SANAT VE YARATICILIK BAĞLAMINDA SANAT ELEŞTİRİSİ ÖRNEĞİ;

Cındy SHERMAN’ın “Untıtled Fılm Stılls Serıes” Adlı Kurgusal Fotoğraflarına “Male Gaze” Erkek Bakışı Değerlendirme ve Sosyolojik, Psikolojik Açıdan Eleştirisi

1. Cındy Sherman

Foto.1: Cindy Sherman ( www.cindysherman.com)

Cindy Sherman (Foto.1), 1954 doğumlu Amerikalı bir fotoğrafçı, film yönetmeni ve modeldir. Fotoğrafları, feminist literatürde birçok makale ve incelemeye konu olmuş, özellikle self portrait oto portrelerinde değişik kimliklere bürünmesiyle feminist fotoğrafçılığın parçası sayılmıştır. Ancak Sherman hiçbir zaman sanatına dair net ve belirgin açıklamalarda bulunmamıştır. Politik yorumlardan uzak kalmıştır. Bu da, hali hazırda ilgi çekici olan sanatını daha da ilgi çekici hale getirmiştir. Cindy Sherman sanatı ve kendi hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:

Eserlerimde anonim hissediyorum. Fotoğraflara baktığımda kendimi görmüyorum, onlar otoportre değiller. Kimi zaman ben yok oluyorum”.

Ben otoportre çekmiyorum, her zaman fotoğraflarda kendimden olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyorum” (cindysherman.com).

2.Untıtled Fılm Stılls Serıes” Fotoğrafları

Cindy Sherman, 1970’lerin sonunda yaşadığı New York şehrinde, İsimsiz Film Kareleri (Untitled Film Stills) isimli bir dizi küçük, 8”x10”cm boyutlarında, siyah beyaz negatif filmlerle analog olarak çekmiştir.

Bu serinin çekimlerini 1970 -1980 yılları arasında tamamlamıştır. Fotoğraflarında iğrençliğe, korku ve şiddet ögelerine yer vermiştir. Çürümüş yemekler, kusmuklar, aybaşı kanamalarını kullanmış ve isimlendirme yapmayarak kalıpsal bakışla bakılmasının önüne geçmek istemiştir. Görünenin dışında Untitled Film Stills Seriesadlı tek isim altında New York Modern Sanatlar Müzesinde sergilemiştir. Eserleri milyonlarca dolara satılmıştır (cindysherman.com).

3. Kurgusal Fotoğraf

Rastlantısal olmayan tasarlanarak bir fikir ve düşünceye göre tasarlanıp planlanarak oluşturulan ve çekilen fotoğraf türüdür. Kendiliğinden ya da doğal yollar ile olmayan, insan eliyle belirli bir plan çerçevesinde oluşturacak biçimde düzenlenmiş olan anlamlı bütündür. Kurgusal da kurgu yolu ile oluşturulmuş anlamına gelmektedir (Freeland, 2008).

4. Male Gaze Erkek Bakışı

Laura Mulvey 1975’te “Male Gaze” “Erkek Bakışı” kavramını öne sürdü. Erkek bakışı, heteroseksüel erkeğin seyirci olduğunu baz alarak film ve görsel medya üretme ve genellikle kadını objeleştirme eğilimidir (Antmen, 2008: 31-50).

Mulvey’e göre kadınlar, sinemada heteroseksüel erkeklere görsel zevk vermek üzere kullanılıyordu ve cinsel obje haline getiriliyordu. Böylece erkekler daha aktif rollere sahipken ve özne haline bürünüyorken, kadınlar daha pasif rollere sahip oluyor ve bakılan bir nesne veya obje olarak kalıyor (Mulvey, 2008: 290-296).

5. Fotoğrafların Eleştirel Değerlendirilmesi

Ayna yardımıyla kendini ve bedenini kullanıyor. Fotoğraflarında iğrençliğe, korku ve şiddet ögelerine yer veriyor. Çürümüş yemekler, kusmuklar, aybaşı kanamaları ve fotoğraf sanatını kullanarak feminenliğin değişken olduğunu gösteriyor. Sherman aynı zamanda cinsiyet kimliğiyle de oynuyor (Foto.2) (Özüdoğru, 2010: 116).

Sherman; fotoğraflarında kostümler, peruklar, değişik makyaj şekilleriyle farklı kişilere bürünüyor Sherman kendi oto portrelerinde hem özne hem de nesne oluyor ve nasıl bir nesne olduğu üzerinde kendi kontrolünü sağlıyor. Fotoğraflarına bakarak, Sherman’ın bu erkek bakışına meydan okuduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her fotoğrafta kendini başka bir kılığa sokarak başka bir durumun içinde resmetmektedir. İzleyici herhangi bir fotoğrafa bakar gibi bu temsile yaklaştığında oradakinin sanatçının kendisi olduğunu fark etmekte, sanatçının bir kadın olarak kendisi için inşa ettiği bir imgeyi izlediğini anlamaktadır.

Görüntü, ona bakanın anlamlandırma dinamiklerini sorgulamaya başlamasına neden olur. İsimsiz Film Kareleri’nde öne çıkan başka bir öğe kadının kompozisyonlarda yalnız kalmasıdır. Sherman tek karelik kurduğu anlatılarda karakterini yalnız bırakır. Bu da bizi kadının incinebilirliğine götürür. Serideki birçok fotoğrafta da dış mekânlardaki kadınlar şaşkın, bir şeylerden korkar gibidirler. İzleyici için Sherman benzer anlatılar içinde fotoğrafların anlatısını açık bırakıyor ve kullandığı tekniklerde kompozisyonlarda olay olmamış ama olacak hissi vermekte ve izleyici de bu şekilde fotoğraf içine çekilerek bir dinamik süreci işletiyor (Direk, 2000: 133-158).

6. Bulgular

Sherman’ın İsimsiz Film Kareleri’nde durmadan bize gösterdiği de düşünsel inşa sürecidir. Her fotoğrafta kendini başka bir kılığa sokarak başka bir durumun içinde resmetmektedir. İzleyici herhangi bir fotoğrafa bakar gibi bu temsile yaklaştığında oradakinin sanatçının kendisi olduğunu fark etmekte, sanatçının bir kadın olarak kendisi için inşa ettiği bir imgeyi izlediğini anlamaktadır. Sherman “Untitled Film Stills Series” fotoğraflarında kendi portrelerini kullanarak “Male Gaze Erkek Bakışı”nı yaratıcı bir şekilde feminen bir bakışla eleştiriyor fikirsel bir söylemin nesnesi ve objesi oluyor. Cindy Sherman fotoğraflarında açığa çıktığı üzere sanatın konusunu, sanatın kadını temsil etme biçimlerini parodileştirip yeniden üreterek alternatifler sunmaktadır.

Sanatını kimin nasıl isterse o şekilde yorumlayabileceğini söyler. Benim sanatına ve eserlerine eleştirel yaklaşımım bu çalışmaları ile Sherman’ın kadınlık sorunundan uzaklaştığını ve ‘evrensel bir insan deneyimine’ yöneldiğini düşünüyorum. Cindy Sherman’ın Untitled Film Stills ‘ini yine klasik bir feminist yorumla incelemeye çalıştığım zaman okumalarıma ve eserlerine bakarak değerlendirdiğimde eserlerdeki fenomenolojisi, bakışın erkekler tarafından kullanıldığını ve kadının da bu bakışının arzusunun nesnesi durumunda kaldığını düşünüyorum.

7. İleri Araştırma Konusu Olarak Öneriler

Sherman fotoğrafla yaptığı düşündürücü sorgulamaları ve tarzı bir makaleye konu olmuştur. Yeni bir araştırma konusu olarak Studium ve Punchtum olarak araştırılıp değerlendirmesi yapılabilir.

8. Sonuç

Bir adım olarak Sherman, bedenin sistemin kendisince bir yüzey olarak ele alındığı modaya yönelmiş; çalışmalarında deforme olmuş, grotesk bedenleri tercih etmiştir. Kanımca, böylece moda söylemleri çerçevesinde inşa edilen beden-yüzeyin git gide ‘canavar’laştığını göstermiştir. Bu çalışmada ele alınan son serisinde ise modern dünya içinde hareket etmek için sürekli görmezden geldiğimiz bedenin iç yüzünü konu edinmiştir. Bu son seri diğer çalışmaların da filozofik temelleri olarak değerlendirebilir. Şunu belirtmek gerekir ki, Sherman çalışmalarını her ne kadar feminist bir kategori içine koymasa da feminist bir perspektifle bakıldıklarında feminist kuram için oldukça elverişli okuma alanları ortaya çıkarmaktadırlar. Bunu da post modern sanatın bir özelliği olarak vurgulamak gerekir.

Yunus TOPAL

Öğr. Görevlisi

KAYNAKÇA

Antmen, Ahu, Önsöz, Sanat Cinsiyet, Haz. Ahu Antmen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

Antmen, Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2002.

Direk, Zeynep, Cindy Sherman, Defter, sayı 39, Metis Yayınları, İstanbul, 2000:133- 158.

Freeland, Cynthia, Sanat Kuramı, çev. Fisun Demir, Dost Kitabevi, Ankara, 2008.

Home – Cindy Sherman – Photographer, Model, Director, Actor, Avant-Garde Images, Doll Parts and Prosthetics, Movies

Mulvey, Laura, Görsel Zevk ve Anlatı Sineması, Sanat Cinsiyet, haz. Ahu Antmen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

Özüdoğru, Ş. (2010). Feminist Sanata İki Farklı Yaklaşım: Gerilla Kızlar ve Cindy Sherman, Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt:1 Sayı:6, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.

GEZGİN KADRAJ: Büyülü Ülke Vietnam

Fotoğraf: Murat Berkyürek, Vietnam

İki kez gitmeye nail olduğum Vietnam izlenimlerime, gitme amacım olan kırk dört günlük fotoğraf seyahatleri hakkında cümleler kurarak başlamayı arzu etmiştim. Lakin hafızalarımıza yaşadıkları savaş tarihi ile derin izler bırakan tarihçesi ve istatistikleri ile başlamak istedim.

Tarih ve Sosyokültürel Yapısı

Vietnam, kuzeyde Çin Halk Cumhuriyeti, batıda Laos, Kamboçya ve Tayland Körfezi, güney ve doğuda Güney Çin Denizi ve Tonkin Körfezi ile çevrilidir. 3,444 km sahil şeridi olan Vietnam’ın Kamboçya ile 1,228 km, Çin ile 1,281 km ve Laos ile 2,130 km sınırı bulunmaktadır.

Fotoğraf: Murat Berkyürek, Vietnam

Nüfusu 95,5 Milyon (2020, IMF) Yüzölçümü (km²): 331.210 km² dir. Vietnam’ın en büyük iki şehri Hanoi ve Ho Chi Minh City kuzeyde ve güneydeki iki büyük nehir deltasında yerleşiktir. Ülkenin siyasi başkenti Hanoi’dir.

Ülkede okuma yazma oranı oldukça yüksektir. 15 yaş ve üzeri nüfusun okuma yazma oranı %93,5 olup, kadın nüfusta bu oran %91,3, erkek nüfusta ise %95,8’dir. Son yıllarda önemli artışlar olsa da, ülkede yüksek okul ya da üniversite eğitimine sahip nüfus oldukça azdır. Ayrıca çalışabilir işgücünün yaklaşık %80’i vasıfsız kişilerden oluşmaktadır.

Fotoğraf: Murat Berkyürek, Vietnam

Vietnam maden ve mineraller açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Bunun yanı sıra, ülkenin %20,6’sı tarım arazisi olarak geçmektedir. Vietnam’ın tarıma elverişli arazisi oldukça az, son derece verimlidir. Bu verimli araziler sayesinde Vietnam dünyanın en çok pirinç üreten ve ihraç eden (3. Sırada) ülkelerinden biridir. Bunun yanında, kahve, kauçuk, pamuk, çay, karabiber, soya fasulyesi, şeker kamışı, fıstık, muz Vietnam’ın ürettiği diğer başlıca tarım ürünleridir. Uzun bir sahil şeridine sahip olması nedeniyle, ülkede kıyı balıkçılığı da oldukça gelişmiştir.

Vietnam’ın arkeolojik tarihi, 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Vietnam MÖ 1.yüzyıldan 10. yüzyıla kadar Çin Uygarlığı‘ nın egemenliği altında kalmış. 939 yılında bölge, Çin’e karşı bağımsızlığını kazanmış. 968 yılında ise Vietnam resmî olarak kendi benliğini ilan etmiştir.

Fotoğraf: Murat Berkyürek, Vietnam

Vietnam 19.yüzyılda Fransa tarafından sömürgeleştirilmiştir. Yoğunlukla köylü olan halk topraklarından olduğu için Fransız hükûmetine karşı tepkilidir. Arada milliyetçi ayaklanmalar olsa da bir başarı elde edilememiştir. Japonya‘nın Vietnam’ı işgaliyle zayıflayan otoriteye karşı 2 Eylül 1945’te cumhuriyet ilan edilmiş, 1956’da güney ve kuzey olmak üzere Vietnamı iki hükümetli bir ülkeye dönüştürmüştür.  

Saygon‘ daki (Ho Chi Minh) hükûmet, ABD destekli otoriter bir politika izlemiş. Bu güneyde tepkilerin artmasına neden olmuş ve kuzeyden silah desteği alan Vietcong cephesi kurularak ABD’nin de dahil olduğu iç savaş başlatmıştır. Amerikalı askerler teknik açıdan üstün olsalar da coğrafyasını bilmedikleri bir yerde, alışkın olmadıkları gerilla taktikleri karşısında çok şansları olmamıştır. 1968’de Vietcong “Tet” saldırısını başlatmış, 1973’te ateşkes ilan edilmiş ama kısa süre sonra savaş yeniden başlamıştır. 30 Nisan 1975’te Vietcong’un Saygon’u ele geçirmesiyle savaş son bulmuştur.

ABD, 1963-1973 yılları arasında savaşa dâhil olmuş ve 60.000 kadar asker kaybetmiştir. Savaş sonucunda dünya genelinde Antiamerikancılık yükselmiş ve ABD kamuoyu, savaşa girilmesini sorgulamıştır. ABD ordusu savaş sırasında işkence, tecavüz, toplu infaz, sivillerin öldürülmesi ve kimyasal silah kullanmak gibi pek çok savaş suçu işlemiştir.

Vietnam ve Fotoğraf

Vietnam denince bir fotoğrafçı olarak aklıma öncelikle 1972 yılında Nick Ut’un çektiği napalm bombası saldırısı sonrası çıplak halde ve dehşet içinde koşan 9 yaşındaki Phan Thi Kim Phuc’un fotoğrafı gelir. Bu fotoğraf Vietnam Savaş’ının simgelerinden biridir. Fotoğrafçıya Pulitzer ödülü kazandırdığı gibi savaşın da çirkin yüzünü göstermiştir.

İkinci fotoğraf ise Eddie Adams’ın Güney Vietnam Ordusu Generali ve Ulusal Polis Şefi Nguyen Ngoc Loan’ın sokakta Vietcong ordusunda görevli ve Saygon bölgesinde birçok katliamdan sorumlu Nguyen Van Lem’i başına silah dayayarak infazını gerçekleştirdiği fotoğraftır. Bu fotoğraf da çekene Pulitzer ödülü kazandırmıştır. Hikayesi haklı bir sebep gösterse bile fotoğrafçının çektiği bu kare akıllarımızdan uzun süre silinmeyecektir.

Vietnam’a Neden ve Nasıl? Gideriz.

Vietnam geçmişte hafızalarımıza savaş ve korku ile yer etmiş olsa da doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri, dinamik yapısı, tepe, köy, kabile ve etnik insan yapısı ile egzotik ve çekici bir ülkedir.

Vietnam kültürü karmaşık, renkli ve tarih dersi veren niteliktedir. Ülkenin labirent gibi nehirleri, göz kamaştıran manzaralar oluşturan pirinç tarlaları, birbirinden farklı ticaret merkezleri, yerli el sanatları zenginliği ve yüzyıllardır süre gelen ticari ve felsefi bir yaşamı çağrıştırmaktadır. Büyük bir Budist nüfusa sahip olan Vietnam’da Antik tapınaklar, kuzeydeki Çin etkilerini ve güneydeki Hindu kökenini belirgin biçimde sergilemektedir.

Vietnam’a Türkiye’den Ho Chi Minh şehrine THY tarifeli uçakla direk 10 saatlik uçuşla gidebilirsiniz. Vietnam, Türkiye’den 4 saat ileridedir. Vietnam’a gitmek için ya Yeşil Pasaport sahibi olmanız ya da Vietnam vizesi almanız gerekir. 

Vietnam’a 2016 yılında Dolar 3.01 TL, 1 Tl 8300 Dong olduğu dönemde 14 gün, 2019 yılında ise Dolar 5.71 TL, 1 TL 4600 Dong olduğu dönemde 30 gün olmak üzere 2 kez fotoğraf gezisine gitme şansım oldu. Bugün tekrar tekrar gitmeyi düşündüğüm Vietnam ve yurt dışı gezilerim maalesef hayal oldu. Bu arada bu yazıyı hazırladığım dönemde ise Dolar 13.62 TL, 1 TL 1680 Dong değerinde işlem görmektedir

Ülkeyi ister Hanoi’den başlayarak isterseniz Ho Chi Minh şehrinden başlayarak yataklı otobüsler, trenler, deniz araçları ile boydan boya gezebilirsiniz. Şehirlerde taksilerle ulaşım sağlayabildiğiniz gibi motosiklet kiralayabilir ya da isterseniz motosiklet taksi hizmetlerinden faydalanabilirsiniz.

Şehirlerde hayatımda hiç görmediğim kadar motosiklet gördüğümü itiraf etmeliyim. Çoğu yerde trafik lambası olmamasına rağmen motosikletlerin nasıl birbirine çarpmadan trafikte hareket etiğini çoğu zaman şaşkınlıkla izledim. Şehirlerde ziyaret yerleri birbirine yakın olduğu için taşıt kullanmanıza gerek yoktur. Motosikletler ülkedeki toplam araç sayısının %85’inden fazlasını kapsayan Vietnamlılar için ana ulaşım aracıdır. Ulaştırma Bakanlığı’nın raporuna göre, 2019’un sonunda dolaşımda olan yaklaşık 60 milyon motosiklet olduğu söylenmektedir.

Vietnam sokaklarında dolaşırken ilginç sokak yemekleri ve tropik meyvelerin tadına bakabilir, pirinç tarlaları, balık, sebze ve meyve pazarları, ilkel usullerle balıkçılık yapan balıkçıları ve ağ ören kadınları, tuz tarlalarını, eşsiz gün doğumu ve gün batımı manzaralarını, sıcak ve güler yüzlü insanlarını, milli ve kültürel değerlerini ve renk renk kıyafetleri ile mistik bir görüntüsü veren günlük yaşamını birbirinden farklı etkileyici görüntüleriyle dünyanın dört bir yanından turist çeken antik kalıntıları ve tapınakları gezerek fotoğraflayabilirsiniz.   

Vietnam izlenimlerimi tarih, kültür, mistik ve sosyokültürel yapı bağlamında 2 sayfaya sığdırmam mümkün olmayacaktır. Ayrıca bu dönem ekonomik olarak gidemesem de artık bir fotoğrafçı gözüyle Vietnam savaşın yerine, barışı, sevgiyi, yaşamı ve görsel güzellikleri hatırlatacaktır.

Murat BERKYÜREK

Ocak 2022

KIŞI FOTOĞRAFLAMAK…

Galatasaray, 1960. © Ara Güler / Magnum Photos

FSK’dan bana bu ayın konusunu iletilip seçicilik yapmam istenildiğinde hep kendime sordum, ”ben olsam nasıl çekerdim?” diye. Ama ne yazık ki pek kış yaşamayan bir bölgede oturduğumdan pek de faydam olmadı kendime. Kar bile doğru dürüst yağmaz buralara, hatta yağarsa olay olur Adana’da. Ben zaten kış insanı da değilim, güneş enerjisi ile çalışan biriyim, uzun sürerse kapalı hava yaşam voltajım düşer.

Çocukluğuma gittim bir an kış denilince, annem halıları serer, sobayı kurarlardı komşularla. Ev daha bir sıcak, daha bir yuva olurdu. Akşamları mutlaka kestane vardı sobanın üstünde, yanında kedimiz yatar ve televizyon öncesi dönemde sobanın çevresinde aile sohbetleri bir de. Dışarda yağmur ya da kar da olsa, buz gibi soğuk da olsa “yuva” hep sıcaktı. Keşke dedim fotoğraf çekmeyi bilseydim o dönemler, şimdi çekilmez mi? Neden olmasın?

Bu günlerde kar yağıyor ülkenin çoğu köşesinde. Kar yağınca bir çok gereksiz detayı, görsel çirkinlikleri kaplıyor hemen ve önümüzde doyumsuz sade görüntüler bırakıyor, geriye detaylar, ışık ve kompozisyon kalıyor. Hele bir de aradan canlı bir renk çıkarsa oh ne ala. Yaşama yoğun bir etkisi var bu yağışların, o soğukta, zorlukta işe gidenler, yürüyenler ve tabii ki sokakta yaşayan can dostlar.   Lapa lapa yağan kar altında Ara Güler’in İstiklal Caddesi ve ikonik Tramvay görseli geliyor siyah beyazın tüm güzelliği ile. Sisi, pusu ayrı bir filtre görevi verecektir kışın, hiçbir bedel ile alamayacağınız. İster sokak fotoğrafçısı olun ister doğa fotoğrafçısı isterseniz detaylara düşkün biri olun kış şartlarında doğa size fotoğraf için her türlü platformu hazırlıyor işte, gerisi size kalmış. Sadece minik bir teknik uyarı; karın beyazı patlamasın fotoğraflarınızda lütfen spot ölçümlere dikkat edin derim.

Doğa stüdyosunu, ışığını, modellerini hazırladı, haydi fotoğraf çekmeye.

Dr. Sefa ULUKAN

Ocak 2022

KIRMIZIYI KOKLADINIZ MI HİÇ? BEN KOKLADIM

Önce Kırmızı Başlıklı Kız masalını okudum. Okurken, ormanda ninenin evine doğru yürüdüm. Eve vardığımda, kurdun karnından taşları çıkardım. Taşları karnıma doldurdum. Ellerimle kendimi diktim ve ellerimde kendi kanımla ormanı terk ettim.
Dönüp baktığımda Al Ruhu, ormanda dans ediyordu. Soluduğu dumanlarda karabasanlarım göğe yükseliyordu. Ayaklarım ısındı. Hissettim, bunu hissettim.

Aşı boyası kırmızısı, insanlık tarihi kadar eski bir renk ve simgedir. Heidegger, varlığın bir türü olarak hayatı, çıkmaz sokağa giden ve dönüşü olmayan bir yol olarak tanımlar. Ölüm ise bu yolun sonundaki duvardır. Ölüm ve doğum bağıntısının kırmızı ile simgelenmesi tesadüf değildir. Doğarken kan ile doğarız. Ölürken kan ile…

Kırmızı, kültürden kültüre bambaşka anlam ve kullanımlarla çıktı karşımıza. Neandertal insan, ölülerinin kemiklerini kırmızıya boyayıp gömüyordu. Homo sapienste de benzer davranışlar devam etmiştir. Kemik boyamak yerine bu kez ölünün yüzüne kırmızı kumaş örtmek ya da kırmızı kıyafetle gömmek gibi davranışlar görülmektedir.

Kırmızı renk, 20.yy’a kadar zenginliği ve üst kademede olmayı temsil etti. Orta çağda altın ve gümüşten sonra Avrupa’ya ihracatı en çok yapılan değerli ürün kırmızı boyanın ham maddesidir (kırmız böceği). Soylular, ressamların karşısına kırmızı kıyafetleri ile geçip, poz verdiler. İngiltere’de kraliyetin rengi kırmızıdır.

Vahşi hayvan ve kadın büyülü bir şekilde birbiri ile bağlantılı görülürdü. İlki yaşamın besin kaynağı, ikincisi yaşam veren gücün simgesiydi. Av hayvanı gibi, evlenen kadınların alnına kan sürülürdü. Kırmızı hala toplumumuzda erkek için gücü ve şiddeti, kadın için cinsellik ve bekareti simgeliyor. Maalesef gelin olacak kızların beline kırmızı kuşak sarılması bu simgenin bir yeni nesil aktarımıdır.

Kırmızı, al veya kızıl, parlak gökkuşağının en dışında yer alır. Sarı ve mavi ile birlikte ana renkleri oluşturur. Elektromanyetik tayfın görülebilen renklerinden biri olan gökkuşağındaki kırmızı renk ve gözümüzün açısı 42 derecedir. Kırmızı ışığın dalgaboyu 630-760 nanometre civarındadır ve en düşük frekanslı ve en uzun dalga boyuna sahip renktir. Kırmızının altındaki frekanslara kızılötesi (infrared ya da infraruj) denir. Karşıtı mavi, tamamlayıcısı ise yeşil renktir.

Ayça Karaoğlan, Rose Red


Koyu renkli bir arka plan ile kullanıldığında şiddeti öylesine belirgin hâle gelir ki küçücük bir kırmızı leke bile görüntünün her noktasını etkiler. Doğada yer alan yeşillerin ortasındaki kırmızı bir görsel, kırmızı kıyafetli bir model yahut kırmızı bir şemsiye tamamlayıcı unsur olur.
İnsan psikolojisini en derinden etkileyen renk kırmızıdır, kabul edelim.

Modern dünyada, dünyanın en büyük markaları kırmızıyı logolarında ve reklam afişlerinde kullanırlar.
Sanatın her alanında olduğu gibi fotoğrafta da renk kullanımı ile oldukça etkileyici ve derin mesajlar verilebilir. Fotoğrafçı kompozisyonu oluştururken, renk kullanımını planlıyorsa izleyiciye mutlaka mesajı ulaşacaktır.

Fotoğrafın bulunuşu ve her geçen gün dijital teknoloji ile beslenerek geliştiği modern dünyada daha çarpıcı ve akılda kalıcı imgelerle izleyiciyi etkilemek gerekmektedir. Renkler, eski imgeleri anımsatmak ya da yenilerini yaratmak için bir araçtır. Fotoğrafçının renk kullanımı ile iletişiminin başarısı doğru orantılı olabilir. Fotoğraf, ilk etapta gerçeğin sunumudur. Kırmızı, belleğimizin en gerçek rengidir. İçimizde, damarlarımızda hissederiz.

Fotoğraf bir hikâye anlatıcılığıdır. Duygularımızı görsel imgelerle ifade eder, hayatı fotoğraf üzerinden anlamlandırmaya çalışır ve tecrübe ederiz. Fotoğraf, isterseniz bir sembol dilidir ister sokak fotoğrafı ister kurgu, isterseniz doğa fotoğrafları çekin. Hikâyeyi anlatırken kompozisyon önemlidir. Kompozisyonda da çizgiler, renkler, ışık, odak, ritim olmalı. Ve bunların hepsi doğada sizi bekliyor.

Kırmızının sınırsız sıcaklığı, sarı gibi sorumsuz bir çekicilik taşımaz. Kararlı ve güçlü bir yoğunlukla içten içe çınlar; kendi kendine parlar ve gücünü boş yere dağıtmaz.” W. Kandinsky

Bu ayın konusu Kırmızı.

Ayça Karaoğlan
Aralık,2021 – Ankara

GEZGİN KADRAJ:

TARİH VE DOĞAYLA İÇ İÇE BELEMEDİK’TEN VARDA KÖPRÜSÜ’NE

Bir yanda akan Çakıt suyu bir yanda yolun yanı başında uzanıp giden tren yolu ve zaman zaman karşınıza çıkan Almanlar tarafından inşa edilen tüneller… Muhteşem bir doğa ve yol manzaraları eşliğinde inanılmaz bir rota Belemedik-Hacıkırı …
Bir zamanlar Bağdat-Hicaz demiryolu için büyük önem taşıyan Belemedik Adana’nın Pozantı ilçesine bağlı küçük bir yerleşim yeri. Hicaz Demiryolunun yapım sürecinde ve 1.Dünya Savaşında önemli bir merkez haline gelmiş. Demiryolunun tamamlanabilmesi için yapılan Varda Köprüsünün yapım sürecinden 1.Dünya Savaşına kadar çoğunlukla Almanların ikamet ettiği bir yerleşim yeriymiş. Asıl ismi Karapınar. Belemedik “bilemedik” den geliyor. Bağdat-Hicaz Demiryolu inşaatında tüneller açılırken tünelin her iki ucunda iki ayrı ekip çalışırmış ve bu iki ekibin tünelin ortasında karşılaşması gerekirmiş. Herhangi bir sebepten iki ekip tünelin ortasında karşılaşmaz ise başarısız sayılır ve birbirlerine “bilemedik” diyerek özürlerini iletirlermiş. Almanlar “bilemedik” diye telaffuz edemediklerinden “belemedik” derlermiş. Böylece zaman içerisinde “Belemedik” Karapınar isminin önüne geçmiş.

Yürüyüş rotası Belemedik merkezden başlıyor ve Hacıkırı viyadüğünde son buluyor. Yürüyüş boyunca Çakıt suyu size eşlik ediyor ve birlikte Çakıt Vadisini geçerek Pozantı’dan Karaisalı ilçesine varmış oluyorsunuz. Belemedik Hacıkırı arasında 12 adet demiryolu tüneli ve bir çok köprü mevcut. Parkurun toplam mesafesi 20 km. civarında. Hacıkırı’na doğru yaklaştıkça rakım 3212 feet’e kadar çıkıyor.

Ve sessiz dağların eteğinde mis gibi ormana kurulu Varda Köprüsü nam-ı diğer Alman Köprüsü… Adana’nın Karaisalı ilçesine bağlı bulunan Hacıkırı Viyadüğü üzerinde yer alıyor köprü. 1888 yılında Kaiser Wilhem ve II. Abdülhamit tarafından imzalanan anlaşma ile inşaatına başlanan köprü Osmanlının asker, yolcu ve eşya taşıma ihtiyacını karşılamak Almanya’nın ise petrol kaynaklarına ulaşmasını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış. Çelik kafes örme tekniği ile yapılan köprü 1912 yılında hizmete açılmış ve İstanbul-Bağdat-Hicaz demir yolu hattının önemli bir parçası olmuş. 3 büyük açıklık ve 4 ayak üzerine kurulu olan köprünün tamamı taş ile yapılmış, inşası 5 yıl sürmüş, ne yazık ki 21 işçi ve 1 Alman mühendis inşaat sürecinde hayatını kaybetmiş.

Belemedik gibi Varda’nın da enteresan bir hikayesi var. Köprü inşa edilirken viyadükten aşağı basit makine sistemleri ile malzemeler indiriliyormuş. Aşağıda malzemeleri karşılayan işçiler yukarıdaki arkadaşlarına malzemelerin ulaştığını haber vermek için “Vardı haaaa!” diye sesleniyormuş. Vardı haa! ağızdan ağıza Varda’ya dönüşmüş. Mühendislik harikası köprünün James Bond serisinin Skyfall filmindeki sahnelere ev sahipliği yaptığını da söylemeden geçmeyelim.
Çakıt Çayı ve Çakıt Vadisi boyunca yeşili, doğası, tarihi tren yolu ve tünel geçişleri ile birbirinden güzel manzaralar sunan Belemedik rotası doğa fotoğrafları çekmek ve şehrin gürültüsünden uzak tabiatın kalbinde huzurlu vakit geçirmek için sizleri bekliyor…

Serpil K. DALGIN
Aralık 2021

FİLMSEL ZAMAN AKIŞKANLIĞI PHİ-FENOMENİ VE 1900 EFSANESİ FİLMİNİN ZAMANSAL UZAMI ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

Film ve Sinematografinin başlıca yapısal ögesi zamandır. Filmlerde zaman Mekânsal olarak grift halde birbirine girmiştir. Bu bütünsellik bize olay örgüsünden teknik kurguya kadar her alanda dikkatle işlenmesinden dolayı farkında olmadan aktarılır. Senaryonun da başlıca sorunsalı zamanın ve olayların sıçramasız bir şekilde oluşturulmasıdır. Geleneksel anlatı yapısında olay öykü, belirli bir olay örgüsü ile dizilir ve akışkan film için zamanın akışkanlığı kronolojik bir biçimde time-line sıraya göre dizilir. Modern dizilim yapısı ile anlatımda ise, olay örgüsü ard arda belirsiz olarak geçişlerden oluşur ve filmin akışkanlığında bellek algı ve sürede belirsizliklerin varlığı söz konusudur. Bu makale de filmsel zamanın dizilişinden aktarımına kadar olan süreç ve izleyicinin bellek algısı üzerine zihinsel süreci anlatılmaya çalışılacaktır.

Filmlerde zaman bazen bir ilişkinin başlayıp son bulması, Bir suçlunun suçu işlemesi, Bir çocuğun doğup büyüyüp bir savaş kahramanı olması veya Buz Devri “İce Age” filminde olduğu gibi binlerce yılı ve olaylar dizini bir buçuk saate anlatır. Ya da daha karmaşık bir siber uzay anlatısı olan “İnterstellar” filminde zamanın uzayda bükülmesi ve dünya uzay olgusu farklı işleyişi çapraz şekilde işleyerek bir sinema filmi süresinde başarıyla anlatılabilmiştir.

Ya da bir aksiyon filminde bir saatlik kurtarma operasyonunu iki saatte zamana yayılarak anlatılır bu anlatımlarda olaylar bazen kurguda paralel şekilde işlenerek birçok olay aynı anda birbirinden bağımsız ama örgü bakımından bağımlı şekilde akışkan kılınır.

Filmsel zaman ve olay akışkanlığı yılları mevsimleri günleri çağları bir saate sığdırdığı gibi bu zaman içinde akan işlenen konuları da bize belleğimizde bir bütün olarak sıçrama kopma olmadan algılatmaktadır. Yine aynı şekilde bir dakikalık bir cinayet anını da iki saatlik sürede kopmalar olmadan, sıçrama olmadan belleğimizde filmi anlarız.

Parçalar bütünü olan film hem teknik kurgu edit aşamasında hem de filmin zaman mekan ve olay ilişkisinde parçalar halinde işlenerek bir bütün oluşturulur bunun nasıl olduğunu ve zihnin algısının parçaları değil de bütünü algılamasının nasıl olduğunu anlayabilmek için bazı kavramları bilmek gerekir.

Film veya Sinema sanatı, bir kaydedici araç olan kamera yardımı ile kayıt altına alınmış görüntülerin bir gösterici cihaz yardımıyla (DCP, Projeksiyon) beyaz yüzeye yansıtılarak gösterilmesidir. Film  adı ile ifade edilen sesli veya sessiz hareketli imajların var edilmesi sürecidir. (Özön, 1963: 110)

Sinema sanatı genelde senaryoda yer alan tiratlardan ve sözlü iletişim (diyaog)lar, olay örgüsü  kurgusu, sahnenin tasarımı ve planı, ışık, ışık efektleri ses ve ses efektleri sahnenin dekoru kostümler gibi ögelerin çekimi yapılan filme uygun bir şekilde kullanılarak işlenmesi olarak tanımlanabilir birçok disiplinli Sanattır ve büyük endüstridir.

Aslen İtalyan olan Fransalı sinema kuramcısı Ricciotto Canudo Sinema sanatını yedinci sanat olarak betimlemiş ve bu tanımı genel olarak kabul görmüş şekilde günümüzde de yaygın kullanılmaktadır. (Özön, 1963: 110)

Film, akışkan imajların ardışık biçimde dizilmesi ve izlenmesi ile oluşan süreçtir. Filmler, gerçekliğin zaman ve mekan kavramları ile sahnelerin kayıt altına alınarak çekilmesiyle ve ya animasyon grafik tekniklerle bilgisayar grafik kartları efektler teknikleri ile ve her iki türün de ortak kurgulanmasıyla üretilmesiyle ortaya çıkarılır.

Filmlerde ard arda seri bağımsız imajlar bütünden elde edilir. Fakat bu seri görüntü planları ard arda saniyede 24 kare gösterildiğinde, optik bir yanılsama doğurur ve bu yanılsama izleyenin, bağımsız şekilde dizilmiş görüntü planlarının sürekli olay, mekan ve bunların akısını algılamasına sebep olur bu da bizim olayları mekanı ve zamanı bir bütün şekilde algılamamıza neden olur bu duruma Phi fenomeni denir ve kendi içinde studium ve puncthum yaratır  sinema ve filimler çekim yapım aşaması çok disiplinli sanat uğraşıdır aynı zamanda büyük bir endüstrinin parçasıdır.

Phi fenomeni durağan şekilde olan öğelerin planlı bir zaman diliminde ve akışkan hızlı şekilde gösterilmesi izlenmesi sonrasında ortaya çıkan, ve normalde reel zamanda olmayan akışkan görüntü ilişki ivmesidir, belleğimizde ve algımızda bir enter aksiyon devinimidir. Ard arda dizilen ögeler zaman ve mekan ilişkisi içinde bir bütün olarak zihinsel düşüm olarak anlam bulur (Sertel ve Özkul, 2014: 20-40).

1900’lerin başında Wertheimer tarafından ortaya atılan bu durum, filmde seri şekilde izlenen imajların veya açılıp kapanan pano ışıklandırmalarının yazıları hareketliymiş gibi zihinde oluşur.

Filmde 1900’ün hikâyesi Max tarafından anlatılır. Max’in anlattığı bu hikâyeye kimse inanmamaktadır. Çünkü 1900’ün hikâyesi tıpkı bir düş gibidir. Hikâyenin düşselliği, geminin hem virtüel hem de edimsel oluşu ile kristal imajlar oluşturur. 1900, denizi dölleyen bir tohum olan bir gemide büyümüştür; belki de orada doğmuştur. Geminin yolcularla dolu, akşamları yemek salonundaki eğlenceli yüzü ile suyun altındaki makine dairesinde oluşturulan kristal imajı film boyunca vurgulanır. (Deluze, 1997, 73, Aktaran Öztürk, 2017)
Film, üç ayrı zamanda geçer; şimdi, yakın geçmiş ve uzak geçmiş. Şimdi, Max’in dış sesi ile anlatılır. Yakın geçmiş, savaş sonrasında Max’in 1900’ü patlatılacak gemiden çıkarma çabasının olduğu sahnelerde gösterilir. Uzak geçmiş ise 1900’ün doğumundan Max’in gemiden ayrılışına kadar anlatılan dönemdir.

Dev bir gemide çalışan zenci bir ateşçi olan Danny, yemek salonunda piyanonun üstünde bir limon kasasında bir bebek bulur. Danny, onu hiç kimseye göstermeden makine dairesinde büyütür. Adını salonda bulunduğu yıldan alır 1900. Hiçbir yerde kaydı yoktur; hiçbir ülkeye ya da aileye ait değildir. Bu haliyle tamamen özerk, tahakkümden ve otoriteden uzaktır. “Anne”nin, okuma yazmayı öğrendiği gazetedeki atlardan biri olduğunu sanır. Onu büyüten Danny, Virginian gemisinden daha iyi bir yer olmadığını, yetimhanenin ise bir “hapishane” olduğunu söyler. Küçük 1900, böylece yaşamının sınırlarını belirler. Bir gün Danny iş kazası geçirir ve ölür. 1900, onun öldüğü gün sekiz yaşındadır ve ilk kez geminin güvertesine çıkar. Orada yine ilk kez duyduğu müzik sesi, onda bir kopuş meydana getirir. O akşam, müzikli yemek salonuna çıkar, camın arkasından dans edenleri ve piyanisti seyreder. Ancak merakı onu harekete geçirir; herkes uyurken yukarı yemek salonuna çıkar, piyano çalmaya başlar. Daha önce hiç görmemiş olmasına rağmen bir piyanist ustalığıyla çalmaktadır. Sesi duyan herkes salona gelir. Kaptan, onun piyano çalmasının kurallara aykırı olduğunu söylediğinde şu cevabı verir: “Kim takar kuralları?”
Sekiz yaşındaki 1900, artık özneleşmiş ve Platonik mağaradan çıkmıştır. Ancak yine bir mağara olarak adlandırılabilecek olan gemi, müzik sayesinde virtüelleşip, artık onun özneleştiği, düşsel bir gerçeklik halini almıştır. 1900’ün yaşamı boyunca toplumsal ahlak ve değerler ona bahşedilmemiştir; 1900, kendi dünyasında kendi değerlerini var ederek özneleşmiştir.
Hikâyeyi anlatan Max, gemide işe başladığında gerçek yaşam ve gemideki yaşam arasında köprü olmuştur. Ancak 1900’ün dışardaki dünya hakkında bir fikri yoktur; deneyimlememiştir.
Max ve 1900 tanıştığında, 1900 yirmi yedi yaşındadır. Dış dünyayı rüyalarında görür ve öyle tanımlar. Gece yarısı bir yolcuyla sohbeti sırasında 1900, “denizin sesini hiç duymadığını” söyler. Yolcu, denizin ona “yaşamın muazzam olduğunu” haykırdığını anlatır. Yolcu, bu sesle yaşamını değiştirmeye karar vermiştir. Bu sözler, 1900’ü oldukça etkiler.
Gemi, Amerika’ya geldiğinde iki adam bir gece yarısı onu ziyaret eder. Önce adamlardan korkup kaçan 1900, ünlü caz bestecisi “cazı icat eden adam”, Jelly R. Morton’un bir piyano düellosu ile ona meydan okuduğunu duyunca şaşırır; ilk kez rekabet etmek zorunda kalacaktır. Düellonun ne olduğunu bile Max’ten öğrenir. Düellonun gerçekleştiği akşam, Jerry, 1900’ü aşağılar; bu durum 1900’ü öfkelendirir ve duygularını müzikle yansıtarak, üstün performansı ile düelloyu kazanır. Bu sahnede, Jerry ve 1900’ün yüzü ve elleri çok yakın plan çekimlerle duygulanım-imaj vurgulanmıştır.
“Çok yakın plan çekimlerde bedensel bölgeler büyüteç gibi gösterildiğinde, pürtükler, kalın çizgiler, varlığı yeni bir varoluş halinde göstermeye, varlığı oluşsal süreç içinde göstermeye başlar. Böylece varlık, kendi çerçevesinden çıkıp yepyeni keşiflere yolculuk yapar hale gelir.” (Öztürk, 2020, 165-166)
Jelly R. Morton, ün, para ve hırsla dış dünyanın, kitleselleşmiş sanatın, sınırlı ve kurallı bir dünyanın bir temsilidir; biçimsel bir sanatçıdır. 1900 ise Nietzsche’nin tanımladığı Dionysosca sanatçı davranışı sergiler.
“Biçimsel sanatçı ve onun yakını olan destancı sanatçı, görüntülerin en salt görünüşü içine dalmıştır. Dionisosca müzikle uğraşan kişi, bu görüntü olmadan, yalnız temel acı ve temel yankı ile özdeş olgunluğa ulaşmıştır. Özsel bir nitelik taşıyan üstün us, bu gizemli kendi dışına çıkış ve birlik sağlayıcı varlıktan, bir görüntüler evreniyle benzerlikler evreninin doğduğunu sezer. Bu evrenin, biçimsel sanatçıyla destansı sanatçının dünyasından apayrı bir boyası, nedenselliği ve hızlılığı vardır.” (Nietzche, 2005, 37)
O günden sonra 1900, “görünür” olmuştur ancak o, bunu istememektedir. Mevcut sistemin sahte öznesi olmak 1900 için hiç önemli değildir. Çünkü “Gösteri toplumunda olmayan şey, belki de, tüm gösterme çabalarına karşın aslında gösterilmeyen ve görülmeyen ‘insanın’ bizatihi kendisidir.” (Öztürk, 2012, 57)
Plak kaydı için gemiye plakçılar gelir. Kayıt esnasında, 1900 pencereden onu izleyen bir genç kız görür ve yine duygularını müziğine yansıtır. Genç kızdan etkilenen 1900, burada yine bir kopuş yaşar: Aşık olmuştur. Bu aşka anlam katmak ister; hakikati arar.
Kaydın yayınlanmasına izin vermez ve görünür olmayı, ünü, parayı ve dış yaşamı reddeder.
Genç kızla tanışmak için uğraştıysa da yolculuğun son günü onunla konuşabilir. Genç kız gemiden inerken ona adresini verir ve davet eder. 1900, plağının tek kaydını ona vermek istemiş, ama kargaşada verememiştir. Böylece 1900’ün aşkı karşılık bulamamıştır; potansiyel aşk, “hakiki” aşka dönüşememiştir. (Öztürk, 2020, s. 60)
1900, Max’e gemiden inip karadan okyanusun sesini dinlemek istediğinden söz eder. Ancak son gün geldiğinde merdivenlerde kalakalır. Aşkın meydana getirdiğini kopuş, aşka sadakatle bağlanmadığı için hakikati bulamamasına yol açmıştır. Neden karaya inmediğini kimse anlamaz ama artık 1900 eskisi kadar coşkulu değildir. Kısa bir süre sonra Max gemiden ayrılır.
Aradan yıllar geçmiştir ve savaş bitmiştir. Hurdaya çıkan gemi dinamitlerle patlatılacaktır. Max, 1900’ün hâlâ gemide olduğundan emindir. Onu günlerce gemide arar. En sonunda bulduğunda onu dışarı çıkarmak için her yolu dener. 1900 kararlıdır, karaya çıkmayacaktır. “Şehrin sonunu göremiyorsun. Beni durduran gördüklerim değil, görmediklerim. Bu koca şehrin bir sonu yok…” diyerek Max’i reddeder. Tanımadığı ve sınırlarını bilmediği bir dünyada yaşamayı reddeder. Dışarıdaki insanların seçimlerini sorgular, onların tekdüze yaşamlarıyla yaşayan ölüler olduğunu kast eder; yaşayan ölü olmaktansa fiziksel olarak ölmeyi seçmiştir. Gemi, bu bağlamıyla kristal bir imaj oluşturarak hem yaşamı hem de ölümü temsil eder.
1900’ün seçimi bir intihardır. 1900, yaşamından vazgeçmiştir; aslında her türlü tahakkümün olduğu toplumunda yaşamayı redderek, geminin sınırları içinde kalmayı, ölmek pahasına tercih etmiştir. Kendi yarattığı mağarasında sonuna razı olarak, mağarasını terk etmektense yaşamını sonlandırmayı seçmiştir. Ona göre “1900, zaten hiçbir zaman var olmamıştır.”
1900’ün dışarı çıkmama gerekçesi, filmin giriş cümlesinde bulunabilir: “Eğer karaya çıkmak ya da ayaklarının altında daha sağlam bir şey hissetmek istersen, işte o zaman çevreni saran tanrıların müziği artık duyulmaz olur.”

Yunus TOPAL

MAVİ SAAT

Tüm fotografçıların da çok iyi bildiği gibi manzara ya da mimari fotograflarda, gökten gelen ışığın alt bölümle dengelenmesi hep sorun olur. Hava her gün güneşli olmaz, ve özellikle beyaz gökler canımızı sıkar. Eksi poz telafisiyle müdahale edersek bu defa alt bölüm koyu kalır.

Akşam olunca dünyanın birçok kentinde olduğu gibi bizde de Camiler, Saraylar, tarihi yapılar genelde sarı/turuncu tonunda ışıkla aydınlatılır, ve bu ışıklandırma otomatik olarak gün ışığı azalınca devreye girer.
Gök, hava kapalı da olsa açık da olsa, gece olmadan mavi renkte görünür. Dolayısıyla çok da güzel uyum sağlayan koyu mavi ve turuncu tonlarını birlikte yakalayan fotoğrafçının güzel işlere imza atacağını var sayıyorum.

Nedenlerini anlatmaya çalışacağım:
1. Mavi saat denilen o kısa anlar kuzey ülkelerinde 1, saat bile sürebilir. Örneğin İskoçya’da ışıklandırılmış bir kaleyi çekmek için bol vaktiniz olacaktır.

2. Bize göre daha kuzeyde Fransa‘ da belki bu zaman azalacak fakat ülkemizde mavi saatin en çok 5/6 dakika sürdüğünü bilmekte yarar var.

3. Doğru saat gelmeden yapılan çekimlerde gök beyaz görünecek yapının ışığı çok belirgin olmayacaktır.

4. Doğru zamanlamada gök lacivert ışıklandırma kıvamında olacaktır.

5. Daha geç çekmeğe devam ederseniz bu defa gök siyah olacak yapı ise rahatsızlık verecek derecede fazla ışık yayacaktır.

6. Dolayısıyla mavi saat sadece birbirine uyan mavi ile turuncu renklerinin güzel uyumu dışında bir de fotoğrafımızda gök ve alt bölüm arasındaki ışık dengesinin yeteneğidir. dengeyi kurabilme marifetidir.

İzzet KERİBAR

BURSA’DA İKİ GÜN

Kasım ayının sonlarına geldiğimizde 11. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali (BursaFotofest) in 19 Kasım 2021 tarihinde açılmasını da fırsat bilerek; 20 Kasım Cumartesi sabahı erkenden FSK olarak; FotoFest bahane gezmek şahane mottosu ile Bursa’ ya doğru yola çıktık.

Tabi ki Bursa’ da ilk durağımız Festival alanının yer aldığı Osmangazi semti sınırları içerisinde yer alan, Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi oldu. Öğlen yemeğinden sonra, Festival alanında sergileri dolaşıp, etkinliklere katılma fırsatını yakaladık. Bu sene 11. Kez açılan Bursa Fotofest, tüm dünyadan konuk ettiği fotoğraf sanatçıları ve Türkiye’den vizyona çıkardığı yeni görsel sanatçılar ile Türkiye ve Dünya fotoğrafını Bursa’da buluştururken, aynı zamanda tüm katılımcıları arasında aktif ve sinerjik bir diyalog ortamını hedefleyerek yeni fotoğrafçıların da kendilerini gösterebilecekleri bir platform oluşturmaktadır. Bu sene ki festival teması “Göz Göze” olarak belirlenmiş ve konuk ülke olarak da Azerbaycan seçilmişti. Biz de FSK olarak festivalde fotoğraf adına alabileceğimiz kadar feyz alarak; tabi Bursa’ ya kadar gelmişken şehrin kalbinde yer alan, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Yapılmış Bütün Camilerin Atası, olarak tabir edilen Ulu Camiyi görmeden dönmek olmazdı. Festival alanına çok yakın bir konumda olmasına rağmen Bursa’ nın Ankara’ yı ve İstanbul‘ u aratmayan trafiği nedeni ile zor da olsa; 1396-1399 tarihleri arasında 4. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan bu harika esere ulaşmayı başardık. Bu tarihi mekanda yer alan diğer eserleri de, Koza Han ve İpekçiler Çarşısı gibi, panaromik bir şekilde dolaşarak tekrar festival alanına döndük. Burada biraz daha vakit geçirdikten sonra, gün batımını Gölyazı’ da yakalayabilmek için tekrar hareket ettik.

Fotoğraf: Sevgi Köylü Haliloğlu, Bursa

Trafiğe rağmen neyse ki; incecik bir köprü ile ana karaya bağlı bir yarımada olan ve Uluabat Gölü üzerinde yüzermiş gibi duran minik bir adacık olan, günümüzde sit alanı olarak koruma altına alınan Gölyazı’ da gün batımına yetiştik. Gölyazı’ da çektiğimiz gün batımı fotoğrafları bütün ekibe o kadar keyif verdi ki akşam yemeğimizi de bu şirin beldede yemeye karar verdik. Yemekten sonra da dolu dolu geçen bir günün yorgunluğu ile, Karacabey’ de kalacağımız otele doğru yola çıktık.

Marmara Denizi’ nin kıyısında yer alan ve Bursa’ nın 5. büyük ilçesi olan Karacabey’ de yer alan otelimizde bir gece konakladıktan sonra, ertesi gün sabah kahvaltımızı yapıp Karacabey Longoz ormanlarına doğru yola çıktık. Longoz’ a giden yol bize çok güzel fotoğraf fırsatları verdi. Karacabey’ in doğasına hepimiz hayran kaldık. Güney Marmara akarsularının büyük bölümünün birleşmesiyle oluşan Susurluk Irmağının Marmara Denizi ile buluştuğu Kocaçay Deltası bize; Longoz Ormanları, çeşitli kuş türleri ve at çiftlikleri ile fotoğraf anlamında cömert davranarak, keyif veren kareler yakalamamızı sağladı.

Karacabey’ e tam olarak doyamadan hepimizin aklında “biz buraya baharda tekrar gelelim” düşüncesi ile dönüş yoluna çıktık. Dönüşte Bursa’ dan FotoFest’ in konukları olan Azerbaycan Fotoğraflar Birliği Başkanı Sayın Rauf Umut ve saygıdeğer eşi ile fotoğraf sanatçısı Sayın Amira Süleyman’ ı da alarak yolumuza kardeş ülke Azerbaycan şarkıları ve fotoğraf sohbetleri ile dolu olarak devam ettik. Elbette ki dönüş yolunda yolumuzun üstü olan İnegöl’ e de uğrayıp İnegöl Köftelerimizi yemeden dönemezdik Ankara’ ya.

Bu iki günün sonunda, biraz yorulmuş olsak da elimizde güzel dostluklar, sanattan alınan feyz, doğada yaşadığımız huzur, keyifli anılar ve makinelerimizde anılarımızı belgeleyen fotoğraflar kaldı.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Kasım 2021

DOĞADA SONBAHARI YAKALAMAK

Mevsimin yavaş yavaş yazdan kışa döndüğü sonbahar ayları, doğada değişimlerin eşsiz görüntülerini beraberinde getirir. Bu devinimleri fotoğraf aracılığı ile yakalamak için dikkat etmemiz gereken noktalara kısaca değinmeye çalışacağız.

Sonbahar, sararan yapraklar, değişken hava koşulları ve uykuya dalan doğa ile kısa bir zaman aralığında çok çeşitli kareler sunabilmektedir.

Doğada ağaçların değişimi, ağaç türüne, iklime ve o seneki koşullara göre değişebilmektedir. Yükseklerde yer alan geniş yapraklı ağaçlar daha önce sararmaya başlamakla beraber, ağaç cinsine göre yaprakların rengi sarı ve kırmızının tonları olabilmektedir.

Sonbaharın değişken hava koşulları ise fotoğraf için farklı ışık oyunları oluşturabilmektedir. Sis, yağmur ve ardından gelen güneş, eşine az rastlanır etkiler ortaya çıkarabilmektedir.

Sonbaharı yakalayabilmek için çekim yapacağınız bölgeyi iyi tanımanız gerekmektedir. Eğer orman çalışacaksanız hangi tür ağaçlar olduğu, bölgenin yüksekliği bilinmelidir. Böylelikle çekim için en uygun zaman diliminde o bölgeye çekime gidebilirsiniz.

Ayrıca hava durumunu farklı kaynaklardan yakından takip etmek gerekmektedir. Özellikle sisli havalarda sonbaharın dramatik etkisi daha iyi vurgulanabilmektedir.

Geniş ve ultra geniş açı lensler ile orman çekimleri çok keyifli sonuçlar verebilmektedir. Ayrıca dar açılı lens kullanarak detay çalışılabilir, ormanın karmaşıklığı içinde hem az net alan derinliği ile hem de dar açı ile istediğimiz nokta vurgulanabilir. Özellikle orman çekimlerinde ön plan ile arka plan arasında örtüşmelere dikkat edilmelidir. Aynı renk ve tondaki lekelerin birbirinden ayrık durmasına dikkat edilmelidir. Arka plandaki parlak lekelere dikkat edilmeli, karemizin sınırlarından uzak olmaları ve ön plan ile karışmamaları için uygun çekim açısı belirlenmelidir.

Sonbaharın bir diğer yanı ise binlerce farklı türü ile karşımıza çıkan mantarlardır. Makro lensimiz ile mantarların detaylarını yakalayabilir, ters ışıkta yarı saydam dokusunu ortaya çıkarabilirsiniz.

Ayrıca sonbaharda akarsular da uzun pozlama ile çekim konusu olabilmektedir. Kapalı havada yapacağınız uzun pozlama ile akarsu detayları patlama olmadan daha yüksek dinamik aralık ile çekilebilmektedir.

İlker ŞAHİN

BİR SONBAHAR HİKAYESİ: SAFRANBOLU

Korona virüsünden dolayı sıkıntılı geçen 2 yıldır hiç bir etkinliğe ne ben katılabildim ne de Fotoğraf Sanatı Kurumu Fotoğrafçıları. İnsan rahatsız oluyor. Acaba bu kalabalığın içinde bir tane taşıyıcı var mı diye. Önlem almak güzel bir şey.

Nitekim 17 Ekim 2021 Pazar günü “SAFRANBOLU GEZİSİ” duyurusunu görünce katılmayı fotografçı dostlarımızla birlikte olmayı ve özlem gidermeyi çok istedim.

Kızılay’ da 07.00′ de buluştuk ve Hüsamettin Özkan başkanlığında, sırayla Ali Fatih Şama, Güneş Karacabay, Savaş Zorlu, Sevgi Köylü Haliloğlu, Uğur Yurdusev, Seçkin Bulut, Serap Kaya, Zemzem Karahan, Gülşen Günal Delice, Vildan Öztürk Kavak, Barış Şahin, Filiz Köprülü, Mustafa Uğurluay, Seda Felekoğlu, Esma Yılmaz, Selma Ünal ve Zeynel Yeşilay olmak üzere bütün Fotografçılarımızı alarak Kaptanımız Can beyin kullandığı araç ile Safranbolu’ ya doğru yola çıktık. Herkes maskeli HES kodlu ve aşılı olunca biraz cesaret alıyor insan. Birlikte olmak, gezi yapmak ve hasret gidermek çok güzel bir duygu.

Bu arada çok güzel bir durum meydana geldi. Gezimizin yöneticisi Sayın Hüsamettin Özkan biraz dert yandı. “Beni herkes Bakan Sayın Hüsamettin Özkan ile karıştırıyor, iş isteyenler, yardım isteyenler çok oluyor.” Ben de bunun üzerine Hüsamettin dostumuzun fotografını çekip Sayın Hüsamettin Özkan Bakanımıza gönderdim. Verdiği cevapta “haberim var bana da isim benzerinize çok talep gidiyor ” diye yazıp selam ve sevgilerini sundular.

Hava kapalı ve yağmurlu olacaktı. Tabi kapalı olması sorun değil ama yağmur bizi sıkıntıya sokardı. Yol boyunca dağlar sisler altında idi. Sapsarı yapraklarla donanmış ağaçlar bizi çağırıyordu. Ama zamanımızı Safranbolu’ya ayırmak zorundaydık. Bir iki yerde verdiğimiz moladan sonra, önce Karabük’ e bağlı Yörük Köyüne uğradık. Safranbolu evleri gibi evlere sahip bir Türkmen köyü. 1997 yılında koruma altına alınan bu köyde turistik faaliyetleri çok beğendik. Çeşitli yöresel malzemeler satan dükkanları, kahvehaneleri, Çamaşırhanesi ve güler yüzlü insanlarıyla gerçekten görülmeye ve fotoğraflanmaya değer bir köy.

14. ve 15. yüzyıllarda göçer yörükler genellikle Karakeçili Aşireti oymakları ile Taraklı Aşireti mensupları tarafından kurulmuş olan bu köyde Sipahioğlu Gezi Evi en meşhuru olmak üzere pek çok tarihi evde turizm canlı bir şekilde yaşanmaktadır.

İlgimizi çeken bir büstüde yazmak istiyorum. Ünlü Sopranomuz “La Diva Turca” ünvanlı Leyla Gencer’ in (1928 -2008) büstü doğduğu evin önünde yer almaktaydı. Yörük Köyünden sonra, sisler içindeki Karabük Demir Çelik fabrikasının yanından geçerek Safranbolu’ ya geldik.

CAM TERAS; Tokatlı Kanyonunda yapılmış olan 80 metre yüksekliğinde 11 metre genişliğinde ve 75 ton ağırlığı taşıyabilecek kapasite deki Cam Teras’ı hızlı bir şekilde fotografladık. Çok kalabalıktı 75 ton değilse bile 3-5 ton dan fazla bir ağırlık vardı. Ayrıca camlar çok kirli olduğundan bastığımız yerin altını tam göremediğimiz için bizleri bir korku sarmadı. Kanyonu seyrettik, sararan yapraklar arasında karşıdan karşıya halatlarla geçen gençlerin heyecanını izledik görüntüledik. İncekaya Su Kemerini de fotoğrafladıktan sonra Safranbolu’ ya geçerek saat 17.30 da buluşmak üzere fotograf çekimlerine başladık.

Hava kapalıydı. Buna rağmen biz fotografçılar fotograf çekme heyecanımızı kaybetmedik gruplar halinde sokaklarında dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye başladık. Tarihi Cinci Hanı, Hamamı, Köprülü Mehmet Paşa Camisi, Tarihi Çarşısı, Demirciler çarşısı, evleri, lokumu, Güneş Saatini, otantik alış veriş dükkanlarını, çeşitli el sanatları vb. gibi konuları ancak çekebildik.

Esasında çok tarihi yapıları, doğal güzellikleri, konakları bulunan Safranbolu’ da yağan yağmurdan dolayı pek çok yerin fotoğraf çekimini gerçekleştiremedik.

Örneğin Hıdırlık Tepesi, Tarihi Saat Kulesi, Kaymakamlar Müze Evi, Bulak Mencilis Mağarası vb gibi yerleri dolaşıp fotoğraflamanız mümkün olmadı.
Safranbolu’nun geçmiş tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanmakta ve o tarihten günümüze gelen tarih içinde: Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Helen Uygarlığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Çabanoğulları, Candaroğulları, Osmanlı dönemlerini görüyoruz.
Önce Zonguldak daha sonra 1995 yılında vilayet olan Karabük’e bağlanan Safranbolu’ da tarihi yaşanmışlığın çok derin izleri var, yağmurun yağması bizim çalışmamızı biraz zorlasa da, sonuçta tüm fotoğrafçılar güzel karelerle 17.30’da Can beyin kaptanlığında ki aracımızla Ankara’ ya doğru yola çıktık. 21.30 gibi de güzel geçen bir FSK gezisi sonunda sağ selim Ankara’ ya vardık.
Sağlıklı ve güzel bir gezi oldu. Genç Fotoğrafçılarımızla sohbetler yapıldı. Onlara çeşitli fotoğraf bilgileri verildi. Burada bir tanesini anlatmak istiyorum; 12 Şubat 1991 tarihinde Bolu civarında trafik kazasında vefat eden Merhum Sami Güner ve Ustamız Merhum Sıtkı Fırat ile evimizde yemekte idik. Bir ara televizyonda Zeki Müren “Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler, Olsun bana seninle geçen yıllarım yeter” şarkısını söylerken sessizlik oldu. İlter Yeşilay’ın güftesini Zeki Müren’ den dinledikten sonra Sami Usta bize dönerek şu nasihati verdi. “İlter Kızım, senin bu şarkın yüz sene sonra yolda giden birisi tarafından mırıldanılsa, benim bir fotoğrafım bir duvarda veya bir kitapta kalmış olsa biz sanatçılar yaşarız. Onun için sanatsal aktivitelere devam etmemiz gerekir” demişti. Her iki hocamızı üstadımızı özlem ve rahmetle anıyoruz.
Bir de genç fotoğrafçı kardeşlerime şunu öğütledim. Hepimiz faniyiz günün birinde gideceğiz. Gezilerimizde birbirimizin fotoğraflarını çekip arşivlememiz lazım. Mesela Dursunali Sarıkoç, Mesala Sıtkı Fırat, Alyat Burç vb. gibi sanatçılarımızın kaybından dolayı bir anma günü yapılacaksa bizden bu kişilerle ilgili fotoğraf istenildiğinde hemen, en az on fotoğraf verebilmeliyiz. Bu nedenle birbirinizin güzel fotoğraflarını çekin.
Yeni gezilerde buluşmak dileği ile böyle güzel bir günü birlik Fotoğraf Uygulama gezisinde bizleri buluşturduğu için FSK’ ya teşekkür ederiz.

FSK “FOTOGRAF SANATI KURUMU”
GÜNÜBİRLİK FOTOGRAF UYGULAMA GEZİSİ
SAFRANBOLU 17 Ekim 2021, Zeynel Yeşilay