NECMETTİN KÜLAHÇI YAZI DİZİSİ 1. BÖLÜM

Necmettin Külahçı ile ilgili yazı dizisi hazırlama fikrini, 28 Aralık 2024’te vefatının ardından düşünmeye başlamıştım ki, FSK’dan da bir anma günü yapalım dediklerinde tereddüt etmeden kabul ettim. Bir aylık hazırlığın ardından kurucusu olduğu FSK’ da 28 Şubat 2025 günü tüm hayatını kapsayacak biçimde sunumlar hazırlayıp, kendisini anlatmaya çalıştım. Onun fotoğraf dünyasını benden daha iyi bilenler mutlaka vardır. Araştırma yaptığınızda kendisi ile ilgili yapılan röportajlara (Kontrast Dergisi, Fotografya vb.) rastlamak mümkün. Özellikle Fotograf Sanatı Kurumu’ nun çıkarmış olduğu ‘‘Tekin Ertuğ Atölyesi – Fotoğraf Ustaları – Anılar ve Söyleşiler’’ kitabı, bir fotoğrafçının hayatını merak ettiğimde başvurduğum ilk kaynak kitap arasında oluyor. Fotoğraf Ustaları-1‘ de Necmettin Külahçı ile yapılan 2011 yılındaki röportajın altını çizerek, notlar alarak okudum. Şayet yaşasaydı soracağım çok soru olacaktı. 2012 yılında basılı hale getirdiği Cilo-Sat albümündeki anıları da aklımdaki bazı sorulara ışık tuttu diyebilirim. Bunlara ilaveten kızı Funda’ dan öğrendiğim kadarıyla, kendi el yazısıyla onlarca sayfa tutacak olan anılarını kaleme almış olması da sevindirici bir durum. Umarım bir gün biyografi kitabı yayınlanır. Hem bu anıları hem de fotoğraflarının yer aldığı albümü merakla bekleyeceğim.

Külahçı ile 1995-2002 yılları arasında ‘’FSK Çadır Grubu’’ nda, 1996-2019 yılları arasında da DASK derneğinin düzenlediği DOGAY (Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması)’ da çokça bir araya geldim. Onlarca seyahate çıkmışızdır. Bir kişiyi en iyi seyahatte tanırsın derler ya. Onunla seyahate çıkmak başlı başına bir ayrıcalıktı. Çok şey öğrendim kendisinden. Necmettin Külahçı’ nın tanıdığım kadarıyla insanlık birikimi, örnek alınacak türdendi. Son derece sessiz, çekingen, mütevazi ve saygılı bir kişiydi.

1932 doğumlu Necmettin Külahçı’ nın fotoğraf ile tanıştığı 1950’ li yılların Türkiye’ sinde, bugün ismini saydığımız çok az kişi vardı. O tarihlerde Anadolu’ yu gezip fotoğraftan geçim sağlamak akla gelecek bir iş değildi. Külahçı, Öğretici Filmler Merkezi’ nde kadrolu işe alınınca, hem Anadolu’ yu gezme fırsatı bulmuş, hem de geçimini sağlamış oldu. Külahçı’ nın özellikle Öğretici Filmler Merkezi’ nde çalıştığı zamanlarda çektiği fotoğraflar, gün yüzü görmeye başladıkça değerinin daha da artacağına inanıyorum. Bu yazı dizisiyle kendisi hakkında bilinen ya da bilinmeyen birçok yönüne ışık tutmaya çalışacağım.

Şinasi Barutçu ile Geçen Yıllar

Necmettin Külahçı, daha ilkokul öğrencisiyken tatil dönemlerinde boş kalmasın meslek öğrensin diye 1948 yılında Elazığ’ da Fotokar’ ın sahibi Emin Kızılkan’ ın yanında işe başlar. Dayısının oğlunun kullanamadığı fotoğraf çeken bir kutu makineyi hediye aldıktan sonra fotoğrafçılığa iyice meraklanır. 1951 yılında da Ankara’ ya lise öğrenimini görmek üzere gelir. O tarihlerde sık sık Ankara Ulus’ taki Hakkı Afyoncular’ ın fotoğraf stüdyosuna ve Foto Spor gibi dönemin iyi fotoğrafçılarına uğrar.

1952 yılında Şinasi Barutçu, Öğretici Filmler Merkezi’ nin Müdürü olunca, tesadüfen bu fotoğraf stüdyolarının birisinde karşılaştığı bu genci çok sever ve Öğretici Filmler Merkezi’ nde işe alır. (Kontrast Sayı: 43) Bu ikili koyu bir sohbete girer, birbirlerine ısınırlar.

Ders filmleri hazırlayan Öğretici Filmler Merkezi’ nde çalıştığı yıllar içinde, bir taraftan laboratuvardaki işleri yaparken bir taraftan da Şinasi Barutçu ile Anadolu’ nun ücra yerlerini dolaşarak fotoğraflamaya başlarlar. Şinasi Barutçu ile beraberlik altı yıl devam ettikten sonra Külahçı, 1958 yılında askere gider. İki yıl askerlik döneminden sonra 1960’ da Foto Balin adı altında kendi stüdyosunu kurar.

Şinasi Barutçu - Necmettin Külahçı Arşivi

Şinasi Barutçu – Necmettin Külahçı Arşivi

Necmettin Külahçı’nın yaşam geçmişine baktığımızda Şinasi Barutçu ile olan tanışıklıkları onun fotoğrafçılık yaşamını çok derinden etkiler. Kontrast adlı dergide Barutçu’ dan şu sözlerle bahseder. ‘’1940’ larda Anadolu’ yu bisikletle dolaştığını ve ülkemizin doğasının, kültürünün çok farklı olduğunu, başka hiçbir ülkede bu doğal güzelliklerin bulunmadığını anlatırdı. İşte, Anadolu’ yu keşfetme ve doğa tutkusu, öncelikle hocamın bana mirasıdır. Onunla ilk olarak Cilo Sat Dağları’ na gitmekle, doğayı ve Anadolu kültürünü, insanını tanıma fırsatı buldum ve yaşantıma koydum.’’

Külahçı ile 1995-2000’ li yıllarda çokça seyahatlere çıktık. Tıpkı Şinasi Barutçu’ nun kendisine yaptığını o da bize (FSK’ daki Çadır Grubu) yapardı. Hiçbir bilgiyi esirgemezdi. Şinasi Barutçu sözü açıldığı zaman ‘’Hocam’’ diye başlar söze, birlikte seyahate çıktıkları anılardan çokça dem vururdu. Kimseden çıt çıkmaz pür dikkat dinlerdik. En başta ÖFM’ deki laboratuvar çalışmalarını, Cilo – Sat Dağları’ nı, Yerköprü Şelalesi’ ni, Bingöl’ deki siyah güneş olayını anlatır da anlatırdı. Anlatırdı da ne yazık ki not tutmak aklımıza gelmezdi o zamanlar. Ya bir dağda yürüyoruz, ya da çadır etrafında oturuyoruzdur. Bugün o anladıklarını not tutsaydım bu satırları yazmak daha kolay olacaktı. Maalesef kendisi yakın zamanda aramızdan ayrıldı. Bir insan göçüp gittikten sonra aklımıza geliyor bazı sorular. Elbette cevapsız çok soru olacak ama, merak ettiğimiz bir çok konuyu da aydınlatmak bize düşüyor.

Şinasi Barutçu ile Siyah Güneş’i beklerken Zerduş Dağı Karlıova- Necmettin Külahçı Arşivi

Öğretici Filmler Merkezi (ÖFM), görsel ve işitsel eğitim araçlarının üretilmesi ve çoğaltılması amacı ile Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak 1952 yılında kurulur. Öğretici Filmler Merkezi (ÖFM) olan adı Film-Radyo Grafik Merkezi (FRGM), Film-Radyo Televizyonla Eğitim Merkezi (FRTEM), son olarak da 2011 yılında Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü (YEĞİTEK) adını alır. 2012 yılında da “Eğitim Bilişim Ağı (EBA)” geliştirilmiş ve web üzerinden yayına başlamıştır.

ÖFM’ nin kuruluşundan bugüne kadar gelişimi, bugünkü EBA’ da kayıt altına alınmış. Hatta bir video arşivi var. 1956 yılından başlıyor, 1980’ li yıllara kadar devam ediyor. Tanıdık isimlere de rastlıyoruz. Şinasi Barutçu, Osman Aziz Yeşil ve Cabbar Yıldız. Osman Aziz Yeşil ve Cabbar Yıldız, Ankara’daki Fotoğraf Sanatı Kurumu (FSK)’ nun da üyesidir.

ÖFM, kurulduğu günden itibaren araştırma yapabilecek, bilgi toplayabilecek ve görsel birikim sağlayabilecek kişileri kendi bünyesine katar. Bu kişilerin başında Şinasi Barutçu gelir. Külahçı, ÖFM’ de iken ‘’Bir Dilim Ekmeğin Masalı’’ adlı bir projeyi çalıştıklarından bahsederdi. 1956 yılında bu projenin hem videosu yapılmış hem de basılı malzemelere görsel yerleştirmek maksadıyla fotoğrafları da çekilmiş. (Video EBA’ da görülebilir.)

Öğretici Filmler Merkezi’nde Şinasi Barutçu ile çalıştıkları konulardan birisi de ‘’Anadolu’ nun Tarihi ve Doğal Güzellikleri’’. Bu amaçla illerimizi ve doğal kaynaklarımızın tanıtımını amaçlayan slayt serileri oluşturdukları da görülüyor. Bugün bilgisayar programlarında kolaylıkla hazırladığımız slaytlar, o yılların zor koşullarındaki teknik olanaksızlarla gösterilirmiş. Bu durumu Külahçı şu sözlerle ifade ediyor: ’’O dönemlerden çok iyi hatırladığım şey, slayt makinesinin çalışma şekli… Çoğu yerde elektrik olmadığı için, slayt gösterme makinesinin arkasına lüx lambasının ışığını verdirerek, slaytı makinedeki mercek aracılığı ile duvara yansıtıyorduk…’’ (Kontrast Sayı:43)

Atatürk’ ün Naaşının Anıtkabir’ e Nakledilişi

Yazının icadının Sümerlere kadar gittiğini biliyoruz. Sembollerle anlatım, on binlerce yıl öncesine dayanır. Bir teknolojiyi kullanarak görüntü elde ederek anlatım ise çok değil 185 yıl öncesine kadar gider. Yani fotoğraftan bahsediyorum.

Fotoğrafın en önemli işlevlerinden bir tanesi belge özelliği taşımasıdır. O anda olan herhangi bir şeyin fotoğrafını çekmiş olmakla, önemli olsun ya da olmasın tarihe bir not düşmüş oluyoruz. Önemli olan bu notu tarihteki yerine koyabilmek.

Hatırlatmak gerekirse, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 günü gözlerini yumduktan sonra cenazesi, dokuz gün Dolmabahçe Sarayı’ nda kalır. 20 Kasım 1938’ de ise Ankara’ da başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Celal Bayar olmak üzere cenaze, TBMM önünde hazırlanan katafalka konulur. 21 Kasım 1938’ de naaşı, Ankara Etnografya Müzesi’ ndeki geçici kabrine taşınır. Atatürk’ ün naaşı, Ankara Etnografya Müzesi’ nde 15 yıl kalır. Bu esnada Atatürk’ ün anıt mezarı Anıtkabir’ in yapımına 9 Ekim 1944’ te başlanmış ve inşasının 1 Eylül 1953’ te tamamlanmasının ardından, 10 Kasım 1953’ te Atatürk’ ün cenazesi, Ankara Etnografya Müzesi’ nden alınarak, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ ın katıldığı bir törenle Anıtkabir’ e getirilmiştir.

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Anıtkabir Yapım Çalışması

Atatürk’ün ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir’ in yedi yıl süren inşaat yapımı bitince, Ankara Etnoğrafya Müzesi’ nde bekletilen naaşı, son yolculuğuna çıkmak üzeredir. İşte fotoğrafın tanıklık gücü tam da burada başlar. Fotoğrafçılar saatler öncesinden hazırda beklerler. Kimi naaşın yükleneceği at arabasının arka tarafında, kimi basamakların sağında, kimi de solunda. Belki, Ata’ sını son yolculuğuna uğurlamaya gelenler arasında fotoğraf çekenler de vardır.

Fotoğrafın tanıklık gücünü bildiğimden olsa gerek, fotoğrafçıları da merak etmeye başladım. İçinden biriyle ilgileniyorum. Bilin bakalım bu fotoğrafçılar arasında kim var? Fotoğraf dünyamızın duayen isimlerinden Necmettin Külahçı. Elazığ’ dan Ankara’ ya geleli bir yıl ya var ya yok. Külahçı, daha birinci yılında belki de ömrünün en önemli görevi ile karşılaşır. Kendisinden Atatürk’ ün naaşının Anıtkabir’ e nakledilirken her anının fotoğraflarının çekilmesi istenir. O gün Külahçı takım elbiseli, kravatlı ve önleri iliklidir. İlk fotoğrafı için hazırdır.

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Atatürk’ ün naaşı Etnoğrafya’ dan alınırken

Atamızın naaşı sütunlar arasında belirmeye başladığında deklanşör sesleri birbirine karışır, o an ölümsüzleştirmeye çalışılır. Yakalarında yuvarlak rozetler olanlar diğerlerine göre daha rahat. Bazı fotoğrafçıların basamaklarda bir o yana bu yana farklı bakış açıları aradıkları belli oluyor. O günün fotoğrafçılarının kortejle birlikte Atamız Anıtkabir’ e nakledilinceye kadar adım adım yürüyerek çokça fotoğraf çektiklerini tahmin ediyorum.

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Atatürk’ ün Cenaze Nakil Korteji

Belki altı belki de on makara film. -Ahmet Taner Kışlalı’ nın cenaze töreninin Ankara Devlet Operası’ ndan Kocatepe Camii’ ne nakli sırasında altı makara siyah beyaz filmi bitirmek için nasıl bir çaba gösterdiğimi unutamam.- Aradan geçen onlarca zaman sonrasında bazı fotoğraflar, o anlara götürürler bizi. Tarihi izler taşırlar. Atamızın naaşı basamaklardan indirilirken arkadan da yan yana dizilmiş zamanın devlet adamları beliriyor. Bildiğim kadarıyla İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Atatürk’ ün kız kardeşi Makbule ve birçok siyah fraklı insan var.

Bana ulaşan üç fotoğrafı Necmettin Külahçı’ nın çektiğine dair herhangi bir kuşkum yok. Her şey birbiri ile uyuşuyor. Böylesi önemli olaylarda neredeyse ülkenin tüm fotoğrafçıları bir araya geldiğinde kaçınılmaz olarak siz de kadraja girersiniz. Merak ettim ve Google’ da arama yaptım. Külahçı’ nın olduğu dokuz farklı görüntü ile karşılaştım. Külahçı’ nın kendi çektiği fotoğrafında, askerler elleri üzerinde naaşı taşırken beş basamak kadar aşağıdalar ve çok yakından normal bir objektif ile fotoğraflanmışlar. Öyleyse Necmettin Külahçı da karşı taraftan çekim yapan fotoğrafçıların kadrajına girmiştir diye düşünerek aramamı bu yönden yapmaya başladım. Boyu kısa, yirmi yaşlarında, elinde makinesi olan bir fotoğrafçı.

Necmettin Külahçı Atatürk ‘ün cenaze töreninde farklı bakış açıları ararken görüntüleniyor. Bu fotoğrafın Fotoğrafçısı bilinmiyor

Tam da düşündüğüm gibi askerler aşağı inerken Külahçı tam tersine yukarı çıkıp farklı bakış arayışlarına girmiş. Sonrasında başka bakış açıları ile görmek üzere yer değiştiriyor ve karşı tarafa geçiyor. İsmet İnönü’ yü, Celal Bayar’ ı, Adnan Menderes’ i ve Atatürk’ ün kız kardeşi Makbule’ yi bir arada yakından gören nadir insanlar arasına giriyor.

Necmettin Külahçı fotoğraf çekmeye çalışırken görüntüleniyor

İnönü’ nün fotoğraflarını çektiğini, hatta bir albümünün olduğunu da biliyordum. Kendisinden Atatürk’ ün naaşını, Anıtkabir’ e nakledilirken fotoğrafladığını bir kez olsun duymamıştım. Külahçı, vefatından sonra dahi bizleri şaşırtmaya devam edecek gibi görünüyor.

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Türk Kuşu Kampı, Planör Uçaklar

Malum, bu fotoğraflar kendisinin arşivinde yok. Eski adıyla Öğretici Filmler Merkezi (ÖFM)’ nin arşivinde bulunuyor. Yakın zamanda tüm fotoğraflar taranarak dijital hale getirilmiş. Baştan sistem iyi tutulmuş olmalı ki fotoğrafçıların isimleri de ihmal edilmemiş. Külahçı’ nın toplamda ne kadar fotoğrafı var bilmiyorum. Bana ulaşan yirmi fotoğrafına baktığımda; Atatürk’ ün naaşını, okulları, törenleri, şehirleri, çalışan insanları, hatta THK’ nun tek kişilik uçak çekimlerini de yaptığını hayranlıkla gördüm.

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Sinop Ayancık Orman İşletmesi Parke İmalatı

Bu fotoğraflara ulaşmam bir hayli ilginç oldu. Sosyal medyada Cin Ali Vakfı’ nın ÖFM ile ilgili bir etkinliğini okumuştum. Hem sunumu izlemek hem de Şinasi Barutçu ve Necmettin Külahçı ile ilgili sorular sormak istemiştim. Zamanlama olmadı ve gidemedim. Cin Ali Vakfı’ ndan Pınar Ekinci ile iletişime geçerek sunum hakkında bilgi edinirken, sunumu gerçekleştirenlerle iletişime geçebileceğimi söylediğinde, EBA’ dan İhsan Akşehirli’ yi aradım. Gerçekten de çok içten karşılandım, Külahçı’ nın fotoğrafları olduğunu söylediğinde ise çocuklar gibi sevinmiş, mutlu olmuştum. Yaklaşık yetmiş yıl öncesinin Türkiye’ sine tanıklık eden Külahçı’ ya ve fotoğrafımızın medarı iftiharı Şinasi Barutçu’ ya emeklerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır…

29 Nisan 2025

Fikret ÖZKAPLAN

Öğretici Filmler Merkezi Arşivi – Fotoğraf: Necmettin Külahçı (1953) Sinop Çangal Ormanları, Havai Hat

ANADOLU GELENEKSEL KÜLTÜRÜ

Anadolu, binlerce yıllık bir geçmişe sahip, çok katmanlı ve zengin bir mirastır. Bu kültür, farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan, halk yaşamı, inanç sistemleri, el sanatları, müzik, mimari, giyim-kuşam, sözlü anlatımlar gibi pek çok alanda kendini gösteren bir bütündür. İşte bu değerli kültürü fotoğraflamanın önemi birkaç başlıkta şöyle açıklanabilir:

Fotoğraf: Faruk AKBAŞ

Belgeleme ve Koruma

Geleneksel yaşam tarzları, teknolojik gelişmeler ve modernleşme süreciyle hızla değişiyor ya da kayboluyor. Fotoğraf, bu değerleri belgeleyerek geleceğe aktarmanın en güçlü yollarından biridir. Bir köydeki geleneksel düğün, bir ninenin elleriyle işlediği kilim, bir çobanın dağ başında yaktığı ateş… Tüm bunlar birer görsel hafızadır.


Kültürel Farkındalık ve Saygı

Fotoğraf, sadece belgelemekle kalmaz; izleyicinin dikkatini çeker, merak uyandırır, empati kurmasını sağlar. Anadolu’nun bir köyünde yaşanan bir bayram sabahını gören biri, o kültüre dair daha derin bir anlayış ve saygı geliştirebilir.


Sanatsal Anlatım

Fotoğraf, aynı zamanda bir anlatım dilidir. Fotoğrafçı, kültürel unsurları sadece belgelemekle kalmaz, aynı zamanda onları estetik bir dille anlatır. Bu da izleyicinin kültürü sadece görsel olarak değil, duygusal olarak da hissetmesini sağlar.

Fotoğraf: Faruk AKBAŞ


Toplumsal Kimliğin Yansıması

Anadolu’nun yerel giyimleri, mimarisi, ritüelleri ve gündelik yaşamı, toplumun kimliğini yansıtır. Fotoğraflar, bu kimliği güçlendirir, sahiplenilmesini sağlar.


Eğitim ve Araştırma İçin Kaynak Oluşturma

Belgesel fotoğraflar, kültürel araştırmalarda, sosyoloji, antropoloji ve tarih gibi alanlarda birincil kaynak olarak kullanılır. Ayrıca okullarda, müzelerde, sergilerde eğitim materyali olarak büyük bir işlev görür.

Fotoğraf: Faruk AKBAŞ

                    

Nisan 2025

Faruk AKBAŞ

YÜNÜM BÖĞET

Yünüm Böğet ; tarihi yüzyıllar öncesine dayanan bir Türk geleneğidir. Doğduğu ve bugüne kadar yaşatıldığı yöre de göz önünde bulundurulduğunda yörük kültürünün bir yansıması olduğu açıktır.

‘Yünüm’ kelimesi, ilk duyduğumuzda aklımıza koyun yününü çağrıştırsa da yıkanmak anlamında eski Türkçedeki ‘yunmak’tan türemiştir.‘Böğet’ ya da ‘büğet’ ise bent yapmak suretiyle suyu büğemek yani biriktirmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, ‘Yünüm Böğet’i; suyun önünü büğeyerek, koyunları yıkamak olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz.

Yünüm Böğet, geçmişi Orta Asya Türklerine dayanan bir kültür mirası olmakla birlikte 1997 den bu yana Hasanpaşa köyünde her yıl gerçekleştirilen etkinliklerle ‘Çoban Bayramı’ olarak kutlanmaktadır. 

Özünde çobanların yardımlaşmasını anlatan, hoşgörü, birlik ve beraberlik duyguları taşıyan, koyun otlatma sezonu bitimi koyunların sahiplerine teslim edilmeden önce yıkanıp temizlenmesini amaçlayan bir gelenektir Yünüm Böğet. 

Yünüm Böğet şenlikleri, her yıl ağustosun son haftası ya da eylülün ilk haftası Hasanpaşa köyünde düzenlenmektedir.

Hasanpaşa, Burdur’un Tefenni içesine bağlı olup ilçeye 14 km uzaklıktadır. Köyün kuzeyi ve batısı ovalarla çevriliyken, güney ve güneydoğusu dağlıktır. Hasanpaşa, 1991 yılında kavuştuğu belde belediyesi satüsünü yaşanan göçlerin ardından 2013 yılında kaybetmiş ve tekrar “Hasanpaşa Köyü” olmuştur.

Yörede koyun otlatma sezonu yaklaşık 6 aydır. Mart ayında gelen baharla birlikte köylüler tarla işlerine yoğunlaşır ve çoğunlukla koyunlarını gütmek için çoban tutarlar.

Baharla dağa çıkarılan koyun sürüleri, ağustos ayının bitimiyle köye indirilir. Çobanlar bir yaz boyu dağda güttükleri koyunları sahiplerine teslim etmeden önce yıkayıp, temizler. Bu da Yünüm Böğet geleneğinin temelini oluşturur. 

Çobanların, sürülerinde liderlik eden ve daima kendisine bağlı olan ‘elcik’ diye adlandırdıkları koyunları vardır. Sürüde birden fazla elcik koyun bulunabilir. Güçlü, gösterişli bir koç ya da yaşlı bir dişi koyun olabileceği gibi genlerinde liderlik olan genç bir toklu da elcik olabilir. 

Yünüm Böğet öncesi elcikler toz boya yardımıyla boyanır. Eskiden çobanlar günler öncesi Beydağı’na gidip kızıl kayaları kırarak elde ettikleri ‘aşı taşı’nı gün boyu tezekle yakarlar sonra da yakılan aşı taşını ıslayıp (kendi deyimleriyle) kefini aldıktan sonra ertesi gün döverek ezip tülbentten geçirirlermiş. Böylece elciklerin üzerinden bir yıl boyunca çıkmayan kırmızı toz boya elde edilirmiş. Günümüzde ise çoğunlukla kırmızı olmakla birlikte değişik renklerdeki hazır toz boyalar kullanılarak elcikler boyanmaktadır.

Boyama öncesi çoban, boyayacağı elciklerin kirli ve fazla yünlerini kırkarak temizler. Daha sonra ağzına aldığı suyu elcik koyunun üstüne püskürtmek suretiyle koyunu ıslatır ve üstüne serptiği boyayı elleriyle postuna iyice yedirir. Boyanan elcik koyunlar ip püsküller, çanlar v.b aksesuarlar ile süslenir. Hasanpaşa’da hazırlıklar sadece koyun boyama ile sınırlı kalmaz; evler temizlenir, dışarıdan gelecek misafirler için hazırlıklar yapılır, böğetten çıkan çoban için yeni, temiz giysiler hazırlanır.

Sürülerin böğete indirileceği günden bir gün önceki akşamüzeri çobanlar, sürünün önünde yakınları ile el ele tutuşarak, yöreye özgü haykırışlarla koyunları köyün üst tarafındaki tepeden aşağıya doğru koşarak indirirler. Sürünün ardından havaya silah atarak yada teneke çalarak gürültü yapılır. Bu bir nevi koyunların böğete indirme denemesidir. Böğetten bir gün önce yapılan bu törene “Tostos” denir.

Tostosun yapılacağı gün öğleden sonra kura çekimi yapılır. Köyden katılacak sürü çobanları ya da temsilcileri öğleden sonra muhtarlıkta toplanır ve tüm katılımcıların huzurunda hem tostos hem de böğete iniş sırası belirlenir. Sıra, özellikle böğete inerken önem arz eder. Sabah güneş doğmadan yada çok yükselmeden sürüyü suya indirmek daha kolay olur. Güneş yükselip hava ısınmaya başladığında koyunlar kafalarını birbirlerinin altına sokarak kümelenir ve yürümez. Ayrıca güneş ışığı sudan yansıyacağı için başta elcik olmak üzere koyunların gözünü alır ve koyun suya girmek istemez.

Yünüm Böğetin Çoban Bayramı kimliğine bürünerek şenlik olarak kutlanmaya başlamasının ardından  tostos sonrası köy meydanında eğlenceler düzenlenir. Yöre sanatçıları türküler söyler. Halk eğlencenin ardından gece böğetin etrafında toplanmaya başlar. Burada yakılan ateşlerin etrafında sohbetler edilir maniler söylenir. Gençler attıkları sloganlarla çobanlara destek olur.

Sabah 06:00 gibi önce komşu köylerden gelen sürüler, daha sonra da çekilen kuraya göre Hasanpaşa’nın sürüleri böğete inerler. 5 kişiden oluşan jüri, böğete inen sürüler arasından suya en iyi inen ve göleti geçen sürüyü seçer. Dereceye giren sürülerin çobanlarına Tertip Komitesi’nce para ödülü vb. ödüller verilir. 

Böğete sürüsü iyi inen çoban elciğe ve sürüsüne övgüler düzer, suya ilk giren elciği kucağında taşır. Sürüsü istediği gibi girmezse elciğine ve sürüsüne sitem içeren sözler söyler. 

Çoban böğete girince (varsa) köylünün tarlasına yıl içinde verdiği zararları itiraf eder ve af diler. Bu durumda bozuk kestirme cezası uygulanmaz. Normalde köydeki koruma kurulu ekili tarla yada bahçeye zarar veren çobana ve sürü sahibine  “bozuk kestirme” adı altında cezalar verebilir.

Böğetin içindeki çoban bazen övgü bazen yergi dolu sözler söylerek sloganlar atar.

  • Ben bu koyunu dağlarda gezdirdim, muhtar gibi köy merasında gütmedim. 
  • Dayılar, ekininizde nohudunuzda güttüysek affola…
  • Bene goyun güdemez diyenler nerde…
  • Cenderme, teneke çalmak yakışmaz bize…

Sürüsü böğetten çıkan çobanlar kendisinden sonra gelen çobanı bekler ve onun sürüsünü yıkamasına yardımcı olur, önüne gelen koyunu suya bastırarak yıkanmasını sağlar. Sürüsü böğete girmeyen çobanlara yardımcı olup moral verirler. 

Kayapınar’ın o buz gibi suyunda ıslanan çoban çıkışta yakılan ateşin etrafında ısınır ve temiz giysilerini giyerek ödül törenine katılmak için köy meydanına gider.

Böğet sonrası köy meydanında hep birlikte çorba içilir. Yarışma sonuçlarının açıklanması ve dereceye girenlere ödüllerinin verilmesinin ardından bir Yünüm Böğet ( Çoban Bayramı) de böylece sona ermiş olur.

Mehmet UÇAR

Muzaffer BALCI

Baraka: Bir Garip Yok Oluş Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş.

Temel olarak hayatta kalma-aslında var olma- güdüsü düzleminde sıralanan beslenme, barınma, üreme, giyinme ve hatta kültürel/sosyal aktiviteler listesinde insan türünün belli bir aşama kaydettiğini biliyoruz.

Bunlardan barınma ihtiyacını karşılayan barakanın hikayesi ilk olarak yırtıcı hayvanlardan, hava şartlarından, soğuktan ve bazen sıcaktan kendini korumak isteyen insanın, mimari anlamda yaratıcılığını ve malzeme alanında doğayı kullanmasıyla başlar. Sonraları insanlar çoğunlukla dönemsel değişime uğrayan estetik göstergelere göre yapı ve yapı malzemelerini güncelleyerek günümüz barakalarını inşa ediyorlar.

Sonrasından önce, öncesini biraz daha açalım.

Part 1: Varmış.

İlk barakalar doğanın sunduğu mağara, ağaç kovuğu gibi doğal alanlardan oluşmuş. Sonraları tarımla beraber yerleşik ve toplumsal düzene geçilmesi, insanları bulundukları coğrafyanın yapı malzemelerinden faydalanarak barınak ihtiyaçlarını gidermeye yöneltmiştir. Genel olarak çamur, taş, çalı-çırpı ve bunun gibi malzemelerden tek oda ve oval formda olan bu yapılarda, ilk başlarda korunma ihtiyacına hizmet etsin diye kapı kullanılmamıştır. Kısa süre sonra “C” formlu barakalara geçilmiş, zamanla da kapılar, pencereler, çatılar, farklı malzemeler eklenmiştir.

Barınmanın var olmayla doğrudan ilişkisi, sadece insan türünde değil diğer birçok canlı türünde de geçerlidir. Bildiğimiz birçok canlı türü bu ilişki neticesinde ve kendi devamlılıklarını sağlamak amacıyla barakalar inşa etmişler. Ediyorlar. Tabi bu ilişkinin güçlü inşası doğa tarafından canlıya bahşediliyor. Bu yüzden türler, doğanın tehlikelerini yine doğanın sunduğu avantajlarla/imkanlarla önleme yoluna gidiyor.

Var oluşumuzun yegane sağlayıcısı, tarımın da zorunluluğu olarak yapay barakalarımızın hikayesi varlığımızın teminatı da oluyor o dönemlerde. Gelişiyoruz. Ekiyoruz, ticaret yapıyoruz, depoluyoruz, mevsimlere ve doğaya uygun ve uyumlu bir süreç işliyor. Barakalar bu süreç içerisinde faydası ve fonksiyonelliği ile öz olarak korunma ihtiyacından, barınma ihtiyacına doğru evriliyor. Evrimin belli aşamalarında konu ile ilgili gelişen uzmanlık alanları dolayısıyla ve yapı konusunda ustalaşan insanlar sayesinde barınmanın zevkli halleri ortaya çıkıyor. Yani insan güzel bir şekilde var oluyor artık.

Kısa süre sonra hususi barakalardan daha özenli ve umumi tapınak barakalarını görmeye başlıyoruz. Din barındıran bu yapılar, sonraları bir dönemin genel yapı formlarına yön veriyor hatta. Erken estetik anlayışları ile dönemsel ekoller sayesinde artık barınmak ile tarz sahibi olmak arasında bir bağ kurulmaya başlanıyor yavaş yavaş. Başlangıcı yavaş oluyor ama sonrası ışık hızında. Mülk kavramlarımız, tarzlarımız, nurtopu modalarımız, zıpçıktı katlarımız, yeraltı ağlarımız, geceleri konanlar, ekoller, amorflar, camlar.

Düştü yerlere…

Part 2: Yokmuş.

Evet sonra mimari anlamda ekolojiyi görmezden gelerek bina edilen kentler ve yapılar, yok oluşun yalın halini oluşturmuştur. Ancak tam da bu noktada; insan hırsı, tüketim, kapitalist iktisadi anlayış, homo economicus, medya, politikalar, yayılmacı devlet anlayışları, savaşlar, savaş ekonomileri, turizm, madenler ve daha bir sürü şey. Tüm bu kavramların, temelde var eden barakanın, nasıl yok oluşumuza neden olan bir aygıt haline geldiğini açıklayan, arka plandaki kavramlar olduğunu belirtmek gerek.

Sanayi devriminden bu yana, yani toplumsal ve seri üretimin yaygınlaştığı 18. yüzyıldan bu yana çok değil 250 – 300 yıl geçti. Yani yukarıda belirtilen kavramların çoğu aslında bu kadar yıl içerisinde ete kemiğe büründü. Yani yok oluşumuz hayli hızlı.

Oysa binlerce yıllık bir baraka tarihi var elimizde. Göbeklitepe kalıntıları, Çatalhöyük –ki ilk yerleşim yerlerinden biri kabul edilir- Sümer medeniyeti, Neolitik çağlar, Çayönü, Nil ve Ganj kıyıları…

Biliyoruz savaş neredeyse her çağda yaşanmıştır. Ve tabi insanlık tarihinde özellikle diğer türlere göre savaşlar daha vahşi ve kanlı olmuştur. Çünkü hırs.

Hobbes’un “insan insanın kurdudur” (homo homini lupus) önermesini insan insanın yok oluşudur şeklinde değiştirmek yerinde oluyor galiba.

Baraka bu yok oluşta bir imgedir. Baraka temelde saflık içerir. Hayatta kalma temellidir. Dolayısıyla aynı zamanda baraka bir ironidir. Hatta bir tezat. Yokluğun tezatı.

Biz bu tezatı seçmedik ne yazık.

Bir vardık evet ama daha çok bir “yok olduk”.

Ayın Fotoğrafında Baraka

Beklenilen, arzu edilen eski ya da yeni herhangi bir mimari yapı fotoğrafı değildir. Aksine mimari bağlamdan uzak, içerisinde anlamsal kontrast barındıran ve yok oluşa işaret eden fotoğraflar Baraka konusuna dahildir.

Mesela, herhangi bir kent merkezinde gökyüzüne bakmayı deneyin. Ama gökyüzünün bir kısmına değil!

İşte Baraka hallerinin bir örneği olsun bu.

Şunlar da:

Bir gökdelenin altında mimari yapının teknolojisine tezat/uzak herhangi bir canlı da Baraka’dır.

Ya da bir fabrika içerisinde hayatta kalmaya çalışan bir işçi.

Cami önünde el açan da Baraka’dır.

Rezidansının odasına doğa fotoğrafı asan da.

Bir canlının barakasını gaspeden yapılar, HES’ler, maden olacakları da Baraka’dır mesela.

Baraka adlı bir belgesel vardır ayrıca Ron Fricke’in. Genel anlamda yok oluşun bir belgeseli olmasının yanı sıra teknik ve sanatsal anlamda da ileri bir bakış açısı sunar. Metne kaynakça değilse de feyz oluşturmuştur.

Teşekkürler.

Onur AYDIN.