yola çıkarak 24 Nisan 2022 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde Ankara içi turlarımızın bu seferki durağı Ankara’ nın sembol mekanlarından biri olan Hacı Bayram Veli Camii ve çevresindeki sokaklar oldu.
Oldukça güneşli ve yaz sıcaklarını aratmayacak bir günde bu tarihi caminin avlusunda toplanarak etkinliğimize başladık.
Hacı Bayram Veli Camii Ankara’ nın en önemli camilerindendir. Bulunduğu mekan itibari ile de etrafında pek çok tarihi doku ve eser yer almaktadır. Cami Ankara’ nın en eski yerleşim yerlerinden olan, Avrupa şehirlerinin pek çoğunda görülen “Old City” denilen Ankara’ nın Old City’ si tabir edebileceğimiz Ulus semtinde bulunur.
İlk yapılış tarihi hicri 831 yılı (1427-1428) olan caminin ilk mimarı Mimar Mehmet Bey hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Günümüzdeki mimari yapısı XVII. ve XVIII. yüzyıl camilerinin karakterlerini taşımaktadır. Uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahip olan yapı, taş kaideli, tuğla duvarlı ve kiremit çatılıdır. Camii ahşap ve ahşap üzerine kalem-işi süslemeleri, çini süslemeleri bakımından da oldukça zengin bir yapıdır. Cami içindeki ahşaplar üzerinde Nakkaş Mustafa Paşa’ya ait boyama nakışlar vardır. Caminin güneydoğu duvarında iki şerefeli bir minare bulunur. Bu minare kare planlı taş kaideli, silindirik tuğla gövdelidir. 1714 yılında Hacı Bayram Veli’ nin torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edilmiştir.
Cami ve çevresine Hacı Bayram denilir ve bu ismi, caminin güney duvarına bitişik Hacı Bayram Veli türbesinden alır. Caminin doğu duvarı da Augustus Tapınağına dayanmıştır. Roma döneminin önemli yapıtlarından biri olan Augustus Tapınağı, İmparator Augustus’ un vasiyetnamesinin tapınağın duvarlarında yer alması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu özelliği ile de yabancı turistler tarafından büyük ilgi görmektedir. Milattan önce 25-20 yılları arasında Galatlar tarafından inşa edilen tapınak, İmparator Augustus’ a olan şükran borçlarını ödemek için inşa edilmiştir. Ön yüzünde 8, yan kısımlarında 15 sütun bulunan tapınakta dönemin Roma mimarisinin izlerini görebilirsiniz.
Hacı Bayram ve çevresi Ankara’ da yaşamış pek çok kültürün (Roma, Selçuklu, Osmanlı) izlerini bir arada görebileceğiniz, bu yönü ile de medeniyetlerin iç içe olduğu, sevgi ve hoşgörü kültürünü temsil eden oldukça önemli bir mekandır.
Cami avlusunun hemen altında yer alan çarşı ve rekreasyon alanı fotoğrafçıların ilgisini çekebilecek grafiksel detaylar ve kemerli yapılar, ışık, gölge ve yansımalar ile ekibimizin de dikkatini çekmeyi başardı doğrusu.
Caminin arkalarındaki sokaklara doğru ilerlediğimizde tipik eski Ankara evlerinin özelliklerini yansıtan pek çoğu restore edilmiş konak tarzı evler ve dar sokaklar fotoğraf ekibine çekim için güzel kareler sunmaya yetti.
Bu ayki sokak gezimizi de bu tarihi sokaklarda yer alan bir kır kahvesi tadındaki çay bahçesinde keyifli bir sohbet ve dost sıcaklığı içerisinde tamamlayarak, huzur içerisinde evlerimizin yolunu tuttuk. Bizimle birlikte Ankara sokaklarında gezmeyi seven bütün dostlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Sokak Seni Çağırıyor! mottosuyla; yola çıkarak ikincisini 27 Mart 2022 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde Ankara içi turlarımızın bu seferki durağı Ankara Üniversitesi Beşevler’ de yer alan 10. Yıl Yerleşkesi oldu.
Bir gün öncesine kadar yağan kar ve soğuk kış havasından sonra, Pazar günü güneşli bir bahar havasında FSK dostlarımız ile Ankara Üniversitesinin rektörlük kapısında toplandık ve uzun zamandır özlediğimiz bu güzel havanın tadını birlikte çıkarmak üzere etkinliğimize başladık.
Ankara Üniversitesi Beşevler 10. Yıl Yerleşkesi, şehrin merkezinde bir vaha gibi hissettiren biyolojik çeşitliliği, tarihi ve muhteşem mimarisi ile 80 yılı aşkın bir zamandır hiç bozulmadan korunan binaları ve peyzajı ile gerçekten fotoğraflanmaya değer bir mekan olarak bizi karşıladı. Yerleşke yaklaşık 200 dönümlük bir alanda; Türkiye Cumhuriyetinin ilk Fen Fakültesi olma özelliğini taşıyan Fakülte Bölümleri, Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu, Rektörlük Binası ve daha pek çok sosyal ve idari binaları ve olanakları da kapsayacak şekilde şehrin kalbine kurulmuştur.
Fen Fakültesi; 17 Eylül 1943 tarihinde meclisten çıkan özel bir kanun ile, 8 Kasım 1943 tarihinde resmen kurularak eğitim ve öğretime başlamıştır. 1946 yılında Ankara Üniversitesi’ nin kurulması ile de Ankara Üniversitesi bünyesine dahil olmuştur.
Yerleşke içerisinde yer alan ana binalar, 1941-1943 yılları arasında, İkinci Ulusalcı Mimarlık Akımının etkisinde yer alan iki Türk Mimarı, Sedad Hakkı Eldem ve Emin Onat tarafından yapılmıştır. Binaların dışı tamamen taş kaplama olup, bu sayede binaların içi yazın serin kışın da sıcak olma özelliğine sahiptir. Yüksek sütunlar ve tavanlarında yer alan desenler ile mimari fotoğraf çekmek isteyenler için bulunmaz yapılar arasındadır.
Fen Fakültesinin bahçesinde yer alan iki adet nilüferli ve japon balıklı havuz da en az binalar kadar ilgi çekici ve tarihidir. Mevsim itibari ile nilüferler henüz açmamış olsa da verdiği muhteşem yansımalar ile fotoğrafçı ekibimizin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Yerleşke içirişinde yer alan çeşit çeşit heykeller de oldukça ilgi çekici ve güzel kareler çekmemize hatta biraz da yaratıcı fotoğraflar çekmemize olanak sağladı.
Yerleşkenin biyolojik çeşitliliğinden de bahsetmeden geçemeyeceğim doğrusu; internette yaptığım küçük bir araştırmaya göre 66 farklı kuş türüne rastlandığı söyleniyor. Hatta ağaçların üzerinde daldan dala zıplayan sevimli bir sincap da fotoğrafçılarımıza çok güzel pozlar vererek günümüze renk kattı. Yine bir araştırmaya göre ağaç ve bitki çeşitliliği de oldukça fazla. Yerleşke içerisinde 79 familyadan 281 cinse ait tür ve tür altı düzeyde toplam 445 takson tespit edilmiş. Ayrıca Türkiye’ nin ilk ve en büyük Herbaryumu olma özelliğine sahip, içerisinde en eskisi 1844 yıllarına ait 200.000 den fazla bitki türünü barındıran bir de Herbaryum bulunmaktadır.
Fotoğraf Sanatı Kurumu, 28 yıllık tecrübesi ile bütün fotoğraf severleri Ankara içinde gerçekleştirdiğimiz bu gezilerimize davet ederken, gezilerimize gösterilen ilgi de bizlere ayrıca bir motivasyon kayağı olmaya devam ediyor. Katılan bütün fotoğraf tutkunlarına sonsuz teşekkürlerimizi iletiyoruz. Biz FSK ailesi olarak yılın ilk güneşli Pazar gününü bu güzel grup ile birlikte fotoğraf çekerek, hem eğlenip hem öğrenerek geçirdiğimiz için çok mutlu olduk ve nihayet bahara hep birlikte “Merhaba” dedik.
En büyük teşekkürü de bize kapılarını açarak bu etkinliği düzenlememize yardımcı olan, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığına etmeyi bir borç olarak biliyoruz. Fen Fakültesinin Dekanı Sayın Prof. Dr. Sait Halıcıoğlu’ na sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
“Sokak Seni Çağırıyor!” mottosu ile yola çıkıp ilkini gerçekleştirdiğimiz etkinlikte, FSK’ nın 28 yıllık tecrübesini de arkamıza alarak, Ankara’nın sokaklarında yürüyüp fotoğraf çekmenin keyfini hep birlikte yaşadık. Öğlen saatlerinde Gençlik Parkının karşısında Melike Hatun Camii’ nin önünde toplandık, şansımızdan hava da yürüyüş için çok güzeldi. Pandemide evlerine kapanmaktan sıkılan, yaklaşık 50 kişilik bir fotoğraf sever toplulukla hep birlikte Yahudi Mahallesine doğru yürüdük. Fotoğraf makineli böyle kalabalık bir topluluk Ulus sokaklarında bir hayli de ilgi çekti aslında.
Yahudi Mahallesi adını, bu mahallede yaşamış Ankaralı Yahudi topluluğundan alıyor, şu an mahallede hiçbir Yahudi yaşamıyor olmasına rağmen, zaten günümüzde Ankara’ da yaşayan toplam 30 tane Yahudi olduğu söyleniyor, bir zamanlar bu sokaklarda Müslüman halk ile birlikte barış ve huzur içinde yaşadıklarını mahalleye girdiğinizde hissedebiliyorsunuz. Mahallede hala aktif olarak kullanılan bir Sinagog bulunuyor. Günümüzde mahallenin ismi İstiklal Mahallesi olsa da, Ankaralılar tarafından hala Yahudi Mahallesi olarak anılıyor.
Ankara’ da Yahudilerin izleri M.Ö. 1. Yy. a kadar gitmekle birlikte, 1492’ de İspanya’ dan 1497’ de de Portekiz’ den Osmanlı’ya göç eden Seferad Yahudilerinin bu bölgeye yerleşmesi ile mahalle Yahudi mahallesi olarak anılmaya başlamıştır. Mahalledeki evler bakımsız ve yıkılmaya yüz tutmuş durumda olsa da o eski mahalle dokusunu koruyabilmiş nadir yerlerden biridir. Tipik eski mimarinin görüldüğü en önemli sokak Sinagogun da yer aldığı Birlik Sokak’ tır. İtalyan bir mimar tarafından yapıldığı söylenen Sinagogun tam karşısında yer alan iki ev Hayim Albukrek Evi ve Araf Evi oldukça ilgi çekicidir. Gezerken gördüğümüz bu evlerden bir tanesinin restorasyonu tamamlanmış, diğeri de restore edilmeyi bekliyor. Restorasyonun çok başarılı olduğunu söyleyemiyor olmakla birlikte bu güzel evlerin yıkılmadan kurtarılması adına önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.
Çocukluğunda bu mahallede yaşan Yahudi vatandaşlarımızın söylediğine göre bu mahallede yaşayan Yahudiler 1939’ da 1. Dünya Savaşı ile bütün dünyada yayılan Anti-Seminizmden hiçbir zaman etkilenmemişler. Bu mahallede Müslüman Türk halkı ile birlikte sorunsuz bir şekilde yaşamışlar. Mahallenin bu özelliğinin de ayrı bir değere sahip olduğunu düşünüyorum.
Mahalleye kadar gelmişken engelleri aşan ressam Muhammed Yalçın’ ın evine de uğramadan dönemezdik tabi. Kendine özgü renkli tarzı ile zihinsel engeline rağmen bütün evini rengarenk boyayan takdire şayan sıra dışı bir insan Muhammed. Muhammed ve ailesi tüm misafirperverlikleri ile bizi de evlerinde misafir ettiler. Grubumuza çok güzel fotoğraflar çekme fırsatını verdiler. Zaten mahallede model bulmakta hiç zorlanmadık. Çocuklar, kadınlar, sokak satıcıları hepsi bize seve seve modellik yaptılar.
Günün sonunda tatlı bir yorgunluk olsa da ilkini gerçekleştirdiğimiz ve her ay yapmayı planladığımız “Sokak Seni Çağırıyor” etkinliğimizi bence amacına ulaşmış bir şekilde ve keyifle tamamladık. Bizimle birlikte bu etkinliğe katılan herkese ve Yahudi Mahallesi sakinlerine çok teşekkür ediyoruz.
İki kez gitmeye nail olduğum Vietnam izlenimlerime, gitme amacım olan kırk dört günlük fotoğraf seyahatleri hakkında cümleler kurarak başlamayı arzu etmiştim. Lakin hafızalarımıza yaşadıkları savaş tarihi ile derin izler bırakan tarihçesi ve istatistikleri ile başlamak istedim.
Tarih ve Sosyokültürel Yapısı
Vietnam, kuzeyde Çin Halk Cumhuriyeti, batıda Laos, Kamboçya ve Tayland Körfezi, güney ve doğuda Güney Çin Denizi ve Tonkin Körfezi ile çevrilidir. 3,444 km sahil şeridi olan Vietnam’ın Kamboçya ile 1,228 km, Çin ile 1,281 km ve Laos ile 2,130 km sınırı bulunmaktadır.
Nüfusu 95,5 Milyon (2020, IMF) Yüzölçümü (km²): 331.210 km² dir. Vietnam’ın en büyük iki şehri Hanoi ve Ho Chi Minh City kuzeyde ve güneydeki iki büyük nehir deltasında yerleşiktir. Ülkenin siyasi başkenti Hanoi’dir.
Ülkede okuma yazma oranı oldukça yüksektir. 15 yaş ve üzeri nüfusun okuma yazma oranı %93,5 olup, kadın nüfusta bu oran %91,3, erkek nüfusta ise %95,8’dir. Son yıllarda önemli artışlar olsa da, ülkede yüksek okul ya da üniversite eğitimine sahip nüfus oldukça azdır. Ayrıca çalışabilir işgücünün yaklaşık %80’i vasıfsız kişilerden oluşmaktadır.
Vietnam maden ve mineraller açısından oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Bunun yanı sıra, ülkenin %20,6’sı tarım arazisi olarak geçmektedir. Vietnam’ın tarıma elverişli arazisi oldukça az, son derece verimlidir. Bu verimli araziler sayesinde Vietnam dünyanın en çok pirinç üreten ve ihraç eden (3. Sırada) ülkelerinden biridir. Bunun yanında, kahve, kauçuk, pamuk, çay, karabiber, soya fasulyesi, şeker kamışı, fıstık, muz Vietnam’ın ürettiği diğer başlıca tarım ürünleridir. Uzun bir sahil şeridine sahip olması nedeniyle, ülkede kıyı balıkçılığı da oldukça gelişmiştir.
Vietnam’ın arkeolojik tarihi, 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Vietnam MÖ 1.yüzyıldan 10. yüzyıla kadar Çin Uygarlığı‘ nın egemenliği altında kalmış. 939 yılında bölge, Çin’e karşı bağımsızlığını kazanmış. 968 yılında ise Vietnam resmî olarak kendi benliğini ilan etmiştir.
Vietnam 19.yüzyılda Fransa tarafından sömürgeleştirilmiştir. Yoğunlukla köylü olan halk topraklarından olduğu için Fransız hükûmetine karşı tepkilidir. Arada milliyetçi ayaklanmalar olsa da bir başarı elde edilememiştir. Japonya‘nın Vietnam’ı işgaliyle zayıflayan otoriteye karşı 2 Eylül 1945’te cumhuriyet ilan edilmiş, 1956’da güney ve kuzey olmak üzere Vietnamı iki hükümetli bir ülkeye dönüştürmüştür.
Saygon‘ daki (Ho Chi Minh) hükûmet, ABD destekli otoriter bir politika izlemiş. Bu güneyde tepkilerin artmasına neden olmuş ve kuzeyden silah desteği alan Vietcong cephesi kurularak ABD’nin de dahil olduğu iç savaş başlatmıştır. Amerikalı askerler teknik açıdan üstün olsalar da coğrafyasını bilmedikleri bir yerde, alışkın olmadıkları gerilla taktikleri karşısında çok şansları olmamıştır. 1968’de Vietcong “Tet” saldırısını başlatmış, 1973’te ateşkes ilan edilmiş ama kısa süre sonra savaş yeniden başlamıştır. 30 Nisan 1975’te Vietcong’un Saygon’u ele geçirmesiyle savaş son bulmuştur.
ABD, 1963-1973 yılları arasında savaşa dâhil olmuş ve 60.000 kadar asker kaybetmiştir. Savaş sonucunda dünya genelinde Antiamerikancılık yükselmiş ve ABD kamuoyu, savaşa girilmesini sorgulamıştır. ABD ordusu savaş sırasında işkence, tecavüz, toplu infaz, sivillerin öldürülmesi ve kimyasal silah kullanmak gibi pek çok savaş suçu işlemiştir.
Vietnam ve Fotoğraf
Vietnam denince bir fotoğrafçı olarak aklıma öncelikle 1972 yılında Nick Ut’un çektiği napalm bombası saldırısı sonrası çıplak halde ve dehşet içinde koşan 9 yaşındaki Phan Thi Kim Phuc’un fotoğrafı gelir. Bu fotoğraf Vietnam Savaş’ının simgelerinden biridir. Fotoğrafçıya Pulitzer ödülü kazandırdığı gibi savaşın da çirkin yüzünü göstermiştir.
İkinci fotoğraf ise Eddie Adams’ın Güney Vietnam Ordusu Generali ve Ulusal Polis Şefi Nguyen Ngoc Loan’ın sokakta Vietcong ordusunda görevli ve Saygon bölgesinde birçok katliamdan sorumlu Nguyen Van Lem’i başına silah dayayarak infazını gerçekleştirdiği fotoğraftır. Bu fotoğraf da çekene Pulitzer ödülü kazandırmıştır. Hikayesi haklı bir sebep gösterse bile fotoğrafçının çektiği bu kare akıllarımızdan uzun süre silinmeyecektir.
Vietnam’a Neden ve Nasıl? Gideriz.
Vietnam geçmişte hafızalarımıza savaş ve korku ile yer etmiş olsa da doğal güzellikleri, kültürel zenginlikleri, dinamik yapısı, tepe, köy, kabile ve etnik insan yapısı ile egzotik ve çekici bir ülkedir.
Vietnam kültürü karmaşık, renkli ve tarih dersi veren niteliktedir. Ülkenin labirent gibi nehirleri, göz kamaştıran manzaralar oluşturan pirinç tarlaları, birbirinden farklı ticaret merkezleri, yerli el sanatları zenginliği ve yüzyıllardır süre gelen ticari ve felsefi bir yaşamı çağrıştırmaktadır. Büyük bir Budist nüfusa sahip olan Vietnam’da Antik tapınaklar, kuzeydeki Çin etkilerini ve güneydeki Hindu kökenini belirgin biçimde sergilemektedir.
Vietnam’a Türkiye’den Ho Chi Minh şehrine THY tarifeli uçakla direk 10 saatlik uçuşla gidebilirsiniz. Vietnam, Türkiye’den 4 saat ileridedir. Vietnam’a gitmek için ya Yeşil Pasaport sahibi olmanız ya da Vietnam vizesi almanız gerekir.
Vietnam’a 2016 yılında Dolar 3.01 TL, 1 Tl 8300 Dong olduğu dönemde 14 gün, 2019 yılında ise Dolar 5.71 TL, 1 TL 4600 Dong olduğu dönemde 30 gün olmak üzere 2 kez fotoğraf gezisine gitme şansım oldu. Bugün tekrar tekrar gitmeyi düşündüğüm Vietnam ve yurt dışı gezilerim maalesef hayal oldu. Bu arada bu yazıyı hazırladığım dönemde ise Dolar 13.62 TL, 1 TL 1680 Dong değerinde işlem görmektedir
Ülkeyi ister Hanoi’den başlayarak isterseniz Ho Chi Minh şehrinden başlayarak yataklı otobüsler, trenler, deniz araçları ile boydan boya gezebilirsiniz. Şehirlerde taksilerle ulaşım sağlayabildiğiniz gibi motosiklet kiralayabilir ya da isterseniz motosiklet taksi hizmetlerinden faydalanabilirsiniz.
Şehirlerde hayatımda hiç görmediğim kadar motosiklet gördüğümü itiraf etmeliyim. Çoğu yerde trafik lambası olmamasına rağmen motosikletlerin nasıl birbirine çarpmadan trafikte hareket etiğini çoğu zaman şaşkınlıkla izledim. Şehirlerde ziyaret yerleri birbirine yakın olduğu için taşıt kullanmanıza gerek yoktur. Motosikletler ülkedeki toplam araç sayısının %85’inden fazlasını kapsayan Vietnamlılar için ana ulaşım aracıdır. Ulaştırma Bakanlığı’nın raporuna göre, 2019’un sonunda dolaşımda olan yaklaşık 60 milyon motosiklet olduğu söylenmektedir.
Vietnam sokaklarında dolaşırken ilginç sokak yemekleri ve tropik meyvelerin tadına bakabilir, pirinç tarlaları, balık, sebze ve meyve pazarları, ilkel usullerle balıkçılık yapan balıkçıları ve ağ ören kadınları, tuz tarlalarını, eşsiz gün doğumu ve gün batımı manzaralarını, sıcak ve güler yüzlü insanlarını, milli ve kültürel değerlerini ve renk renk kıyafetleri ile mistik bir görüntüsü veren günlük yaşamını birbirinden farklı etkileyici görüntüleriyle dünyanın dört bir yanından turist çeken antik kalıntıları ve tapınakları gezerek fotoğraflayabilirsiniz.
Fotoğraflar: Murat Berkyürek, Vietnam
Vietnam izlenimlerimi tarih, kültür, mistik ve sosyokültürel yapı bağlamında 2 sayfaya sığdırmam mümkün olmayacaktır. Ayrıca bu dönem ekonomik olarak gidemesem de artık bir fotoğrafçı gözüyle Vietnam savaşın yerine, barışı, sevgiyi, yaşamı ve görsel güzellikleri hatırlatacaktır.
TARİH VE DOĞAYLA İÇ İÇE BELEMEDİK’TEN VARDA KÖPRÜSÜ’NE
Bir yanda akan Çakıt suyu bir yanda yolun yanı başında uzanıp giden tren yolu ve zaman zaman karşınıza çıkan Almanlar tarafından inşa edilen tüneller… Muhteşem bir doğa ve yol manzaraları eşliğinde inanılmaz bir rota Belemedik-Hacıkırı … Bir zamanlar Bağdat-Hicaz demiryolu için büyük önem taşıyan Belemedik Adana’nın Pozantı ilçesine bağlı küçük bir yerleşim yeri. Hicaz Demiryolunun yapım sürecinde ve 1.Dünya Savaşında önemli bir merkez haline gelmiş. Demiryolunun tamamlanabilmesi için yapılan Varda Köprüsünün yapım sürecinden 1.Dünya Savaşına kadar çoğunlukla Almanların ikamet ettiği bir yerleşim yeriymiş. Asıl ismi Karapınar. Belemedik “bilemedik” den geliyor. Bağdat-Hicaz Demiryolu inşaatında tüneller açılırken tünelin her iki ucunda iki ayrı ekip çalışırmış ve bu iki ekibin tünelin ortasında karşılaşması gerekirmiş. Herhangi bir sebepten iki ekip tünelin ortasında karşılaşmaz ise başarısız sayılır ve birbirlerine “bilemedik” diyerek özürlerini iletirlermiş. Almanlar “bilemedik” diye telaffuz edemediklerinden “belemedik” derlermiş. Böylece zaman içerisinde “Belemedik” Karapınar isminin önüne geçmiş.
Yürüyüş rotası Belemedik merkezden başlıyor ve Hacıkırı viyadüğünde son buluyor. Yürüyüş boyunca Çakıt suyu size eşlik ediyor ve birlikte Çakıt Vadisini geçerek Pozantı’dan Karaisalı ilçesine varmış oluyorsunuz. Belemedik Hacıkırı arasında 12 adet demiryolu tüneli ve bir çok köprü mevcut. Parkurun toplam mesafesi 20 km. civarında. Hacıkırı’na doğru yaklaştıkça rakım 3212 feet’e kadar çıkıyor.
Ve sessiz dağların eteğinde mis gibi ormana kurulu Varda Köprüsü nam-ı diğer Alman Köprüsü… Adana’nın Karaisalı ilçesine bağlı bulunan Hacıkırı Viyadüğü üzerinde yer alıyor köprü. 1888 yılında Kaiser Wilhem ve II. Abdülhamit tarafından imzalanan anlaşma ile inşaatına başlanan köprü Osmanlının asker, yolcu ve eşya taşıma ihtiyacını karşılamak Almanya’nın ise petrol kaynaklarına ulaşmasını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış. Çelik kafes örme tekniği ile yapılan köprü 1912 yılında hizmete açılmış ve İstanbul-Bağdat-Hicaz demir yolu hattının önemli bir parçası olmuş. 3 büyük açıklık ve 4 ayak üzerine kurulu olan köprünün tamamı taş ile yapılmış, inşası 5 yıl sürmüş, ne yazık ki 21 işçi ve 1 Alman mühendis inşaat sürecinde hayatını kaybetmiş.
Belemedik gibi Varda’nın da enteresan bir hikayesi var. Köprü inşa edilirken viyadükten aşağı basit makine sistemleri ile malzemeler indiriliyormuş. Aşağıda malzemeleri karşılayan işçiler yukarıdaki arkadaşlarına malzemelerin ulaştığını haber vermek için “Vardı haaaa!” diye sesleniyormuş. Vardı haa! ağızdan ağıza Varda’ya dönüşmüş. Mühendislik harikası köprünün James Bond serisinin Skyfall filmindeki sahnelere ev sahipliği yaptığını da söylemeden geçmeyelim. Çakıt Çayı ve Çakıt Vadisi boyunca yeşili, doğası, tarihi tren yolu ve tünel geçişleri ile birbirinden güzel manzaralar sunan Belemedik rotası doğa fotoğrafları çekmek ve şehrin gürültüsünden uzak tabiatın kalbinde huzurlu vakit geçirmek için sizleri bekliyor…
Kasım ayının sonlarına geldiğimizde 11. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali (BursaFotofest) in 19 Kasım 2021 tarihinde açılmasını da fırsat bilerek; 20 Kasım Cumartesi sabahı erkenden FSK olarak; FotoFest bahane gezmek şahane mottosu ile Bursa’ ya doğru yola çıktık.
Tabi ki Bursa’ da ilk durağımız Festival alanının yer aldığı Osmangazi semti sınırları içerisinde yer alan, Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi oldu. Öğlen yemeğinden sonra, Festival alanında sergileri dolaşıp, etkinliklere katılma fırsatını yakaladık. Bu sene 11. Kez açılan Bursa Fotofest, tüm dünyadan konuk ettiği fotoğraf sanatçıları ve Türkiye’den vizyona çıkardığı yeni görsel sanatçılar ile Türkiye ve Dünya fotoğrafını Bursa’da buluştururken, aynı zamanda tüm katılımcıları arasında aktif ve sinerjik bir diyalog ortamını hedefleyerek yeni fotoğrafçıların da kendilerini gösterebilecekleri bir platform oluşturmaktadır. Bu sene ki festival teması “Göz Göze” olarak belirlenmiş ve konuk ülke olarak da Azerbaycan seçilmişti. Biz de FSK olarak festivalde fotoğraf adına alabileceğimiz kadar feyz alarak; tabi Bursa’ ya kadar gelmişken şehrin kalbinde yer alan, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Yapılmış Bütün Camilerin Atası, olarak tabir edilen Ulu Camiyi görmeden dönmek olmazdı. Festival alanına çok yakın bir konumda olmasına rağmen Bursa’ nın Ankara’ yı ve İstanbul‘ u aratmayan trafiği nedeni ile zor da olsa; 1396-1399 tarihleri arasında 4. Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan bu harika esere ulaşmayı başardık. Bu tarihi mekanda yer alan diğer eserleri de, Koza Han ve İpekçiler Çarşısı gibi, panaromik bir şekilde dolaşarak tekrar festival alanına döndük. Burada biraz daha vakit geçirdikten sonra, gün batımını Gölyazı’ da yakalayabilmek için tekrar hareket ettik.
Fotoğraf: Sevgi Köylü Haliloğlu, Bursa
Trafiğe rağmen neyse ki; incecik bir köprü ile ana karaya bağlı bir yarımada olan ve Uluabat Gölü üzerinde yüzermiş gibi duran minik bir adacık olan, günümüzde sit alanı olarak koruma altına alınan Gölyazı’ da gün batımına yetiştik. Gölyazı’ da çektiğimiz gün batımı fotoğrafları bütün ekibe o kadar keyif verdi ki akşam yemeğimizi de bu şirin beldede yemeye karar verdik. Yemekten sonra da dolu dolu geçen bir günün yorgunluğu ile, Karacabey’ de kalacağımız otele doğru yola çıktık.
Marmara Denizi’ nin kıyısında yer alan ve Bursa’ nın 5. büyük ilçesi olan Karacabey’ de yer alan otelimizde bir gece konakladıktan sonra, ertesi gün sabah kahvaltımızı yapıp Karacabey Longoz ormanlarına doğru yola çıktık. Longoz’ a giden yol bize çok güzel fotoğraf fırsatları verdi. Karacabey’ in doğasına hepimiz hayran kaldık. Güney Marmara akarsularının büyük bölümünün birleşmesiyle oluşan Susurluk Irmağının Marmara Denizi ile buluştuğu Kocaçay Deltası bize; Longoz Ormanları, çeşitli kuş türleri ve at çiftlikleri ile fotoğraf anlamında cömert davranarak, keyif veren kareler yakalamamızı sağladı.
Karacabey’ e tam olarak doyamadan hepimizin aklında “biz buraya baharda tekrar gelelim” düşüncesi ile dönüş yoluna çıktık. Dönüşte Bursa’ dan FotoFest’ in konukları olan Azerbaycan Fotoğraflar Birliği Başkanı Sayın Rauf Umut ve saygıdeğer eşi ile fotoğraf sanatçısı Sayın Amira Süleyman’ ı da alarak yolumuza kardeş ülke Azerbaycan şarkıları ve fotoğraf sohbetleri ile dolu olarak devam ettik. Elbette ki dönüş yolunda yolumuzun üstü olan İnegöl’ e de uğrayıp İnegöl Köftelerimizi yemeden dönemezdik Ankara’ ya.
Bu iki günün sonunda, biraz yorulmuş olsak da elimizde güzel dostluklar, sanattan alınan feyz, doğada yaşadığımız huzur, keyifli anılar ve makinelerimizde anılarımızı belgeleyen fotoğraflar kaldı.
Korona virüsünden dolayı sıkıntılı geçen 2 yıldır hiç bir etkinliğe ne ben katılabildim ne de Fotoğraf Sanatı Kurumu Fotoğrafçıları. İnsan rahatsız oluyor. Acaba bu kalabalığın içinde bir tane taşıyıcı var mı diye. Önlem almak güzel bir şey.
Nitekim 17 Ekim 2021 Pazar günü “SAFRANBOLU GEZİSİ” duyurusunu görünce katılmayı fotografçı dostlarımızla birlikte olmayı ve özlem gidermeyi çok istedim.
Kızılay’ da 07.00′ de buluştuk ve Hüsamettin Özkan başkanlığında, sırayla Ali Fatih Şama, Güneş Karacabay, Savaş Zorlu, Sevgi Köylü Haliloğlu, Uğur Yurdusev, Seçkin Bulut, Serap Kaya, Zemzem Karahan, Gülşen Günal Delice, Vildan Öztürk Kavak, Barış Şahin, Filiz Köprülü, Mustafa Uğurluay, Seda Felekoğlu, Esma Yılmaz, Selma Ünal ve Zeynel Yeşilay olmak üzere bütün Fotografçılarımızı alarak Kaptanımız Can beyin kullandığı araç ile Safranbolu’ ya doğru yola çıktık. Herkes maskeli HES kodlu ve aşılı olunca biraz cesaret alıyor insan. Birlikte olmak, gezi yapmak ve hasret gidermek çok güzel bir duygu.
Bu arada çok güzel bir durum meydana geldi. Gezimizin yöneticisi Sayın Hüsamettin Özkan biraz dert yandı. “Beni herkes Bakan Sayın Hüsamettin Özkan ile karıştırıyor, iş isteyenler, yardım isteyenler çok oluyor.” Ben de bunun üzerine Hüsamettin dostumuzun fotografını çekip Sayın Hüsamettin Özkan Bakanımıza gönderdim. Verdiği cevapta “haberim var bana da isim benzerinize çok talep gidiyor ” diye yazıp selam ve sevgilerini sundular.
Hava kapalı ve yağmurlu olacaktı. Tabi kapalı olması sorun değil ama yağmur bizi sıkıntıya sokardı. Yol boyunca dağlar sisler altında idi. Sapsarı yapraklarla donanmış ağaçlar bizi çağırıyordu. Ama zamanımızı Safranbolu’ya ayırmak zorundaydık. Bir iki yerde verdiğimiz moladan sonra, önce Karabük’ e bağlı Yörük Köyüne uğradık. Safranbolu evleri gibi evlere sahip bir Türkmen köyü. 1997 yılında koruma altına alınan bu köyde turistik faaliyetleri çok beğendik. Çeşitli yöresel malzemeler satan dükkanları, kahvehaneleri, Çamaşırhanesi ve güler yüzlü insanlarıyla gerçekten görülmeye ve fotoğraflanmaya değer bir köy.
14. ve 15. yüzyıllarda göçer yörükler genellikle Karakeçili Aşireti oymakları ile Taraklı Aşireti mensupları tarafından kurulmuş olan bu köyde Sipahioğlu Gezi Evi en meşhuru olmak üzere pek çok tarihi evde turizm canlı bir şekilde yaşanmaktadır.
İlgimizi çeken bir büstüde yazmak istiyorum. Ünlü Sopranomuz “La Diva Turca” ünvanlı Leyla Gencer’ in (1928 -2008) büstü doğduğu evin önünde yer almaktaydı. Yörük Köyünden sonra, sisler içindeki Karabük Demir Çelik fabrikasının yanından geçerek Safranbolu’ ya geldik.
CAM TERAS; Tokatlı Kanyonunda yapılmış olan 80 metre yüksekliğinde 11 metre genişliğinde ve 75 ton ağırlığı taşıyabilecek kapasite deki Cam Teras’ı hızlı bir şekilde fotografladık. Çok kalabalıktı 75 ton değilse bile 3-5 ton dan fazla bir ağırlık vardı. Ayrıca camlar çok kirli olduğundan bastığımız yerin altını tam göremediğimiz için bizleri bir korku sarmadı. Kanyonu seyrettik, sararan yapraklar arasında karşıdan karşıya halatlarla geçen gençlerin heyecanını izledik görüntüledik. İncekaya Su Kemerini de fotoğrafladıktan sonra Safranbolu’ ya geçerek saat 17.30 da buluşmak üzere fotograf çekimlerine başladık.
Hava kapalıydı. Buna rağmen biz fotografçılar fotograf çekme heyecanımızı kaybetmedik gruplar halinde sokaklarında dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye başladık. Tarihi Cinci Hanı, Hamamı, Köprülü Mehmet Paşa Camisi, Tarihi Çarşısı, Demirciler çarşısı, evleri, lokumu, Güneş Saatini, otantik alış veriş dükkanlarını, çeşitli el sanatları vb. gibi konuları ancak çekebildik.
Esasında çok tarihi yapıları, doğal güzellikleri, konakları bulunan Safranbolu’ da yağan yağmurdan dolayı pek çok yerin fotoğraf çekimini gerçekleştiremedik.
Örneğin Hıdırlık Tepesi, Tarihi Saat Kulesi, Kaymakamlar Müze Evi, Bulak Mencilis Mağarası vb gibi yerleri dolaşıp fotoğraflamanız mümkün olmadı. Safranbolu’nun geçmiş tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanmakta ve o tarihten günümüze gelen tarih içinde: Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Helen Uygarlığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Çabanoğulları, Candaroğulları, Osmanlı dönemlerini görüyoruz. Önce Zonguldak daha sonra 1995 yılında vilayet olan Karabük’e bağlanan Safranbolu’ da tarihi yaşanmışlığın çok derin izleri var, yağmurun yağması bizim çalışmamızı biraz zorlasa da, sonuçta tüm fotoğrafçılar güzel karelerle 17.30’da Can beyin kaptanlığında ki aracımızla Ankara’ ya doğru yola çıktık. 21.30 gibi de güzel geçen bir FSK gezisi sonunda sağ selim Ankara’ ya vardık. Sağlıklı ve güzel bir gezi oldu. Genç Fotoğrafçılarımızla sohbetler yapıldı. Onlara çeşitli fotoğraf bilgileri verildi. Burada bir tanesini anlatmak istiyorum; 12 Şubat 1991 tarihinde Bolu civarında trafik kazasında vefat eden Merhum Sami Güner ve Ustamız Merhum Sıtkı Fırat ile evimizde yemekte idik. Bir ara televizyonda Zeki Müren “Dediler zamanla hep azalırmış sevgiler, Olsun bana seninle geçen yıllarım yeter” şarkısını söylerken sessizlik oldu. İlter Yeşilay’ın güftesini Zeki Müren’ den dinledikten sonra Sami Usta bize dönerek şu nasihati verdi. “İlter Kızım, senin bu şarkın yüz sene sonra yolda giden birisi tarafından mırıldanılsa, benim bir fotoğrafım bir duvarda veya bir kitapta kalmış olsa biz sanatçılar yaşarız. Onun için sanatsal aktivitelere devam etmemiz gerekir” demişti. Her iki hocamızı üstadımızı özlem ve rahmetle anıyoruz. Bir de genç fotoğrafçı kardeşlerime şunu öğütledim. Hepimiz faniyiz günün birinde gideceğiz. Gezilerimizde birbirimizin fotoğraflarını çekip arşivlememiz lazım. Mesela Dursunali Sarıkoç, Mesala Sıtkı Fırat, Alyat Burç vb. gibi sanatçılarımızın kaybından dolayı bir anma günü yapılacaksa bizden bu kişilerle ilgili fotoğraf istenildiğinde hemen, en az on fotoğraf verebilmeliyiz. Bu nedenle birbirinizin güzel fotoğraflarını çekin. Yeni gezilerde buluşmak dileği ile böyle güzel bir günü birlik Fotoğraf Uygulama gezisinde bizleri buluşturduğu için FSK’ ya teşekkür ederiz.
FSK “FOTOGRAF SANATI KURUMU” GÜNÜBİRLİK FOTOGRAF UYGULAMA GEZİSİ SAFRANBOLU 17 Ekim 2021, Zeynel Yeşilay
Alplerde başladığı için Alpinizm olarak da anılır dağcılık. Alpin stil Himalaya dağcılığının efsanevi isimlerinden Polonyalı dağcı Voytek Kurtyka’nın deyimiyle “Alpinizm acı çekme sanatıdır.” Aslında zirvesine çıktığı için değil milyonlarca yıldır orada duran bir dağın zirvesinde olduğu için mutludur dağcı. “Neden dağa çıkıyorsunuz?” sorusuna en çok verilen yanıtlardan biridir “Çünkü onlar orada”dır.
Ülkemizde dağlara tırmanışlar yabancı bilim insanlarının araştırma gezileriyle başlar. İlk tırmanış bir Alman fizik profesörünün 1829 yılında Büyük Ağrı dağına yaptığı tırmanış olsa da ikincisi yine bir Alman Profesör olan Karl Koch tarafından 1846’da gerçekleştirilen Kaçkar Zirve tırmanışıdır.
Doğu Karadeniz sahili boyunca uzanan, 1994 yılında milli park ilan edilen, Türkiye’nin trekking cenneti Kaçkar Dağları’nın büyük bir kısmı Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi sınırları içinde yer alsa da zirve noktası Artvin’in Yusufeli ilçesi sınırlarındadır. En yüksek noktasını 3937 metre ile Kavrun Dağının oluşturduğu Kaçkar Dağları zengin bitki örtüsü, keskin buzulları, coşkun dereleri, masmavi gölleri, oksijen deposu ormanlarıyla doğa ve fotoğraf tutkunlarının vazgeçilmezidir.
Güney rotasından çıkışı kolay olan Kaçkarları her yıl yüzlerce dağcı ziyaret etmektedir. Kuzey rotası ise daha çok deneyimli dağcılar tarafından tercih edilir. Yaz tırmanışları için en uygun zaman Ağustos ve Eylül ayları iken, kış tırmanışları için Şubat ve Mart ayları uygundur. Genel olarak granit, siyanit, granodiorit ve andezit taşlardan oluşan Kaçkarlar şiddetli akarsu ve buzul aşındırması sonucu sert bir görünüm kazanmıştır. Deniz kıyısında yükselmeye başlayan Kaçkarlar batıdan doğuya doğru üç bölüm halinde uzanır. Batıda Verçenik, ortada Kavrun, doğuda Altıparmak dağları yer alır.
Ağustos ayını tercih ettiğimiz Kaçkar zirve yolculuğumuz güney rotasından Yusufeli ilçesinde başlıyor. Kaçkarların zirvesinden gelip Yusufeli’nin içinden geçerek Çoruh nehriyle birleşen Barhal çayı boyunca ilerleyerek geceyi zirveden önceki son mahalle olan Olgunlar’da geçirip, sabahın erken saatlerinde yüklerimizi katırlara emanet ederek ana kamp yeri olan Dilberdüzü yaylasına doğru yürüyüşe başlıyoruz. Yol boyunca rengarenk çiçekler, kelebekler, gürül gürül akan sular eşliğinde ilerleyip 2800 metredeki Dilberdüzü’ne ulaşıyoruz.
Ancak zirveyi hala göremiyoruz. Zirveyi görebilmek için kamp yerinin güneyinde ve güneybatısındaki tepelere 30 dakika tırmanmak gerekiyor. Çadırlarımızı kurup zirveyi uzaktan görebilmek için tırmanışımızı yaptıktan sonra gün ağarmadan zirve yolculuğuna başlayacak olmanın heyecanıyla erkenden yatıyoruz. Sabahın ilk saatlerinde başladığımız tırmanışımız 3368 metredeki Deniz gölünün büyüleyici manzarasında verdiğimiz kahvaltı molası ile şenleniyor. Deniz gölü sıcaklığı 5-10 derece arasında değişen bir buzul gölü. Kahvaltıdan sonra zirve dönüşü yenilenmek için göle girme hayaliyle tekrar yola koyuluyoruz.
Çarşak diye tabir edilen kırık, hareketli kaya parçaları üzerinde dik bir tırmanış bizi bekliyor. Zirvede dalgalanan bayrağımız uzaktan görünse de 3937 metreye ulaşmak öyle kolay olmuyor, adımlarımız tükeniyor, irtifa farkından nefesimiz daralıyor, gözlerimizi ayakuçlarımızdan ayıramadan verdiğimiz fiziksel ve psikolojik mücadelenin sonunda zirvedeyiz. Üç grup aynı anda zirve yapınca fotoğraf çekmek ve zirve defterini imzalamak için sıra bekliyoruz.
Zirvede manzara muhteşem, neler neler yok ki kadrajımızda! Verçenik Dağı, Kemerli Kaçkar Dağı, Kuşaklı Kaçkar Dağı, Bulut Dağı, Altıparmak Dağları, Ergör Tepesi, Mezovit Tepesi, Soğanlı Tepesi, Karataş Tepesi, Deniz Gölü, Öküzçayırı Gölü, Büyük Karadeniz Gölü, Hevek Vadisi, Soğanlı Vadisi, Kavron Vadisi Geçidi ve gölleri, Naletleme Geçidi….