerini ortaya koydukları işlere imza atıyorlar.
Araf adlı işinde Ali Saltan ülkelerindeki savaş ortamından kaçarak Türkiye’ye gelmiş mültecilere bakıyor. Fotoğrafların genelinde mülteciler boşlukta asılı gibi duran yeşil bir perdenin önünde görüntüleniyor. Şimdi buradalar ama buraya tam olarak ait olamıyorlar duygusu, bir sıra dışılık bakışlardaki anlamla birlikte bütünleniyor. Mülteci olma halini anlatmak için çok zekice bir buluş. Ali Saltan’ın bir diğer projesi Nehrin Öteki Yakası sınır meselesini gündeme getiren ilginç bir çalışma.
Güney Amerikalı fotoğrafçı Gustavo Germano darbeler coğrafyasında yaşayan bir kişi. Projesinde farklı Güney Amerika ülkelerinde darbeler nedeniyle öldürülen ya da ortadan kaybolan/kaybedilen kişilerin hikayesine ışık tutuyor. Projenin bir ayağı, gerçek belgelere fotoğraflara dayanıyor. Darbe dönemlerinde öldürülen, yok edilen insanların aile albümlerine ulaşıyor ve onların başka yakınlarıyla birlikte olduğu anı fotoğraflarını alıyor. Daha sonra fotoğrafta hala yaşayan kişilerle anı fotoğrafının çekildiği yerde ikinci bir fotoğraf çekip, iki fotoğrafı yan yana paylaşıyor. İkinci fotoğrafta eksik olana, öldürülen, yok edilen bireylere gönderme yapıyor. İşte bu ikinci fotoğraf her ne kadar kurgu olsa da gerçeğin bir parçası değil mi? Gustavo Germano’nun bir kardeşi de darbe döneminde bu şekilde öldürülmüştür.
Taryn Simon İnnocents (Masumlar) adlı çalışmasında herhangi bir tanıklık, fotoğraf belgesi ya da başka bir gerekçeyle hapse atılan ama atfedilen suçları aslında işlememiş kişilerin hikayesini ele alıyor. Aradan geçen zaman sonrasında ortaya çıkan yeni belge/tanıklar sayesinde bir şekilde anlaşılıyor ki kişi aslında masum. İşte anlatılan hikayenin kahramanı olan kişileri suçla ilişkili herhangi bir yerde, yine bir kurguyla fotoğraflıyor ve adalet sistemine, delil zinciri vb meselelerine başka bir bakış açısı sunuyor. Web sayfasında yazdığı şekliyle “Bu fotoğraflarda Simon, fotoğrafın gerçeği ve kurguyu bulanıklaştırma yeteneğiyle yüzleşir – ciddi, hatta ölümcül sonuçları olabilecek bir belirsizlik.”
Lucinda Devlin The Omega Suites adlı çalışmasında ABD’de idam cezası olan eyaletlerdeki infaz odalarının fotoğraflarını çekiyor. Üstelik bu çalışmayı “deadpan” tekniği gibi kameranın ağırlıklı olarak merkezde takılı kaldığı, yer yer nesnel bir soğukluk hissettiğimiz teknikle çekiyor. Tertemiz düzenli odalar, ölümü çağrıştırıyor. Peki bu odaların infaz odaları olduğunu bilmesek de aynı duyguya kapılır mıydık? Anlam fotoğraftan kişiye ve kişiden fotoğrafa akan çift yönlü bir yolculukta ortaya çıkar. Söz konusu olan çift taraflı bir geçişkenliktir ve bu fotoğrafa bakan bireyin dünyaya yüklediği anlamla son derece yakın ilişkidedir. Fotoğraflarda cezaların infaz anı görülmese de o fotoğraflar odaların hijyeniyle birlikte orada yaşanan/yaşanacakların bilgisini çağırır zihnimizden.
Değindiğim fotoğrafçılar ve projeler bu yazının imkanları kapsamıyla sınırlı, farklı yöntemlerle sıra dışı işler üreten pek çok fotoğrafçı var. Yüksek kontrastı ve öznel hayatı merkeze alan Kuzey Ekolü, Japon Ekolü ya da farklı yaratıcı çalışmalar içeren değinebileceğimiz pek çok fotoğrafçı ve proje var elbette. Ancak burada seçilen fotoğrafçılar ve projeler oldukça öznel bir bakışın seçkisi.
Eskiden fotoğraf “iki gözümle gördüm” şahitliğine yakın bir gerçekliğe işaret ederdi. Günümüzde bir yönüyle gerçekliğin fotoğrafları bile bilinçli bir şekilde manipüle edilirken bazı fotoğrafçılar gerçeğe yakınlaşmak için kurguyu tercih ediyor.Mesele uzun zamandır gerçeği arama meselesi değil. Çünkü biliyoruz ki artık (ya da ben öyle düşünüyorum ki) zaman, mekan, olayın oluş şekli bile gerçeğe bakış açımızı değiştiriyor. Bazen bütün mesele bir hikaye anlatmaktan ibarettir.
***
Tam bu yazıyı kaleme aldığım günlerde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Kadir Ekinci’nin Kazların Senfonisi sergisini gezme fırsatım oldu. Daha önce Sessiz Işık, Uzak Işık, Mal Meydanı sergilerine tanıklık ettiğim ve kitaplarını edindiğim Kadir Ekinci’nin web sayfasında (http://www.akadirekinci.com) Cirit, Sokaklar, Çıldırın Balıkçıları, Kahvehaneler, Portreler, Çocuklar serilerini izleme şansını buldum. Diyebilirim ki birbirinden bağımsız gibi görünen bu projeler sona erdiğinde hepsinin toplamından oluşan son bir resital bekliyor Kadir Ekinci’yi. Kars resitali. Bilemiyorum, Ara Güler’in İstanbul’unu bir kenara koyarsak Türkiye’de başka bir kent için böylesine kapsamlı çalışma yapan kaç kişi vardır?
Cındy SHERMAN’ın “Untıtled Fılm Stılls Serıes” Adlı Kurgusal Fotoğraflarına “Male Gaze” Erkek Bakışı Değerlendirme ve Sosyolojik, Psikolojik Açıdan Eleştirisi
Cindy Sherman (Foto.1), 1954 doğumlu Amerikalı bir fotoğrafçı, film yönetmeni ve modeldir. Fotoğrafları, feminist literatürde birçok makale ve incelemeye konu olmuş, özellikle self portrait oto portrelerinde değişik kimliklere bürünmesiyle feminist fotoğrafçılığın parçası sayılmıştır. Ancak Sherman hiçbir zaman sanatına dair net ve belirgin açıklamalarda bulunmamıştır. Politik yorumlardan uzak kalmıştır. Bu da, hali hazırda ilgi çekici olan sanatını daha da ilgi çekici hale getirmiştir. Cindy Sherman sanatı ve kendi hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
“Eserlerimde anonim hissediyorum. Fotoğraflara baktığımda kendimi görmüyorum, onlar otoportre değiller. Kimi zaman ben yok oluyorum”.
“Ben otoportre çekmiyorum, her zaman fotoğraflarda kendimden olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyorum” (cindysherman.com).
2.“Untıtled Fılm Stılls Serıes” Fotoğrafları
Cindy Sherman, 1970’lerin sonunda yaşadığı New York şehrinde, İsimsiz Film Kareleri (Untitled Film Stills) isimli bir dizi küçük, 8”x10”cm boyutlarında, siyah beyaz negatif filmlerle analog olarak çekmiştir.
Bu serinin çekimlerini 1970 -1980 yılları arasında tamamlamıştır. Fotoğraflarında iğrençliğe, korku ve şiddet ögelerine yer vermiştir. Çürümüş yemekler, kusmuklar, aybaşı kanamalarını kullanmış ve isimlendirme yapmayarak kalıpsal bakışla bakılmasının önüne geçmek istemiştir. Görünenin dışında “Untitled Film Stills Series” adlı tek isim altında New York Modern Sanatlar Müzesinde sergilemiştir. Eserleri milyonlarca dolara satılmıştır (cindysherman.com).
3. Kurgusal Fotoğraf
Rastlantısal olmayan tasarlanarak bir fikir ve düşünceye göre tasarlanıp planlanarak oluşturulan ve çekilen fotoğraf türüdür. Kendiliğinden ya da doğal yollar ile olmayan, insan eliyle belirli bir plan çerçevesinde oluşturacak biçimde düzenlenmiş olan anlamlı bütündür. Kurgusal da kurgu yolu ile oluşturulmuş anlamına gelmektedir (Freeland, 2008).
4. Male Gaze Erkek Bakışı
Laura Mulvey 1975’te “Male Gaze” “Erkek Bakışı” kavramını öne sürdü. Erkek bakışı, heteroseksüel erkeğin seyirci olduğunu baz alarak film ve görsel medya üretme ve genellikle kadını objeleştirme eğilimidir (Antmen, 2008: 31-50).
Mulvey’e göre kadınlar, sinemada heteroseksüel erkeklere görsel zevk vermek üzere kullanılıyordu ve cinsel obje haline getiriliyordu. Böylece erkekler daha aktif rollere sahipken ve özne haline bürünüyorken, kadınlar daha pasif rollere sahip oluyor ve bakılan bir nesne veya obje olarak kalıyor (Mulvey, 2008: 290-296).
Ayna yardımıyla kendini ve bedenini kullanıyor. Fotoğraflarında iğrençliğe, korku ve şiddet ögelerine yer veriyor. Çürümüş yemekler, kusmuklar, aybaşı kanamaları ve fotoğraf sanatını kullanarak feminenliğin değişken olduğunu gösteriyor. Sherman aynı zamanda cinsiyet kimliğiyle de oynuyor (Foto.2) (Özüdoğru, 2010: 116).
Sherman; fotoğraflarında kostümler, peruklar, değişik makyaj şekilleriyle farklı kişilere bürünüyor Sherman kendi oto portrelerinde hem özne hem de nesne oluyor ve nasıl bir nesne olduğu üzerinde kendi kontrolünü sağlıyor. Fotoğraflarına bakarak, Sherman’ın bu erkek bakışına meydan okuduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her fotoğrafta kendini başka bir kılığa sokarak başka bir durumun içinde resmetmektedir. İzleyici herhangi bir fotoğrafa bakar gibi bu temsile yaklaştığında oradakinin sanatçının kendisi olduğunu fark etmekte, sanatçının bir kadın olarak kendisi için inşa ettiği bir imgeyi izlediğini anlamaktadır.
Görüntü, ona bakanın anlamlandırma dinamiklerini sorgulamaya başlamasına neden olur. İsimsiz Film Kareleri’nde öne çıkan başka bir öğe kadının kompozisyonlarda yalnız kalmasıdır. Sherman tek karelik kurduğu anlatılarda karakterini yalnız bırakır. Bu da bizi kadının incinebilirliğine götürür. Serideki birçok fotoğrafta da dış mekânlardaki kadınlar şaşkın, bir şeylerden korkar gibidirler. İzleyici için Sherman benzer anlatılar içinde fotoğrafların anlatısını açık bırakıyor ve kullandığı tekniklerde kompozisyonlarda olay olmamış ama olacak hissi vermekte ve izleyici de bu şekilde fotoğraf içine çekilerek bir dinamik süreci işletiyor (Direk, 2000: 133-158).
Sherman’ın İsimsiz Film Kareleri’nde durmadan bize gösterdiği de düşünsel inşa sürecidir. Her fotoğrafta kendini başka bir kılığa sokarak başka bir durumun içinde resmetmektedir. İzleyici herhangi bir fotoğrafa bakar gibi bu temsile yaklaştığında oradakinin sanatçının kendisi olduğunu fark etmekte, sanatçının bir kadın olarak kendisi için inşa ettiği bir imgeyi izlediğini anlamaktadır. Sherman “Untitled Film Stills Series” fotoğraflarında kendi portrelerini kullanarak “Male Gaze Erkek Bakışı”nı yaratıcı bir şekilde feminen bir bakışla eleştiriyor fikirsel bir söylemin nesnesi ve objesi oluyor. Cindy Sherman fotoğraflarında açığa çıktığı üzere sanatın konusunu, sanatın kadını temsil etme biçimlerini parodileştirip yeniden üreterek alternatifler sunmaktadır.
Sanatını kimin nasıl isterse o şekilde yorumlayabileceğini söyler. Benim sanatına ve eserlerine eleştirel yaklaşımım bu çalışmaları ile Sherman’ın kadınlık sorunundan uzaklaştığını ve ‘evrensel bir insan deneyimine’ yöneldiğini düşünüyorum. Cindy Sherman’ın Untitled Film Stills ‘ini yine klasik bir feminist yorumla incelemeye çalıştığım zaman okumalarıma ve eserlerine bakarak değerlendirdiğimde eserlerdeki fenomenolojisi, bakışın erkekler tarafından kullanıldığını ve kadının da bu bakışının arzusunun nesnesi durumunda kaldığını düşünüyorum.
7. İleri Araştırma Konusu Olarak Öneriler
Sherman fotoğrafla yaptığı düşündürücü sorgulamaları ve tarzı bir makaleye konu olmuştur. Yeni bir araştırma konusu olarak Studium ve Punchtum olarak araştırılıp değerlendirmesi yapılabilir.
8. Sonuç
Bir adım olarak Sherman, bedenin sistemin kendisince bir yüzey olarak ele alındığı modaya yönelmiş; çalışmalarında deforme olmuş, grotesk bedenleri tercih etmiştir. Kanımca, böylece moda söylemleri çerçevesinde inşa edilen beden-yüzeyin git gide ‘canavar’laştığını göstermiştir. Bu çalışmada ele alınan son serisinde ise modern dünya içinde hareket etmek için sürekli görmezden geldiğimiz bedenin iç yüzünü konu edinmiştir. Bu son seri diğer çalışmaların da filozofik temelleri olarak değerlendirebilir. Şunu belirtmek gerekir ki, Sherman çalışmalarını her ne kadar feminist bir kategori içine koymasa da feminist bir perspektifle bakıldıklarında feminist kuram için oldukça elverişli okuma alanları ortaya çıkarmaktadırlar. Bunu da post modern sanatın bir özelliği olarak vurgulamak gerekir.
Yunus TOPAL
Öğr. Görevlisi
KAYNAKÇA
Antmen, Ahu, Önsöz, Sanat Cinsiyet, Haz. Ahu Antmen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
Antmen, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2002.
Direk, Zeynep, Cindy Sherman, Defter, sayı 39, Metis Yayınları, İstanbul, 2000:133- 158.
Freeland, Cynthia, Sanat Kuramı, çev. Fisun Demir, Dost Kitabevi, Ankara, 2008.
Mulvey, Laura, Görsel Zevk ve Anlatı Sineması, Sanat Cinsiyet, haz. Ahu Antmen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
Özüdoğru, Ş. (2010). Feminist Sanata İki Farklı Yaklaşım: Gerilla Kızlar ve Cindy Sherman, Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt:1 Sayı:6, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.