MİMARİ FOTOĞRAF ÜZERİNE…

Neden kapalı mekânlarda yaşadığımızı ya da çalıştığımızı hiç merak ettiniz mi? Acaba bu korunma içgüdümüzün bir refleksi mi? Kuşkusuz öyle… Çünkü insanoğlu daha ilk başlarda korunma içgüdüsünden dolayı mağaraları ya da ağaç kavuklarını yaşam yerleri olarak seçti.  Yüzyıllar ilerledikçe gelişen insan zekâsı ve yaşamı güçleştiren doğal koşullar, insanoğlunu hem daha sağlam bir barınma yeri yapmaya, hem de gelişen ih­tiyaçlarla birlikte konut dışı yapılar (örneğin; Köprü, su kemeri, baraj, geçit, ibadet yeri vb.) yapmaya zorladı. Bugün, çok çeşitli dal­larda gerek duyulan yapı yapma süreci de, bu şekilde başlamış oldu.

Çeşitli amaçlar için yapılması gereken yapıların, gerçekleştirilmesiyle birlikte mimarlık bir meslek dalı olarak or­taya çıktı. Önceleri usta çırak ilişkisiyle başlayan ve yüzyıllar boyunca da böyle devam eden mimarlık eğitimi, uygarlığın gelişimine paralellik göstererek büyük değişimlere uğradı. Günümüzde artık akademide eğitim almış uzmanlar ta­rafından yürütülen mimarlık mesleği, daha rasyonel ve daha kul­lanıma uygun yapıların yapılmasına olanak sağladı.

Çeşitli amaçlar için gerçekleştirilen yapıların yapımıyla birlikte, bun­ların işlevlerini ve amaçlarını, çeşitli araçlar kullanarak gerekli olan kanallara ya da geniş halk kitlelerine aktarmak gereği de ortaya çıktı. Bu araçların başında da hiç şüphesiz fotoğraf gelmektedir. Fotoğrafın bulunuşundan itibaren başlayan bu süreç, mima­ri fotoğrafçılığın da olgunlaşmasına imkân verdi. Başlangıçta elde edilen filmlerin duyarlılıklarının çok düşük olması ve daha çok sabit duran objelerin çekilmesine olanak vermesi, mimari fotoğrafçılığın öne çıkmasını sağladı. Bu nedenle Joseph N. Niepce tarafından çekilen ilk fotoğrafın bir mimari fotoğraf olması rastlantı değil, mecburiyetti.                     

Ancak 20. yüzyılın 2. çeyreğinde fotoğraf teknolojisinde yeni gelişmeler oldu. Birçok dalda teknolojik gelişimlerin yaşandığı bu yüzyılda, gelişen fotoğraf teknolojisi ile birlikte mimari amaçlı fotoğraf makinesi ve aksesuarlarının üretilmesine başlandı. Duyarlılığı daha yüksek filmlerin üretilmesi ile mimari çekimlerin daha kolay yapılması sağlandı. Teknik kameralar, net görüntü dairesi çapları özel olarak büyütülmüş objektifler, panorama fotoğraf makineleri ve perspektif düzeltici objektifler mimari fotoğraf çekimlerinde sıklıkla kullanılmaya başlandı. Bu gelişmelere ek olarak mimari fotoğrafçılıkta farklı üsluplar ve akımlar da birbiri ardına ortaya çıktı. 

Bugün tüm dünyada gerek tanıtım fotoğrafçılığı, gerekse belgesel fotoğrafçılık içerisinde oldukça büyük bir yer kaplayan mimari fotoğrafçılık, onun doğru ekipman, doğru ışık, doğru bakış açısı ve doğru bir perspektifle çekilmesini gerektirmektedir.

Bunun yanında yapı konusunda bilgi sahibi olarak onun nasıl ve hangi teknikle fotoğrafa aktarılacağı da bir başka konudur. Bu konuda en doğru yol şu şekilde izlenmelidir;

  • Yapı hakkında; eğer eski bir yapıysa bir sanat tarihçisi ya da arkeologdan, eğer yeni yapıysa mimarından bilgi alınır,
  • Yapının hangi amaçla çekileceği eğer varsa işverenle/mimarıyla görüşüldükten sonra tespit edilir,
  • Yapının oturduğu topografya tespit edildikten sonra yapının çekilecek olan cephesine gelen ışığın açısı ve çekim saati tespit edilir,
  • Yapının ve gerekiyorsa çevresinin kadraja hangi perspektifte aktarılacağını saptanır,
  • Bu aşamadan sonra bakış noktası ve yüksekliği belirlenir.
  • Tüm bu aşamalardan sonra artık sıra objektif odak uzaklığının seçilmesine gelmiştir.
  • Objektif odak uzaklığı da seçildikten sonra yapılacak son işlem pozlandırmanın belirlenmesidir.
  • Alan derinliği isteğine göre gerekli olan diyafram ve buna göre pozometrenin vereceği örtücü hız da belirlendikten sonra tripod (mutlak) ile çekim tamamlanır.
  • Gerekiyorsa son ışık ve perspektif düzeltmeleri uygun bir görüntü işleme programı ile bilgisayar üzerinde yapılır.

Önemli Not: Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU’nun, Say Yayınları’ndan basılan “TÜM YÖNLERİYLE MİMARİ FOTOĞRAF” adlı kitabından alıntılanmıştır.

Mart 2025

Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU

(EFİAP, QPSA)

KAYBEDİNCE AĞLAMAMAK, VARKEN YAŞATMAK, GÜZELKEN SÜRDÜRMEK İÇİN

“Ankara’nın Yıkılan/Kaybolan Belleği”  resim sergisi hazırlıklarım 2018 yılında başladı ve 2021 yılına kadar aralıksız üç yıl devam etti. Başlangıçta, bu başlık altında bir sergi yapmak amacıyla yola çıkmış değildim. Bu çalışmaların/serinin ilki olan İller Bankası tablosunu yaptığımda Ankara’ya geldiğim tarihlerde varlığına tanık olduğum sonradan yıkılan diğer binalar aklıma geldi. Ankara’da var olan ve başkentimize değer katan ve bu nedenle belleklerde yer alan çok sayıda bina şu veya bu şekilde yıkılmıştı. 1979 yılında yıkılan Kızılay binası, yakın zamanlarda yıkılan Etibank ve İller Bankası binası ve var olduğunu bildiğim ve hiçbir zaman görmediğim Marmara Köşkü, ilk çalışmalarım arasında yer aldılar.

Marmara Köşkü Mustafa Kemal’in değer verdiği AOÇ içinde Cumhurbaşkanı Köşkü olarak mütevazı bir ölçekte sayılacak bir bina olarak mimar Ernst Arnold Egli tarafından tasarlanmıştı. Korunması için çok sayıda sebep sayılabilir. Ama yıkıldı.

Kent belleğinde yer alan nitelikli mimari eserlerin yıkılmamaları, dönem itibarıyla yani günümüzde şayet fonksiyonlarını yitirmişlerse, şu veya bu şekilde dönüştürülerek kentlilerin kullanımına sunulmaları gerekir. Yukarıda isimlerini saydığım yıkıma uğramış binaların, yapıldığı tarihleri ve mimarlarını araştırırken, karşıma benzer akıbeti yaşamış başka binalar da çıktı. Eski Ankara fotoğraflarından yakaladığım Taşhan ve St. Clements kilisesi, Kızılbey Türbesi ve Külliyesi gibi yapılar bunlardan birileriydi. Sonrasında başka diğer binalar bunları izledi. Bir ya da ikisi dışında çoğunun ortak özellikleri ise dönemin mimarlarının, seyyahlarının ve kanaat önderlerinin yıkılmamaları için çaba göstermiş olmalarıydı.

Yakın tarihte yıkılan binaların yıkılmaması yönünde hareket edenlerin de nedense tamamı mimarlar ve Başkent Dayanışması içinde yer alan bir grup entelektüel olmuştur. Bunu verili bir durum olarak ele aldığımızda, kentlilerin ya da hemşerilerin duyarsızlığı, yıkımın kalıcı bir kültür olarak karşımıza çıkmasının temelinde yer aldığı görülür. Bu durum; yıkımı planlayanların ve gerçekleştirenlerin/uygulayanların işini kolaylaştırmaktadır.

Bu düşüncemin elle tutulur örneği 16 Haziran 2017 tarihinde yıkılan İller Bankasıdır. Binanın yıkılacağı haberi üzerine, Mimarlar Odası ve Başkent Dayanışması olarak, bina önünde birden fazla basın açıklaması yapıldığı halde netice alınamamıştır. Bunun yegâne nedeni kent halkının duyarsızlığıdır. Katılımı yüksek olan protesto eylemlerinden sonuç alınacağına dair, yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda örnek vardır.

Resim çalışmalarım esnasında; binaların yapıldığı tarihler, yapılma nedenleri ve mimarlarını araştırırken ilk planda karşıma yirmi beş resme konu olacak materyal çıktı. Aynı akıbete uğramış başka değerli binaları bulup resim yoluyla topluma ulaştırma heyecanı yaşadığım tarihlerde ilk sergimin zamanı gelip çatmıştı. İlk sergi; Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye’nin Ankara’ya geldiği gün olan 27 Aralık gününde, Mimarlar Odası Ankara Şubesi fuayesinde, yirmi beş tabloyla gerçekleşti. Geride tablosu yapılacak başka binalar da var.

Bu serginin ardından, Ankara çalışmalarıyla bilinen akademisyen arkadaşlarımın isteği üzerine, aynı eserler, Bilkent ve Çankaya üniversitelerinde öğrencilerle, daha sonra Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar merkezinde gerçekleşen sergiyle Ankaralılarla buluştu.  

Bir kısmının varlığına tanık olduğumuz, önünden defalarca geçtiğimiz, kiminde ise içine girdiğimiz ve bulunduğu mahal ile bütünleşmiş çok değerli yapılar yok edildi. Her birinin bir hikâyesi vardı. Bizde yönetimlerce yıkıma layık görülen; Kızılay, Maltepe Havagazı Fabrikası ve Çubuk Barajı gazinosu gibi birçok yapının mimarlarına ait başka ülkelerdeki eserlerin günümüze kadar hala korunduğunu görmek içimizi acıttı. Örneğin; yıkılan Maltepe Havagazı fabrikasının mimarı Werner İssel’in Almanya’daki yapıları günümüzde varlıklarını sürdürmektedir. Bizde tek olan ve sanat evleri, müze gibi yapılara dönüşebilecek yerleşke yok edildi.

Ulus meydanından başlayarak Kızılay’a kadar uzanan arter erken dönem açık bir Cumhuriyet Müzesidir. Aralarında; başta Kızılay Binası olmak üzere İller Bankası Etibank ve Toprak Mahsulleri Ofisi binası gibi yok edilen binalar vardır. Ancak bunun da çözüm yolu vardır. Birinci yol bundan sonra gelecek olan yıkımların karşısında durmak, engel olmak, yok edilenleri ise bir hafıza müzesinde gelecek kuşaklara aktarmaktır.

Tüm bu durumların özetinde üniversitelerde yaptığım sergilerde ayrıca bir görsel bir sunumla binaların eski fotoğrafları ve bende uyandırdığı duygularla yaptığım resimlerle sunum haline getirdim. Bu çabam; yukarıda bahsettiğim Ankara’ya ait bir hafıza ya da bellek müzesi için ateşleyici bir etki yaparsa gayeme ulaştığım için mutlu olurum.

Umudum yeni kuşakların yaşadıkları kentlere dair duyarlıklarının artacağı yönündedir.

Yıkılan Kızılay Binası ve bu binadan isim alan Kızılay Meydanı
Bentderesi ve Çakırlar Köprüsü

Kemal Mükremin BARUT

Mart 2023