BİR BİLENLE GEZİYORUZ: KAVAKLIDERE

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: BAKANLIKLAR

Binaların Hikayeleri, Vedat Oygür’ le Ankara Bakanlıklar civarını geziyoruz.

Bir yazar “Şehirler konuşur; Her şehrin bir dili vardır, konuşma tarzı vardır, anlatacakları vardır ama her şehrin dinleyeni azdır.” diyor. Bugün Sayın Vedat Oygür hocamızla Ankara’nın Bakanlıklar bölgesinin anlatacaklarını dinleyeceğiz. Günümüze kalmayan binaların hala sakladığı anılar, tecrübeler, dostluklar, üstü örtülmüş derelerin hikayeleri… İnsanlar, binalar, hatıralar… Kimler geldi kimler geçti, hadi Vedat Hocamızdan birlikte dinleyelim. Gezi planımız fotoğrafta anlatıldığı gibi olacaktır.

Arkadaşlar bugün Ankara Kızılay Metro çıkışından başlayacağız, Akay yokuşuna kadar gideceğiz, sonra Kızılay meydanına, Güven Parka geleceğiz, Saraçoğlu mahallesine gideceğiz. Bakalım, kimler geldi kimler geçti? Bize ne anlatacaklar bugün? Burası Kızılay meydanı, önceden farklı bir yerdi, bu kadar bina yoktu. Alman mimar Carl Christoph Lörcher tarafından, Ankara’nın ilk imar planı “1924-25 Lörcher Planı” olarak
yapılır.

Bu plan çerçevesinde Kızılay bölgesinde 1925-1928 arasında 465 tane ev inşa edilir. Fakat, o zaman parsellerinin ancak 3’ te 2’ sine inşaat yapılır, gerisi sonra tamamlanır. Bu çalışma 1933’ e kadar sürer.

Şimdi bu konuşacağımız kısım, size anlatacaklarım, o ilk bölümdeki evlerle ilgili. Çünkü bu evler çok özel ve evlerin 12 ayrı mimari tarzı var. İnsanların gelir durumuna göre evlerin mimarisi değişiyor. Tek katlı, iki odalı küçük evlerden tutun, üç katlı şato denilen köşke kadar 12 tane değişik tip konut var. Onları konuşacağız ve kalanları göreceğiz.

Bu meydana Ankara halkı 1920’lerde tosbağa yuvası diyordu. Lörcher’in imar planında buranın resmi adı Cumhuriyet Meydanı’dır. Hala öyledir, fakat Ankaralı kendisine göre isim takar. Burada Kızılay binası var, tarihi bir bina, o bina 1930 yılında yapıldı. O bina yapıldıktan sonra Ankara halkı bu bölgeye Kızılay parkı, Kızılay Gezisi diyor. O park çok büyüktür. Eski fotoğraflara baktığımız zaman bu cadde zaten küçük bir caddede (şimdiki Gazi Mustafa Kemal Bulvarı), karşıyla Ziya Gökalp caddesiyle, birleşmiyor.

İsimler de farklı o zaman, burası Mustafa Necati caddesidir, karşısı Kazım Özalp caddesidir.

O tarihlerde Kazım Özalp Meclis Başkanı  (1924 ve 1935 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini sürdürmüştür.) Mustafa Necati Milli Eğitim Bakanı (1894’te izmir’de doğmuş, 1929’da Ankara’da 35 yaşında ölmüştür.) Evleri hemen cadde başında olduğu için sokak isimleri ona göre oluşmuştur.

O zaman Güven park yok, daha 1924’ lerde, Kızılay gezisinin ortasında heykel var, heykel su perileri ve Eros heykelidir, onu o zamanki belediye başkanı Asaf Bey İtalya’dan getirtiyor.

İki heykelden büyük olan Kızılay’ a konulur diğeri Sağlık Bakanlığı’nın önündedir. Ankara halkı o heykel yüzünden de buraya bazen Havuzbaşı diyor. O günlerin Havuzbaşı Meydanı’ nda gezilir, oturulur ve konserler dinlenirdi. Kızılay binası ise o zaman yoktur, Ankara’ nın merkezi durumunda bulunan Kızılay Meydanı’ na adını veren ve Erken Cumhuriyet döneminde 1929 yılında yapılan bina, Avusturyalı mimar Robert Öerley tarafından projelendirilmiştir ve 1934 yılında yapılmıştır. Robert Öerley, o zamanki Bayındırlık Bakanlığı’ nın baş mimarıdır.

1929’da Kızılay binası yapılır, o bina 1979 yılında yıkılır. Yerine başka bir bina yapılmaya kalkışılır. Fakat inşaata başlandığında belediye inşaat izni vermez ve inşaatı mühürler. Çünkü bina imara uygun değildir. Konu yargıya taşınır ve mahkeme yıllarca sürer. Mahkeme sonucu 1999’ da belediyenin lehine çıkar. Kızılay binası için yeni proje, yap işlet modeliyle Ankaralı büyük bir mağazaya verilir. Fakat o mağaza da bunu yapamaz ve bırakır. 2009’ da yeni bir iş ortaklığı projeyi üstüne alır. Bu ortaklığın şirketleri Sementa Tekstil, Tango Tekstil, Renk Yol Yapı ve Güvensoy’ dur. Bu ortaklık 114 milyon dolara 25 yıllığına yap işlet devret modeliyle binayı alırlar ve sonunda alışveriş merkezinin bulunduğu yapı meydana çıkar.

Kızılay binasından Demirtepe’ye doğru baktığımızda Cadde boyunca 2 katlı, 3 katlı köşkler vardı. Şimdi şöyle yürüyelim, birazdan göreceğiz. Yukarıda birkaç tanesi hakkında konuşacağız. PTT binasının önündeyiz. Sanırım yetmişli yılların ortasında buradaki bina yıkıldı yerine bu PTT binası yapıldı. Vali konağıydı burası.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Macar Elçilik (eskiden kullandığı) binasının önünden geçiyoruz. Evet arkadaşlar işte o dediğimiz binalardan biri de bu, kuleli köşkler cinsinden. Bu binanın yapımı 1925 yılında başlar ve bina yapıldığı zaman bunu Macar Krallığı satın alır. Ondan sonra burası 1979’ a kadar Macaristan elçiliği olur. 1979’ da satılır ve o zamandan beri, günümüzde de ticarethane, kebapçı olarak hizmet verir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Tapu kadastro binasının karşısındayız.

Valilik konağının bir eşi de yapıldığında İran elçiliği olur. 1925’ de İran elçiliği olarak hizmet verir. Bina 1952’ de Tapu Kadastro’ ya geçer.

Binanın yanındaki ekler de 1952’ de yapılır.

O tarihlerde Onur İşhanı’nın yerinde ise Suudi Arabistan elçiliği vardır. Onur İşhanı, 1973’ de elçilik binası yıkılarak yapıldı.

Tapu Kadastro’dan aşağıya doğru Kızılay’ a doğru gidiyoruz. İzmir Caddesinin karşı köşesindeyiz.

Burada da bir kuleli yapı vardır ama kulenin üstünde konisi yoktur sadece 4 köşede kule çıkar. Bu iki katlı villa tipi yapıdır. Buradaki ev Milli Eğitim Bakanının evidir. Mustafa Necati burada oturmaktadır. (gezi tablosundaki 5 numaralı ev) 1 Ocak 1929 günü çok genç yaşta maalesef ölür.

Atatürk, çok yazık oldu diyerek, bir tek onun için ağlamıştır. Mustafa Necati ölünce, evini, o zamanki adıyla Türk Maarif Cemiyeti 1929’ da satın alır. Evi talebe yurdu yaparlar. Binada 1931’ de de anaokulu, 1932’ de ilkokul birinci sınıf açılır. Ondan sonra bina küçük gelmeye başlayınca, Kurtuluş Parkı’ nın karşısında bahçe içindeki büyük bina yapılır ve Maarif Koleji orada eğitime başlar.

Mustafa Necati’ nin evi daha sonra İl Özel İdaresi olur. Yetmişli yıllarda o küçük binayı yıkılarak yerine 6 katlı Devlet Personel Dairesi binası yapılır. Bugün İzmir caddesi köşesinde Sosyal Hizmetler ek binası olarak kullanılan bina vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın evi de Şehit Adem Yavuz sokağının köşesindedir.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Milli Müdafa Caddesindeki Yeni Karamürsel binası 1973’ te yapıldı. Ondan önce burada bir tane villa tipi büyük bahçe içinde bina vardı.

Yani bu villaların hepsi 1971-1972 yıllarına kadar kullanılmaktaydı. Yeni Karamürsel’ i herkes İstanbul mağazası zannediyor fakat Yeni Karamürsel Ankara mağazasıdır. Yine Milli Müdafa Caddesinde, Çağdaş marketin yanındaki yerde bir villa daha vardı, orada da Prof. Afet İnan ailesiyle birlikte oturmaktaydı.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Evet gelmişken metroyu da konuşalım. Ankara’ da İlk metro fikri 1967’ de başlar, projeler yapılır. Ekrem Barlas, o zamanki belediye başkanı 1972-1973 yılında ilk metro kazısını başlatır. Vedat Dalokay 1974’ te belediye başkanı olunca metro yapımını durdurur. Trafik sorunun kavşaklarla hallederim, der.

Bu kavşaklar daha sonraki yıllarda Ankara’nın başına bela olur. Sonra Ali Dinçer belediye başkanı olunca 1979’ da metro projesi yeniden başlatır, fakat bir yıl sonra darbe olur ve metro çalışması yine durdurulur.

Karayalçın döneminde bir Kanada firması ve Gama Güriş İş ortaklığı ile proje 1989 yılında yeniden başlatılır. ilk önce Cebeci-Bahçeli arasında Ankaray yapılmasına karar verilir. Ankaray 1996’ da biter, 1997’ de Kızılay Batıkent hattı açılır, 2014’ de Kızılay Koru Kent ve Batıkent Törekent hattı, 2017’ de de Keçiören hattı açılır. 1967’ de başlayan metro çalışması kesintiye uğratılmasaydı Ankara çok erken rahata kavuşacaktı, 30 sene beklemek zorunda kaldık.

1930’ lu yıllarda Emek İşhanının yerinde kuleli bir bina olan Uybadin köşkü varmış. Köşk tepenin üstündedir ve binalar yapıldığı tarihlerde Cemil Uybadin İçişleri Bakanıdır. Cemil Uybadin İçişleri Bakanlığını bırakınca İstanbul’ a gider. Daha sonra İtalyan büyükelçisi olarak atanır. Sonra O bina Sular Umum Müdürlüğü oldu.

Cemil Uybadin’ in binası yıkılarak Enver Tokay’ ın projesi olarak Emek İşhanı projesine başlanılır. Proje 1953’ de yapılır, inşaat 1958’ de başlar ve bina 1965 yılında hizmete girer.

Proje Emekli sandığının olduğu için adı da Emek İşhanı oluyor. Binanın boyu 76 metre ve 24 kat olarak yapılıyor. Eskiden binanın önünde bir kabartma vardı. Sonra onu söktüler. Sonra o binada Gima açıldı. Gima, Türkiye’ de ilk defa taksitli satışları yapan, ilk departmanlı mağazadır. Yani bölüm, bölüm her şey vardır. Gima İlk avm modeli olarak hizmet verir. Bu gökdelenin bir diğer ilki de Türkiye’ de ilk defa perde betonun inşaatta kullanılmasıdır. 2006 yılında Emekli Sandığı binayı satar ve bina Kahramanlar iş merkezi olur.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Yüksel caddesine doğru gidiyoruz. Yüksel caddesi biliyorsunuz yaya yolu oldu, 1981’ de belediye Kızılay yaya bölgeleriyle ilgili bir yönetmelik yayınladı. Resmi gazetede çıktı.

1981’ de İzmir ve Sakarya caddeleri yaya yolu ilan edildi, 1986’ da yönetmeliği yenilediler ve Yüksel Caddesi ve onun üstündeki Konur ve Karanfil sokaklar da yaya yolu kabul edildi, trafik yasaklandı. O günden beri buranın artık ayrı bir kültürel havası vardır.

Eskiden bu yaya yollarında, heykeller vardı. Önünde kutusuyla bir boyacı vardı. Önce boyacının kutusu kayboldu, sonra da kendisi de kayboldu gitti, yerini havuzlar aldı.

Bu bölge Ankara’ nın önemli kültürel semtlerinden biridir.

Simit Sarayının köşesinden sokağa bakarak eski evlerin hatıralarını dinlemeye devam ediyoruz. O eski zamanlarda orada 3 katlı bir ev vardı. Burada Memduh Şevket Esendal otururdu. Memduh Şevket’ i Ayaşlı ile kiracılarından hatırlarsınız. Fakat o, kitaptan çok daha ünlüdür. Memduh Şevket 1906 yılında İttihat Terakkiye girer, 1908’ de parti müfettişi olarak Anadoluya gönderilir. Milli mücadele başlayınca Ankara’ ya geçer. 1920’ de Bakü büyükelçisi olur. 1924′ e kadar orada kalır. 1925- 1930’ da Tahran büyükelçisidir. Sonra Ankara’ ya gelir 1932-1938’ de de Kabil büyükelçisidir. Ankara’ da olduğu 1930 -32 yıllarında “Ayaşlı ile Kiracıları” nı yazar. Kitap 1934’ te basılır. Büyükelçilikten gelince milletvekili seçilir ve CHP genel sekreteri olur. Yani siyasi bir kişiliktir. Fakat “Ayaşlı ile Kiracıları” nı dikkatli okursanız, kitapta Cumhuriyeti koyduğu hedefe ulaşamadığı biçiminde eleştiri vardır.

Dost Kitapevi Karanfil sokaktadır. Buradaki binalar üç katlıydı, apartman yoktu. Dost Kitapevinin yanında bulunan binada Mithat Fenman oturmaktaydı.

Mithat Fenman konservatuarda öğretmendi. Aynı zamanda piyano hocasıdır, İdil Bired onun öğrencisidir. Üç yaşında piyanoya büyük istidat gösteren İdil Biret ilk derslerini Ankara’da Mithat Fenmen’ den aldı. 1970’ li yıllarda Fazıl Say da bu eve ders almaya gelirdi.

Dost Kitabevi’ ni Erdal Akalın 1977’ de Zafer çarşısında açtı. Kitapevi, seksenli yıllarda mimarlar odasının girişine taşındı. Sonra da bu sokağa geldi. Tabii bu bina Dost Kitapevi’ nin binası değil. Esasında bu bina yapılmadan önce burada bir apartman vardı. Adalar Apartmanı, orada Sabahattin Ali otururdu. Ankara’ da Milli Eğitim Bakanlığı Musiki Muallim Mektebinde Almanca öğretmeni olarak çalışıyordu. Yandaki apartmanda Azra Erhat oturmaktaydı. Azra Erhat birinci katta oturmaktaydı. Azra Erhat anılarında “Sebahattin Ali ile her sabah pencere sohbeti yapardık” diyor.

Azra Erhat İstanbul’ da doğmuştur. İlk öğrenimini Belçika’ da, ortaöğrenimi Fransa’ da yapar, üniversiteyi okumak için 1934’ te İstanbul’ a gelir. Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisine kaydolur. 1935 Kasım’ da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılınca hemen Ankara’ ya gelir. Klasik diller filolojisine kayıt olur. Klasik diller dediğimiz eski Yunanca ve Latince’ dir. 1936 Ocak ayında dersler başlar.

Okulu bitirince de üniversiteye asistan olarak girer. Felsefe okuyan Orhan Veli, Fransız biyolojisinde asistan olan Sabahattin Eyüboğlu, çok samimi olduğu Güzin adında arkadaşları vardır. Ankara’ya gelince tabii o arkadaşlıklar da sürer. Orhan Veli’ nin çevresiyle arkadaş çevresi daha da genişler.

Sonra Azra, bölümünde doçent olur. O sırada Sabahattin Eyüboğlu da Ankara’ da tercüme bürosunda çalışmaktadır. Sabahattin Eyüboğlu’ nun da bir arkadaşı vardır; Abidin Dino, ressam, Ankara’ nın ilerici belediye başkanı Abidin Paşanın torunudur. Adana’ ya sürgün edilmiştir. Sık sık Ankara’ ya gelir, Azra’ nın İstanbul’ daki sınıf arkadaşı Güzin de Ankara’ ya zaman zaman gelir. Bir gün Güzin’ le Abidin Dino karşılaşırlar. Aşık olurlar, hemen o yıl 1943 yılında evlenirler. Adana’ ya giderler.

O arada bir de Macar arkadaşları vardır. Bela Szabo, Türkiye’ ye geldiğinde 26 yaşındaydı, yeni kurulmakta olan modern Türkiye’ nin sanayi hamlelerinde mühendis olarak görev almaktaydı. Turhal Şeker Fabrikası ve Rize Çay Fabrikası inşaatlarında çalışmıştı. 1933 yılında tanınmış Macar Piyanist Rozsi Venetianer ile evlenerek Ankara’ ya yerleştiler. Onlar da Ihlamur sokakta oturmaktaydılar.

Atatürk Lisesi yanında Ihlamur, sokağı vardır. Onun aşağı tarafında otururlar. Ev bahçe içine tek katlı bir evdir. Onların karşısında, otuzlu yılların başında Orhan Veli oturmaktadır. Azra ve Bela Szabo orada tanışırlar.

Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet de o vesileyle arkadaş olurlar. Öte yandan Rozsi ile Bela Szabo’ nun evliliklerinin de yürümüyordu. 1944’ de Bela Szabo, Azra Erhat’ la birlikte yaşamaya başlar.

Abidin Dino Yaşar Kemal’ i de sohbetlere getirir. Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesinde muhabirdir. Ahmet Arif, Dil Tarih’ de okumaya gelir ve Azra’ nın evinde kalır, yani evin iki tane de oğlu vardır. Ahmet Arif Karanfil sokak için çok güzel bir de şiir yazar.

Sonra Azra Erhat ile Szabo evlenirler. 1945’ te Vakıf ve Genel Memur Kanunu’ na göre yabancı ile evlenmek yasak olduğundan Azra üniversiteden atılır.

Sonra 1947-48 yılında Szabo “memleketine gideceğim” der. Azra, “ben bilmediğim yere gitmem” diyerek boşanırlar.

Azra sonra İstanbul’ a döner. Burası böyle bir kültür sitesidir.

Mülkiyeliler binasının önünde kitap okuyan heykelin öndeyiz. Bu heykel, insan hakları heykelidir, bunu yapan Metin Yurdanur’ dur.

Yan tarafta hemen Mülkiyeliler Birliği binası vardır. Mülkiyeliler Birliği binasında tarih olarak 1859 yazıyor, oysa o İstanbul’ daki Mülkiyeliler Birliğinin tarihidir. Ankara’ da da bir Mülkiye vardır. 1885 Mülki İdari adıyla kurulmuştur. Ankara’ daki Mülkiyenin temeli o okuldur. Şimdiki bu Mülkiyeliler Birliği 1946’ da kurulur. İlk binaları Anafartalar Caddesinde iki katlı bir küçük bir binadır, 1959’ da Adakale sokağa giderler. Sonra biz kendi binamızı yapalım derler ve 1964 yılında bir eşya piyangosu düzenleyerek oradan topladıkları parayla bu binayı yaparlar. Bina 1966’ da biter.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Şimdi, adam heykelin önündeyiz.

Yaya yollarındaki heykelleri belediye başkanı Ali Dinçer 1979’ da yaptırdı.

Heykelin yanından geçip devam ediyoruz.

Daha önce Galeri Kültür 1953’ te Sakarya-Tuna caddesi köşesindeydi. O bina 1980 başında yıkılacağı için Selanik Caddesi Yüksel caddesi köşesine gelmişti. Galeri Kültür şimdi kapandı.

Flamingo 1955’ te Ziya Gökalp ve bitişik kanadındaki Ulus sineması yanında açıldı. Sonra Soysal apartmanlar 1967’ de yıkılınca Flamingo Tunalı’ ya gitti.

Mimar Kemalin önünden İnkilap sokağa bakıyoruz.

Otel Alar’ ın olduğu yerde eskiden tavukçu vardı. Tavukçu Ankara’ nın en eski lokantalarından biridir. Tavukçu, 1930 yılında Anafartalar caddesi yakınlarındaydı, oradaki bina 1953 yılında yanınca Bayındır’ ın köşesindeki iki katlı sarı bir eve geldi. Fakat orada tutunamadı ve iflas etti.

İflas edince tavukçuyu Karadeniz lokantasının şefi devir aldı. Menüyü daha zenginleştirdi. Daha sonra, Tavukçu otelin olduğu yerde iki katlı bir eve gelir. Bu evin sahibi de Gelirler İdaresi başkanı Reşat Beydir. Reşat Bey, Karadeniz lokantasında İsmail’ in müşterisi ve arkadaşıdır. Reşat Beyin hiç mirasçısı yoktur ve evi İsmail’ in üstüne yapar. Böylece Tavukçu bu adreste devam eder. 2021 yılında tavukçu Alacaatlı caddesine gitti, buradaki yerine de otel yapıldı. Otelin adı da Alar’dır.

Köşede de iki katlı ev vardı. O da eski Milli Eğitim Bakanlarından Tahsin Bangooğlu’ nun evidir. Bodrum katında Orhan Veli oturmaktadır. Orhan Veli yedek subaylığını kara kuvvetleri komutanlığı içinde yapar. Kara kuvvetleri komutanlığı yedek subay okulu Kara Kuvvetleri komutanlığı binasının içindedir. Oraya yakın olsun diye buraya taşınır. Taşmektep’ ten arkadaşı Melih Cevdet de yedek subaylığını bitirip onun yanına gelir. İkisi burada İnkilap sokakda oturmaya başlarlar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Mimar Kemalettin okulu, bizim birinci ulusal mimari döneminin önemli mimarlarından Mimar Kemalettin tarafından1927’ de yapılmıştır. Birinci ulusal mimari dediğimiz Selçuklu ve Osmanlı mimarisi karışımıdır.

Meşrutiyet caddesi, Hatay sokak köşesindeyiz.

Burada yaşamış bir büyük yazarımızdan, Adalet Ağaoğlu’ ndan bahsedeceğiz. Adalet Ağaoğlu’ nun babası Nallıhan’ lıdır. Nallıhan’ da tiftik tüccarıdır. 1938 yılında Ankara’ ya gelir, 9 daireli bir apartmanı satın alır. Adalet Ağaoğlu’ nun büyük abisi Ayhan Sümer, Ayhan mağazasının sahibidir. Babasından devir almıştır. Adalet Ağaoğlu bir inşaat mühendisi olan Halil Ağaoğlu ile evlenmiştir ve soyadı Ağaoğlu olmuştur.

Sevgi Soysal da ailesi birlikte bu sokakta oturmaktadır. Öymen ailesi de burada oturmaktadır. Yazar Mahir Aksoy da burada oturmaktadır. Yani bunların çocuklukları beraber geçmiştir.

Fazıl Say’ ın babası, İdil Biret’ ler de bu sokakta oturmaktaydılar. Şimdi onlar tarih oldu gitti.

Meşrutiyet Caddesinde Yürüyüşe devam ediyoruz ve Coffee Lab’ ın karşısına geçtik. Karanfil sokağın devamındayız. Kazım Karabekir, İzmir suikastı davaları bitine kadar burada oturdu. Sonra İstanbul’ a gitti. Burada iki katlı bir ev vardı, büyük bahçeli, etrafı yüksek ağaçlarla çevriliydi. Fotoğraf çekilemiyordu. Çünkü ağaçlar hep evi kapatıyordu, sonra yıktılar.

Karanfil sokaktaki yürüyüşümüze devam ediyoruz. Cilveli kafe adı yazılı olan binanın önündeyiz. Kafenin terasını camla kapatmışlar. Burası Feridun Fazıl Tülbentçi’ nin evidir. Ev hala 1930’ ların evidir ama üstüne kat çıkmışlar.

Kocatepe

Karanfil sokaktan Olgunlar Caddesine çıktık. Tepeye doğru baktığımızda Kocatepe camiini görüyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Oranın adı eskiden Deliler tepesiydi.

Kocatepe Camii yapılınca adı değişti. Orada su depoları vardı, su pompaları vardı. Seyranbağları’ na, Esat’ a ve Kale’ ye buradan su verilirdi. Eskiden Ankara’ ya Elma dağından su gelirdi. Musluktan kaynak suyu akardı. Altmışlı yılların sonuna kadar sürdü o.

O tepeye, altmışlı yılların başında Ankara’ nın en büyük camisini yapalım dediler. Vedat Dalokay’ ın yaptığı proje kabul edilmedi. 1967’ de kabul edilen proje ile Mimar Sinan’ ın bir kopyası olarak camii yapılmaya başlandı. İnşaat 1981’ de bitmeyince Türk Diyanet Vakfı tarafından devir alındı ve inşaat 1987’ de bitirildi.

Kocatepe Camii yapılırken o taraftaki evler yıkıldı. Olgunlar’ la Kızılırmak caddesinin köşesinde olan Ayşe Abla ilkokulu da o sırada yıkıldı.

Köşedeki Kızılırmak sinemasını hatırlarsınız, altmışların başında açılmıştı. Buranın açılışı çok ilginçtir. O civarda Amerikalı subaylar oturur. Amerikalı subaylar burada sinema açılmasını isterler ve açılır. Bu sene Ağustos ayında da Kızılırmak sineması kapandı.

Akay yokuşunun alt tarafındayız. Yukarıda sağ tarafta Dedeman Otelinin binasının ilk kısmı görünüyor. 1966’ da Akay sokağa paralel olarak yapılmıştır, 1987’ de Büklüm sokağa paralel olan ‘L’ kısmı yapılır. Dedeman Otelinin sahibi Kemal Dedeman madencidir.

Atatürk Bulvarına doğru giderken Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Eskiden burada bir dere akardı, adı Kavaklıdere. O zaman İsmet İnönü Bulvarı da yok, dere buradan dönüyor Dikmen deresi ile birleşiyordu.

Daha önce bahsettiğimiz Abidin ve Güzin Dino, Azra İstanbul’ a gidince 1948 yılında burada Macid Devrim’ in derenin kenarındaki evinde yaşıyorlardı. Oradan 1950’de pembe renkli bina olan Perçiner apartmanına taşınmışlardı. Bakanlıklardan Kızılaya doğru iniyoruz. Burası Jansen’ in imar planında çizdiği gibi Kızılay’ a kadar Bakanlıklar mahellesidir. Jansen Planı; 1928 -1932 yılları arasında Alman mimar Hermann Jansen tarafından Ankara için hazırlanmış olan bir nazım planıdır. Yeni kurulan devletin her alanda diğer illere de örnek olacak modern model kenti olması hedeflenmiştir.

Orman Bakanlığı eski binasının önündeyiz. Orman Bakanlığı eski binasını yapan Clemens Holzmeister’ dır. 2008’ de Ankara’ daki bir caddeye Holzmeister’ in adı verilmiştir. Türkiye’ de daha çok Ankara’ da yaptığı kamu binaları ile tanınmaktadır. 1927-1935 yılları arasında yeni kurulan Ankara kentinde inşa edilen birçok yapının projesini çizen mimar; 1938-1953 arasında Türkiye’ de yaşadı. Halen kullanılmakta olan meclis binası onun Türkiye’ deki en önemli eseridir. Buralar Meclisle bitişiktir. Yol yoktur. Bakanlıkların ilk yapılan binası da İç İşleri bakanlığıdır 1932-34 yılında yapılmıştır. Bu bina Tarım Bakanlığı binasıdır. Ankara taşından yapılmıştır. Bakanlık binaları Alman Avusturya kübik mimarı tarzı, yüksek girişleri olan, içeri girdiğinizde yüksek bir salonu olan binalardır. 1934-36 yıllarında ikinci yapılan Kamu binası da Yargıtay binasıdır. Şimdi Belçika Elçilik binasının önündeyiz. Belçika elçiliği binası konuttur. Belçika elçiliği binası 1927-1928 yıllarında yapılmıştır.

Madenci heykeli de Metin Yurdanur’ un heykeldir. Zonguldak’ta maden kazası olduktan sonra yapılmıştır. Önünde cam vardı, cam üstünden darbe almış çatlamış.

Ayşe Abla Çocuk Yuvası

Ayşe Abla, Neriman Uzun’ un Ankara radyosunda başladığı çocuk kulübü programındaki takma adıdır. Ayşe Abla, Amerika’ da üniversiteyi bitirir. Çocuk ve aile gelişiminde uzmandır. 1937’ de Ankara radyosuna girer. Sonra, 1946’ da bu evde çocuk yuvasını açar. Her yıl bir sınıf ilave eder. 1949’ da 3. Sınıf başladığında ilk defa Amerikalı öğretmenden İngilizce dersleri verdirir. Zaman içinde öğrenci sayıları artar ve öğrenciler artık servisle gelmeye başlar. Bina küçük gelmeye başlayınca, Ayşe Abla İlkokulu binasını yapar ve 1953’ de oraya taşınırlar. Sonra mirasçıları 1993’ te binayı yıktılar yerine bu iş hanını yaptılar. Dış görünüşünü eski haline benzetmeye çalıştılar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Milli Eğitim Bakanlığı Binası 1960-1967 yılında yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’ nın önündeki heykel Tankut Öktem tarafından yapıldı. 1981’ de heykel yerine konuldu. Başöğretmen heykelinde Atatürk, kitap, eğitim meşalesi var. Kitabın sol tarafında “Öğretmenler yeni nesil sizin eserinizde olacaktır” yazıyor. Binanın içerisinde meçhul öğretmen anıtı vardır, o çok orjinaldir, tunçtan bir heykel gurubudur. Ortasında insan yüzünün yandan görünüşü vardır, bir kız çocuğu ona çiçek uzatmaktadır. O fotör şapkalı profil, meçhul öğretmendir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Güven partaki ağaç heykeli gördünüz mü? Hep yanından geçer ama dikkat etmeyiz.

Güvenpark

1929 yılındaki gazetelerde Emniyet anıtı ne zaman başlayacak diye yazıyor. Anıt önceden projelendirilmiş, yapılması beklenmektedir.

Holzmeister’ ın Kızılay Meydanı’ nda bir park ve anıt önermesiyle yapımına başladığı bronz heykeller Avusturya’ da Viyana Erdberg dökümhanesinde gerçekleştirilmiştir. Mamak taşı kullanılan kaide üzerindeki kabartmalar Türkiye’ de yapılmıştır. Anıtın taş kısımlarında Franz Wirt, Triberer ve Anton Hanak’ ın diğer öğrencileri ile Türk ustaları çalışmıştır.

Güven Park Anıtı (Güvenlik Anıtı –Emniyet Abidesi), Ankara Kızılay Meydanı’ nda Güven Park içerisinde bulunan Türk ulusunun polis ve jandarmaya olan güvenini, Atatürk’ ün Kurtuluş Savaşı’ nda ve İnkılap hareketlerinde beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller ve insan zekasını, çiftçinin tarım çalışmalarını betimleyen kabartmaların yer aldığı anıttır.

Anıtın Kızılay’ a bakan cephesinde biri genç, diğeri yaşlı iki bronz figür görülmektedir. Güvenin simgesi olarak yaşlı adamın elindeki sopa düşmek üzeredir, güçlü bir yapıda tasvir edilen genç ise sopayı alarak nesilden nesile korumayı temsil etmektedir. Bunun altında Atatürk’ ün “Türk Öğün Çalış Güven” sözleri tunç harflerle yazılmıştır. Bu yazının sağında bulunan bir grup figür, polisin halka yardımını, soldaki grup da jandarmanın halka yardımını anlatmaktadır. Anıtın arkasında ise iki çıplak erkek tasviri ulusun yaralarını saran kahramanlarını tanıtmaktadır. Bunlardan sağdaki modern çağda güveni, soldaki de birliği simgelemektedir. Bunun dışındaki alanlar yapıcı ve yaratıcı insanlarla köylü ve çiftçileri simgeleyen guruplarla doldurulmuştur.

Bu anıt Bakanlıklar mahallesinin mimarı Holzmeister’ in idaresinde yapılır. Anıtı yapmaya, 1931’ de Viyana üniversitesin Prof. Anton Hanak başlar, fakat 1934 yılında ölür. Öldükten, sonra projeyi, aynı okuldan Prof. Joseph Thorak’ a devir alır.

Cenazeden sonra ailesi Anton Hanak’ ın masasında günlüğünü bulurlar. Günlüğün son sayfasında “Ankara’ daki Emniyet anıtı inşaatı yüzünden 17000 şilin borçlandım, ödeyecek durumum da yoktur” diye yazmıştır. Üzüntüden kalp krizi geçirip ölmüştür. Ailesi durumu Atatürk’ e yazar. Hemen soruşturma açılır. Öğrenelir ki bakanlık Holzmeister’ a, parayı önceden ve tam olarak ödemiştir. Holzmeister arkadaşına paranın hepsini vermemiş ve zor duruma düşürmüştür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

TMO önünden geçiyoruz. Turan Alkan bu heykeli 1998’ de yapmış. Bu heykelde hasatı bitirmiş dinlenen bir aileyi anlatmıştır.

Saraçoğlu Devlet Mahallesi

Çankaya kaymakamlığının yanı. Resmi adı Devlet mahallesidir 1944-1948 yılları arasında Alman Mimar Paul Bonatz yaptı. Bulvar boyunca gördüğümüz binalar kamu binalarıdır. Arka taraftaki binalar bakanlıklarda çalışan memurlar için lojmandır. İki, üç, dört odalı tipleri var. 485 tane lojman vardır. İlk yapılan da Çankaya kaymakamlığıdır. ilk önce burayı Maarif bakanlığı kiralar. Üst katı talim terbiye dairesi orta katı tercüme bürosu, alt kat neşriyat bürosudur. Neşriyat bürosu müdürü de Adnan Ötüken’ dir. Adnan Ötüken, bir odayı milli kütüphane yapar. O zaman adı Marif Kütüphanesi’ dir. 1937 yılında yapılan bu kütüphane, ilk milli kütüphane ünvanını alır.

Burası Namık Kemal ortaokuludur. Şimdi Gayrimenkul yapı ortaklığı ofisi oldu. Saraçoğlu mahallesinin içinde 2003’te yıkılma riski var diye yıkmak istediler, ama karşı konulunca yıkamadılar, 2009 yılında Emlak Yatırım Ortaklığına devrettiler. Kamu binaları korundu.

Şimdi Kahve zamanı, Saraçoğlu Mahallesinde yapılan yeni kafelerde biraz dinlenip gelecek ay gezi rotamızı belirleyeceğiz. Bakalım Ankara binaları bize ne hikayeler anlatacak?

İlter AKINOĞLU

Aralık 2024

GEZGİN KADRAJ: YEDİGÖLLER’ DE RENKLERİN CÜMBÜŞÜ

Sonbaharın eşsiz güzelliklerini yaşadığımız, yazdan kalma sıcaklıkların içimizi ısıttığı bir başka günde, Ankara’nın yoğun koşturmacasından uzaklaşıp doğayla buluşmak için “Yol Arkadaşlarım” Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ekibimizle Bolu Yedigöller’e doğru yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Kumrular Caddesi’nden başladığımız yolculuğumuz, şehrin karmaşasından sıyrılıp doğanın kucağına adım atmanın heyecanıyla dolu.

Ankara-Bolu TEM otoyolundan ayrıldıktan sonra, virajlı ve bozuk yollarda geçen sarsıntılı bir yolculuğun yorgunluğunu, Yedigöller’in muhteşem sonbahar manzarası bir anda unutturuyor. Sonbaharın büyüleyici renkleri (sarıdan turuncuya uzanan bir renk cümbüşü) adeta bir gökkuşağı gibi çevremizi sararken, kayın ağaçlarının dallarında asılı kalan son yapraklar rüzgarla dans ediyor. Fotoğraf makinelerimizle bu doğal güzellikleri ölümsüzleştirirken, bir yandan rehberimiz Kadir Bey’in Yedigöller’e dair efsanelerini dinliyoruz, bir yandan da doğanın huzur dolu sesleri eşliğinde yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Göz kamaştıran güzellikler arasında her kare, bu unutulmaz deneyimi kalıcı bir hatıraya dönüştürüyor.

Yedigöller’in büyüleyici atmosferine eşlik eden efsaneler, bu doğa harikasını daha da anlamlı kılıyor. Bu efsanelerden birinde sürgün edilen yedi aşık çiftin ayrı ayrı göllere yerleşerek yaşadığı aşkların ve hazin hikayelerin izlerini taşıdığı anlatılıyor.

Bir diğer efsaneye göre Yedigöller bir zamanlar iyilik perilerinin yurduymuş. Bir gün Bolu Beyi’nin oğlu avlanırken beyaz bir güvercinin peşine düşmüş. Tam yayı gerip güvercini vuracağı sırada güvercin dünya güzeli bir kıza dönüşmüş. Kızın eşsiz güzelliği karşısında büyülenen genç yayı geren parmaklarını istemsizce gevşetmiş, ancak ok çoktan fırlamış ve peri kızının kalbine saplanmış. Bu trajik anın ardından gökyüzü kararmış, yağmurlar gözyaşına dönüşerek gökyüzünü hıçkırıklara boğmuş. Dağlardan çağlayan dereler susmuş, kaynayan pınarlar çekilmiş. Akan sular ve pınarlar peri kızının canı ve kanıymış, suyun melodisi ise onun iniltileriymiş. Ağlayan perilerin gözyaşları zamanla birikerek yedi göle dönüşmüş: İncegöl, Nazlıgöl, Sazlıgöl, Kurugöl, Deringöl, Seringöl ve Büyükgöl. Bu birbirinden güzel yedi göl, bana göre sadece göller değil, aynı zamanda yedi ayrı efsane. Gerçekten de “anlatılmaz, yaşanır”. Yedigöller’i anlamanın en iyi yolu, orayı bizzat görmek, doğasını hissetmek ve hikayelerine tanık olmaktır.

İncegöl

İncegöl’ün sol kenarından ilerlediğimizde, kısa bir yürüyüşün ardından Sazlıgöl’ün eşsiz manzarası bizi karşılıyor. İncegöl’e kıyasla biraz daha geniş bir alana yayılan bu göl adını çevresinde bulunan ve özellikle yüzeyinin büyük bir bölümünde yer alan sazlıklardan almış. Doğanın huzur dolu sesleri ve sazlıkların rüzgârla dans eden görüntüsü, burayı adeta bir tablo gibi benzersiz kılıyor.

Sazlıgöl

Sazlıgöl’ün büyüleyici manzarasını geride bırakarak, u dönüşü yapıp İncegöl’ün diğer kıyısı boyunca yürüyüşümüze devam ediyoruz. Gölün çevresindeki patikalar her adımda farklı bir güzelliği gözler önüne sererken, doğanın huzurlu sessizliği eşliğinde bu büyülü yolculuğun tadını çıkarıyoruz.

Nazlıgöl’ün zarif güzelliğini geride bırakarak Kurugöl’ün diğer tarafına doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Her adımda doğanın farklı bir yüzünü keşfederken göl çevresindeki dingin atmosfer ve eşsiz manzaralar yolculuğumuza huzur katıyor.

Aşağıdaki şelaleye doğru inişe geçiyoruz ve bu eşsiz doğa harikasının yanında kısa bir fotoğraf molası veriyoruz. Şelalenin hemen üst kısmında yer alan çeşme “Dilek Çeşmesi” olarak anılıyor. Yedigöller’i temsilen yedi ayrı musluğundan akan serin sular buranın mistik havasını daha da güçlendiriyor ve ziyaretçilere unutulmaz bir anı sunuyor.

Deringöl’ün hemen yanında piknik ve kamp alanları bulunuyor. Burası Yedigöller’in en canlı ve hareketli bölgelerinden birisi. Yukarıda Nazlıgöl’den merdivenlerle ayrıldığımız yolun devamı da tam olarak bu alana ulaşıyor.

Piknik yapmak isteyenler için burada bolca masa ve alan mevcut. Ancak zeminde mangal yakmak kesinlikle yasak. Mangal yapmak isteyenler özel olarak ayrılmış mangal alanlarını veya ayaklı mangalları kullanmak zorunda. Kamp severler için ise çadır kurmak isteyenlere özel alanlar ve karavanlar için ayrılmış bölümler bulunuyor.

Ayrıca bölgedeki büfe ziyaretçilere çeşitli seçenekler sunuyor. Sıcak ve soğuk içeceklerden gözleme ve sucuk ekmeğe kadar birçok lezzeti burada bulabilirsiniz. Hediyelik eşya kısmı ise Yedigöller anılarınızı evinize taşımak isteyenler için ideal.

Piknik ve kamp alanının diğer tarafında Yedigöller’in en büyük gölü olan Büyük Göl’ü görüyoruz. Bu büyüleyici göl tepeden bakıldığında kalp şeklindeki görüntüsüyle dikkat çekiyor. Bu özelliği Yedigöller’e dair anlatılan aşk hikayeleriyle bütünleşerek göle ayrı bir anlam katıyor. Büyük Göl hem büyüklüğü hem de romantik havasıyla bölgenin en özel noktalarından birisi.

Seringöl ise Yedigöller’in Mengen yönünden gelen yolun en uç noktasında yer alıyor. Doğanın sakinliğiyle çevrelenmiş bu göl, ziyaretçilerine huzurlu bir atmosfer sunarak bölgenin en izole köşelerinden biri olma özelliğini taşıyor.

Seringöl’ün huzur veren manzarasını geride bırakarak Kapankaya Tepesi Seyir Terası’na doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yedigöller’in doğal güzelliklerini kuş bakışı izleyebileceğimiz bu noktaya ulaşmak yolculuğumuzu daha da anlamlı kılıyor.

   

Yol üzerinde bizi Kapankaya Tepesi Seyir Terası karşılıyor. Burada kısa bir mola verip Yedigöller’in muhteşem manzarasını tepeden izlemek kesinlikle tavsiye edilir. Kaptan Metehan Bey aracımızı yolun sağ tarafına park ediyor. Ardından sol taraftan başlayan merdivenlerden yaklaşık 5 dakikalık dik bir yürüyüşle terasa ulaşıyoruz. Zirveye vardığımızda Yedigöller’in eşsiz güzelliği tüm ihtişamıyla karşımıza çıkıyor ve bu manzara her şeye değiyor.

Bütün bu güzelliklere ev sahipliği yapan Yedigöller’de hafta sonunun getirdiği kalabalık insan selini görünce endişelerimi dile getirmeden edemiyorum. Yoğun ziyaretçi akını umarım bu eşsiz doğa harikasının zarar görmesine yol açmaz. Elbette herkesin bu güzellikleri görmesi, gezmesi ve yaşaması en doğal hakkı. Ancak bu alanların korunması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda hepimizin bilinçli ve sorumlu davranması gerekiyor.

Doğaya duyulan saygının her zaman öncelikli olması dileğiyle, sağlıcakla kalın.

Cengiz PAMUK

Kasım 2024

30. YIL İÇİN ADIM ADIM, EL ELE

Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği (FSK) olarak bu aralar tatlı bir telaş içerisindeyiz. Çünkü derneğimiz Aralık ayında 30. yılını dolduruyor. Bu tatlı telaş ve heyecanla 30. yılımızı kutlamak üzere çeşitli etkinlikler düzenleyerek derneğimizin fotoğraf sanatına olan katkısını bir kez daha gözler önüne sermek istiyoruz. Bu özel kutlamalar kapsamında, her zaman olduğu gibi fotoğraf dünyasına farklı bir bakış açısı sunacak zengin bir içerik ile sanat severlerle buluşmayı planlıyoruz.

Etkinliklerimizin başında, fotoğrafın sanatsal, estetik ve kültürel boyutlarını derinlemesine inceleyen ve dernek üyelerimizin eserlerinin yer aldığı bir fotoğraf sergisine yer vereceğiz. Gücümüzü üyelerimizden aldığımızı ve bu güçle durmadan, adım adım ileriye doğru yürüdüğümüzü her defasında belirterek ve yine, yeniden el ele diyerek, geçmişten günümüze fotoğrafın evrimini ve günümüzdeki en yeni teknikleri yansıtan seçkin eserleri ziyaretçilerimize sunacağız.

Ayrıca, fotoğraf sanatına olan katkılarıyla tanınan fotoğraf sanatçılarına plaket töreni düzenleyecek ve böylece derneğimizin geçmiş 30 yılındaki başarılarını onurlandıracağız.

Etkinlik takvimi içerisinde aynı zamanda, fotoğrafın geleceğine dair önemli bir tartışma fırsatı da sunacağız: “Geçmişten Geleceğe Fotoğraf ve Yapay Zekâ” isimli panel, teknolojinin sanat üzerindeki etkilerini tartışmak amacıyla fotoğraf sanatçıları ve akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşecektir. Bu panelde, fotoğraf sanatının geçmişten günümüze geçirdiği dönüşümün yanı sıra, yapay zekâ ve dijital teknolojilerin fotoğraf sanatını nasıl şekillendirdiği ve gelecekte nasıl bir yön alacağı ele alınacaktır.

Sergi fotoğraflarının yer aldığı gösteri, üye gösterileri, atölye tanıtım gösterileri, dans gösterileri ve müzik dinletileri eşliğinde keyifli anların yaşanacağı daha pek çok sürpriz ile son bulacak etkinliklerimiz, 28 Aralık 2024 ile 4 Ocak 2025 tarihleri arasında, Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinde gerçekleştirilecektir. Fotoğrafın sanatla buluştuğu bu önemli dönüm noktasına katkıda bulunmak ve fotoğrafın evrimini yakından takip etmek isteyen tüm sanat severler bu kapsamlı etkinliğe davetlidir.

Aralık 2024

Seda FELEKOĞLU

FSK Yönetim Kurulu Başkanı

GEZGİN KADRAJ: GÖYNÜK FOTOĞRAF UYGULAMA GEZİSİ

(Taraklı, Göynük ile Çubuk ve Sünnet Gölleri)

Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ile Doğa ve Tarih Gezisinde

20 Ekim 2024 Pazar günü, Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği olarak düzenlediğimiz gezi, hem doğal güzellikleri hem de tarihi dokusu ile bilinen yerleri keşfetmek amacıyla gerçekleştirildi. Katılımcılarımızla birlikte, göz alıcı manzaralar eşliğinde keyifli anlar yaşadık ve fotoğraf sanatıyla ilgili becerilerimizi geliştirdik.

Sabahın İlk Işıklarıyla Yola Çıkış

Gezi, sabahın erken saatlerinde, kumrular sokakta buluşarak başlamış oldu. Katılımcılarımızın tamamlanması ile yola çıktık, gezimizin ilk durağı olan Nallıhan’ da o bölgeye özgü kahvaltımızı yaptık. Yolculuk boyunca, sonbaharın başlangıcıyla birlikte, karasal iklimin sunduğu sert hava koşulları ve metropol şehrin gürültü ve kalabalığından uzaklaşarak, doğanın renk cümbüşünü sergileyen ormanlık alanlar ve doğanın yeşile bürünen doğal haline doğru yol aldık.

TARAKLI

İlk durağımız Sakarya’nın tarihi ilçesi Taraklı oldu, Bağdat yolu üzerinde konumlanmış ve zengin kültürel mirasıyla dikkat çeken bir yerleşimdir. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan Taraklı, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu sayede kendine özgü bir kimlik kazanmıştır.

Tarihî ve Kültürel Zenginlikler

Taraklı, mimarisiyle göz dolduran eski taş evleri, dar sokakları ve tarihi camileri ile ön plana çıkmaktadır. Adını şimşir tarak yapımından almış olup, ses ve çevre kirliliğinden uzak konumuyla İtalya merkezli Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dahil olan sayılı ilçelerimizden birisidir. Özellikle 19. yüzyıldan kalma yapılar, yöre halkının yaşam tarzını ve geleneklerini yansıtan önemli örneklerdir. Taraklı Evleri, yerel taş ustaları tarafından inşa edilmiş ve bölgenin mimari özelliklerini sergilemektedir. Bu evlerin çoğu, restore edilerek turizme kazandırılmıştır. 

Taraklının meydanında durup, yerel halkla sohbet ettik yöresel ürünlerden oluşan ürünler aldık. Onların yaşam tarzları ve gelenekleri hakkında bilgi ve edindiğimiz izlenimler, gezimize ayrı bir derinlik kattı. Fotoğrafçılarımız, ilçenin geleneksel mimarisini ve yerel halkın günlük yaşamını ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekti.

Doğal Güzellikler

Taraklı, sadece tarihi yapılarıyla değil, aynı zamanda doğal güzellikleriyle de öne çıkmaktadır. Etrafındaki yemyeşil ormanlar ve dereler, yürüyüş ve doğa aktiviteleri için ideal alanlar sunmaktadır. Özellikle sonbahar aylarında, ağaçların yapraklarının renk değiştirmesiyle birlikte Taraklı, görsel bir şölen sunmaktadır.

GÖYNÜK

İkinci durağımız, doğal ve tarihi alanlarıyla bilinen Bolu Göynük’ tü. Bu güzide ilçede, doğanın sunduğu manzaralarla tarihî dokunun iç içe geçtiği eşsiz bir deneyim yaşadık.

Göynük’ e vardığımızda, tarihi atmosferi hemen hissettik. Osmanlı dönemine ait yapılar, taş evler ve dar sokaklar, bu bölgenin tarihini yansıtan etkileyici örneklerdi. İlk olarak, 18. yüzyıldan kalma tarihi Göynük Evleri’ni ziyaret ettik. Restorasyon çalışmalarıyla günümüze taşınan bu evler, mimari zarafetleriyle fotoğraflarımıza eşlik etti. İlçede yer alan bölgenin tarihi ve kültürel önemini yansıtan etkileyici bir yapı olan zafer kulesine çıkarak panoramik seyir yanı sıra ilçenin tepeden fotoğraflarını çekme fırsatı bulduk. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan bu kule, hem mimari özelliği hem de bulunduğu konumla ziyaretçilerine büyüleyici manzaralar sunmaktadır.

Orman ve Göl Manzaraları

Tarihi keşiflerimizin ardından, üçüncü durağımız doğanın büyüleyici güzelliklerini keşfetmek için çubuk gölü kenarına yöneldik. Göynük’teki çubuk göleti, etrafındaki yeşil alanlar ve ağaçlar arasında huzur dolu bir ortam sunmaktadır. Hava şartlarının elverdiği ölçüde gölün çevresindeki yürüyüş yollarında dolaşarak, fotoğraflar çektik, her köşede farklı bir manzarayla karşılaştık.

Gezimizin son durağı olarak Sünnet Gölü’ne ulaştık. Akşamüstü, gölün huzur veren manzarası ve gün batımının oluşturduğu atmosferde ışığın ve hava şartlarının elverdiği ölçüde fotoğraflar çekmeye çalıştık, günün yorgunluğunu atmak ve doğanın güzelliklerini bir kez daha keşfetmek için mükemmel bir fırsatı kısa süreliğine de olsa görmüş olduk.

Sünnet Gölü’ndeki bu unutulmaz akşam, hem doğanın güzelliklerini keşfetmek hem de arkadaşlık bağlarını güçlendirmek için harika bir son noktasıydı. Fotoğraf gezimizin en güzel anılarından biri olarak aklımızda kalacak olan bu deneyim, bizi doğanın ve sanatın bir araya geldiği eşsiz bir yolculuğa davet etti.

Sonuç olarak, 20 Ekim Pazar günü gerçekleştirdiğimiz gezi, sadece fotoğraf çekmekle kalmayıp, doğayla ve tarih ile iç içe geçirdiğimiz bir deneyim oldu. Katılımcılarımız, hem sanat hem de arkadaşlık bağları kurarak, dolu dolu bir gün geçirdi. Bu tür etkinliklerin devamının geleceğini umuyoruz; çünkü fotoğraf sanatı, doğayı ve insanları bir araya getirmenin en güzel yollarından biridir.

   

Murat BERKYÜREK

20 Ekim 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: ANITKABİR VE BARIŞ ORMANI

Tandoğan meydanından Anıtkabir’e girdiğinizde, yolun iki tarafında yayılmış çok çeşitli, ağaçların bulunduğu bir orman karşılıyor sizi. Birden başka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Yemyeşil bir orman, ağaçlar, kuşlar … sonra, biraz yürüyüşten sonra birden bir ses kendinize getiriyor; “Çimlere basmak yasak!”

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ankara’ nın göbeğindeki bu ormanın adı Barış Ormanı. 24 ülkenin toplam 2595 ağaç verdiği, ülkemizin 4 ayrı şehrinden, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir’ den ağaçların getirilip dikildiği bir orman.  750 dönümlük Anıtkabir alanının 630 dönümü bu ormana ait, sadece 120 dönümü anıt mezara ayrılmıştır.  Bu orman için en fazla ağaç 501 adetle ABD’ den geldi, en çok ağaç çeşidi 28 türle Yugoslavya’ dan geldi.

Bir bilen Vedat Oygür’ le Anıtkabir’ i ziyaret ediyoruz. Yolun ilerisinde göreceğimiz simgelerin ne ifade ettiğini anlatıyor. Ben de sizi birinci dünya savaşı yıllarındaki ortama götüreyim. O zamanları hatırladığınızda simgelerin anlamını, onları oraya konulmasındaki düşünceyi daha iyi anlıyorsunuz.

Semiha Ayverdi yaşadığı o yılları şöyle anlatıyor. “Gün geçmiyordu ki bir dostun bir akrabanın bir komşunun genç evlatlarının şehadet haberi gelmesindi. Canlar gidiyor mallar gidiyor yerler yurtlar birbirini ardına kayboluyordu.”“Halka vesika ile dağıtılan ekmek, kırmızımtırak bir balçıktı. Öğütülmüş mısır koçanı ile süpürge tohumunun bol miktarda karıştırıldığı bu hamurun adına mısır ekmeği deniyordu ve bir okkasının resmi fiyatı 50 para el altından alınan fiyatı ise 25 kuruştu. Bu çamurdan biraz daha fazla tedarik edebilmek için herkes o 25 kuruşu vermeye razıydı.”

Şimdi yolumuza devam edelim. Vedat Hoca Anıtkabir’in tarihi konusunda bilgi vermeye başladı:

“Atatürk’ ün naaşı 21 Kasım günü Etnografya Müzesinde hazırlanan katafalka yerleştiriliyor, katafalk Etnografyanın iç avlusunda mimar Bruno Taut tarafından hazırlanıyor. Ondan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anıt mezar yapalım diye hemen toplantı yapıyor. Atatürk sağlığında yakınlarına “Ben sessiz sakin bir yerde, bir ağaç altında basit bir mezarda gömülmek istiyorum” diyor. Fakat Ata için ve o dönemin önemini anlatmak    için bir anıt mezar gerekiyor. Meclis 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruyor, komisyona Milli Savunma, İç İşleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlarının müsteşar ve genel müdürleri de çağırılıyor. Komisyon ilk toplantıyı 6 Aralık günü yapıyor. Komisyon, bu konuda teknik bilgileri olmadığı için bilim adamları ve teknik uzmanları da çağırıyorlar.  Bunun üzerine Ankara imar planını hazırlayan Profesör Hermann Jansen, Bakanlıklar Mahallesi’ ni ve Güven Parkı yapan Profesör  Clemens Holzmeister,  Mimar Bruno Taut,  heykeltraş Rudolf Belling çağırılıyor. Komisyonda anıt mezarın nereye yapılması gerektiği konuşuluyor.  Bir çok öneriler çıkıyor, Çankaya köşkünün olduğu tepeye, Kaleye,  Kızıl tepeye yapalım önerileri oluyor. Trabzon Milletvekili Mimar Mithat Aydın karşı çıkıyor “Bunların hiçbiri Ankara’ nın her yerinden görülmez” diyor. Mithat Bey Ankara’ da araştırma yapıyor ve bugünkü yeri, o zamanki adı RASAT Tepeyi öneriyor. 7 Ocak 1939 günü hemen kamulaştırmaya başlanıyor, 550.000 metrekare kamulaştırma planlanıyor. Fakat İkinci Dünya Savaşı nedeniyle proje duruyor, daha sonra kamulaştırma 7 Temmuz günü tamamlanıyor, 287 dönüm kamulaştırılmış oluyor. Anıtmezar Projesi 1941 yılında başlıyor, 1 Mart 1941 günü proje yarışması açılıyor, 2 Mart 1942 günü yarışma tamamlanıyor.  Bunların içinden 3 eser seçiliyor. Eserlerin üçü de aynı değerde bulunuyor. Bu eserlerden birisi Güzel Sanatlar akademisinden Profesör Rudolf Belling ile Doçent Oğuz Arda’ nın projesi, birisi Alman Profesör Johannes Kruger’ in projesi, diğeri de İtalyan Profesör Arnaldo Foschini’nin projesi .  Genel Kurmay ve Hükumet temsilcileri Atanın anıt mezarının yabancı bir mimara yaptırılmasını uygun bulmuyorlar. Hükümet 7 Mayıs 1942 günü Oğuz Arda’ nın projesini kabul ediyor. Sonuç bir ay sonra 9 Haziran günü açıklanıyor.  Komisyon, bir buçuk sene sonra 28 Ekim 1943 günü projenin sahibinden bazı düzeltmeler yapılmasını talep ediyor. 18 Kasım günü uygulama projesi onaylanıyor.  İnşaat bir sene sonra 28 Ekim 1944’ te başlıyor. Tepenin üzerindeki toprak kaldırılıyor, toprağın altından iki tane Frig soylusuna ait mezar çıkıyor.  Onun üzerine inşat durduruluyor ve Dil Tarih Arkeoloji bölümünden uzmanlara haber veriliyor. 1 Temmuz 1945′ de arkeoloji kurtarma kazıları yapılıyor. Ondan sonra İnşaat yeniden başlıyor ve 15 yıl süren Anıtkabir projesi 1953 yılında bitiyor. Atatürk’ ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü Etnoğrafya’ dan Anıtkabir’ e törenle naklediliyor.”

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Anıtkabir merdivenlerinin başındayız. Vedat Hoca açıklamalarına devam ediyor:

“Arkadaşlar Anıtkabir yapısı buradan başlıyor. İleride bayrak direği gözüküyor, oraya doğru Giden yol Aslanlı Yol. Aslanlı Yolun 4 köşesinde kule var. Gördüğünüz bu merdivenlerin bir anlamı var. Karşımızda gördüğünüz merdiven 26 basamaklıdır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatır.

Yolun sonunda, şimdi tören alanı denilen yerin adı Zafer alanıdır. Buradaki isimler hep milli mücadele ile ilgilidir. Zafer alanı ve Aslanlı Yolun dört köşesinde kuleler vardır. Bunların her biri milli mücadele adımıdır. Ona göre sırayla adlandırılmıştır. Kulelerin üzerinde mızrak uçları vardır. Bu eski bir Türk geleneğidir, Türkler çadırlarının ortasına mızrak takarlardı. Bunların adı temrendir. Mızrak ucu manasındadır. Orta Asya’ dan gelen bütün Türklerin mızrak uçları bu şekildedir. Türklerde bu mızrak uçları aynı zamanda çadırı toplayıp tutar.”

Anıtkabir’de İstiklal Kulesi, Hürriyet Kulesi, Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Cumhuriyet Kulesi, Barış Kulesi ve İnkılap Kulesi olmak üzere toplamda 10 adet kule yer alıyor.

Bu açıklamalardan sonra yürüyüşümüze devam ettik. Karşımızda aslanlı yol var. Aslanlı yol 260 metredir.  Yolun İki tarafında 12’ şer aslan var. Bunlar tarihteki 24 Oğuz boyunu anlatır.

Vedat Hocamızın anlatımı eşliğinde kuleleri gezmeye başlıyoruz.

İstiklal Kulesi: Bu kule Aslanlı Yol girişinde hemen sağ tarafta karşımıza çıkıyor. Kulenin iç duvarındaki kabartmalarda kaya üzerinde bir kartal ve kılıç tutan bir genç bulunuyor. Kartal güç ve bağımsızlığın sembolü iken, kılıç tutan genç erkek figürü ise Türk milletinin gücü ve kudretini temsil eder.  Kulenin içindeki Top arabası Dolmabahçe’ den Sarayburnu iskelesine cenazeyi çeken top arabasıdır.

Kulenin önünde üç kadın heykel grubu var.

Bu üç kadın Türkiye kadınlarını temsil ediyor. Yerel kıyafet giymişler. Ellerinde tuttukları vatan toprağından çıkan başak grubudur. Bu heykelleri Hüseyin Özkan yapmıştır. Elinde tas olan kadın Tanrıdan rahmet diliyor, bu bir Türk geleneğidir. Diğer kadınlar üzgün görünüyor.

Hürriyet Kulesi Aslanlı yolun sol tarafındaki kuledir. Önünde erkeklerden oluşan üçlü heykel grubu vardır. Bu heykelleri de Hüseyin Özkan yapmıştır. Heykeller Türk aydını, askerini, çiftçiyi anlatmaktadır.

Kulenin içindeki kabartmalar Zühtü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır.  Bu kabartmalarda özgürlük anlatılıyor, bunu melekle simgelemiş. Melek elinde kâğıt tutuyor, özgürlük bildirgesi, at başı da Türklerde özgürlüğün simgesidir.  İçeride sergilenen tekne de Atatürk’ün Çubuk barajında gezdiği teknedir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Müdafai Hukuk Kulesi

Aslanlı yolun sonunda solda bulunan kuledir. Burası hakların savunulması “Müdafai hukuk” kulesidir. Kabartmada ağaç figürü ve millet var, millet elinde kılıç tutan erkek olarak tasvir edilmiş. Ağaç meşedir, Cumhuriyeti, zaferi simgeler. Cumhuriyet ağacı yükseliyor,  millet kılıcıyla Cumhuriyeti savunuyor, elini de kaldırmış, yaklaşmakta olan düşmanlara “durun gelmeyin” diyor.  Kulenin yapımında kullanılan sarı taşların hepsi Çankırı travertenidir. Eserler bunların üzerine işlenmiştir. Bu kabartmayı Nusret Suna yapmıştır.

Mehmetcik Kulesi

Bu kule için Zühtü Mürüdoğlu’ nun yaptığı kabartmada, Türk askerinin evinden ayrılışı anlatılır. Kompozisyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen, gururlu, hüzünlü anneyi tasvir eder.

 Zafer Alanı

Şimdi Zafer alanının tam önündeyiz. Alan 10900 metre kare, toplam 15000 kişi alıyor. Bu alana törenler için bir çok defa gelmişimdir. Şimdi görüyorum ki bu alanın ve bu sembollerin manasını bildiğinizde   geldiğiniz alan Zafer alanı oluyor yoksa Tören alanına gelmiş oluyorsunuz.

Zafer Kulesi

Zafer kulesi meydanın sağ tarafında bulunmaktadır.

Bu kule tarih boyunca kazandığımız zaferleri temsil etmektedir. Kulenin duvarlarının iç yüzüne, kazandığımız bazı zaferlerin tarihleri ve Atatürk’ün birkaç özlü sözü yazılmıştır. Zafer kulesi içinde Atatürk’ün   Lincoln marka arabası var.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, İlter AKINOĞLU

Barış kulesi

Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözüne ithafen yapılmış olan bu kule zafer kulesinin tam karşısındadır. Zafer kulesi ve Barış kulesi arasında İsmet İnönü’nün kabri bulunmaktadır.

Ulusal Egemenlik kulesi

Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kâğıdın üzerinde 23 nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Hakkı Atamun’ un kabartmasında Kadın  ulusal egemenliği temsil ediyor. Anahtar da Meclisin anahtarı oluyor.

Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma

Sakarya kabartmaları Anıtkabir Merdivenin sağ tarafında bulunmaktadır.

İlhan Koman’ın eseridir. Savaşın aşamalarını anlatır. Düşman Anadolu’yu işgal ediyor, halk evlerini bırakıp yollara düşmüştür. Erkek geriye dönmüş, düşmana bir gün gelip öcümüzü alacağız diyor. Diğer bölüm savaşa hazırlığı anlatmaktadır. Bu hazırlığın ve savaşın ne kadar zor koşullarda olduğunu gösteriyor. Kağnı çamura batmış, çıkarmaya çalışıyorlar, kadınlar da yardım ediyorlar. Diğer kabartma savaşın başlangıcını anlatıyor. Kadının elinde kılıç var. Yukarıdan gelen de zafer meleğidir.

Başkomutanlık Meydan Muharebesi konulu kabartma

Mozoleye çıkan merdivenlerin sol tarafında bulunan kabartmalardır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatıyor. Zühdü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Anadolu halkı savaşa giden oğlunu yolcu ediyor, yandaki kabartmada Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emrini veriyor.  Diğer figür Türk ordusunun taaruzunu sembolize etmektedir. Yanındaki figürde ise   Zafer Meleği vardır.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Anıtkabir ve Mozole

Ön cephede 8 sütun, yan cephede 14 sütun vardır. Sağda onuncu yıl marşı, diğer tarafta gençliğe sesleniş var. İçeriye şeref holü deniyor. Şeref holü tamamen mermerdir. Taban Adana  ve Hatay  mermeri, yan duvarlar Afyon ve Bilecik mermerlerinden yapılmıştır. Tören meydanından sütunlu mozoleye toplam 42 adet basamaklı merdivene tırmanarak ulaşılmaktadır. 42 basamak bize Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiğindeki yaşı olan 42 sayısını göstermektedir. Anıtkabir’in dış cephe duvarlarında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku bulunmaktadır.

Ortada lahit vardır, Lahit Osmaniye kızıl mermerinden yapılmıştır, tek parçadır, 40 ton ağırlığındadır. Mezar odası alttadır. Tavan altın işlemelidir. 28 Ekim 1938 tarihli Atatürk’ün orduya son mesajını burada görebilirsiniz. Solda da Türk ulusuna taziye mesajı vardır.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Misakı Milli kulesi (Ulusal Ant kulesi)

Vatanın birliği beraberliği için ant içiyorlar. Nusret Kuman’ın kabartması var. Buradan Atatürk’ün şahsi eşyalarının bulunduğu müzeye geçtik. Müzede Atatürk’ün şahsi eşyaları, Çanakkale savaşının canlandırılması, kurtuluş savaşını anlatan tablolar ve kurtuluş savaşının kahraman komutanlarının tabloları vardır.

Bu alandan çıkıştığımızda karşımıza bayrak direği geliyor.

Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK

Bayrak Direği

Vedat Hoca bayrak direğini gösteriyor “Bu bayrak direği 33,5 metre uzunluğunda, ilk hali Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı Nazmi Cemal tarafından hediye edildi, tek parça olarak gelmişti. Alttaki kabartma Türkün savunma gücünü, zaferi ve barışı anlatıyor.”

Bayrak direğine bakıyorum; üzerinde ay yıldızlı Bayrak dalgalanıyor.

Bir an geçmişe gidiyorum; at kişnemeleri, top sesleri, derken gür bir ses duyuluyor “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri “

Sonra geçmişle gelecek sanki birbirine karışıyor. Mehmet Akif mi o şiir okuyan?

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;”

Sesler çoğalıyor, çoğalıyor önce Anıtkabir meydanı bu sesle doluyor; sonra bütün Türkiye’yi sarıyor . Şimdi Herkes Birlikte söylüyor

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;”

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

İlter AKINOĞLU

Haziran 2024

YENİ BİR SEZONA DAHA MERHABA

Değerli üyelerimiz, sevgili fotoğrafseverler,

Bildiğiniz gibi Fotoğraf Sanatı Kurumu 1994 yılında kuruldu ve bu yıl derneğimizin 30. yılı. Bu mutluluğu ve gururu bir arada yaşıyoruz.  Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da bu haklı gurura yakışır işlere imza atacağımıza dair inancımız sonsuz ve bunu da kuruluşumuzdan bugüne sizlerin desteği ile yaptığımızın bilinceyiz. Bu bilinç ile Aralık ayında derneğimizin 30. yılına yaraşır organizasyonlarının olacağı müjdesini de şimdiden vermek isteriz.

Bir önceki sezonu fotoğraf gösterileri, söyleşiler, sergiler ve gezilerle sona erdirmiştik. Dolu dolu bir etkinlik sezonunun ardından herkese iyi geldiğini düşündüğümüz tatillerimizin de bitmesiyle yine sizler için fotoğraf dolu, sanat dolu birbirinden değerli işler yapmak üzere çalışmalarımıza başladık.  Birçok konuda sizlerin de görüşleri bizim için çok değerli. Yönetim Kurulu olarak, sizlerden gelecek istek ve önerilere de sonuna kadar açık olduğumuzu söylemek  ve her türlü öneri ya da eleştiriyi değerlendireceğimizi söylemek isteriz.

Geçtiğimiz Kasım ayında kaybettiğimiz çok değerli Hocamız Sayın Tansu Gürpınar’ ı, derneğimize olan sonsuz katkıları ve bizlere bıraktığı kıymetli anıları sebebiyle yaptığımız çoğu etkinlikte anmayı kendisine bir borç bildiğimizden, bu sezonun açılışını da onun adıyla taçlandırmak ve kendisini bir kez daha rahmetle anmak istedik. Bu vesileyle; 5 Ekim 2024 Cumartesi günü, Tansu Hocamızın “Ağaçlar ve Ormanlar”  isimli fotoğraf sergi açılışını gerçekleştireceğiz ve bu fotoğraflardan oluşan fotoğraf gösterisini izleyeceğiz. Yine Tansu Hocamızı anmak adına Sayın Yunus Topal ve çalışma ekibinin hazırladığı “Tansu Gürpınar İzler Hikayeler” isimli belgesel gösterimine tanıklık edip kendisini yad edeceğiz. Yoğun bir program ile keyifli sohbetler eşliğinde gerçekleştireceğimiz sezon açılışımıza tüm üyelerimizi ve fotoğrafsever dostlarımızı bekleriz.

Peki yeni sezonda neler yapacağız? Biraz bunlardan bahsedelim.

Temel fotoğraf bilgisi seminerlerimiz ve atölye eğitimlerimiz yine birbirinden değerli Hocalarımızın değerli bilgileriyle sizlerle buluşmaya devam edecek. Çağımız teknolojisini yakından takip eden bir dernek olarak yeni atölye başlangıçlarına kapı aralayacağımızı ve fotoğrafta ilerlemenin en büyük itici gücünün proje bazlı çalışma olduğu inancı ile yepyeni projeler içinde yer alacağımızı da sizlerle paylaşmak isteriz.

Son iki sezon boyunca her ay düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz  “Ankara Kültür Rotaları – Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği,  Sayın Ali Vedat OYGÜR Hocamızın önderliğinde bu sezon da  kaldığı yerden şehrimizin izini sürecek. Ücretsiz olarak gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğimiz üye olan ve olmayan tüm fotoğrafsever dostlarımıza açık olduğu gibi, etkinliğimize mobil telefon ile de katılım sağlayabilirsiniz. Ankara’yı daha iyi tanımak, tarihine ve kültürüne yakından tanık olmak ve birbirinden güzel dostluklara imza atmak isteyen herkesi bu güzel etkinliğe bekleriz.

Yine geleneksel hale gelmiş olan bir diğer etkinliğimiz de, Ayın Fotoğrafı Etkinliği (AFE). Her ay konusu belirlenmiş fotoğraf seçkileri yapılacak olup bu konularda bilgili ve deneyimli Hocalarımızın fotoğraf okumaları ve kıymetli değerlendirmeleri, fotoğraf yolculuğumuzda yolumuza ışık olmaya devam edecek.

Aylık takvimimizde düzenli olarak yer alan “Üyelerden Fotoğraf Gösterileri”, siz değerli üyelerimizden gelecek sunumlarla izleyenlerin hayal dünyalarını süsleyerek bakış açılarına yeniden yön verecek.

Farklı konu ve alanlarda fotoğraf gösterileri ve söyleşiler gerçekleştireceğimiz çok kıymetli konuklar ağırlayacağımız gibi, sosyal  sorumluluk  anlayışı ile her yıl olduğu gibi bu yıl da diğer sivil toplum kuruluşları ile paydaş olacağımız, ses getirecek işlere imza atacağız.

“Gezi planınız yok mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette yeni sezonda da günü birlik fotoğraf uygulama gezileri yapacağız. “Hayal.Et, Keşfet, Seyahat Et!” mottosuyla, Ankara’ ya yakın mesafelere rota oluşturacağımız gezilerimiz için sizlerden de yer önerisi almak bizleri mutlu  edecektir. Gezi sorumlumuz Sayın Cengiz PAMUK’ a  bizleri her ay  farklı yerlere götürdüğü ve  özverili çalışmaları için çok teşekkür ederiz.

Kuruluşumuzdan bu yana uzun bir zaman geçti ve bizler bu uzun zaman diliminde bir çok yol arkadaşı edindik. Bu yolda yanımızda yürüyen ve  her türlü desteği bizler için sağlayan başta  sevgili Hocamız Sayın Sami TÜRKAY’ a, derneğimizin bel kemiği ve  olmazsa olmaz emekçimiz  sevgili Hülya KUTLU’ ya,  sevgili Hocalarımıza, yönetim kurulu  arkadaşlarımıza  ve tüm üyelerimize  derneğimiz adına çok teşekkür ederiz.

Bu sezonda da hep birlikte ve el ele daha pek çok etkinliğe ev sahipliği yapacağımızın sözünü vererek sizlerin de desteğiyle fotoğraf sanatını daha iyi yerlere taşıyacağımızı bilmenizi ve  tüm çalışmalarımızda yanımızda yer almanızdan duyacağımız mutluluğu da  bir kez daha belirtmek isteriz. “Fotoğrafta Bir Adım Daha İleri” mantığının ışığında ve “FSK Her Yerde” sloganı ile derneğimizin 2024- 2025 Kültür ve Sanat Etkinlikleri sezonu tüm üyelerimiz ve fotoğrafseverler için hayırlı olsun.

Ekim 2024

Seda FELEKOĞLU

FSK Yönetim Kurulu Başkanı

GEZGİN KADRAJ: DÜZCE ve ŞELALER GEZİSİ

Fotoğraf: Topuk Yaylası – Cengiz PAMUK

Bir sezonun daha sonuna yaklaştığımız bu günlerde 2024 yılı Mayıs ayında bir türlü bitmek bilmeyen bahar yağmurları eşliğinde muhteşem doğası ile öne çıkan ve aslında Ankara’ ya çok da uzak olmayan bir bölgeye Düzce ili sınırlarına doğru gerçekleştirdiğimiz bir doğa gezisi ile sezon finalini yaptık diyebiliriz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizin ilk durağı; Fenerbahçe Spor Kulübünün antrenman tesislerinin de yer aldığı TOPUK YAYLASI oldu. Eski İstanbul yolunun sağ tarafından ormanların içerisine doğru giderken, orman köylerinden geçen ve yaylaya kadar uzanan bu muhteşem yol hemen yola döner dönmez hepimizi kendine hayran bırakmaya başladı. Bütün orman çoğumuzun ilk defa gördüğü mor ve pembe renkli çok gösterişli çiçeklerle kaplı idi. Topuk Yaylası tesisleri ve gölün etrafı da bu endemik çiçeklerle bezenmişti. Herkes çiçeklerin ne olduğunu merak edip, hemen telefonlarında araştırmaya başladı.

Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Bu gösterişli çiçeklerin ortak adı, fundagiller (Ericaceae) familyasından 800 farklı türü bulunan Rhododendron cinsinden Orman Gülü imiş. Hatta mor çiçekli Orman Gülleri zehirli bir bitki olup, Deli Bal olarak bilinen zehirli balın üretiminde kullanılıyormuş.

Bu güzel çiçekleri bol bol fotoğrafladıktan sonra, zor da olsa çiçekleri geride bırakarak, ikinci durağımız olan SAMANDERE ŞELALESİ’ ne doğru yola koyulduk. Yine muhteşem manzaralar eşliğinde şelalenin içinde bulunduğu tabiat parkına ulaştık. Şelalenin suları, ağaçların arasından gürül gürül akarken kayaları yararak oluşturduğu doğal bir mağaradan geçip “Cadı Kazanı” olarak bilinen ve gerçekten insanı ürküten bir şekilde cadı kazanı ismini de hak ederek dökülüyordu. Bu Cadı Kazanına ulaşmak için bir miktar merdiven inmemiz de gerekti tabi. Tripodlarımızı kurup, uzun pozlamalarımızı yaptıktan sonra bir sonraki durak için Samandere’ ye de veda ettik.

Gezimizin üçüncü durağı yine bir şelale ve tabiat parkı olan AYDINPINAR ŞELALELERİ TABİAT PARKI oldu. Bu parkın içerisinde iki adet şelale olduğunu öğrendik. Ayrıca parkta yer alan ve belediye tarafından işletilen Hobbit köylerine benzeyen konaklama çadırları da çok hoşumuza gitti. Etraf yemyeşil çayırlarda piknik yapan insanlarla dolu idi.  Piknikçilerin arasından geçip ormanın içlerine doğru yürüyerek şelaleye ulaştık ve burda da uzun pozlama çalışmalarımızı yaptıktan sonra Aydınpınar’ ı da belleğimize alarak ayrıldık.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Güzeldere Şelalesi

Artık yavaş yavaş acıkmaya da başlamıştık. Son şelale durağımız olan GÜZELDERE ŞELALESİ TABİAT PARKI içerisindeki restoranda yemeklerimizi yedikten sonra, topladığımız enerjiyi şelaleye ulaşmak için harcayacağımızı bilmiyorduk tabi ki. Bıçkı Deresi üzerinde yer alan ve 130 metre yüksekten dökülen bu devasa şelaleye ulaşabilmek için bir hayli fazlaca merdivenden aşağıya inmek ve sonra onu tekrar çıkmak zorunda kaldık ama çektiğimiz fotoğraflar ve şelalenin güzelliği bütün bu zahmete değdi doğrusu.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Efteni Gölü

Artık gezimizin sonuna gelmiştik ve Ankara’ ya dönüş yoluna doğru yola çıkarken yolumuzun üzerinde yer alan ve gezimizin son durağı olan; 2005 yılında su kuşlarını korumak amacı ile doğal koruma alanı ilan edilen EFTENİ GÖLÜ YABAN HAYATI GELİŞTİRME SAHASI’ na ulaştık. Bu göl, üzerindeki nilüfer çiçekleri ve cam gibi yansımaları ile bütün fotoğrafçıları büyüledi adeta.

Bu güzel günü yansımalı, nilüferli muhteşem bir gölde tamamlayarak fotoğraf makinalarımızda özel kareler ve belleğimizde keyifli anılar ile Ankara’ ya dönüş yoluna çıktık. Bir sonraki FSK gezisinde tekrar karşılaşmak temennisi ile ayrılarak, bu geziyi düzenleyen FSK Yönetimine ve gezimize katılan tüm dostlara teşekkürü bir borç biliyorum.

   

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

28 Mayıs 2024

GEZGİN KADRAJ: KASTAMONU PINARBAŞI GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Doğasından, güzelliğinden, şelale ve kanyonlarından, kendine özgü lezzetlerinden kendinizi alamayacağınız Karadeniz’in incisi Kastamonu’da; Pınarbaşı, Ilıca Şelalesi, Horma Kanyonu, Çatak Kanyonlarına planladığımız yolculuğumuz saat: 07.00’ de Kumrular Caddesi girişinden başladı.  Ara duraklardan katılımcılarımızı aldıktan sonra TEM Otoyolundan devam edip, Gerede-Eskipazar-Safranbolu-Eflani-Pınarbaşı üzerinden, toplamda 325 km ve 4 saat 20 dakika süren yolculuğumuz sonrasında Azdavay’ da bize Rehberlik eden İlker PINAR ile buluştuk.

Fotoğraf: Gülten YILDIZ

Pınarbaşı’ nda bize ikram edilen çaylardan sonra; Pınarbaşı Karafasıl Köyü’nü panoramik olarak  fotoğrafladık. Devamında, Azdavay İlçesi yakınlarında bulunan Çatak Kanyonu’ndaki seyir terasını ziyaret ederek fotoğraf çekimine devam ettik. “25 ton metal ve 10 ton camdan yapılmış bu büyük teras yapı sayesinde; altımızdan akan Devrekani Çayı’ nı ve muhteşem güzellikteki kanyonu, 800 m yükseklikten doyasıya izleyip fotoğraf çekimini gerçekleştirdik. Satış reyonundan  isteyen arkadaşlar alışveriş yaptılar.

Bir sonraki durağımız tekrar Pınarbaşı idi.  Burada Pınarbaşı Belediyesinin işletmesini yaptığı lokantada öğle yemeğimizi yedik. Ardından kısa bir otobüs yolculuğu sonrası Horma Kanyonu’na vardık.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Horma Kanyonu’nun başlangıç noktasından itibaren düzenlenmiş olan ahşap platform boyunca yürüyerek, üstümüzde farklı dokusuyla kanyon duvarlarını ve buraları kaplayan zengin bitki örtüsünü, altımızda girdaplar, şelaleler, havuzlar ve cadı kazanları oluşturarak coşkuyla akan Zarı Deresi’ni seyrederek fotoğrafladık. Yol kimi zaman düz iken, bazen yokuş, bazen de merdiven basamaklarını tırmanarak, kanyon içinde bir duvardan öbür duvara köprüler üzerinden devam ediyordu. Ahşap yolda ilerlerken, bazen kanyonun tepesi ve gökyüzü görünmezken bazen de bir kayanın altından eğilerek geçmek zorunda kaldığımız bu 3km uzunluğunda ve tabandan 100-150m yukarıda askıya alınmış ahşap platformda eşsiz manzaralar eşliğinde yürüyerek Ilıca Şelalesi’ne vardık. Ilıca Şelalesi’ni yukarıda hazırlanmış bir terastan, isteyen fotoğraf gönüllüsü arkadaşlar şelaleye daha yakından ve karşı platforma geçerek fotoğrafladılar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

21 Nisan günü programımız kapsamındaki fotoğraflayacağımız yerlerin fotoğraflarını çektikten sonra; ahşap yoldan devam ederek Ilıca Köyü’ne kadar yürüyüşümüze devam edip, çay-kahve molası sonrası Ilıca Köyü’nün girişinde bizi bekleyen aracımızla, saat 18 ’de Ankara’ya dönüş için hareket ettik.

Dönüşte aynı rotayı izleyerek; Safranbolu’da kısa süreli bir mola ve lokum alışverişi sonrası; Karabük-Eskipazar-Gerede üzerinden yolumuza devam edip planladığımız saatte Ankara’ya vardık.

“Bu yorucu ama güzel günün ardından FSK ile birlikte unutulmaz anılar, yeni dostlar ve arşivimize muhteşem fotoğraflar eklemiş olmanın verdiği mutluluk ve coşkuyla vedalaşarak ayrıldık.”

Fotoğraf gönüllüsü dostlarımızı aldığımız noktalarda indirdikten sonra gönül rahatlığıyla bir fotoğraf gezimizi daha bitirmenin huzuru ile bir başka fotoğraf gezisinde görüşmek dileğiyle ayrıldık.

Kadrajınız açık ışığınız bol olsun.

   

Gülten YILDIZ

21 Nisan 2024

SOKAK SENİ ÇAĞIRIYOR: YAHUDİ MAHALLESİ

“Sokak Seni Çağırıyor!” mottosu ile yola çıkıp ilkini gerçekleştirdiğimiz etkinlikte, FSK’ nın 28 yıllık tecrübesini de arkamıza alarak, Ankara’nın sokaklarında yürüyüp fotoğraf çekmenin keyfini hep birlikte yaşadık. Öğlen saatlerinde Gençlik Parkının karşısında Melike Hatun Camii’ nin önünde toplandık, şansımızdan hava da yürüyüş için çok güzeldi. Pandemide evlerine kapanmaktan sıkılan, yaklaşık 50 kişilik bir fotoğraf sever toplulukla hep birlikte Yahudi Mahallesine doğru yürüdük. Fotoğraf makineli böyle kalabalık bir topluluk Ulus sokaklarında bir hayli de ilgi çekti aslında.

Yahudi Mahallesi adını, bu mahallede yaşamış Ankaralı Yahudi topluluğundan alıyor, şu an mahallede hiçbir Yahudi yaşamıyor olmasına rağmen, zaten günümüzde Ankara’ da yaşayan toplam 30 tane Yahudi olduğu söyleniyor, bir zamanlar bu sokaklarda Müslüman halk ile birlikte barış ve huzur içinde yaşadıklarını mahalleye girdiğinizde hissedebiliyorsunuz. Mahallede hala aktif olarak kullanılan bir Sinagog bulunuyor. Günümüzde mahallenin ismi İstiklal Mahallesi olsa da, Ankaralılar tarafından hala Yahudi Mahallesi olarak anılıyor.

Ankara’ da Yahudilerin izleri M.Ö. 1. Yy. a kadar gitmekle birlikte, 1492’ de İspanya’ dan 1497’ de de Portekiz’ den Osmanlı’ya göç eden Seferad Yahudilerinin bu bölgeye yerleşmesi ile mahalle Yahudi mahallesi olarak anılmaya başlamıştır. Mahalledeki evler bakımsız ve yıkılmaya yüz tutmuş durumda olsa da o eski mahalle dokusunu koruyabilmiş nadir yerlerden biridir. Tipik eski mimarinin görüldüğü en önemli sokak Sinagogun da yer aldığı Birlik Sokak’ tır. İtalyan bir mimar tarafından yapıldığı söylenen Sinagogun tam karşısında yer alan iki ev Hayim Albukrek Evi ve Araf Evi oldukça ilgi çekicidir. Gezerken gördüğümüz bu evlerden bir tanesinin restorasyonu tamamlanmış, diğeri de restore edilmeyi bekliyor. Restorasyonun çok başarılı olduğunu söyleyemiyor olmakla birlikte bu güzel evlerin yıkılmadan kurtarılması adına önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

Çocukluğunda bu mahallede yaşan Yahudi vatandaşlarımızın söylediğine göre bu mahallede yaşayan Yahudiler 1939’ da 1. Dünya Savaşı ile bütün dünyada yayılan Anti-Seminizmden hiçbir zaman etkilenmemişler. Bu mahallede Müslüman Türk halkı ile birlikte sorunsuz bir şekilde yaşamışlar. Mahallenin bu özelliğinin de ayrı bir değere sahip olduğunu düşünüyorum.

Mahalleye kadar gelmişken engelleri aşan ressam Muhammed Yalçın’ ın evine de uğramadan dönemezdik tabi. Kendine özgü renkli tarzı ile zihinsel engeline rağmen bütün evini rengarenk boyayan takdire şayan sıra dışı bir insan Muhammed. Muhammed ve ailesi tüm misafirperverlikleri ile bizi de evlerinde misafir ettiler. Grubumuza çok güzel fotoğraflar çekme fırsatını verdiler. Zaten mahallede model bulmakta hiç zorlanmadık. Çocuklar, kadınlar, sokak satıcıları hepsi bize seve seve modellik yaptılar.

Günün sonunda tatlı bir yorgunluk olsa da ilkini gerçekleştirdiğimiz ve her ay yapmayı planladığımız “Sokak Seni Çağırıyor” etkinliğimizi bence amacına ulaşmış bir şekilde ve keyifle tamamladık. Bizimle birlikte bu etkinliğe katılan herkese ve Yahudi Mahallesi sakinlerine çok teşekkür ediyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

27 Şubat 2022