KENT FOTOĞRAFLARI, DEPREM VE FOTOGRAFİK HAFIZA

1960, Malatya

Kent fotoğrafları, fotoğraf tarihimizde, fotoğrafın popülerleşmesi açısından portre fotoğrafları kadar önemli bir rol üstlenmiştir. Ülkemiz fotoğraf stokunda olduğu gibi, evlerimizde de, aile fotoğrafları dışında albümlerimizin önemli bir bölümünü kent fotoğrafları oluşturmaktadır.

Fotoğrafla tanışmamızın, ilgilenmemizin belki de sevmemizin önemli motiflerinden biri olmuştur bu kent fotoğrafları. Çoğunun fotoğrafçısını bilmeyiz, genellikle bayram tebrikleri, asker mektubu ve asker fotoğraflarının eklentileri, yaşanılan kentlerin tanıtımı veya özlemi gibi vesilelerle hayatımıza girmiştir. Posta Kartları gibi de kullanılmıştır. Bu fotoğraflardaki kentleri; evlerde misafir odasında duran bir büfenin camı arasında sıkıştırılmış dururken görmüş, ya da bir dükkanın duvarında asılı bir çerçevenin içinden izleyerek de tanımışızdır. Yine bu fotoğraflarla bu kentlerin içine girip, düşlerimizde gezmişizdir.

Hayat kendi seyrinde, hay-huyu, çelişkileri ve değişim ritmiyle devam ederken şairin dediği gibi bir tel kırılıyor, kopuyor ve ahenk tümüyle kesiliyor. Deprem gibi, 6 Şubat 2023 depreminde yok olan, enkaz olan kentlerimiz gibi. Fotoğraflarımız da öksüz kalıyor.

Artık; şimdiki göçüklerin altında yüzlerce yıl önceki gibi zamanın sırlarını saklayan mermer sütunlar, taş işlemeler, ahşap oymalar bulunmuyor. Ufalanmış betonlar, yassılaşmış, tanınmaz beyaz – kahverengi eşyalar ve belki de parçalanmış uzuvlar. Kepçelerle un ufak halde gözden ırak bir başka yere taşınan molozlarla, bundan böyle; coğrafyanın yeni enkaz dağları veya dolguları oluveriyor.

Kentler de yaşayan birer organizmadır; büyür, gelişir, değişir, savaşır, eğlenir. Bu süreçlerde kentler, biriktirdikleriyle birlikte dokusunu ruhunu oluşturur.

Depremler, yalnızca o kenti, insanlarını, halkını göçük altında bırakmaz. Kentin ritmini, kültürünü, ışığını, aurasını da birlikte göçük altında bırakır.

Her sanat alanında olduğu gibi, fotoğrafta da popülerleşen çalışmalar, önemi yeterince değerlendirilmeden; zaman zaman görmezden gelinebiliyor. Klasikleşme eğiliminde olan çalışmalar arasında dikkatten ilgiden uzak kalabiliyor. Geçen yüzyılın ilk yarısından itibaren yaygınlaşan kent fotoğrafçılığı nedeniyle neredeyse Anadolu’nun tüm kentleri ve büyük kasabaları fotoğraflanmıştır. Siyah-beyaz çeşitli boyutlarda baskılı bu fotoğraflarlar halkın yoğun ilgisini ve sevgisini kazanmıştır. Bu durum, Anadolu, taşra Fotoğrafhaneleri için de ayrıca ticari bir hareketliliğe neden olmuştur. Hatta ünlü İstanbul Fotoğrafhaneleri bile bu hareketliliğe daha özenli çekimler ve daha büyük baskılarla katılarak çok daha büyük paylar almışlardır.

Günümüzde, “kent fotoğrafları” artık popüler bir alanda değildir. Yerini, düğün fotoğrafları, instagram fotoğrafları gibi alanlara kaptırmış durumdadır. Ancak, artık daha farklı ve önemli bir avantaja sahiptir. Pek çok fotoğrafçının gözdesidir, özgürlük alanıdır “kent fotoğrafları”. Kendi özgün yorumları ve kadrajlarıyla çektikleri bu kent fotoğrafları; çoğunlukla fotoğrafçıların kendi arşivlerinde durur veya dar alanlarda paylaşılır ve izlenir. Bu değerli yastık altı “kent fotoğrafları” sayısının düşünemeyeceğim kadar çok olduğunu gözlüyorum.

İşte tam da bu yüzden, kentlerimizin depremlerle yok olduğu bu günlerde; “ kent fotoğrafları” konusuna dikkat çekmek istedim. Fotoğrafların hızla çoğalma ve yayılabilme yetisi ve üretim formatı onu pek çok çalışmada belge olarak kullanılabilir değerli bir görsel kılmaktadır.

Fotoğraf dernekleri, fotoğraf öğretirken, eğitirken genellikle ışık eksenli, kadraj eksenli olarak bile olsa bir plato olarak bulundukları kentleri bolca fotoğraflarlar. Balat gibi, Kale gibi şanslı bölgeleri vardır bazı kentlerin.

Ülkemiz; Fotoğraf Dernekleri, üyeleri ve örgütsüz fotoğrafçılarıyla birlikte geniş üretken bir ağa, ancak dağınık, sistemsiz, kütüphaneleşememiş ve korunamayan, fakat zengin bir “kent fotoğrafları” stokuna sahiptir. Çelişik, karmaşık, kırılgan ve güvensiz bu stok bir taraftan artarken, diğer taraftan erimekte bir başka enkazın altında kaybolup, yok olup gitmektedir. Elbette ki bu durum kamusal bir sorundur. Sahibi ve çözücüleri; öncelikle Fotoğraf Dernekleri, Belediyeler, Şehircilik ve Kültür Bakanlıkları gibi kuruluşlardır. Ve elbette bir tarafında da fotoğrafçılar vardır.

Ömer Zafer GÖKTÜRK

Mart 2023

ANNELİK

Merhabalar, ben Derya Yazar. Güzel Sanatlar Uzmanı ve EFIAP onur unvanlı fotoğraf eğitmeniyim. Nevşehir’de yaşıyorum.

Bu ayın fotoğraf teması olan ANNELİK benim de içinde bulunduğum bir alan. Ben de bir erkek evlat sahibiyim. Çekeceğiniz fotoğraf herhangi bir portre değildir. Fotoğrafçı için en zor konulardan biriyle karşınızdayız. Dünyaya “evlat” denen bir eser meydana getirmek zor zanaattır yani ustalık ve hüner gerektirir. Anne çocuğun örnek aldığı rol model ve ilk öğretmendir. Onun vatana millete faydalı olmasını, tüm canlıları sevmesini, çevreye duyarlı olmasını ve dürüstlükten ödün vermemesini sağlayandır. Bunu yapabilmesi için de tüm bu özellikleri öncelikle kendi bünyesinde barındırmak zorundadır.

Sizlere kendi fotoğraf tarzımda ilgili bazı bilgiler paylaşmak istiyorum. Yansıttığım fotoğraflarda samimiyeti çok önemserim. Kurgu dahi olsa modellerin beni unuttuğu anda denklaşöre basararak onların doğal hallerini izleyiciyle buluşturmayı tercih ederim.

Çekmek istediğim konunun, ilk kez gördüğüm bir sokakta çekim yapacak olsam bile, mutlaka kadraj içindeki ışık açısını, arka planını, ufuk çizgisini, grafiğini, renklerini, dengesini, sadeliğini, kritik anını ve altın kesiminin uygunluğunu doğru kurgulamaya özen gösteririm. Konunun kompozisyonu ve ışığın açısı benim için netleştikten sonra, çoklu pozlama yöntemiyle art arda birçok versiyonu RAW formatında, manuel modda diyafram, enstantane ve ISO’ yu her kare için -1 stop koyu pozlarım.

Gezi fotoğrafları haricinde, çekmek istediğim konuyu önceden belirleyip detaylı bir araştırma yaparım. Sanat tarihinde bu konuyla ilgili eserleri incelerim. Konunun uzmanlarıyla fikir alışverişinde bulunur, yol haritası belirler ve bir liste çıkartırım. Modelleri ve mekânı belirlerim. Farklı açılardan mekânın ışığını en verimli nasıl kullanırım bunu cep telefonu ile ön izleme yaparak belirlerim. Konu dış mekânda ise reflektör, iç mekânda ise harici aydınlatma desteğinden faydalanırım. Genellikle tripod kullanırım.

Fotoğrafın çekim işlemi tamamlandıktan sonra photoshop programında aydınlık oda çalışmalarına başlarım. Çoklu çekimin tamamını Camera-RAW’da açıp en doğal olanı seçerek onu büyük bir titizlikle işlerim. Kullanıma hazır hale gelen fotoğrafları konularına göre ayrı ayrı dosyalarda muhafaza ederim.

Klişedir ama doğrudur; iyi fotoğraf çekebilmenin temelinde belli bir birikimin ışığında yapılan seçimler yatar. Fotoğraf güzelse bu fotoğrafçının başarısıdır. O fotoğrafçı doğru yerde, doğru anda, doğru kompozisyonla, sabırla, netlik ayarı ve pozlamasını doğru yapmış demektir.

Bana göre fotoğrafçının en önemli meziyeti ışığı tanıma ve görme yetisini geliştirmesidir. Okuduğu kitapları, izlediği filmleri istediği zaman fotoğraf olarak üretebilmesidir.

Fotoğraflarınızda, annelik duygusunu en doğal haliyle yansıtabilmesi için modelinizle çok iyi iletişim kurmalısınız. Tüm katılımcılardan buram buram sevgi kokan, ANNELİK fotoğraflarınızı bekliyoruz. Sağlıkla, sevgiyle bol fotoğraflı umutlu günler diliyorum.

Derya YAZAR ATASEVER

Mart 2023

KALE’NİN ALTIN ÇOCUKLARI
FOTOĞRAF ÖĞRENİYOR

FSK (Fotoğraf Sanatı Kurumu) Derneği olarak Gaziosmanpaşa Soroptimist Kulübü ile ortaklaşa yürüttüğümüz ve eğitmenliğini derneğimizin yönetim kurulu üyesi, aynı zamanda eğitim birimi sorumlusu olan Sayın Murat Berkyürek’in yaptığı, Kale civarında yaşayan çocuklar için fotoğraf eğitimi projemiz 5 Kasım 2022 tarihinde başladı. 8-12 yaş aralığındaki 13 çocuğumuz ile ilk buluşmamız yine aynı gün çocukları bize ulaştıran Sayın Erkan Kaptan’ın Kale bölgesindeki mekanında gerçekleşti. Öncelikle birbirimizi tanıdık ve eğitim süresince neler yapacağımızı konuştuk. Her biri birbirinden heyecanlı ve meraklıydı. Belki de ilk kez fotoğraf ile tanışacaklardı ama sordukları sorularla daha ilk günden bizleri kendilerine hayran bırakmayı başarmışlardı.

6 haftalık eğitim programımızın ilk haftasında çocuklarımıza öncelikle temel fotoğraf üzerine teorik eğitim verdik. Sonraki haftalarda ise her birine Compact fotoğraf makinesi vererek sahada uygulama eğitimlerine başladık. Kale civarındaki sokakları dolaşarak fotoğraf makinesi nasıl tutulur, fotoğraf çekerken nelere dikkat edilir, doğru fotoğraf nasıl çekilir, kompozisyon kuralları nelerdir vb. gibi konuları anlatarak çekimler yaptık. Neticede her biri çok iyi fotoğraflar üreterek başarılı oldular.

6 hafta nasıl geçti anlamadık, dolu dolu aynı zamanda da eğlenceli anlar yaşadık. Çocukların her biri başka alanlarda da gösterdikleri yeteneklerini bizlere sergileyerek eğitim boyunca yüzlerimizde kocaman birer gülümseme ve kalplerimize sıcacık bir sevgi bırakarak her ders sonrasında bizleri uğurladılar.

Eğitimimiz 25 Aralık 2022 tarihinde, yeni yılın da yaklaşması sebebiyle eğlenceli bir parti ile nihayete erdi. O gün, çocuklarımızın çekmiş olduğu fotoğrafların sunumu eşliğinde bolca alkışın ardından her çocuğumuza katılım ve başarı sertifikası verildi. Onların meraklı bekleyişine ve heyecanlarına şahit olmak hepimiz için ayrı bir heyecan ve mutluluktu.

Sonrasında Soroptimist Kulübü’nün değerli üyelerinin kendi el emekleriyle hazırlamış olduğu birbirinden lezzetli yiyeceklerle donatılmış bir masa karşıladı bizleri. Ardından pasta kesilip çocuklara hediyer dağıtıldı. Müzikli, eğlenceli ve keyifli bir günden arda kalan, orada bulunan herkesin yüreğine dokunan 13 çocuğun gözlerindeki sevgi dolu ışıltı ve onların gurur verici başarısı oldu. Kendi deyimleriyle, Kale’nin Altın Çocukları’ nı tanımaktan ve onlara fotoğraf anlamında sağladığımız katkıdan dolayı derneğimiz adına mutluyuz. Onların da kalplerinde yeşeren fotoğraf sevgisinin devamı için her zaman destek olacağımızın da sözündeyiz.

Bu proje kapsamında; derneğimiz başkanı Sayın Sevgi Köylü Haliloğlu’na, GOP Soroptimist Kulübü başkanı Sayın Filiz İpek’e, Soroptimist Federasyonu Toplum Eğitim Merkezi başkanı Sayın Şule Çınar’a, eğitmenimiz Sayın Murat Berkyürek’ e, çocuklarımızın eğitim giderlerini karşılamak üzere açılan sergide fotoğraflarıyla yer alan derneğimiz üyelerine, her hafta çocuklarımız için kahvaltı hazırlayan emekçi Soroptimist Kulübü çalışanlarına ve üyelerine, gönüllü olarak çalışmalarımıza katkı sağlayan tüm fotoğraf dostlarına ve çocuklara ulaşmamıza vesile olan Erkan Kaptan’ a sonsuz teşekkürlerimizle…

Seda Felekoğlu

Aralık 2022

SPOR

Spor fotoğrafçıları, günümüzde bir endüstri haline gelen sporun, kitlelere ulaştırılmasında önemli bir paya sahiptirler. Hem anlık hem de estetik görüntüler yakalayarak bir hikaye anlatmaya çalışırlar. Dolayısıyla spor fotoğrafçıları, profesyonel bir gözle bakmak ve bir sanatçı gibi de düşünmek durumundadırlar. Spor fotoğrafçıları, özellikle bir branş üzerine yoğunlaşanlar, oyunun kurallarını da bilmelidir. O spor dalı ile ilgili her türlü bilgiyi ve gelişmelerle ilgili haberleri de takip etmelidir. Elbette oyuncuların karakterlerini ve davranış biçimlerini iyi bilen bir spor fotoğrafçısı daha başarılı olur. Sadece oyun içi çekimleri değil, oyun öncesi ve oyun sonrasını da çekime dahil etmelidir. Hem sporcuların, tem teknik heyetin, hem de seyircilerin üzüntülerini ve sevinçlerini de ihmal etmemesi gerekir.

Spor fotoğrafçısı, kritik bir anı yakalayabilmek için ne olacağını ne zaman olacağını ve nerede olacağını bilmesi gerekir. Spor tarihinden örnek vermek gerekirse; 1878 yılında dörtnala koşan bir atın ayaklarının yerden kesildiğini İngiliz fotoğrafçı Eadweard Muybridge bir dizi fotoğraflarla anlatmıştı.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı Eadweard-Muybridge.jpg

Dorando Pietri’nin 1908’deki ilk Olimpiyat maratonunda bitiş ipini geçerken yaptığı son hamle anının fotoğrafı, en popüler fotoğraflardan birisi olmuştu. 1920’de kadın tenisçi Suzanne Lenglen’in tenis topuna hamlesini gösteren fotoğraf, doğal ışık koşullarında gerçekleştirilen hareketli bir anın, doğru hızda pozlanmasına iyi bir örnektir.

John Dominis,1968

1968 yılında Mexico City’de yapılan Olimpiyat Oyunları’nın ikonik fotoğraflarından birisini John Dominis çekmişti. Bu fotoğrafı önemli yapan olay; 200 metre yarışında kürsüye çıkan üç sporcudan ikisi, siyah eldivenli yumruklarını havaya kaldırmasıydı. Siyahi sporcular gözleri yerde, ABD’ne ve oyunların protokolüne bir protesto göndermesi yapmışlardı. Böylece sporcuların güncel olaylara bakışı da görüntülere yansımaya başlamıştı. Spor fotoğrafçısının hisleri sonuna kadar açık olmalıdır. Kurallar dahilinde yapılan hareketler yanında, yaşanan talihsiz kazalar da dahil olmak üzere hemen her olay spor fotoğrafçısının zihninde canlanmalıdır. Birkaç örnek vermek gerekirse, kısa mesafe koşularında altı Olimpiyat Altın Madalyası kazanmış, tüm dünyanın tanıdığı bir atlet olan Jamaikalı Usain Bolt’un kendisine özel hareketi, Mesut Özil’in yeğeni doğduğunda baş parmağının ağzına götürmesi, dört yaşındayken babası gözleri önünde öldürülen Juan Cuadrado’nun işaret parmakları ve gözleri göğe bakarak, attığı tüm golleri babasına armağan etmesi, Andy Johnson’un işsizlere dikkat çekmek için parmaklarıyla yaptığı A harfi gibi birçok sembol ve kritik anlar fotoğrafçılar tarafından izleyiciye iletilir.

2023 yılının Ocak ayında ’’Spor’’ konulu Ayın Fotoğraf Etkinliği’ni değerlendireceğiz. Spor fotoğrafını değerlendirirken öteden beri bildiğimiz-öğrettiğimiz kriterleri esas alarak bir sonuca varmaya çalışacağız. Öncelikle bize ne anlatıyor? Yapılan spor eylemi ile ilgili ipuçları veriyor mu? Kritik an, ışık, kompozisyon, alan derinliği, ritm, dinamizm, ifade, fiziksel özellikler ve sunum dikkat edeceğim başlıca hususlardır.

Fikret ÖZKAPLAN

İZ

Claude Monet’yi düşünüyorum. Paul Cezanne’ı, Degas’ı, Pisarro’yu düşünüyorum. Nasıldı onların tabloları? Aristo’nun Mimesisi mi, ya da realistik mi? Yoksa gördüklerinden zihinlerinde kalan mı? İz mi?..

Aykut FIRAT

Platon’un mağarasında görünen gölgeler nedir, gerçeklik midir? İz mi?

Yoksa Antik Yunan’da Sisifos’a verilen; Sonsuza dek taş yuvarlamaya mahkûm edilmesi ile her seferinde hedefe yaklaşan taşın aşağıya düştüğünde geride bıraktığı, iz mi?

Kızılderili yerlilerin, yere bir şeylere bakıp onu takip ederek hedefe ulaşmalarının kaynağı nedir? İz mi?

Aykut FIRAT

İz bir işaret ya da belirti mi? Bir hedef veya rota için grafik, çizimler, resim, fotoğraf ve ipucu mu?

Delil, kanıt, yara izi, doğum izi mi? Karda, çamurda ayakkabılarımın bıraktığı mı? Patinaj mı? Bir yelkenlinin dümen suyu mu?

Diyelim ki izi buldum. Yeterli mi?! Hayır. Bu defa Fotoğrafın temel ilkeleri ve dili ön plana çıkmayacak mı?! Roland Barthes’in “Punctum’unu bulabilecek miyiz? Görsel gösteren yeterli mi, yoksa yan anlamı, kültürel gösterilenleri arayacak mıyız?

Pisagor’un geometrisini nerede arayacağız?

Peki nesneler ve bağlamları üzerinden gitmesek, Kazimir Maleviç’in siyah karesi gibi soyut veya kavramsal olanları tek karede anlamak mümkün olabilecek mi?

Fotoğraflarınıza bakacağım. Bunları arayacağım, sonra gözlerimi kapatıp sessizliğin müziğini dinleyerek onları hatırlayacağım…

Peki iz, sizin fotoğraflarınızın bende bıraktığı ise, o zaman ne olacak?

Aykut Fırat

27.05.2022 Ankara

SOKAK SENİ ÇAĞIRIYOR: HACI BAYRAM VELİ CAMİİ VE ÇEVRESİ

Sevgi Köylü HALİLOĞLU

Sokak Seni Çağırıyor! mottosuyla;

yola çıkarak 24 Nisan 2022 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde Ankara içi turlarımızın bu seferki durağı Ankara’ nın sembol mekanlarından biri olan Hacı Bayram Veli Camii ve çevresindeki sokaklar oldu.

Oldukça güneşli ve yaz sıcaklarını aratmayacak bir günde bu tarihi caminin avlusunda toplanarak etkinliğimize başladık.

Hacı Bayram Veli Camii Ankara’ nın en önemli camilerindendir. Bulunduğu mekan itibari ile de etrafında pek çok tarihi doku ve eser yer almaktadır. Cami Ankara’ nın en eski yerleşim yerlerinden olan, Avrupa şehirlerinin pek çoğunda görülen “Old City” denilen Ankara’ nın Old City’ si tabir edebileceğimiz Ulus semtinde bulunur.

İlk yapılış tarihi hicri 831 yılı (1427-1428) olan caminin ilk mimarı Mimar Mehmet Bey hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Günümüzdeki mimari yapısı XVII. ve XVIII. yüzyıl camilerinin karakterlerini taşımaktadır. Uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahip olan yapı, taş kaideli, tuğla duvarlı ve kiremit çatılıdır. Camii ahşap ve ahşap üzerine kalem-işi süslemeleri, çini süslemeleri bakımından da oldukça zengin bir yapıdır. Cami içindeki ahşaplar üzerinde Nakkaş Mustafa Paşa’ya ait boyama nakışlar vardır. Caminin güneydoğu duvarında iki şerefeli bir minare bulunur. Bu minare kare planlı taş kaideli, silindirik tuğla gövdelidir. 1714 yılında Hacı Bayram Veli’ nin torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edilmiştir.

Cami ve çevresine Hacı Bayram denilir ve bu ismi, caminin güney duvarına bitişik Hacı Bayram Veli türbesinden alır. Caminin doğu duvarı da Augustus Tapınağına dayanmıştır. Roma döneminin önemli yapıtlarından biri olan Augustus Tapınağı, İmparator Augustus’ un vasiyetnamesinin tapınağın duvarlarında yer alması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu özelliği ile de yabancı turistler tarafından büyük ilgi görmektedir. Milattan önce 25-20 yılları arasında Galatlar tarafından inşa edilen tapınak, İmparator Augustus’ a olan şükran borçlarını ödemek için inşa edilmiştir. Ön yüzünde 8, yan kısımlarında 15 sütun bulunan tapınakta dönemin Roma mimarisinin izlerini görebilirsiniz.

Hacı Bayram ve çevresi Ankara’ da yaşamış pek çok kültürün (Roma, Selçuklu, Osmanlı) izlerini bir arada görebileceğiniz, bu yönü ile de medeniyetlerin iç içe olduğu, sevgi ve hoşgörü kültürünü temsil eden oldukça önemli bir mekandır.

Cami avlusunun hemen altında yer alan çarşı ve rekreasyon alanı fotoğrafçıların ilgisini çekebilecek grafiksel detaylar ve kemerli yapılar, ışık, gölge ve yansımalar ile ekibimizin de dikkatini çekmeyi başardı doğrusu.

Caminin arkalarındaki sokaklara doğru ilerlediğimizde tipik eski Ankara evlerinin özelliklerini yansıtan pek çoğu restore edilmiş konak tarzı evler ve dar sokaklar fotoğraf ekibine çekim için güzel kareler sunmaya yetti.

Bu ayki sokak gezimizi de bu tarihi sokaklarda yer alan bir kır kahvesi tadındaki çay bahçesinde keyifli bir sohbet ve dost sıcaklığı içerisinde tamamlayarak, huzur içerisinde evlerimizin yolunu tuttuk. Bizimle birlikte Ankara sokaklarında gezmeyi seven bütün dostlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

24 Nisan 2022

MAKRO FOTOĞRAF

Kazım Çapacı

Makro fotoğraf, objenin 1:1 ya da daha üstünde bir büyütmeyle fotoğraflanmasıdır. Makro fotoğraf günlük yaşamın kargaşası içinde dikkatimizi çekmeyen, çıplak gözle göremediğimiz ayrıntıları göz önüne serer. Makro fotoğraflar sayesinde tüm ayrıntıları görebiliriz. Özellikle doğal hayat makroları önemli birer belgedir. Hele doğal hayatın giderek yok olduğu bir çağda, çekilen her fotoğraf geleceğe bırakılan önemli bir belgedir. Torunlarımızın, hatta çocuklarımızın bu canlıları göremeyebileceğini bilmek acı olsa da. Günümüz cep telefonu şipşak fotoğrafçılığı çağında fotoğraf çekmek pek kolay görünse de, özellikle makro fotoğraf çekmek önemli ölçüde temel fotoğraf bilgisi gerektirir. Işık, kompozisyon, diyafram, enstantane, ISO, net alan derinliği, pozlama gibi temel bilgilere iyi düzeyde hakim olmayı gerektirir. Makro fotoğraf çekmek için kullanılan lenslerin en önemli özelliği çok yakından netleme yapabilmeleridir. Bu sayede objeye daha çok yaklaşarak çekim yapabilirsiniz. Bu amaçla en sık kullanılan lenslerin odak uzunlukları 90-105 mm arasındadır. Yaklaşık bir değer vermek gerekirse obje ile görüntüleme arasındaki uzaklık 30 cm, obje ile merceğin ön ucu arasındaki mesafe 8-10 cm kadardır. Eğer daha da yaklaşmak isterseniz bu kez close-up filtre kullanmak gereklidir. Bu filtrelerin kullanımının fotoğraf kalitesinde bir ölçüde kaybı (çok yaklaşmak uğruna) göze almak anlamına geldiği de unutulmamalıdır. Nadiren de olsa iki close-up filtreyi üst üste takarak çekim yaptığım da oluyor. Doğada makro çekim sıklıkla yerlerde sürünmeyi gerektirdiğinden buna uygun kıyafetler giymekte de yarar var. Makro çekim sırasında açık diyafram değerleri alan derinliğinin genellikle istediğimizden az olmasına neden olacaktır. Kısık diyaframlarda (f11-18 gibi) çok yaklaştığınız ve size hafif yan duran bir çekirgenin gözlerinden birinin net alan derinliği arasında kalmasına şaşmamak gerekir. Diyaframı daha da kısmak buna görece çözüm getirir. Ama bir de close-up kullanıyorsanız ya da objeniz birkaç milimetrelik bir böcekse f20’ler bile kurtarmayabilir. Bu durumda değişik bölgelerden netleyerek fazla sayıda çekim yaparak sonra bunları dijital olarak birleştirme yoluna gidilebilir. Elbette çoğu kez böceklerin buna izin verecek kadar hareketsiz kalmadıklarını da unutmamak gerekir.

Diyafram değeri sayısal olarak ne kadar arttırılırsa, makineye girecek ışık da azalacağından bu durumda perde hızınızın düşmesi gibi önemli bir sorunla karşılaşırsınız. Doğal ışıkla çalışmayı seçtiyseniz bu durumda yapılacak en iyi şey ISO arttırmak ve/veya yansıtıcılarla böceğin üzerine ışık düşmesini sağlamaktır. Ek olarak tripod ya da monopod kullanmak düşük perde hızında görece daha rahat olmanızı sağlayabilir. Tripodla kelebek peşinde koşmanın zorluğunu da unutmamak gerekir. Benim tercihim f11- 18 arası diyaframlarda, 1/250 gibi bir perde hızıyla çalışmak genellikle (elbette hareketi yakalamak istediğinizde daha düşük perde hızları, hareketi dondurmak istediğinizde ise daha yüksek perde hızları kullanmak gerekir). Bu değerlerde doğal ışık yüksek ISO değerlerinde bile yetersiz kaldığından flaşla çekmeyi yeğliyorum. Bu amaçla sıklıkla ring flaşlar kullanılır. Ama bu flaşlar önden patladıklarında arkada genellikle sert bir gölge oluşturduklarından, yönleri ve açıları ayarlanabilen ikiz flaş kullanmayı yeğliyorum. Işık ölçüm modunu da noktasal (spot) alıyorum. Flaş kullanımında önemli bir sorun özellikle kın kanatlı böceklerde ya da beyazı fazla olan kelebeklerde ışığın patlaması. Bu durum eksi pozlama ya da daha iyisi ETTL sistemli bir flaş kullanmaktır. Bu sistem, deklanşöre basarken objeye olan uzaklık ve ışığa göre flaşı ayarlar. Ben buna ek olarak genellikle bir flaş yumuşatıcı (diffuser) de kullanıyorum. İkiz flaşım için orijinal diffuser var ama tepe flaşı kullandığım zamanlarda bu yumuşatıcıyı plastik ayran kutusundan yapar, hatta içine bazen kağıt mendil de eklerdim.

Flaş kullanımı, objenin hemen arkasında bir şeyler yoksa (çekim açınızı değiştirerek de bunu sağlayabilirsiniz) siyah arka planlar elde etmenizi sağlar. Yaban hayat fotoğrafçılığına kuşlarla başladım. Daha sonra baktım ki kuş peşinde koşarken nice çiçeği, böceği, örümceği gözden kaçırmışım. Kuş çekerken gözüm sürekli havada olurdu. Makroda ise genellikle gözünüz yeri tarar. Küçük bir alanda oturup saatler boyunca fotoğraflayacak şeyler bulursunuz kolaylıkla. Bir çiçeği fotoğraflarken, yaprağın birinin arkasından bir örümcek kendini gösteriverir. Fotoğrafladığınız çiçeğin üzerine bir böcek konuverir. Doğada zaman geçirmek tadına doyulmaz keyif verir. Fiziksel olarak yorucu olsa da ruhunuzu dinlendirir. Böcekleri fotoğraflamada ufak ipuçları daha kolay ve güzel fotoğraf çekmenizi sağlayabilir. Kelebekleri fotoğraflamanın en iyi zamanı, geceki çiğ kanatlarını ıslatmışken, kanatlarını açarak güneşte kuruttukları güneşin erken saatleridir mesela. Isındıktan sonra sizi çok peşlerinde koşturur, süründürür ama doğru düzgün poz vermezler. Bu zamanlarda beslenme ya da çiftleşme sırasında cömert pozlar verebilirler. Çiçek fotoğraflarken ise çoğu kez gösterişli olan çiçeği fotoğraflamak yeğlense de, bitkiyi tanımlamak için tamamını, yaprak detaylarını, mümkünse meyvesini çekmek de tanım için çok yol gösterici olacağından önemlidir.

Elbette doğal hayat fotoğrafçılığın tüm dalları gibi makroda da temel ilke zarar vermemek olmalıdır. Herhangi bir canlının yaşamasına, beslenmesine, üremesine neden olabilecek herhangi bir müdahaleden kesinlikle kaçınılmalıdır. Böceklerin üzerine sprey sıkmak gibi kesinlikle yapılmaması gereken şeyler yerine sabah üzerlerinde çiğ olan saatleri ya da hemen yağmurdan sonra güneşin parlayıverdiği anları seçmek gerekir. Yağmurdan sonra bir örümcek ağını fotoğraflamanın tadına doyulmaz. Elbette ki benim temel uğraşım canlıların makro fotoğraflarını çekmek olsa da, makro fotoğraf bununla sınırlı değil. Küçük her nesnenin makro fotoğraflanması mümkün. Söz gelimi damla fotoğraflamak bunların başında gelenlerdendir. Makro düzeye indiğinizde gerek canlı, gerek cansızlarda bambaşka bir dünyaya ulaşacağınız kesin. Bu dünyayı bol bol fotoğraflayarak keyfini çıkarmanız dileğiyle.

Kazım ÇAPACI

Mayıs 2022

PROF. DR. KAĞAN OLGUNTÜRK İLE TÜRK BELGESEL SİNEMASI ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

Fotoğrafın doğasından doğan hareketli görüntü sinemayı bir uğraşı ve sanat olarak var etti, bu sanat ve uğraşı biçimi ana gövdesini örüleyen görüntü zamanla felsefe, kuram ve biçem olarak alt dallar verdi bunlardan belge ve belgesel filmin Türk belgesel sinemasında yerini, güncel kavramlarını Akademisyen, Sinema emekçisi, Fotoğrafçı, Yönetmen olan KAĞAN OLGUNTÜRK ile Filmleri üzerinden bir video mülakat yoluyla anlamlandırma çalışması yapmaya çalıştım.

Belgeselin Sinema Tanımı: Fotoğrafın Fransız bilimler akademisinde ilan edildikten sonra Lümier kardeşlerin çektiği Lümier fabrikasından çıkan işçiler filmi ilk belgesel kabul edilir. Belgeselin tanımına ilk olarak John Girerson The Newyork Sun gazetesinde yazdığı makalesinde rastlıyoruz.  (Özgen, Kurtuluş, 2017: s 6)

Belgesel tarihsellik ve gerçeklik ilişkisi kurma yöntemlerinden görsel işitsel olması tanıklıklar barındırması acısından en işlevsel olanıdır. 

Gerek tarihsel gerek doğa içerikli gerekse sosyal içerikli olsun inşaları ve kültürleri aşan bir anlatıma sahip belgesel her insana gerek izleyici gerek konu olarak temasta bulunur. İletişimsel olarak güçlü bir argüman olan sanat açısından da belgeseli tanımlayabilmek mümkündür.

Birey ve toplumun zihinsel derinliklerine kolayca ulaşabilme olanağı günümüz teknoloji imkanları dahilinde daha da kolaylaşmıştır. Belgeselin bu durumu avantaj mı dezavantaj mı?  Etkili bir kitle eğlence ve eğitim aracı mıdır? Özünde bellek ve belge olmasına rağmen dezenformasyon tehlikesi de taşıyan bir silah mıdır?

Evrenselliğin bahçesine algı kapılarını aralayabilen gerçekliği yaralayabilen birtakım ilişkiler ağına da maruz kalması, dijital (görsel materyal) manipülasyonun yaygınlaşması internet ve yayın imkanlarının artmasının belgeselin sosyal kültürel ekonomik ve demokratik gerçekliliğine etkisi var mıdır bu soruların odağında Türk Belgesel Sinemasının durumu araştırmanın amacını oluşturmaktadır.

Türk tipi belgesel stili var mıdır?

Bilemiyorum, bir şey söyleyemem, Yurtiçi ve yurtdışı festivallere jüri üyesi olarak katılıyorum ve farklı tarzların varlığını görüyorum ama bütünlük yok, nasıl gönderilir bilmiyorum ama Türkiye’de festivallere film göndermiyorum nasıl gönderilir de bilmiyorum.

Bir Hoca der aklında bir yerde kalır anlam vermezsin ama aklında kalır.

Sanırım mastır da bir hocamız demişti ‘’bazı film okullarında öğrencilere film izletmezler izletince filmi örnek alır yaratıcılığı körelir demişti’’ saçma gelmişti ilk başlarda ama önemli. Aklımda ki cümlelerden biridir.

Benim bakış açımı etkileyen okula workshopa gelen Süha Arın oldu. Filmlerimin onun filmlerine benzediği söylenir. Ama hiç filmlerini izlemedim ama onu dinledim belgesel sinemamı onun kurduğu yapıya göre kuruyorum onun sistemini kullanıyorum.

Türk belgeselciliğini dünya geneliyle kıyaslarsak nasıl bir fark ortaya çıkar?

Bilemiyorum, yurt içinde ve yurt dışında Sınıflandırmalar arasında fark görmüyorum. Konu belirleyici oluyor. Para kazananlar ile diğer yapımcıların farkı oluyor ‘’Faces in Ali’’ Hollywood ve büyük bütçeli film örneği LİONS GATE yapımı olduğundan farklı,  Burada ki sinemacılar da aynı bütçe ile aynı işi yaparlar. 

Türk belgeselinin kendine özgü özellikleri nelerdir belgesellerinizde bunları görebilmemiz mümkün mü?

Şöyle Bakıyorum. Kültürden bağımsız olamayız ben de bu kültürde bu toplumda yetişen biriyim o yüzden, bir de sanatın özgün biricik olması gerekir hem evet hem hayırdır. ERKUT FİLMİ Örneğinde olduğu gibi öyküyü ortaya koyarken ki mesaj da ortaya çıkar. 

Akademisyenlik dışında da STK’larda sinema ve belgesel eğitimleri verdiğinizi biliyoruz, STK’larda bu eğitimlerin verilmesi ile üniversitelerde bölümlerinin olmasının belgeselciliğe nasıl bir etkisi katkısı dezavantajı var mıdır?

Üniversitenin verdiği eğitimi dışarıda ki verilen bir eğitimle sınamak doğru değildir. Ama oradaki   insanlara motivasyonlarına göre bilgiler veriliyor. Üniversitenin dört yıllık olmasından dolayı meslek ediniyor diğeri ihtiyacını gideriyor öğrenmesi gerekeni öğrenip gidiyor Üniversite bunu yıllarca sorumlu tutuyor uygulama yapıyor o nedenle birkaç aylık eğitim ile aynı olmaz.

Türk Belgeselciliğinde bağımsız belgeselciliğin yeri nasıl duruyor?

Bağımsız olmayan belgeselci var mı? Bizde stüdyo sistemi yok.  Dolayısı ile belgeselciler bağımsızdır.

Bağımsız belgesellerin üretim, gösterim, izlenim olanakları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

TV kanalı azlığından kaynaklı kimse kimseye hatır için gösterim yapmaz belgesel mecrası çok sınırlı İZ tv, TRT örneği kendi filmleri üzerinden örneklemle. Dünyada örneği yok festivallerde aslında daha çok ödül tabanlı film yarışmaları olsa da imkan vardır.

Ben hiçbir festivale Türkiye’ de film göndermedim hatırladığım kadarıyla, yurt dışında ödül ve festivaller kapsamında gösterim imkanları oluyor.

Belgesel eğitimciliğinin gerekliliği var mı?

Zor bir soru sinema ve belgesel eğitiminin çok farkı yok.  Kurmaca ve sinemada kamera sarsıntısı dışında temel kamera kullanımı dışında çok önemli değildir. Buna benzer birtakım özgürlükler dışında farklar dışında bir fark yok. Öğrencilerin çok film izlemeleri ile birlikte üretmeleri.

Temel sinema bilgisi eğitimi verilmeli aslında komedi ve korku filmi çekmek arasında ki gibidir. Kullanılan teknik yöntem farklı değildir. Film çekmeyi bilen adam ikisini de çeker çünkü planları bilir.

Belgesel eğitimciliği yeterli midir?

Ben eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorum eğitim almayanlar bu işi yapamaz diyemem herkesi kendi klasmanında değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.

Eğitim alanla almayanı ayrı kıyaslamak lazım deneme yanılmayla kapıları açmak zaman alır. Hiçbir zaman da kapı açılmaya da bilir. Teknik ve teorik bilgi önemli etkili bir film çekmek için her ikisi de gereklidir.

Kamusal ve sponsor desteklerinin belgesele marjinal içerik ve yapısal etkisi oluyor mudur?

Cevap veremem ben öyle bir şey yapmadım hem yönetmen hem yapımcı oluyorum filmde o nedenle karar verici benim ama sponsorlar da eminim ki onlar da filmin iyi olmasını isterler o nedenle karşı da gelmem.

Tematik TV kanalları ve İnternet tabanlı yayınların artmasının Türk Belgesel sinemasına içerik ve işleniş bakımından etkisi var mıdır?

Paylaşımı mümkün kılıyor. Belgesel dışında da çok şey var o platformlarda izliyorum, Cep telefonu örneğin de ki gibi herkes belgeselci oldu diye bir şey yok öyle olumsuz düşünmüyorum.

Bence herkes çeksin daha güzel bir şey olamaz bütün dünyanın çekmeyi sevdiği bizler de çekiyoruz biz fark yaratabiliyorsak onur vermeli bize daha iyi çekiyorlarsa izleyip ilham alacağız.

Kamu yayıncılığı ilkelerine uyma, Ticari Yapımlar, yayın pazarının beklentisi belgesel filmlerin demokratikleşme ve bilgilendirme görevini zayıflatır mı?

Bilgi zaten kamu yararınadır o nedenle olumsuz düşünmüyorum belgeselci durum belgeler ve insanlara anlatır bu durum zaten kamuyu aydınlatmadır. Benim belgesellerim portre belgesel olduğu için böyle durumla karşılaşmadım.

Türkiye de başlı başına bir belgesel akademisi okulu olsa nasıl olurdu? Nasıl olmalı?

Olsa ne güzel olur Sinema okulunda ne anlatacaksın pratik bilgiler bir yılda biter geriye kalan üç yılda ne anlatacaksın o nedenle okullarda verilen eğitim uygulama yoğunlukludur.

Okullarda belgesele yönelenlere imkan sağlanıyor ben kendimi sinemacı olarak görüyorum ama kendimi belgesel sinema filmleri çeken biri olarak görüyorum.

TRT gibi kamu kurumlarının Türk Belgeselciliği üzerine ne gibi etkisi olmuştur?

Hangi yaş grubunda olduğuna bakıyor, benim yaş grubuma olmuştur çünkü tek kanaldı ve zaman zaman olurdu biz mecbur kalmasak ne gösterseler izliyorduk seçme özgürlüğümüz olsaydı çizgi film dışında bir şey izlemezdim bir sürü farklı program türünde yapımları orda izledik spor haber eğlence belgesel konser hepsini görüyorduk ve birkaç saatti ve hepsini görüyorduk başka seçme imkanı yoktu o nedenle illa ki az da olsa etkisi olmuştur.

Türk Belgesel sinemasında tarihsel ve toplumsal evrenin gerçeklik temsili ve epistemolojik dürüstlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu sosyolojik bir durum sen elli tane belgeselciye sorar onlardan aldığın yanıtı sen verebilirsin.   İster kurmaca ister belgesel olsun yüzde yüz gerçekten söz edemeyiz çünkü kamera açısı odak uzaklığı ile gerçeğin bir kısmını gösterirsin vicdanen yönetmenin söylediğine ne kadar gerçekçi gösterdiğine inanmak gerekir ama reklamların gösterdiği ürünleri yersen ölürsün belgeselcilerin yalan söylemediğine güvenmek gerekir.

Türk Belgesel Sineması Türkiye’de ne aşamadadır? (Teknoloji)

Teknoloji etkiledi önceden video kurgu yapmak mümkün değildi öyle bir bilgisayar, linear ya da online kurgu için time kod yazan kamera dahi arabadan pahalıydı DvD teknolojisiyle bir kalem ucuzladı şimdi daha ucuzladı şu anda kullandığım telefonun çözünürlüğü ilk profesyonel çalıştığım kameradan ve bilgisayardan çok daha iyi.

Yeni başlayan ve başlayacak olanlara önerileriniz neler olur?

Çok izlesinler ve de çok çeksinler bir konuya başlayıp bitirip bir film haline getirsinler uzun ya da kısa belgeseli sinemacı gözüyle izleyip dikkat ederek çok izleyip çok okuyup çok denesinler bilgi denenmelidir teorik pratik bilgi denemeyle geliştirilmelidir.

Belgesellerinizde Biçem, İçerik ve örüleme olarak kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Bir mesajım, olması gerekli konularım farklı da olsa mesajlarım vardır.  Fotoğraf ya da belgesel fark etmez fotoğrafı da severim filmlerimde 135 mm portre çekiyorum biyografiden ziyade portre belgeseller çekiyorum o insanın kim olduğuna dair bilgiler veriyorum onların nerede doğduğuna dair bilgiler vermiyorum PORTRE BELGESEL ÇEKİYORUM.

Etkisinde kaldığınız bir belgeselci var mıdır? Sizi etkileyen özelliği nedir?

Süha Arın Hoca ve Robert Flaherts Nanok of the North Belgeselinin sahibi ve bunların çektiği böyle şeyleri çekmek istiyorum dedim Süha Hoca bana belgeselin nasıl çekileceği çözümlemesini anlattı bundan etkilendim ve onun kurduğu film çatısını kullanıyorum.

Biyografik Belgesel film tercih etmeniz de ki sebepler nelerdir?

Portre fotoğrafı çekmemle aynı sebeple aynı bunu analiz etmek istemiyorum içimdeki sihrin kaybolmasını istemiyorum.

Belgesel filmler çekmeye nasıl başladınız?

Bir kaza sonrası sanatta yeterlilik dönemimde hastanede yatarken çalışanların mutsuzluğunu gözlemleyerek başladım. Herkes mutsuzdu yardıma ihtiyacım vardı ama herkes hayatından şikâyetçiydi o an mutluluk aklıma geldi mutluluk tabirini sorguladım ve büyük şeylerin arkasına saklanmadığını düşündüm ve buna uygun birini bunalarak çektim Usta filmimi çektim sağlığı bozuk eliyle ayakkabı yapan hijyenik ortamı olmayan eliyle ayakkabı yapan avcı biri karakteri ile başka bir dünyayı anlatıyım belgesel Usta filmimle oldu.

Belgesel filmlerinizde sosyal aktörleri seçerken nelere dikkat edersiniz, nasıl seçersiniz yaşamınızda yer edinmiş kişilerden mi seçersiniz?

Mesajıma uygun kişilerden arar bulur seçerim bana şöyle biri lazım dediğim enteresan kişi değil de şöyle mesajıma uygun biri lazım dedim İLİZYONİST BELGESEL FİLM hariç ondan sonra beni ben yapan kişileri çekmek istedim çünkü Sermet Erkin yüzünden sihirbaz olmak istedim.

Almış olduğunuz sinema eğitiminin belgesel çekmenize faydası oldu mu?

Şüphesiz her yerde söylerim ben her şeyi okulda öğrendim ama sunu da öğrendim sadece okuyarak değil yaparak da öğrenilecek bir konu olduğu için okulda öğrendiğimi setlerde denedim yazılı sonuç çıkmayınca sordum sonucu da sordum o şekilde öğrendim.

Kolektif mi çalışırsınız yoksa çekimden kurguya siz de dahil olur musunuz?

Kamera kullanır, ışık kurar, kurgu yaparım ama yönetmen setteki en ağır işi yapan kişidir. Yönetmenin kamerası ışığı bilgisayarı yoktur ama filmi o çeker geriye kalan herkes ona yardımcı olur ben Usta ve Konakta her şeyi ben yaptım diğer işleri mümkün olduğu kadar ekibimle yaparım artık mecbur kalmadıkça kameraya dokunmamaya çalışıyorum ama kurguyu kendim yapıyorum yaratıcı çözüler üretecek fikirlerimi çekip kurgulayacak birini tanımıyorum çünkü her şey bende.

Bağımsız yönetmen olabilmek zor mu?

Değil, rahmetli hocam Akademisyen olmamı sağlayan yönlendiren hocam parayla herkes güzel bir şey yapar önemli olan para olmadan ne kadar güzel bir iş yapabildiğindir derdi yaratıcılıkla çözmek gerekir para olmayınca Profesyonel kolektif çalışıyor ekibim ben mahcup olmadan onlar ne var sırada ne çekiyoruz diyorlar arkadaşça ortam gerginlik olmaz.

Uluslararası birçok ödülünüz var Türkiye’ de belgesel festivalleri ve ödüller hakkında düşünceniz nedir?

Büyük imkan bu konuda teknoloji üretenlere teşekkür borçluyuz o yenilikler olmasa ben hiçbir filmimi çekemezdim iyi bir telefonla iyi bir filmci olabilirsin Amerika ve Avrupa da vertikal 9-16 mobil cihazlarla çekilmiş film sinemaları var  Sanatsal organizasyonlarda kendimizi göstermemize festivalleri tanımımızı ve şartnameleri okumayı öğrendim Türkiye’de bir bilgiye de sahip değilim yurtdışında ve yurt içinde birçok festivalde jüri üyesiyim kalite bakımından yurtdışından fark görmüyorum hatta daha iyi görüyorum.

Çalışımlarınızda başarılar ve paylaşmış olduğunuz bilgiler için teşekkürler.

Yunus TOPAL

NOT: Bu Çalışma Doç. Dr Kurtuluş Özgen’in Türk Belgesel Sineması Adlı Lisans Üstü Dersi Kapsamında Hazırlanmıştır.

Baraka: Bir Garip Yok Oluş Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş.

Temel olarak hayatta kalma-aslında var olma- güdüsü düzleminde sıralanan beslenme, barınma, üreme, giyinme ve hatta kültürel/sosyal aktiviteler listesinde insan türünün belli bir aşama kaydettiğini biliyoruz.

Bunlardan barınma ihtiyacını karşılayan barakanın hikayesi ilk olarak yırtıcı hayvanlardan, hava şartlarından, soğuktan ve bazen sıcaktan kendini korumak isteyen insanın, mimari anlamda yaratıcılığını ve malzeme alanında doğayı kullanmasıyla başlar. Sonraları insanlar çoğunlukla dönemsel değişime uğrayan estetik göstergelere göre yapı ve yapı malzemelerini güncelleyerek günümüz barakalarını inşa ediyorlar.

Sonrasından önce, öncesini biraz daha açalım.

Part 1: Varmış.

İlk barakalar doğanın sunduğu mağara, ağaç kovuğu gibi doğal alanlardan oluşmuş. Sonraları tarımla beraber yerleşik ve toplumsal düzene geçilmesi, insanları bulundukları coğrafyanın yapı malzemelerinden faydalanarak barınak ihtiyaçlarını gidermeye yöneltmiştir. Genel olarak çamur, taş, çalı-çırpı ve bunun gibi malzemelerden tek oda ve oval formda olan bu yapılarda, ilk başlarda korunma ihtiyacına hizmet etsin diye kapı kullanılmamıştır. Kısa süre sonra “C” formlu barakalara geçilmiş, zamanla da kapılar, pencereler, çatılar, farklı malzemeler eklenmiştir.

Barınmanın var olmayla doğrudan ilişkisi, sadece insan türünde değil diğer birçok canlı türünde de geçerlidir. Bildiğimiz birçok canlı türü bu ilişki neticesinde ve kendi devamlılıklarını sağlamak amacıyla barakalar inşa etmişler. Ediyorlar. Tabi bu ilişkinin güçlü inşası doğa tarafından canlıya bahşediliyor. Bu yüzden türler, doğanın tehlikelerini yine doğanın sunduğu avantajlarla/imkanlarla önleme yoluna gidiyor.

Var oluşumuzun yegane sağlayıcısı, tarımın da zorunluluğu olarak yapay barakalarımızın hikayesi varlığımızın teminatı da oluyor o dönemlerde. Gelişiyoruz. Ekiyoruz, ticaret yapıyoruz, depoluyoruz, mevsimlere ve doğaya uygun ve uyumlu bir süreç işliyor. Barakalar bu süreç içerisinde faydası ve fonksiyonelliği ile öz olarak korunma ihtiyacından, barınma ihtiyacına doğru evriliyor. Evrimin belli aşamalarında konu ile ilgili gelişen uzmanlık alanları dolayısıyla ve yapı konusunda ustalaşan insanlar sayesinde barınmanın zevkli halleri ortaya çıkıyor. Yani insan güzel bir şekilde var oluyor artık.

Kısa süre sonra hususi barakalardan daha özenli ve umumi tapınak barakalarını görmeye başlıyoruz. Din barındıran bu yapılar, sonraları bir dönemin genel yapı formlarına yön veriyor hatta. Erken estetik anlayışları ile dönemsel ekoller sayesinde artık barınmak ile tarz sahibi olmak arasında bir bağ kurulmaya başlanıyor yavaş yavaş. Başlangıcı yavaş oluyor ama sonrası ışık hızında. Mülk kavramlarımız, tarzlarımız, nurtopu modalarımız, zıpçıktı katlarımız, yeraltı ağlarımız, geceleri konanlar, ekoller, amorflar, camlar.

Düştü yerlere…

Part 2: Yokmuş.

Evet sonra mimari anlamda ekolojiyi görmezden gelerek bina edilen kentler ve yapılar, yok oluşun yalın halini oluşturmuştur. Ancak tam da bu noktada; insan hırsı, tüketim, kapitalist iktisadi anlayış, homo economicus, medya, politikalar, yayılmacı devlet anlayışları, savaşlar, savaş ekonomileri, turizm, madenler ve daha bir sürü şey. Tüm bu kavramların, temelde var eden barakanın, nasıl yok oluşumuza neden olan bir aygıt haline geldiğini açıklayan, arka plandaki kavramlar olduğunu belirtmek gerek.

Sanayi devriminden bu yana, yani toplumsal ve seri üretimin yaygınlaştığı 18. yüzyıldan bu yana çok değil 250 – 300 yıl geçti. Yani yukarıda belirtilen kavramların çoğu aslında bu kadar yıl içerisinde ete kemiğe büründü. Yani yok oluşumuz hayli hızlı.

Oysa binlerce yıllık bir baraka tarihi var elimizde. Göbeklitepe kalıntıları, Çatalhöyük –ki ilk yerleşim yerlerinden biri kabul edilir- Sümer medeniyeti, Neolitik çağlar, Çayönü, Nil ve Ganj kıyıları…

Biliyoruz savaş neredeyse her çağda yaşanmıştır. Ve tabi insanlık tarihinde özellikle diğer türlere göre savaşlar daha vahşi ve kanlı olmuştur. Çünkü hırs.

Hobbes’un “insan insanın kurdudur” (homo homini lupus) önermesini insan insanın yok oluşudur şeklinde değiştirmek yerinde oluyor galiba.

Baraka bu yok oluşta bir imgedir. Baraka temelde saflık içerir. Hayatta kalma temellidir. Dolayısıyla aynı zamanda baraka bir ironidir. Hatta bir tezat. Yokluğun tezatı.

Biz bu tezatı seçmedik ne yazık.

Bir vardık evet ama daha çok bir “yok olduk”.

Ayın Fotoğrafında Baraka

Beklenilen, arzu edilen eski ya da yeni herhangi bir mimari yapı fotoğrafı değildir. Aksine mimari bağlamdan uzak, içerisinde anlamsal kontrast barındıran ve yok oluşa işaret eden fotoğraflar Baraka konusuna dahildir.

Mesela, herhangi bir kent merkezinde gökyüzüne bakmayı deneyin. Ama gökyüzünün bir kısmına değil!

İşte Baraka hallerinin bir örneği olsun bu.

Şunlar da:

Bir gökdelenin altında mimari yapının teknolojisine tezat/uzak herhangi bir canlı da Baraka’dır.

Ya da bir fabrika içerisinde hayatta kalmaya çalışan bir işçi.

Cami önünde el açan da Baraka’dır.

Rezidansının odasına doğa fotoğrafı asan da.

Bir canlının barakasını gaspeden yapılar, HES’ler, maden olacakları da Baraka’dır mesela.

Baraka adlı bir belgesel vardır ayrıca Ron Fricke’in. Genel anlamda yok oluşun bir belgeseli olmasının yanı sıra teknik ve sanatsal anlamda da ileri bir bakış açısı sunar. Metne kaynakça değilse de feyz oluşturmuştur.

Teşekkürler.

Onur AYDIN.

SOKAK SENİ ÇAĞIRIYOR: ANKARA ÜNİVERSİTESİ BEŞEVLER 10. YIL YERLEŞKESİ

Sokak Seni Çağırıyor! mottosuyla; yola çıkarak ikincisini 27 Mart 2022 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde Ankara içi turlarımızın bu seferki durağı Ankara Üniversitesi Beşevler’ de yer alan 10. Yıl Yerleşkesi oldu.

Bir gün öncesine kadar yağan kar ve soğuk kış havasından sonra, Pazar günü güneşli bir bahar havasında FSK dostlarımız ile Ankara Üniversitesinin rektörlük kapısında toplandık ve uzun zamandır özlediğimiz bu güzel havanın tadını birlikte çıkarmak üzere etkinliğimize başladık.

Ankara Üniversitesi Beşevler 10. Yıl Yerleşkesi, şehrin merkezinde bir vaha gibi hissettiren biyolojik çeşitliliği, tarihi ve muhteşem mimarisi ile 80 yılı aşkın bir zamandır hiç bozulmadan korunan binaları ve peyzajı ile gerçekten fotoğraflanmaya değer bir mekan olarak bizi karşıladı. Yerleşke yaklaşık 200 dönümlük bir alanda; Türkiye Cumhuriyetinin ilk Fen Fakültesi olma özelliğini taşıyan Fakülte Bölümleri, Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu, Rektörlük Binası ve daha pek çok sosyal ve idari binaları ve olanakları da kapsayacak şekilde şehrin kalbine kurulmuştur.

Fen Fakültesi; 17 Eylül 1943 tarihinde meclisten çıkan özel bir kanun ile, 8 Kasım 1943 tarihinde resmen kurularak eğitim ve öğretime başlamıştır. 1946 yılında Ankara Üniversitesi’ nin kurulması ile de Ankara Üniversitesi bünyesine dahil olmuştur.

Yerleşke içerisinde yer alan ana binalar, 1941-1943 yılları arasında, İkinci Ulusalcı Mimarlık Akımının etkisinde yer alan iki Türk Mimarı, Sedad Hakkı Eldem ve Emin Onat tarafından yapılmıştır. Binaların dışı tamamen taş kaplama olup, bu sayede binaların içi yazın serin kışın da sıcak olma özelliğine sahiptir. Yüksek sütunlar ve tavanlarında yer alan desenler ile mimari fotoğraf çekmek isteyenler için bulunmaz yapılar arasındadır.

Fen Fakültesinin bahçesinde yer alan iki adet nilüferli ve japon balıklı havuz da en az binalar kadar ilgi çekici ve tarihidir. Mevsim itibari ile nilüferler henüz açmamış olsa da verdiği muhteşem yansımalar ile fotoğrafçı ekibimizin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Yerleşke içirişinde yer alan çeşit çeşit heykeller de oldukça ilgi çekici ve güzel kareler çekmemize hatta biraz da yaratıcı fotoğraflar çekmemize olanak sağladı.

Yerleşkenin biyolojik çeşitliliğinden de bahsetmeden geçemeyeceğim doğrusu; internette yaptığım küçük bir araştırmaya göre 66 farklı kuş türüne rastlandığı söyleniyor. Hatta ağaçların üzerinde daldan dala zıplayan sevimli bir sincap da fotoğrafçılarımıza çok güzel pozlar vererek günümüze renk kattı. Yine bir araştırmaya göre ağaç ve bitki çeşitliliği de oldukça fazla. Yerleşke içerisinde 79 familyadan 281 cinse ait tür ve tür altı düzeyde toplam 445 takson tespit edilmiş. Ayrıca Türkiye’ nin ilk ve en büyük Herbaryumu olma özelliğine sahip, içerisinde en eskisi 1844 yıllarına ait 200.000 den fazla bitki türünü barındıran bir de Herbaryum bulunmaktadır.

Fotoğraf Sanatı Kurumu, 28 yıllık tecrübesi ile bütün fotoğraf severleri Ankara içinde gerçekleştirdiğimiz bu gezilerimize davet ederken, gezilerimize gösterilen ilgi de bizlere ayrıca bir motivasyon kayağı olmaya devam ediyor. Katılan bütün fotoğraf tutkunlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Biz FSK ailesi olarak yılın ilk güneşli Pazar gününü bu güzel grup ile birlikte fotoğraf çekerek, hem eğlenip hem öğrenerek geçirdiğimiz için çok mutlu olduk ve nihayet bahara hep birlikte “Merhaba” dedik.

En büyük teşekkürü de bize kapılarını açarak bu etkinliği düzenlememize yardımcı olan, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığına etmeyi bir borç olarak biliyoruz. Fen Fakültesinin Dekanı Sayın Prof. Dr. Sait Halıcıoğlu’ na sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

27 Mart 2022

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU