Yılın ilk Ankara Kültür Rotaları kapsamında ismini eskiden gürül gürül alkan bir dereden alan Kavaklıdere Bölgesini gezmek üzere Ali Vedat OYGÜR hocamızın önderliğindeki Ankara sevdalısı grubumuz TESK’ in önünde toplanıyor bir kez daha. Haritada belirtilen rotayı takip etmek üzere hocamızın verdiği değerli bilgiler ışığında gezimize başlıyoruz.
Gezimizin en başında Ali Vedat OYGÜR hocamızdan Kavaklıdere’ yi dinliyoruz: Normalde bu dere Oran’da ki Tapu Kadastro Müdürlüğü’ nün bulunduğu yerden doğar, aşağıya doğru inerek İnönü Köşkü’ nün altından kıvrılır Seğmenler Parkı’ nın içinden geçip Kuğulu Park‘a doğru akar ve Tunus Caddesi’ nin bulunduğu yerden ilerleyerek Akköprü’ ye kavuşur. Günümüzde sadece bir semt ismi olarak kalsa da böyle bir derenin bir zamanlar var olduğunu eski fotoğraflardan görebiliyoruz aslında.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – TESK Anıtı
Önünde toplandığımız TESK Binası ise; Türkiye Öğretmenler Bankası Genel Müdürlüğü olarak 1975 yılında inşaa edilir. 1992’ de Banka kapatılınca Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfedarasyonu’ na devredilir. Binanın önündeki heykeller 1998 yılında açılan bir yarışmanın kazananı olarak Metin YURDANUR’ a ait olup; 2001 yılında binanın önüne konulur. Anıtın, en üstündeki Atatürk Heykeli ileriyi ve hedefi gösterir. Sağdaki heykel grubu Kurtuluş Savaşındaki eski İmalat-ı Harbiye esnaf ve sanatkarlarını temsil ederken, soldaki heykel grubu da modern cumhuriyetin okuyan sanatkarlarını temsil eder.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Şu anki 15 Temmuz Parkı’ nın bulunduğu yerde önceden ilk uçak fabrikasını kuran Nuri DEMİRAĞ tarafından yaptırılan bir köşk bulunmakta idi. Bu köşk 1945 yılında kamulaştırıldıktan sonra Meclis Başkanlık konutu olarak kullanıldı, bir dönem Meclis Başkanlığı görevini de yürüten ve arsanın ilk sahibi olan Mustafa Abdülhalik RENDA tarafından da bu köşk ilk kez kullanıldı. Daha sonraları Halk Evi olarak hizmet veren köşkün, tiyatro kolundan Erkan YÜCEL, Rüştü ASYALI, Can GÜRZAP, Çetin TEKİNDOR, Cihan ÜNAL gibi pek çok ünlü tiyatro sanatçısı yetişmiştir.1980’ de Halk Evlerinin kapatılması ile köşk yıkılarak yerine Milli Egemenlik Parkı şimdilerdeki 15 Temmuz Parkı yapıldı.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Büyük Ankara Oteli
Büyük Ankara Oteli:
Otelin yerinde de eskiden pek çok yerde olduğu gibi çok özel bir köşk olduğunu öğreniyoruz. Atatürk bu köşkü 1936 yılında ünlü mimar Ernst Arnold EGLI’ ye kendi parası ile yaptırır ve Türk Havacılığına çok büyük katkıları olan, Türk Teyyare Cemiyeti’ nin ilk başkanı, Selanik’ten çocukluk arkadaşı ve silah arkadaşı olan Fuat BULCA’ ya hediye eder. Fuat BULCA 1939 yılında İstanbul’ a taşınınca burayı İspanyol Elçiliğine kiraya verir. Daha sonra da 1954 yılında Emekli Sandığı’ na satar ve Emekli Sandığı da burayı yıkarak yerine Büyük Ankara Oteli’ ni İsviçreli Mimar Marc Joseph SAUGEY’ in planı ile yapar ve 1966 yılında açılır. 2005 yılında da özelleştirilerek Rixos Oteller Grubuna devredilir. Mimar Ernst EGLI’ nin anılarından eserinin yıkılıp yerine otel yapılması konusunda çok ciddi kırgınlıkları olduğunu görebiliyoruz.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Almanya Büyükelçiliği
Caddenin karşısında sıralanan Büyükelçilik Binalarının her birinin de ayrı ayrı hikayeleri olduğunu öğreniyoruz. En büyük araziye sahip olan büyükelçilik 60.000 metre karelik arazisi ile Almanya Büyükelçiliğidir. Ayrıca şimdiki Dünya Göz ve TV8 Binasının yerinde de 1993 yılından önce yine tarihi bir önemi olan ve Ankara’ nın en şık restoranlarından, Zeki MÜREN’ in de müdavimi olduğu Milka Restoran’ ın bulunduğu çok özel bir binanın yer aldığını yine üzülerek dinliyoruz hocamızdan.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Milka Restoranın yerine yapılan bina
Demirtaş KAMÇIL ve Rahmi BEDİZ isimli iki ünlü mimar tarafından planlanan ve 1972-74 yıllarında yapılan ilk TRT Genel Müdürlüğü binasının şu an farklı Kamu Kurumları tarafından kullanılmakta olması ve hala ayakta durması biraz olsun içimize su serpiyor. Aynı zamanda hemen yakınındaki 1971-74 tarihli Ankara’ nın en yüksek binası olan Ayhan BÖKE ve Yılmaz SARGIN imzalı Eski İş Bankası binası da dimdik ayakta ve sağlam bir şekilde duruyor hala.
Eski Amerikan Büyükelçilik Binasının karşısında yer alan Ankara Sanayi Odası’ na ait bina da bugün hala bir Sanat Merkezi olarak da değerini koruyor.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – ASO Binası
Şimdilerde “Türk Kızılay Renda Köşkü Kültür Sanat Merkezi” olarak kullanılan binanın hikayesi eskiden Devlet adamlarının sağlıklarında evlerini Kızılay’ a bağışlaması geleneğini hatırlatıyor bize. Köşk aslında dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik SAYDAM ‘a ait olup 1925 yılından 1942 yılında vefatına kadar ikamet ettiği konutudur. Tabi ki o da sağlığında Köşkünü Kızılay’ a bağışlamıştır. Köşk Abdülhalik RENDA tarafından kendi köşkü sağlığında yıkıldığı için kısa bir süreliğine 7-8 ay gibi bir süre konut olarak kullanılmıştır. Bu noktada köşkün isminin Kızılay tarafından neden Renda Köşkü olarak anıldığı çok anlaşılabilir değildir aslında.
Türkiye’ nin 3. Cumhurbaşkanı Celal BAYAR 1924 yılında Ankara’ ya yerleştiğinde Çankaya köşküne gelip giderken atını dinlendirmek için mola verdiği ağaçlıklı bir alanı çok beğenerek satın alır ve bu alana 1950 yılına kadar yaşadığı evini yaptırır. Evin mimarı, Etnoğrafya Müzesinin de mimarı olan ünlü mimar Arif Hikmet Koyunoğlu olup, ev hala sağlam bir şekilde Atatürk Bulvarı üzerinde yaşamaya devam etmektedir.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU- Celal BAYAR Köşkü
Tunalı’ nın girişinde Kuğulu Parkın içinde Tunalı Hilmi’ nin kızı olan Sevda Hanım ve eşi Cenap AND’ ın 1958 yılında Sevda Hanım bir trafik kazasında vefat edene kadar yaşadıkları evlerini görüyoruz. Evin Mimarı Anıt Kabir’ in de mimarı olan Emin ONAT olup, evin mimarisi Türk ve Alman köy evi karışımı bir mimaride tasarlanmıştır. 1973 yılında ev Sevda Cenap And Müzik Vakfının kullanımına verilmiştir ancak şu an kullanılmamaktadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Sevda Cenap AND Evi
Hocamızdan Ankara’ da iz bırakan bir mimar hakkında da bilgi ediniyoruz, Nejat TEKELİOĞLU Ankara’ da sinemalı apartmanların uzmanıdır. Ankara’ da gördüğümüz pek çok sinemalı binanın mimarı olup, apartmanların alt katlarında yer alan sinemalar da yakın zamanlara kadar aktif olarak kullanılmaya devam etmiştir. Kuğulu Parkın karşı taraflarına düşen Çankaya Apartmanı ve Sineması bunlardan sadece bir tanesidir.
Kuğulu Parkın girişinde yer alan heykelin de ünlü heykel sanatçısı Atilla ONARAN’ a ait 1977 tarihli “Ayakta Öpüşenler” heykeli olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca Kuğulu Parkın yanından Tunalı’ ya uzanan Polonya Caddesi isimli yolun da eskiden olmadığı ve o yolu da kapsayacak şekilde Kuğulu Parkın eski adı ile Kavaklıdere Parkının çok daha büyük bir park olduğunu da yine üzülerek öğrenmiş bulunuyoruz. Ayrıca Kuğulu Parkın adını Vedat DALOKAY’ ın 1975 yılında Viyana’ dan getirdiği Viyana ve Ankara isimli iki adet kuğu sayesinde aldığı bilgisini de edinerek yolumuza devam ediyoruz.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Ayakta Öpüşenler Heykeli
Karum’ un tam karşısında yer alan ve 3 bloktan oluşan İlbank Sitesi apartmanları da 1957 yılında ünlü mimar Fatin URAN tarafından tasarlanan tarihi ve çok özel apartmanlar arasında yerini almaktadır.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – İlbank Apartmanları
Demokrat Parti 1951 yılında iktidarı kazandıktan sonra milletvekilleri tarafından bir yapı kooperatifi kurulur ve kooperatifin adı da Demokrat Partinin iktidara geldiği gün olan 14 Mayıs kooperatifi olarak belirlenir. O zamanlar bağlık olan Çankaya bölgesinde (Arjantin Caddesi, Filistin Caddesi, Nene Hatun Caddesi ve Reşit Galip Caddesi) 160 tane tek katlı ve 2 katlı olmak üzere ev yapılır. Mahallenin adı da 14 Mayıs Evleri Mahallesi olur. Mahalle 1960’ tan sonra Gaziosmanpaşa Mahallesi olur. Bu evlerden bazıları hala ayakta olup, aralarda tek tük örneklerine rastlanabiliyor.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – 14 Mayıs Evlerinden Örnekler
Vee geliyoruz Kavaklıdere Şaraplarının hikayesine; şu an Karum’ un bulunduğu yerde çok büyük üzüm bağları bulunuyordu. Sevda TUNALI AND ve Cenap AND çifti bu bağları satın alarak 1929 yılında ilk şarap imalathanesini kuruyorlar. Hatta 1932 yılında Ulus’ta açılan yerli mallar sergisinde Atatürk Kavaklıdere Şaraplarını tadıyor ve çok beğeniyor, sonrasında Kavaklıdere Şarapları herkes tarafından bilinen bir marka haline geliyor. Cenap AND’ ın 1982 yılında vefatından sonra ikinci eşi Ayşe Cevza BAŞMAN AND ve kardeşi Mehmet BAŞMAN tarafından yönetilen Kavaklıdere Şarapları fabrikayı Akyurt’ a taşıma kararı almak zorunda kalıyor. Yerine de daha sonra 1991 yılında Asur dilinde Ticaret Merkezi anlamına gelen KARUM İş Merkezi ve şarap şişesi şeklindeki binası ile Sheraton Oteli açılıyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Karum ve Sheraton Oteli
Karum’ dan ayrılıp dönemin lüks yapıları arasında yer alan Hayat Apartmanı’ nın önüne geliyoruz. 1952 yılında Emin ONAT tarafından tasarlanan apartman içerisinde bütün ihtiyaçların karşılanabileceği büyük bir yapı olması nedeni ile Hayat adını almıştır. Bu kadar eski olmasına rağmen o da hala sağlam bir şekilde yaşayan bir binadır.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Hayat Apartmanı
Tunalı Hilmi Caddesi üzerinde; caddeye ismini veren 1871 doğumlu ilerici bir kafa yapısına sahip olan aynı zamanda kadın hakları savunucusu Tunalı Hilmi Bey’ in hikayesini dinledikten sonra ilerliyoruz ve Murat BELGE’ nin babası Burhan BELGE ile evli olduğu için bir dönem Ankara’ da yaşayan ünlü yıldız Zsa Zsa GABOR’ un yaşadığı apartmanı görüyoruz. Caddede ilerlemeye devam ediyoruz ve şu an yerlerinde farklı dükkanların olduğu mekanlar hakkında konuşuyoruz. Örneğin, 1955-1975 yılları arasında ilk likörlü çikolatayı yapan Milka Pastanesi, Lale Sineması, 1968-2016 yıllarında faaliyet gösteren Flamingo Pastanesi, Ses Sineması, Nejat TEKELİOĞLU’ nun bir diğer sinemalı apartmanı olan 1967 tarihli Talip Apartmanı ve Sineması, hala tabelası duran Kült Sineması ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyeleri Yapı Kooperatifi tarafından mimari çizimi Demirtaş KAMÇIL ve Rahmi BEDİZ’ e akademisyenler için yaptırılan Üniversite Apartmanı.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Üniversite Apartmanı
Tunalı Hilmi Caddesinden adeta bir tarih tünelinden geçip yürüyerek, gezimizi tamamlıyoruz. Ayaklarımızda günün yorgunluğu ve yaşadığımız şehir hakkında farkındalığımız artmış olarak keyifli sohbetimize sıcak bir çay eşliğinde devam ediyoruz.
Binaların Hikayeleri, Vedat Oygür’ le Ankara Bakanlıklar civarını geziyoruz.
Bir yazar “Şehirler konuşur; Her şehrin bir dili vardır, konuşma tarzı vardır, anlatacakları vardır ama her şehrin dinleyeni azdır.” diyor. Bugün Sayın Vedat Oygür hocamızla Ankara’nın Bakanlıklar bölgesinin anlatacaklarını dinleyeceğiz. Günümüze kalmayan binaların hala sakladığı anılar, tecrübeler, dostluklar, üstü örtülmüş derelerin hikayeleri… İnsanlar, binalar, hatıralar… Kimler geldi kimler geçti, hadi Vedat Hocamızdan birlikte dinleyelim. Gezi planımız fotoğrafta anlatıldığı gibi olacaktır.
Arkadaşlar bugün Ankara Kızılay Metro çıkışından başlayacağız, Akay yokuşuna kadar gideceğiz, sonra Kızılay meydanına, Güven Parka geleceğiz, Saraçoğlu mahallesine gideceğiz. Bakalım, kimler geldi kimler geçti? Bize ne anlatacaklar bugün? Burası Kızılay meydanı, önceden farklı bir yerdi, bu kadar bina yoktu. Alman mimar Carl Christoph Lörcher tarafından, Ankara’nın ilk imar planı “1924-25 Lörcher Planı” olarak yapılır.
Bu plan çerçevesinde Kızılay bölgesinde 1925-1928 arasında 465 tane ev inşa edilir. Fakat, o zaman parsellerinin ancak 3’ te 2’ sine inşaat yapılır, gerisi sonra tamamlanır. Bu çalışma 1933’ e kadar sürer.
Şimdi bu konuşacağımız kısım, size anlatacaklarım, o ilk bölümdeki evlerle ilgili. Çünkü bu evler çok özel ve evlerin 12 ayrı mimari tarzı var. İnsanların gelir durumuna göre evlerin mimarisi değişiyor. Tek katlı, iki odalı küçük evlerden tutun, üç katlı şato denilen köşke kadar 12 tane değişik tip konut var. Onları konuşacağız ve kalanları göreceğiz.
Bu meydana Ankara halkı 1920’lerde tosbağa yuvası diyordu. Lörcher’in imar planında buranın resmi adı Cumhuriyet Meydanı’dır. Hala öyledir, fakat Ankaralı kendisine göre isim takar. Burada Kızılay binası var, tarihi bir bina, o bina 1930 yılında yapıldı. O bina yapıldıktan sonra Ankara halkı bu bölgeye Kızılay parkı, Kızılay Gezisi diyor. O park çok büyüktür. Eski fotoğraflara baktığımız zaman bu cadde zaten küçük bir caddede (şimdiki Gazi Mustafa Kemal Bulvarı), karşıyla Ziya Gökalp caddesiyle, birleşmiyor.
İsimler de farklı o zaman, burası Mustafa Necati caddesidir, karşısı Kazım Özalp caddesidir.
O tarihlerde Kazım Özalp Meclis Başkanı (1924 ve 1935 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini sürdürmüştür.) Mustafa Necati Milli Eğitim Bakanı (1894’te izmir’de doğmuş, 1929’da Ankara’da 35 yaşında ölmüştür.) Evleri hemen cadde başında olduğu için sokak isimleri ona göre oluşmuştur.
O zaman Güven park yok, daha 1924’ lerde, Kızılay gezisinin ortasında heykel var, heykel su perileri ve Eros heykelidir, onu o zamanki belediye başkanı Asaf Bey İtalya’dan getirtiyor.
İki heykelden büyük olan Kızılay’ a konulur diğeri Sağlık Bakanlığı’nın önündedir. Ankara halkı o heykel yüzünden de buraya bazen Havuzbaşı diyor. O günlerin Havuzbaşı Meydanı’ nda gezilir, oturulur ve konserler dinlenirdi. Kızılay binası ise o zaman yoktur, Ankara’ nın merkezi durumunda bulunan Kızılay Meydanı’ na adını veren ve Erken Cumhuriyet döneminde 1929 yılında yapılan bina, Avusturyalı mimar Robert Öerley tarafından projelendirilmiştir ve 1934 yılında yapılmıştır. Robert Öerley, o zamanki Bayındırlık Bakanlığı’ nın baş mimarıdır.
1929’da Kızılay binası yapılır, o bina 1979 yılında yıkılır. Yerine başka bir bina yapılmaya kalkışılır. Fakat inşaata başlandığında belediye inşaat izni vermez ve inşaatı mühürler. Çünkü bina imara uygun değildir. Konu yargıya taşınır ve mahkeme yıllarca sürer. Mahkeme sonucu 1999’ da belediyenin lehine çıkar. Kızılay binası için yeni proje, yap işlet modeliyle Ankaralı büyük bir mağazaya verilir. Fakat o mağaza da bunu yapamaz ve bırakır. 2009’ da yeni bir iş ortaklığı projeyi üstüne alır. Bu ortaklığın şirketleri Sementa Tekstil, Tango Tekstil, Renk Yol Yapı ve Güvensoy’ dur. Bu ortaklık 114 milyon dolara 25 yıllığına yap işlet devret modeliyle binayı alırlar ve sonunda alışveriş merkezinin bulunduğu yapı meydana çıkar.
Kızılay binasından Demirtepe’ye doğru baktığımızda Cadde boyunca 2 katlı, 3 katlı köşkler vardı. Şimdi şöyle yürüyelim, birazdan göreceğiz. Yukarıda birkaç tanesi hakkında konuşacağız. PTT binasının önündeyiz. Sanırım yetmişli yılların ortasında buradaki bina yıkıldı yerine bu PTT binası yapıldı. Vali konağıydı burası.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Macar Elçilik (eskiden kullandığı) binasının önünden geçiyoruz. Evet arkadaşlar işte o dediğimiz binalardan biri de bu, kuleli köşkler cinsinden. Bu binanın yapımı 1925 yılında başlar ve bina yapıldığı zaman bunu Macar Krallığı satın alır. Ondan sonra burası 1979’ a kadar Macaristan elçiliği olur. 1979’ da satılır ve o zamandan beri, günümüzde de ticarethane, kebapçı olarak hizmet verir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Tapu kadastro binasının karşısındayız.
Valilik konağının bir eşi de yapıldığında İran elçiliği olur. 1925’ de İran elçiliği olarak hizmet verir. Bina 1952’ de Tapu Kadastro’ ya geçer.
Binanın yanındaki ekler de 1952’ de yapılır.
O tarihlerde Onur İşhanı’nın yerinde ise Suudi Arabistan elçiliği vardır. Onur İşhanı, 1973’ de elçilik binası yıkılarak yapıldı.
Tapu Kadastro’dan aşağıya doğru Kızılay’ a doğru gidiyoruz. İzmir Caddesinin karşı köşesindeyiz.
Burada da bir kuleli yapı vardır ama kulenin üstünde konisi yoktur sadece 4 köşede kule çıkar. Bu iki katlı villa tipi yapıdır. Buradaki ev Milli Eğitim Bakanının evidir. Mustafa Necati burada oturmaktadır. (gezi tablosundaki 5 numaralı ev) 1 Ocak 1929 günü çok genç yaşta maalesef ölür.
Atatürk, çok yazık oldu diyerek, bir tek onun için ağlamıştır. Mustafa Necati ölünce, evini, o zamanki adıyla Türk Maarif Cemiyeti 1929’ da satın alır. Evi talebe yurdu yaparlar. Binada 1931’ de de anaokulu, 1932’ de ilkokul birinci sınıf açılır. Ondan sonra bina küçük gelmeye başlayınca, Kurtuluş Parkı’ nın karşısında bahçe içindeki büyük bina yapılır ve Maarif Koleji orada eğitime başlar.
Mustafa Necati’ nin evi daha sonra İl Özel İdaresi olur. Yetmişli yıllarda o küçük binayı yıkılarak yerine 6 katlı Devlet Personel Dairesi binası yapılır. Bugün İzmir caddesi köşesinde Sosyal Hizmetler ek binası olarak kullanılan bina vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın evi de Şehit Adem Yavuz sokağının köşesindedir.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Milli Müdafa Caddesindeki Yeni Karamürsel binası 1973’ te yapıldı. Ondan önce burada bir tane villa tipi büyük bahçe içinde bina vardı.
Yani bu villaların hepsi 1971-1972 yıllarına kadar kullanılmaktaydı. Yeni Karamürsel’ i herkes İstanbul mağazası zannediyor fakat Yeni Karamürsel Ankara mağazasıdır. Yine Milli Müdafa Caddesinde, Çağdaş marketin yanındaki yerde bir villa daha vardı, orada da Prof. Afet İnan ailesiyle birlikte oturmaktaydı.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Evet gelmişken metroyu da konuşalım. Ankara’ da İlk metro fikri 1967’ de başlar, projeler yapılır. Ekrem Barlas, o zamanki belediye başkanı 1972-1973 yılında ilk metro kazısını başlatır. Vedat Dalokay 1974’ te belediye başkanı olunca metro yapımını durdurur. Trafik sorunun kavşaklarla hallederim, der.
Bu kavşaklar daha sonraki yıllarda Ankara’nın başına bela olur. Sonra Ali Dinçer belediye başkanı olunca 1979’ da metro projesi yeniden başlatır, fakat bir yıl sonra darbe olur ve metro çalışması yine durdurulur.
Karayalçın döneminde bir Kanada firması ve Gama Güriş İş ortaklığı ile proje 1989 yılında yeniden başlatılır. ilk önce Cebeci-Bahçeli arasında Ankaray yapılmasına karar verilir. Ankaray 1996’ da biter, 1997’ de Kızılay Batıkent hattı açılır, 2014’ de Kızılay Koru Kent ve Batıkent Törekent hattı, 2017’ de de Keçiören hattı açılır. 1967’ de başlayan metro çalışması kesintiye uğratılmasaydı Ankara çok erken rahata kavuşacaktı, 30 sene beklemek zorunda kaldık.
1930’ lu yıllarda Emek İşhanının yerinde kuleli bir bina olan Uybadin köşkü varmış. Köşk tepenin üstündedir ve binalar yapıldığı tarihlerde Cemil Uybadin İçişleri Bakanıdır. Cemil Uybadin İçişleri Bakanlığını bırakınca İstanbul’ a gider. Daha sonra İtalyan büyükelçisi olarak atanır. Sonra O bina Sular Umum Müdürlüğü oldu.
Cemil Uybadin’ in binası yıkılarak Enver Tokay’ ın projesi olarak Emek İşhanı projesine başlanılır. Proje 1953’ de yapılır, inşaat 1958’ de başlar ve bina 1965 yılında hizmete girer.
Proje Emekli sandığının olduğu için adı da Emek İşhanı oluyor. Binanın boyu 76 metre ve 24 kat olarak yapılıyor. Eskiden binanın önünde bir kabartma vardı. Sonra onu söktüler. Sonra o binada Gima açıldı. Gima, Türkiye’ de ilk defa taksitli satışları yapan, ilk departmanlı mağazadır. Yani bölüm, bölüm her şey vardır. Gima İlk avm modeli olarak hizmet verir. Bu gökdelenin bir diğer ilki de Türkiye’ de ilk defa perde betonun inşaatta kullanılmasıdır. 2006 yılında Emekli Sandığı binayı satar ve bina Kahramanlar iş merkezi olur.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Yüksel caddesine doğru gidiyoruz. Yüksel caddesi biliyorsunuz yaya yolu oldu, 1981’ de belediye Kızılay yaya bölgeleriyle ilgili bir yönetmelik yayınladı. Resmi gazetede çıktı.
1981’ de İzmir ve Sakarya caddeleri yaya yolu ilan edildi, 1986’ da yönetmeliği yenilediler ve Yüksel Caddesi ve onun üstündeki Konur ve Karanfil sokaklar da yaya yolu kabul edildi, trafik yasaklandı. O günden beri buranın artık ayrı bir kültürel havası vardır.
Eskiden bu yaya yollarında, heykeller vardı. Önünde kutusuyla bir boyacı vardı. Önce boyacının kutusu kayboldu, sonra da kendisi de kayboldu gitti, yerini havuzlar aldı.
Bu bölge Ankara’ nın önemli kültürel semtlerinden biridir.
Simit Sarayının köşesinden sokağa bakarak eski evlerin hatıralarını dinlemeye devam ediyoruz. O eski zamanlarda orada 3 katlı bir ev vardı. Burada Memduh Şevket Esendal otururdu. Memduh Şevket’ i Ayaşlı ile kiracılarından hatırlarsınız. Fakat o, kitaptan çok daha ünlüdür. Memduh Şevket 1906 yılında İttihat Terakkiye girer, 1908’ de parti müfettişi olarak Anadoluya gönderilir. Milli mücadele başlayınca Ankara’ ya geçer. 1920’ de Bakü büyükelçisi olur. 1924′ e kadar orada kalır. 1925- 1930’ da Tahran büyükelçisidir. Sonra Ankara’ ya gelir 1932-1938’ de de Kabil büyükelçisidir. Ankara’ da olduğu 1930 -32 yıllarında “Ayaşlı ile Kiracıları” nı yazar. Kitap 1934’ te basılır. Büyükelçilikten gelince milletvekili seçilir ve CHP genel sekreteri olur. Yani siyasi bir kişiliktir. Fakat “Ayaşlı ile Kiracıları” nı dikkatli okursanız, kitapta Cumhuriyeti koyduğu hedefe ulaşamadığı biçiminde eleştiri vardır.
Dost Kitapevi Karanfil sokaktadır. Buradaki binalar üç katlıydı, apartman yoktu. Dost Kitapevinin yanında bulunan binada Mithat Fenman oturmaktaydı.
Mithat Fenman konservatuarda öğretmendi. Aynı zamanda piyano hocasıdır, İdil Bired onun öğrencisidir. Üç yaşında piyanoya büyük istidat gösteren İdil Biret ilk derslerini Ankara’da Mithat Fenmen’ den aldı. 1970’ li yıllarda Fazıl Say da bu eve ders almaya gelirdi.
Dost Kitabevi’ ni Erdal Akalın 1977’ de Zafer çarşısında açtı. Kitapevi, seksenli yıllarda mimarlar odasının girişine taşındı. Sonra da bu sokağa geldi. Tabii bu bina Dost Kitapevi’ nin binası değil. Esasında bu bina yapılmadan önce burada bir apartman vardı. Adalar Apartmanı, orada Sabahattin Ali otururdu. Ankara’ da Milli Eğitim Bakanlığı Musiki Muallim Mektebinde Almanca öğretmeni olarak çalışıyordu. Yandaki apartmanda Azra Erhat oturmaktaydı. Azra Erhat birinci katta oturmaktaydı. Azra Erhat anılarında “Sebahattin Ali ile her sabah pencere sohbeti yapardık” diyor.
Azra Erhat İstanbul’ da doğmuştur. İlk öğrenimini Belçika’ da, ortaöğrenimi Fransa’ da yapar, üniversiteyi okumak için 1934’ te İstanbul’ a gelir. Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisine kaydolur. 1935 Kasım’ da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılınca hemen Ankara’ ya gelir. Klasik diller filolojisine kayıt olur. Klasik diller dediğimiz eski Yunanca ve Latince’ dir. 1936 Ocak ayında dersler başlar.
Okulu bitirince de üniversiteye asistan olarak girer. Felsefe okuyan Orhan Veli, Fransız biyolojisinde asistan olan Sabahattin Eyüboğlu, çok samimi olduğu Güzin adında arkadaşları vardır. Ankara’ya gelince tabii o arkadaşlıklar da sürer. Orhan Veli’ nin çevresiyle arkadaş çevresi daha da genişler.
Sonra Azra, bölümünde doçent olur. O sırada Sabahattin Eyüboğlu da Ankara’ da tercüme bürosunda çalışmaktadır. Sabahattin Eyüboğlu’ nun da bir arkadaşı vardır; Abidin Dino, ressam, Ankara’ nın ilerici belediye başkanı Abidin Paşanın torunudur. Adana’ ya sürgün edilmiştir. Sık sık Ankara’ ya gelir, Azra’ nın İstanbul’ daki sınıf arkadaşı Güzin de Ankara’ ya zaman zaman gelir. Bir gün Güzin’ le Abidin Dino karşılaşırlar. Aşık olurlar, hemen o yıl 1943 yılında evlenirler. Adana’ ya giderler.
O arada bir de Macar arkadaşları vardır. Bela Szabo, Türkiye’ ye geldiğinde 26 yaşındaydı, yeni kurulmakta olan modern Türkiye’ nin sanayi hamlelerinde mühendis olarak görev almaktaydı. Turhal Şeker Fabrikası ve Rize Çay Fabrikası inşaatlarında çalışmıştı. 1933 yılında tanınmış Macar Piyanist Rozsi Venetianer ile evlenerek Ankara’ ya yerleştiler. Onlar da Ihlamur sokakta oturmaktaydılar.
Atatürk Lisesi yanında Ihlamur, sokağı vardır. Onun aşağı tarafında otururlar. Ev bahçe içine tek katlı bir evdir. Onların karşısında, otuzlu yılların başında Orhan Veli oturmaktadır. Azra ve Bela Szabo orada tanışırlar.
Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet de o vesileyle arkadaş olurlar. Öte yandan Rozsi ile Bela Szabo’ nun evliliklerinin de yürümüyordu. 1944’ de Bela Szabo, Azra Erhat’ la birlikte yaşamaya başlar.
Abidin Dino Yaşar Kemal’ i de sohbetlere getirir. Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesinde muhabirdir. Ahmet Arif, Dil Tarih’ de okumaya gelir ve Azra’ nın evinde kalır, yani evin iki tane de oğlu vardır. Ahmet Arif Karanfil sokak için çok güzel bir de şiir yazar.
Sonra Azra Erhat ile Szabo evlenirler. 1945’ te Vakıf ve Genel Memur Kanunu’ na göre yabancı ile evlenmek yasak olduğundan Azra üniversiteden atılır.
Sonra 1947-48 yılında Szabo “memleketine gideceğim” der. Azra, “ben bilmediğim yere gitmem” diyerek boşanırlar.
Azra sonra İstanbul’ a döner. Burası böyle bir kültür sitesidir.
Mülkiyeliler binasının önünde kitap okuyan heykelin öndeyiz. Bu heykel, insan hakları heykelidir, bunu yapan Metin Yurdanur’ dur.
Yan tarafta hemen Mülkiyeliler Birliği binası vardır. Mülkiyeliler Birliği binasında tarih olarak 1859 yazıyor, oysa o İstanbul’ daki Mülkiyeliler Birliğinin tarihidir. Ankara’ da da bir Mülkiye vardır. 1885 Mülki İdari adıyla kurulmuştur. Ankara’ daki Mülkiyenin temeli o okuldur. Şimdiki bu Mülkiyeliler Birliği 1946’ da kurulur. İlk binaları Anafartalar Caddesinde iki katlı bir küçük bir binadır, 1959’ da Adakale sokağa giderler. Sonra biz kendi binamızı yapalım derler ve 1964 yılında bir eşya piyangosu düzenleyerek oradan topladıkları parayla bu binayı yaparlar. Bina 1966’ da biter.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Şimdi, adam heykelin önündeyiz.
Yaya yollarındaki heykelleri belediye başkanı Ali Dinçer 1979’ da yaptırdı.
Heykelin yanından geçip devam ediyoruz.
Daha önce Galeri Kültür 1953’ te Sakarya-Tuna caddesi köşesindeydi. O bina 1980 başında yıkılacağı için Selanik Caddesi Yüksel caddesi köşesine gelmişti. Galeri Kültür şimdi kapandı.
Flamingo 1955’ te Ziya Gökalp ve bitişik kanadındaki Ulus sineması yanında açıldı. Sonra Soysal apartmanlar 1967’ de yıkılınca Flamingo Tunalı’ ya gitti.
Mimar Kemalin önünden İnkilap sokağa bakıyoruz.
Otel Alar’ ın olduğu yerde eskiden tavukçu vardı. Tavukçu Ankara’ nın en eski lokantalarından biridir. Tavukçu, 1930 yılında Anafartalar caddesi yakınlarındaydı, oradaki bina 1953 yılında yanınca Bayındır’ ın köşesindeki iki katlı sarı bir eve geldi. Fakat orada tutunamadı ve iflas etti.
İflas edince tavukçuyu Karadeniz lokantasının şefi devir aldı. Menüyü daha zenginleştirdi. Daha sonra, Tavukçu otelin olduğu yerde iki katlı bir eve gelir. Bu evin sahibi de Gelirler İdaresi başkanı Reşat Beydir. Reşat Bey, Karadeniz lokantasında İsmail’ in müşterisi ve arkadaşıdır. Reşat Beyin hiç mirasçısı yoktur ve evi İsmail’ in üstüne yapar. Böylece Tavukçu bu adreste devam eder. 2021 yılında tavukçu Alacaatlı caddesine gitti, buradaki yerine de otel yapıldı. Otelin adı da Alar’dır.
Köşede de iki katlı ev vardı. O da eski Milli Eğitim Bakanlarından Tahsin Bangooğlu’ nun evidir. Bodrum katında Orhan Veli oturmaktadır. Orhan Veli yedek subaylığını kara kuvvetleri komutanlığı içinde yapar. Kara kuvvetleri komutanlığı yedek subay okulu Kara Kuvvetleri komutanlığı binasının içindedir. Oraya yakın olsun diye buraya taşınır. Taşmektep’ ten arkadaşı Melih Cevdet de yedek subaylığını bitirip onun yanına gelir. İkisi burada İnkilap sokakda oturmaya başlarlar.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Mimar Kemalettin okulu, bizim birinci ulusal mimari döneminin önemli mimarlarından Mimar Kemalettin tarafından1927’ de yapılmıştır. Birinci ulusal mimari dediğimiz Selçuklu ve Osmanlı mimarisi karışımıdır.
Meşrutiyet caddesi, Hatay sokak köşesindeyiz.
Burada yaşamış bir büyük yazarımızdan, Adalet Ağaoğlu’ ndan bahsedeceğiz. Adalet Ağaoğlu’ nun babası Nallıhan’ lıdır. Nallıhan’ da tiftik tüccarıdır. 1938 yılında Ankara’ ya gelir, 9 daireli bir apartmanı satın alır. Adalet Ağaoğlu’ nun büyük abisi Ayhan Sümer, Ayhan mağazasının sahibidir. Babasından devir almıştır. Adalet Ağaoğlu bir inşaat mühendisi olan Halil Ağaoğlu ile evlenmiştir ve soyadı Ağaoğlu olmuştur.
Sevgi Soysal da ailesi birlikte bu sokakta oturmaktadır. Öymen ailesi de burada oturmaktadır. Yazar Mahir Aksoy da burada oturmaktadır. Yani bunların çocuklukları beraber geçmiştir.
Fazıl Say’ ın babası, İdil Biret’ ler de bu sokakta oturmaktaydılar. Şimdi onlar tarih oldu gitti.
Meşrutiyet Caddesinde Yürüyüşe devam ediyoruz ve Coffee Lab’ ın karşısına geçtik. Karanfil sokağın devamındayız. Kazım Karabekir, İzmir suikastı davaları bitine kadar burada oturdu. Sonra İstanbul’ a gitti. Burada iki katlı bir ev vardı, büyük bahçeli, etrafı yüksek ağaçlarla çevriliydi. Fotoğraf çekilemiyordu. Çünkü ağaçlar hep evi kapatıyordu, sonra yıktılar.
Karanfil sokaktaki yürüyüşümüze devam ediyoruz. Cilveli kafe adı yazılı olan binanın önündeyiz. Kafenin terasını camla kapatmışlar. Burası Feridun Fazıl Tülbentçi’ nin evidir. Ev hala 1930’ ların evidir ama üstüne kat çıkmışlar.
Kocatepe
Karanfil sokaktan Olgunlar Caddesine çıktık. Tepeye doğru baktığımızda Kocatepe camiini görüyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Oranın adı eskiden Deliler tepesiydi.
Kocatepe Camii yapılınca adı değişti. Orada su depoları vardı, su pompaları vardı. Seyranbağları’ na, Esat’ a ve Kale’ ye buradan su verilirdi. Eskiden Ankara’ ya Elma dağından su gelirdi. Musluktan kaynak suyu akardı. Altmışlı yılların sonuna kadar sürdü o.
O tepeye, altmışlı yılların başında Ankara’ nın en büyük camisini yapalım dediler. Vedat Dalokay’ ın yaptığı proje kabul edilmedi. 1967’ de kabul edilen proje ile Mimar Sinan’ ın bir kopyası olarak camii yapılmaya başlandı. İnşaat 1981’ de bitmeyince Türk Diyanet Vakfı tarafından devir alındı ve inşaat 1987’ de bitirildi.
Kocatepe Camii yapılırken o taraftaki evler yıkıldı. Olgunlar’ la Kızılırmak caddesinin köşesinde olan Ayşe Abla ilkokulu da o sırada yıkıldı.
Köşedeki Kızılırmak sinemasını hatırlarsınız, altmışların başında açılmıştı. Buranın açılışı çok ilginçtir. O civarda Amerikalı subaylar oturur. Amerikalı subaylar burada sinema açılmasını isterler ve açılır. Bu sene Ağustos ayında da Kızılırmak sineması kapandı.
Akay yokuşunun alt tarafındayız. Yukarıda sağ tarafta Dedeman Otelinin binasının ilk kısmı görünüyor. 1966’ da Akay sokağa paralel olarak yapılmıştır, 1987’ de Büklüm sokağa paralel olan ‘L’ kısmı yapılır. Dedeman Otelinin sahibi Kemal Dedeman madencidir.
Atatürk Bulvarına doğru giderken Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Eskiden burada bir dere akardı, adı Kavaklıdere. O zaman İsmet İnönü Bulvarı da yok, dere buradan dönüyor Dikmen deresi ile birleşiyordu.
Daha önce bahsettiğimiz Abidin ve Güzin Dino, Azra İstanbul’ a gidince 1948 yılında burada Macid Devrim’ in derenin kenarındaki evinde yaşıyorlardı. Oradan 1950’de pembe renkli bina olan Perçiner apartmanına taşınmışlardı. Bakanlıklardan Kızılaya doğru iniyoruz. Burası Jansen’ in imar planında çizdiği gibi Kızılay’ a kadar Bakanlıklar mahellesidir. Jansen Planı; 1928 -1932 yılları arasında Alman mimar Hermann Jansen tarafından Ankara için hazırlanmış olan bir nazım planıdır. Yeni kurulan devletin her alanda diğer illere de örnek olacak modern model kenti olması hedeflenmiştir.
Orman Bakanlığı eski binasının önündeyiz. Orman Bakanlığı eski binasını yapan Clemens Holzmeister’ dır. 2008’ de Ankara’ daki bir caddeye Holzmeister’ in adı verilmiştir. Türkiye’ de daha çok Ankara’ da yaptığı kamu binaları ile tanınmaktadır. 1927-1935 yılları arasında yeni kurulan Ankara kentinde inşa edilen birçok yapının projesini çizen mimar; 1938-1953 arasında Türkiye’ de yaşadı. Halen kullanılmakta olan meclis binası onun Türkiye’ deki en önemli eseridir. Buralar Meclisle bitişiktir. Yol yoktur. Bakanlıkların ilk yapılan binası da İç İşleri bakanlığıdır 1932-34 yılında yapılmıştır. Bu bina Tarım Bakanlığı binasıdır. Ankara taşından yapılmıştır. Bakanlık binaları Alman Avusturya kübik mimarı tarzı, yüksek girişleri olan, içeri girdiğinizde yüksek bir salonu olan binalardır. 1934-36 yıllarında ikinci yapılan Kamu binası da Yargıtay binasıdır. Şimdi Belçika Elçilik binasının önündeyiz. Belçika elçiliği binası konuttur. Belçika elçiliği binası 1927-1928 yıllarında yapılmıştır.
Madenci heykeli de Metin Yurdanur’ un heykeldir. Zonguldak’ta maden kazası olduktan sonra yapılmıştır. Önünde cam vardı, cam üstünden darbe almış çatlamış.
Ayşe Abla Çocuk Yuvası
Ayşe Abla, Neriman Uzun’ un Ankara radyosunda başladığı çocuk kulübü programındaki takma adıdır. Ayşe Abla, Amerika’ da üniversiteyi bitirir. Çocuk ve aile gelişiminde uzmandır. 1937’ de Ankara radyosuna girer. Sonra, 1946’ da bu evde çocuk yuvasını açar. Her yıl bir sınıf ilave eder. 1949’ da 3. Sınıf başladığında ilk defa Amerikalı öğretmenden İngilizce dersleri verdirir. Zaman içinde öğrenci sayıları artar ve öğrenciler artık servisle gelmeye başlar. Bina küçük gelmeye başlayınca, Ayşe Abla İlkokulu binasını yapar ve 1953’ de oraya taşınırlar. Sonra mirasçıları 1993’ te binayı yıktılar yerine bu iş hanını yaptılar. Dış görünüşünü eski haline benzetmeye çalıştılar.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Milli Eğitim Bakanlığı Binası 1960-1967 yılında yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’ nın önündeki heykel Tankut Öktem tarafından yapıldı. 1981’ de heykel yerine konuldu. Başöğretmen heykelinde Atatürk, kitap, eğitim meşalesi var. Kitabın sol tarafında “Öğretmenler yeni nesil sizin eserinizde olacaktır” yazıyor. Binanın içerisinde meçhul öğretmen anıtı vardır, o çok orjinaldir, tunçtan bir heykel gurubudur. Ortasında insan yüzünün yandan görünüşü vardır, bir kız çocuğu ona çiçek uzatmaktadır. O fotör şapkalı profil, meçhul öğretmendir.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Güven partaki ağaç heykeli gördünüz mü? Hep yanından geçer ama dikkat etmeyiz.
Güvenpark
1929 yılındaki gazetelerde Emniyet anıtı ne zaman başlayacak diye yazıyor. Anıt önceden projelendirilmiş, yapılması beklenmektedir.
Holzmeister’ ın Kızılay Meydanı’ nda bir park ve anıt önermesiyle yapımına başladığı bronz heykeller Avusturya’ da Viyana Erdberg dökümhanesinde gerçekleştirilmiştir. Mamak taşı kullanılan kaide üzerindeki kabartmalar Türkiye’ de yapılmıştır. Anıtın taş kısımlarında Franz Wirt, Triberer ve Anton Hanak’ ın diğer öğrencileri ile Türk ustaları çalışmıştır.
Güven Park Anıtı (Güvenlik Anıtı –Emniyet Abidesi), Ankara Kızılay Meydanı’ nda Güven Park içerisinde bulunan Türk ulusunun polis ve jandarmaya olan güvenini, Atatürk’ ün Kurtuluş Savaşı’ nda ve İnkılap hareketlerinde beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller ve insan zekasını, çiftçinin tarım çalışmalarını betimleyen kabartmaların yer aldığı anıttır.
Anıtın Kızılay’ a bakan cephesinde biri genç, diğeri yaşlı iki bronz figür görülmektedir. Güvenin simgesi olarak yaşlı adamın elindeki sopa düşmek üzeredir, güçlü bir yapıda tasvir edilen genç ise sopayı alarak nesilden nesile korumayı temsil etmektedir. Bunun altında Atatürk’ ün “Türk Öğün Çalış Güven” sözleri tunç harflerle yazılmıştır. Bu yazının sağında bulunan bir grup figür, polisin halka yardımını, soldaki grup da jandarmanın halka yardımını anlatmaktadır. Anıtın arkasında ise iki çıplak erkek tasviri ulusun yaralarını saran kahramanlarını tanıtmaktadır. Bunlardan sağdaki modern çağda güveni, soldaki de birliği simgelemektedir. Bunun dışındaki alanlar yapıcı ve yaratıcı insanlarla köylü ve çiftçileri simgeleyen guruplarla doldurulmuştur.
Bu anıt Bakanlıklar mahallesinin mimarı Holzmeister’ in idaresinde yapılır. Anıtı yapmaya, 1931’ de Viyana üniversitesin Prof. Anton Hanak başlar, fakat 1934 yılında ölür. Öldükten, sonra projeyi, aynı okuldan Prof. Joseph Thorak’ a devir alır.
Cenazeden sonra ailesi Anton Hanak’ ın masasında günlüğünü bulurlar. Günlüğün son sayfasında “Ankara’ daki Emniyet anıtı inşaatı yüzünden 17000 şilin borçlandım, ödeyecek durumum da yoktur” diye yazmıştır. Üzüntüden kalp krizi geçirip ölmüştür. Ailesi durumu Atatürk’ e yazar. Hemen soruşturma açılır. Öğrenelir ki bakanlık Holzmeister’ a, parayı önceden ve tam olarak ödemiştir. Holzmeister arkadaşına paranın hepsini vermemiş ve zor duruma düşürmüştür.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
TMO önünden geçiyoruz. Turan Alkan bu heykeli 1998’ de yapmış. Bu heykelde hasatı bitirmiş dinlenen bir aileyi anlatmıştır.
Saraçoğlu Devlet Mahallesi
Çankaya kaymakamlığının yanı. Resmi adı Devlet mahallesidir 1944-1948 yılları arasında Alman Mimar Paul Bonatz yaptı. Bulvar boyunca gördüğümüz binalar kamu binalarıdır. Arka taraftaki binalar bakanlıklarda çalışan memurlar için lojmandır. İki, üç, dört odalı tipleri var. 485 tane lojman vardır. İlk yapılan da Çankaya kaymakamlığıdır. ilk önce burayı Maarif bakanlığı kiralar. Üst katı talim terbiye dairesi orta katı tercüme bürosu, alt kat neşriyat bürosudur. Neşriyat bürosu müdürü de Adnan Ötüken’ dir. Adnan Ötüken, bir odayı milli kütüphane yapar. O zaman adı Marif Kütüphanesi’ dir. 1937 yılında yapılan bu kütüphane, ilk milli kütüphane ünvanını alır.
Burası Namık Kemal ortaokuludur. Şimdi Gayrimenkul yapı ortaklığı ofisi oldu. Saraçoğlu mahallesinin içinde 2003’te yıkılma riski var diye yıkmak istediler, ama karşı konulunca yıkamadılar, 2009 yılında Emlak Yatırım Ortaklığına devrettiler. Kamu binaları korundu.
Şimdi Kahve zamanı, Saraçoğlu Mahallesinde yapılan yeni kafelerde biraz dinlenip gelecek ay gezi rotamızı belirleyeceğiz. Bakalım Ankara binaları bize ne hikayeler anlatacak?
Sonbaharın eşsiz güzelliklerini yaşadığımız, yazdan kalma sıcaklıkların içimizi ısıttığı bir başka günde, Ankara’nın yoğun koşturmacasından uzaklaşıp doğayla buluşmak için “Yol Arkadaşlarım” Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ekibimizle Bolu Yedigöller’e doğru yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Kumrular Caddesi’nden başladığımız yolculuğumuz, şehrin karmaşasından sıyrılıp doğanın kucağına adım atmanın heyecanıyla dolu.
Ankara-Bolu TEM otoyolundan ayrıldıktan sonra, virajlı ve bozuk yollarda geçen sarsıntılı bir yolculuğun yorgunluğunu, Yedigöller’in muhteşem sonbahar manzarası bir anda unutturuyor. Sonbaharın büyüleyici renkleri (sarıdan turuncuya uzanan bir renk cümbüşü) adeta bir gökkuşağı gibi çevremizi sararken, kayın ağaçlarının dallarında asılı kalan son yapraklar rüzgarla dans ediyor. Fotoğraf makinelerimizle bu doğal güzellikleri ölümsüzleştirirken, bir yandan rehberimiz Kadir Bey’in Yedigöller’e dair efsanelerini dinliyoruz, bir yandan da doğanın huzur dolu sesleri eşliğinde yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Göz kamaştıran güzellikler arasında her kare, bu unutulmaz deneyimi kalıcı bir hatıraya dönüştürüyor.
Yedigöller’in büyüleyici atmosferine eşlik eden efsaneler, bu doğa harikasını daha da anlamlı kılıyor. Bu efsanelerden birinde sürgün edilen yedi aşık çiftin ayrı ayrı göllere yerleşerek yaşadığı aşkların ve hazin hikayelerin izlerini taşıdığı anlatılıyor.
Bir diğer efsaneye göre Yedigöller bir zamanlar iyilik perilerinin yurduymuş. Bir gün Bolu Beyi’nin oğlu avlanırken beyaz bir güvercinin peşine düşmüş. Tam yayı gerip güvercini vuracağı sırada güvercin dünya güzeli bir kıza dönüşmüş. Kızın eşsiz güzelliği karşısında büyülenen genç yayı geren parmaklarını istemsizce gevşetmiş, ancak ok çoktan fırlamış ve peri kızının kalbine saplanmış. Bu trajik anın ardından gökyüzü kararmış, yağmurlar gözyaşına dönüşerek gökyüzünü hıçkırıklara boğmuş. Dağlardan çağlayan dereler susmuş, kaynayan pınarlar çekilmiş. Akan sular ve pınarlar peri kızının canı ve kanıymış, suyun melodisi ise onun iniltileriymiş. Ağlayan perilerin gözyaşları zamanla birikerek yedi göle dönüşmüş: İncegöl, Nazlıgöl, Sazlıgöl, Kurugöl, Deringöl, Seringöl ve Büyükgöl. Bu birbirinden güzel yedi göl, bana göre sadece göller değil, aynı zamanda yedi ayrı efsane. Gerçekten de “anlatılmaz, yaşanır”. Yedigöller’i anlamanın en iyi yolu, orayı bizzat görmek, doğasını hissetmek ve hikayelerine tanık olmaktır.
İncegöl
İncegöl’ün sol kenarından ilerlediğimizde, kısa bir yürüyüşün ardından Sazlıgöl’ün eşsiz manzarası bizi karşılıyor. İncegöl’e kıyasla biraz daha geniş bir alana yayılan bu göl adını çevresinde bulunan ve özellikle yüzeyinin büyük bir bölümünde yer alan sazlıklardan almış. Doğanın huzur dolu sesleri ve sazlıkların rüzgârla dans eden görüntüsü, burayı adeta bir tablo gibi benzersiz kılıyor.
Sazlıgöl
Sazlıgöl’ün büyüleyici manzarasını geride bırakarak, u dönüşü yapıp İncegöl’ün diğer kıyısı boyunca yürüyüşümüze devam ediyoruz. Gölün çevresindeki patikalar her adımda farklı bir güzelliği gözler önüne sererken, doğanın huzurlu sessizliği eşliğinde bu büyülü yolculuğun tadını çıkarıyoruz.
Nazlıgöl’ün zarif güzelliğini geride bırakarak Kurugöl’ün diğer tarafına doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Her adımda doğanın farklı bir yüzünü keşfederken göl çevresindeki dingin atmosfer ve eşsiz manzaralar yolculuğumuza huzur katıyor.
Aşağıdaki şelaleye doğru inişe geçiyoruz ve bu eşsiz doğa harikasının yanında kısa bir fotoğraf molası veriyoruz. Şelalenin hemen üst kısmında yer alan çeşme “Dilek Çeşmesi” olarak anılıyor. Yedigöller’i temsilen yedi ayrı musluğundan akan serin sular buranın mistik havasını daha da güçlendiriyor ve ziyaretçilere unutulmaz bir anı sunuyor.
Deringöl’ün hemen yanında piknik ve kamp alanları bulunuyor. Burası Yedigöller’in en canlı ve hareketli bölgelerinden birisi. Yukarıda Nazlıgöl’den merdivenlerle ayrıldığımız yolun devamı da tam olarak bu alana ulaşıyor.
Piknik yapmak isteyenler için burada bolca masa ve alan mevcut. Ancak zeminde mangal yakmak kesinlikle yasak. Mangal yapmak isteyenler özel olarak ayrılmış mangal alanlarını veya ayaklı mangalları kullanmak zorunda. Kamp severler için ise çadır kurmak isteyenlere özel alanlar ve karavanlar için ayrılmış bölümler bulunuyor.
Ayrıca bölgedeki büfe ziyaretçilere çeşitli seçenekler sunuyor. Sıcak ve soğuk içeceklerden gözleme ve sucuk ekmeğe kadar birçok lezzeti burada bulabilirsiniz. Hediyelik eşya kısmı ise Yedigöller anılarınızı evinize taşımak isteyenler için ideal.
Piknik ve kamp alanının diğer tarafında Yedigöller’in en büyük gölü olan Büyük Göl’ü görüyoruz. Bu büyüleyici göl tepeden bakıldığında kalp şeklindeki görüntüsüyle dikkat çekiyor. Bu özelliği Yedigöller’e dair anlatılan aşk hikayeleriyle bütünleşerek göle ayrı bir anlam katıyor. Büyük Göl hem büyüklüğü hem de romantik havasıyla bölgenin en özel noktalarından birisi.
Seringöl ise Yedigöller’in Mengen yönünden gelen yolun en uç noktasında yer alıyor. Doğanın sakinliğiyle çevrelenmiş bu göl, ziyaretçilerine huzurlu bir atmosfer sunarak bölgenin en izole köşelerinden biri olma özelliğini taşıyor.
Seringöl’ün huzur veren manzarasını geride bırakarak Kapankaya Tepesi Seyir Terası’na doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yedigöller’in doğal güzelliklerini kuş bakışı izleyebileceğimiz bu noktaya ulaşmak yolculuğumuzu daha da anlamlı kılıyor.
Yol üzerinde bizi Kapankaya Tepesi Seyir Terası karşılıyor. Burada kısa bir mola verip Yedigöller’in muhteşem manzarasını tepeden izlemek kesinlikle tavsiye edilir. Kaptan Metehan Bey aracımızı yolun sağ tarafına park ediyor. Ardından sol taraftan başlayan merdivenlerden yaklaşık 5 dakikalık dik bir yürüyüşle terasa ulaşıyoruz. Zirveye vardığımızda Yedigöller’in eşsiz güzelliği tüm ihtişamıyla karşımıza çıkıyor ve bu manzara her şeye değiyor.
Bütün bu güzelliklere ev sahipliği yapan Yedigöller’de hafta sonunun getirdiği kalabalık insan selini görünce endişelerimi dile getirmeden edemiyorum. Yoğun ziyaretçi akını umarım bu eşsiz doğa harikasının zarar görmesine yol açmaz. Elbette herkesin bu güzellikleri görmesi, gezmesi ve yaşaması en doğal hakkı. Ancak bu alanların korunması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda hepimizin bilinçli ve sorumlu davranması gerekiyor.
Doğaya duyulan saygının her zaman öncelikli olması dileğiyle, sağlıcakla kalın.
Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği’mizin bu ayki Ankara Kültür Rotaları “Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında 24 Kasım Pazar günü sevgili Hocamız Dr. Ali Vedat OYGÜR rehberliğinde ve Cengiz PAMUK Koordinatörlüğünde yoğun bir katılımla, Ankara Gençlik Parkı, CSO ve Gar Bölgesi’ni çok değerli bilgiler eşliğinde gezerek fotoğrafladık.
Şehrimize bir gün önceden yağan kar nedeniyle soğuk bir kış günü Ulus Metrosu 19 Mayıs Stadyumu kapısında buluştuk
19 MAYIS STADYUMU
Ankara’nın ilk stadyumu 15 Eylül 1923 yılında Tandoğan’da İstiklal Sahası adı altında hizmete girmiştir. İlk maç 1923 yılında Atatürk’ün de katıldığı Cebeci Çayırında yapılmıştır. Ankara Stadyumu 1936 yılında açılmış, 1938 yılında adı 19 Mayıs Stadyumu olmuştur.
Ankara Spor Salonu 2010 yılında Avrupa Basketbol Şampiyonası için yapılmıştır. 13.000 kişi kapasiteli bir spor salonudur. Modern donanımlara sahiptir ve çok amaçlı olarak kullanılabilmektedir (basketbol, voleybol, boks, tenis ve buz hokeyi gibi etkinlikler düzenlenmiştir). Burada daha önce yer alan Ankara Atış Poligonu 1936 yılında, İkinci Dünya Savaşı öncesi döneminde devletin stratejik hazırlıkları kapsamında açılmıştır. Amaç, halkı silah kullanımı konusunda eğitmek olup eğitimler bir öğretmen ve yüzbaşı tarafından verilmiş, mermi masrafları devlet tarafından karşılanmıştır. Poligon 1960’lı yılların ortasında yıkılmıştır ve sonrasında arazi uzun yıllar boş kalmıştır. Temmuz 2018’de yıkılan 19 Mayıs Stadyumunun 2022 yılında başlanan yeni yapım inşaatı halen devam etmektedir.
TÜRK HAVA KURUMU MÜZESİ VE PARAŞÜT KULESİ
Türk Hava Kurumu’nun çalışmalarına ilişkin belge, fotoğraf ve maketlerin sergilendiği müze 19 Mayıs 2002’de ziyarete açılmıştır. Türk Hava Kurumuna ait eğitim amaçlı yapılan Paraşüt kulesi 1937 yılında faaliyete geçmiştir. Boyu 41 metre, atlama yüksekliği 38 metre olan bu kuleden 45-70 kg ağırlığında 16 yaşından büyük herkes atlayabilmektedir.
KORE ŞEHİTLERİ ANITI
1971 Yılında Koreliler tarafından başkent Seul’de Ankara Bahçesi ve anıtı yapıldıktan sonra buna karşılık olarak Ankara’da Kore Savaşı sırasında ölmüş olan Türk askerlerinin anısına, 1973 yılında bir anıt açılır.
DEVLET DEMİR YOLLARI GAR BİNALARI
31 Aralık 1892 günü, İstanbul’dan Ankara’ya ilk trenin gelişiyle büyük bir tören yapılarak Ankara İstasyonu hizmete girmiştir. O dönemdeki istasyon yerleşkesinin bir parçası olan ve Ankara’ya geldikten sonra 1920 Nisan ayından itibaren Mustafa Kemal’in bir dönem kaldığı Direksiyon (Yönetim) Binası bugünkü Gar içerisindedir. Ankara’da demiryolu bölgesi ve çevresi Cumhuriyet’in kurulmasından önce gelişmeye başlamıştı. 1930’larda Cumhuriyet’in mimari dilini yansıtan bir demiryolu istasyonu yapılması hedeflenmişti. Gar binasının projeleri 1934 yılında Mimar Şekip Sabri Akalın tarafından hazırlanır ve inşaat 1937’de bitirilir. O günlerde Ankara’daki inşaatlarda baskın olan Alman-Avusturya mimarisine göre inşa edilen bu yapı, erken Cumhuriyet Döneminin en görkemli binalarından birisidir. Gar Gazinosu ve saat kulesi o yıllarda kentin simgesi olmuştur. Modern demiryollarının kurucusu TCDD’nin ilk Genel Müdürü Behiç Erkin’in isminin verildiği bu alan sosyal mekân olarak hizmet vermektedir.
Garın doğu kısmında otel binası olarak tasarlanan iki katlı yapı 1924 yılında inşa edilmiş ise de bu amaca hiç hizmet etmeyerek idare binası olarak kullanılmıştır. Bu bina günümüze kadar “TCDD Demiryolları Müzesi ve Sanat Galerisi” olarak hizmet vermekteydi. Şimdilerde Medipol Üniversitesine devredildi.
Garın batısında 1926 yılında inşa edilen lojmanlar yetersiz kalınca Garın doğusunda, eski otel binasının önüne, 1927-28 yıllarında, mimar Ahmet Kemalettin tarafından demiryolları personeli için lojman olarak inşa edilen bina, konut olarak hiç kullanılmadan Genel Müdürlük hizmetine verilmiştir. Ardından bu binanın yanına 1939’da altı adet lojman yapılmıştır. Günümüzde DDY II. İşletme Müdürlüğü binası olarak kullanılmaktadır.
CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI (CSO)
1826’da Mehterhanenin kapatılmasıyla Sultan II. Mahmut bir askeri musiki sistemi geliştirmek istemiş ve İtalya’dan müzisyenler getirtme kararı alması üzerine 1827’de Mûzikâ-i Hümâyun kurulmuştur. 1924’te Mûzikâ i Hümayun İstanbul’dan Ankara’ya getirilir ve Riyaset-i Cumhur Orkestrası adını alır. Günümüzde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Şef Osman Zeki Üngör aynı zamanda o zamanki Musiki Muallim Mektebi’nin de kurucusu ve müdürüdür. İlk konserler meclis karşısındaki millet bahçesi ve Ankara Radyosunda, daha sonra Musiki Muallim Mektebinde verilmeye başlanır. 1962 yılında fotoğraftaki bina açılır konser salonu olarak faaliyetlerine devam eder. 1995 yılında projesi kabul edilen yeni konser binasının temeli 1997’de atılır. 2021 yılında CSO Ada Ankara faaliyete geçer.
GENÇLİK PARKI
Hermann Jansen tarafından tasarlanan bir zamanlar bostan bölgesi olan 28 hektarlık geniş bir alana yayılan park, çağdaş bir eğlence ve dinlenme alanı olarak düşünülmüştür. Jansen’in projesinin yarı maliyetine Fransız bahçe mühendisi Teo Levo’nun katkılarıyla gençlik parkı projeleri yapılmıştır. Park yapılmasına karar verilen arazinin bir bölümünde zamanında “Ay-Yıldız” adında bir futbol sahası bulunmaktaydı. Parkın inşaatına 1936 yılında başlandı. 19 Mayıs 1943’te tamamlanarak Cumhuriyet’in 20. yıl dönümünde hizmete açıldı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldığı için de parka “Gençlik Parkı” adı verilmişti. Park açılışından sonra Ankaralıların vazgeçilmez bir mekânı olmuştur.
Gençlik Parkı başlangıçta bir göl görünümüne sahipti ve çeşitli sosyal aktiviteler için bir alan sundu. Bu mekânda ilk zamanlardaki alafranga müzikler alaturka müziğe sonraki yıllarda ise arabesk tarza dönüşmüştür. 1950’li yıllardan sonra halkın çok sevdiği bir mekân haline gelen Lunapark açılmıştır. 1960’ların sonuna doğru burada bir nikah dairesi açılmıştır. Geçmişten bugüne pek çok değişiklikten sonra park bugünkü durumuna gelmiştir.
Gezimizi sonlandırdıktan sonra çay bahçesinde çay içip, parkın her dönem farklı halini görmüş arkadaşlarımızdan kent belleğimizde önemli yeri olan Gençlik Parkı ile ilgili anıları dinledik. Ben ve Selma gururla nikahımızın burada gerçekleştirildiğini anlattık. Ankara’nın ayazında Ankara sevdalılarıyla güzel bir gün geçirdik. Yazımızın başlığı katılımcılardan Oya Hanım’ın önerisidir. Soğuk bir kış gününde sıcak bir enerjiyle bizi gezdiren Vedat OYGÜR Hocamıza ve etkinliğimize katılan gezgin ve fotoğraf sever dostlarımıza çok teşekkür ediyor, Derneğimizin 30 yıllık tecrübesi ile bir dahaki gezimizde görüşmek üzere diyoruz.
“Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz” kapsamında bu ay Sayın Dr. Ali Vedat OYGÜR rehberliğinde günlük yaşamımızda her birimizin mutlaka uğradığı Kızılay-Yenişehir bölgesinde gezdik.
Cumhuriyet kurulduktan sonra modern bir şehir inşası çalışmalarına başlanılmıştır. Bölge kalkındırılırken ilk olarak bahçe içerisinde, modern olarak tasarlanan güzel evlerin yapımı ile işe başlanmış, böylece Yenişehir bölgesi oluşturulmuştur. Bu bölgeye başlangıçta 198 tane bahçeli tek katlı memur evi ile 12 adet muhteşem villa yapılmıştır. Bu villalardan günümüze kalan sadece Mado tarafından kullanılan binadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
İncesu Deresinin bulunduğu büyükçe bir meydanda yapılan Eller heykeli hakkında eserin sahibi olan Heykel Sanatçısı Metin Yurdanur’un heykel hakkındaki kendi yorumu: “Eller beynin ve gözün bir parçasıdır” şeklindedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Kızılay’ ın girişinde bulunan, Hatti soylularının mezarlarından çıkan, cenaze törenlerinde bayrak şeklinde asılan geyik heykeli Heykeltraş Nusret Suman tarafından 1978 yılında yapılmıştır.
Ankara Valiliği olarak kullanılan bina 1926’da gününün modern mimari akımına uygun olarak inşa edilmiştir.
Gürkent olarak günümüzde hayatına devam eden bina, 1963’te Kent Otel ismiyle kullanılmaya başlanmıştır. Kent Otel olarak kullanıldığı süreçte sahneye çıkan sanatçıların kocaman afişleri sürekli camlarına asılırmış.
Balıkçıoğlu Pasajının olduğu yerde 3 katlı ve 1100 oturma koltuklu Ankara Sineması vardır.
Zafer Meydanı; ağaçlar, yeşillikler arasında halkın nefes aldığı çok geniş bir ortak alandır. Ortasındaki Atatürk Heykelinin yönü artık Doğu’ya bakmaktadır. Savaş bitmiştir ve bundan sonra kalkınmaya, devletin birlik beraberliğine önem vereceğiz der gibidir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1935 yılında yapılan Büyük Çarşının olduğu binada Muhsin Ertuğrul’un da girişimiyle Büyük Sinema kurulur. Ülkenin siyasetçileri ve bürokratlarının uğrak yeridir, İsmet İnönü her Perşembe locada görülür.
Divan Pastanesinin olduğu yerde, 1928 yılında Ankara’nın ilk özel hastanesi olan Ankara Sıhhat Yurdu kurulur. Bina aynı zamanda Sabahattin Ali’nin oturduğu evdir.
Ankara Sanat Tiyatrosu 1963 yılında kurulmuştur. Sanat kokan bu mekânın 2020 yılında mahkeme kararıyla boşaltılması kararı verilmesi sonrası tiyatro ekibi Bilkent Sahnesine taşınmıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
İzmir Caddesi 28 numaradaki Anadolu Kulübü binası yapıldığı haliyle ayakta kalmayı başarmıştır. Milletvekillerinin hizmetinde olan otel, balo salonu, kokteyl salonu, restoranı ve kütüphanesi vardır.
1978 yılında Eski Belediye Başkanı Ali Dinçer, İzmir Caddesini günümüzden farklı olarak yayalara açık olacak şekilde düzenlemiştir.
Cafe Down’un olduğu yerde Özen Pastanesi açılmış, o zamanlar burası Paris kafelerini andırmaktaymış. Pastaları ile ün yapmış ve çok rağbet görmüştür. Nurullah Ataç buranın baş müdavimiymiş. Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’ın Garip Şiir Akımını burada başlattığı söylenir. Şiir saatleri ile müşterilerine sanat dolu bir sosyal ortam yaratan mekân, zamanla bir sanat merkezi haline gelmiştir.
Bulvarda, Toygar ailesinin yaptırdığı 3 katlı bir Cumhuriyet dönemi binası vardır ki 1936’da yapıldığı ilk halini hala muhafaza eden bu Cumhuriyet dönemi bina sanki insana zamanda yolculuk yaptırıyor.
İş Bankası binasının bulunduğu yerde Salih Bozok’un yaptırdığı Kutlu Pansiyon evi vardır. Burası bekarlar için kaloriferli, telefonlu bir apartman olarak yapılmış, binanın zemin katında da Kutlu Pastanesi bulunmaktaydı.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1956’da İzmir Üst geçidinin bittiği noktada Tuna Caddesindeki ilk binada Piknik isimli mekân açılmıştır. Şarküteri, sandviç ve lokanta olarak 3 bölümden oluşur. Piknik Sevgi Soysal’ın ikinci evi olmuştur.
Tuna Caddesi’nde 1956’da Yeni Sahne kurulmuş, 49 yıl boyunca sayısız muhteşem gösterilere sahne olan, halkın çok kolay ulaşabildiği bir noktadaki tiyatro salonu maalesef 2006 yılına gelindiğinde bina sahibi Ormancılar Derneği tarafından boşalttırılır ve kapanır.
Ziraat Bankası Lojmanları Mimar Giulio Mongeri tarafından 1926’da yapılmıştır. Birinci ulusal mimari tarzında olup, geniş süslü çatı saçakları, büyük pencereleri vardır.
Sakarya Caddesinden üst geçitle yolun karşısına geçtiğimiz alanda Lozan Parkından kalan küçük bir parça kısımdaki ağaçlar, günümüzde binalara karşı koymayı başaran bir gururla hala ayaktayız der gibi insanı karşılamaktadır.
Mustafa Necati Kültür Evi; Mithatpaşa Caddesi’nde 3 katlı bir köşktür. Daha önce Irak Büyükelçiliği olarak da kullanılan binanın ismi günümüzde Nuri Pakdil Kültür Evi olarak değiştirilmiştir.
Soysal İşhanı’nın olduğu yerde Soysal Apartmanı bulunmaktadır. 3 katlı 2 kanattan meydana gelen apartmanın iç kısmındaki yapı hala ayaktadır. Yıkılan Soysal Apartmanı ise zamanına göre çok konforlu, kaloriferli, terasında yeşilliklerin olduğu, havuzunda kırmızı balıkların yüzdüğü, seyir alanı olan keyifli bir mekanmış. Yazar Ayşe Kulin’in çocukluğunun geçtiği bina, Adı Aylin isimli romanına da konu olan apartmandır. Aylin karakteri aslında Ayşe Kulin’in kapı komşusuymuş.
Sakarya Caddesi girişinde bulunan Tarhan Kitabevi 1970 yılında açılarak sahibi İzzet Tarhan Bey 2001 yılında hayatını kaybedene kadar faaliyetini sürdürmüştür.
Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ile Doğa ve Tarih Gezisinde
20 Ekim 2024 Pazar günü, Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği olarak düzenlediğimiz gezi, hem doğal güzellikleri hem de tarihi dokusu ile bilinen yerleri keşfetmek amacıyla gerçekleştirildi. Katılımcılarımızla birlikte, göz alıcı manzaralar eşliğinde keyifli anlar yaşadık ve fotoğraf sanatıyla ilgili becerilerimizi geliştirdik.
Sabahın İlk Işıklarıyla Yola Çıkış
Gezi, sabahın erken saatlerinde, kumrular sokakta buluşarak başlamış oldu. Katılımcılarımızın tamamlanması ile yola çıktık, gezimizin ilk durağı olan Nallıhan’ da o bölgeye özgü kahvaltımızı yaptık. Yolculuk boyunca, sonbaharın başlangıcıyla birlikte, karasal iklimin sunduğu sert hava koşulları ve metropol şehrin gürültü ve kalabalığından uzaklaşarak, doğanın renk cümbüşünü sergileyen ormanlık alanlar ve doğanın yeşile bürünen doğal haline doğru yol aldık.
TARAKLI
İlk durağımız Sakarya’nın tarihi ilçesi Taraklı oldu, Bağdat yolu üzerinde konumlanmış ve zengin kültürel mirasıyla dikkat çeken bir yerleşimdir. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan Taraklı, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu sayede kendine özgü bir kimlik kazanmıştır.
Tarihî ve Kültürel Zenginlikler
Taraklı, mimarisiyle göz dolduran eski taş evleri, dar sokakları ve tarihi camileri ile ön plana çıkmaktadır. Adını şimşir tarak yapımından almış olup, ses ve çevre kirliliğinden uzak konumuyla İtalya merkezli Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dahil olan sayılı ilçelerimizden birisidir. Özellikle 19. yüzyıldan kalma yapılar, yöre halkının yaşam tarzını ve geleneklerini yansıtan önemli örneklerdir. Taraklı Evleri, yerel taş ustaları tarafından inşa edilmiş ve bölgenin mimari özelliklerini sergilemektedir. Bu evlerin çoğu, restore edilerek turizme kazandırılmıştır.
Taraklının meydanında durup, yerel halkla sohbet ettik yöresel ürünlerden oluşan ürünler aldık. Onların yaşam tarzları ve gelenekleri hakkında bilgi ve edindiğimiz izlenimler, gezimize ayrı bir derinlik kattı. Fotoğrafçılarımız, ilçenin geleneksel mimarisini ve yerel halkın günlük yaşamını ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekti.
Doğal Güzellikler
Taraklı, sadece tarihi yapılarıyla değil, aynı zamanda doğal güzellikleriyle de öne çıkmaktadır. Etrafındaki yemyeşil ormanlar ve dereler, yürüyüş ve doğa aktiviteleri için ideal alanlar sunmaktadır. Özellikle sonbahar aylarında, ağaçların yapraklarının renk değiştirmesiyle birlikte Taraklı, görsel bir şölen sunmaktadır.
GÖYNÜK
İkinci durağımız, doğal ve tarihi alanlarıyla bilinen Bolu Göynük’ tü. Bu güzide ilçede, doğanın sunduğu manzaralarla tarihî dokunun iç içe geçtiği eşsiz bir deneyim yaşadık.
Göynük’ e vardığımızda, tarihi atmosferi hemen hissettik. Osmanlı dönemine ait yapılar, taş evler ve dar sokaklar, bu bölgenin tarihini yansıtan etkileyici örneklerdi. İlk olarak, 18. yüzyıldan kalma tarihi Göynük Evleri’ni ziyaret ettik. Restorasyon çalışmalarıyla günümüze taşınan bu evler, mimari zarafetleriyle fotoğraflarımıza eşlik etti. İlçede yer alan bölgenin tarihi ve kültürel önemini yansıtan etkileyici bir yapı olan zafer kulesine çıkarak panoramik seyir yanı sıra ilçenin tepeden fotoğraflarını çekme fırsatı bulduk. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan bu kule, hem mimari özelliği hem de bulunduğu konumla ziyaretçilerine büyüleyici manzaralar sunmaktadır.
Orman ve Göl Manzaraları
Tarihi keşiflerimizin ardından, üçüncü durağımız doğanın büyüleyici güzelliklerini keşfetmek için çubuk gölü kenarına yöneldik. Göynük’teki çubuk göleti, etrafındaki yeşil alanlar ve ağaçlar arasında huzur dolu bir ortam sunmaktadır. Hava şartlarının elverdiği ölçüde gölün çevresindeki yürüyüş yollarında dolaşarak, fotoğraflar çektik, her köşede farklı bir manzarayla karşılaştık.
Gezimizin son durağı olarak Sünnet Gölü’ne ulaştık. Akşamüstü, gölün huzur veren manzarası ve gün batımının oluşturduğu atmosferde ışığın ve hava şartlarının elverdiği ölçüde fotoğraflar çekmeye çalıştık, günün yorgunluğunu atmak ve doğanın güzelliklerini bir kez daha keşfetmek için mükemmel bir fırsatı kısa süreliğine de olsa görmüş olduk.
Sünnet Gölü’ndeki bu unutulmaz akşam, hem doğanın güzelliklerini keşfetmek hem de arkadaşlık bağlarını güçlendirmek için harika bir son noktasıydı. Fotoğraf gezimizin en güzel anılarından biri olarak aklımızda kalacak olan bu deneyim, bizi doğanın ve sanatın bir araya geldiği eşsiz bir yolculuğa davet etti.
Sonuç olarak, 20 Ekim Pazar günü gerçekleştirdiğimiz gezi, sadece fotoğraf çekmekle kalmayıp, doğayla ve tarih ile iç içe geçirdiğimiz bir deneyim oldu. Katılımcılarımız, hem sanat hem de arkadaşlık bağları kurarak, dolu dolu bir gün geçirdi. Bu tür etkinliklerin devamının geleceğini umuyoruz; çünkü fotoğraf sanatı, doğayı ve insanları bir araya getirmenin en güzel yollarından biridir.
Tandoğan meydanından Anıtkabir’e girdiğinizde, yolun iki tarafında yayılmış çok çeşitli, ağaçların bulunduğu bir orman karşılıyor sizi. Birden başka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Yemyeşil bir orman, ağaçlar, kuşlar … sonra, biraz yürüyüşten sonra birden bir ses kendinize getiriyor; “Çimlere basmak yasak!”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Ankara’ nın göbeğindeki bu ormanın adı Barış Ormanı. 24 ülkenin toplam 2595 ağaç verdiği, ülkemizin 4 ayrı şehrinden, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir’ den ağaçların getirilip dikildiği bir orman. 750 dönümlük Anıtkabir alanının 630 dönümü bu ormana ait, sadece 120 dönümü anıt mezara ayrılmıştır. Bu orman için en fazla ağaç 501 adetle ABD’ den geldi, en çok ağaç çeşidi 28 türle Yugoslavya’ dan geldi.
Bir bilen Vedat Oygür’ le Anıtkabir’ i ziyaret ediyoruz. Yolun ilerisinde göreceğimiz simgelerin ne ifade ettiğini anlatıyor. Ben de sizi birinci dünya savaşı yıllarındaki ortama götüreyim. O zamanları hatırladığınızda simgelerin anlamını, onları oraya konulmasındaki düşünceyi daha iyi anlıyorsunuz.
Semiha Ayverdi yaşadığı o yılları şöyle anlatıyor. “Gün geçmiyordu ki bir dostun bir akrabanın bir komşunun genç evlatlarının şehadet haberi gelmesindi. Canlar gidiyor mallar gidiyor yerler yurtlar birbirini ardına kayboluyordu.” …“Halka vesika ile dağıtılan ekmek, kırmızımtırak bir balçıktı. Öğütülmüş mısır koçanı ile süpürge tohumunun bol miktarda karıştırıldığı bu hamurun adına mısır ekmeği deniyordu ve bir okkasının resmi fiyatı 50 para el altından alınan fiyatı ise 25 kuruştu. Bu çamurdan biraz daha fazla tedarik edebilmek için herkes o 25 kuruşu vermeye razıydı.”
Şimdi yolumuza devam edelim. Vedat Hoca Anıtkabir’in tarihi konusunda bilgi vermeye başladı:
“Atatürk’ ün naaşı 21 Kasım günü Etnografya Müzesinde hazırlanan katafalka yerleştiriliyor, katafalk Etnografyanın iç avlusunda mimar Bruno Taut tarafından hazırlanıyor. Ondan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anıt mezar yapalım diye hemen toplantı yapıyor. Atatürk sağlığında yakınlarına “Ben sessiz sakin bir yerde, bir ağaç altında basit bir mezarda gömülmek istiyorum” diyor. Fakat Ata için ve o dönemin önemini anlatmak için bir anıt mezar gerekiyor. Meclis 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruyor, komisyona Milli Savunma, İç İşleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlarının müsteşar ve genel müdürleri de çağırılıyor. Komisyon ilk toplantıyı 6 Aralık günü yapıyor. Komisyon, bu konuda teknik bilgileri olmadığı için bilim adamları ve teknik uzmanları da çağırıyorlar. Bunun üzerine Ankara imar planını hazırlayan Profesör Hermann Jansen, Bakanlıklar Mahallesi’ ni ve Güven Parkı yapan Profesör Clemens Holzmeister, Mimar Bruno Taut, heykeltraş Rudolf Belling çağırılıyor. Komisyonda anıt mezarın nereye yapılması gerektiği konuşuluyor. Bir çok öneriler çıkıyor, Çankaya köşkünün olduğu tepeye, Kaleye, Kızıl tepeye yapalım önerileri oluyor. Trabzon Milletvekili Mimar Mithat Aydın karşı çıkıyor “Bunların hiçbiri Ankara’ nın her yerinden görülmez” diyor. Mithat Bey Ankara’ da araştırma yapıyor ve bugünkü yeri, o zamanki adı RASAT Tepeyi öneriyor. 7 Ocak 1939 günü hemen kamulaştırmaya başlanıyor, 550.000 metrekare kamulaştırma planlanıyor. Fakat İkinci Dünya Savaşı nedeniyle proje duruyor, daha sonra kamulaştırma 7 Temmuz günü tamamlanıyor, 287 dönüm kamulaştırılmış oluyor. Anıtmezar Projesi 1941 yılında başlıyor, 1 Mart 1941 günü proje yarışması açılıyor, 2 Mart 1942 günü yarışma tamamlanıyor. Bunların içinden 3 eser seçiliyor. Eserlerin üçü de aynı değerde bulunuyor. Bu eserlerden birisi Güzel Sanatlar akademisinden Profesör Rudolf Belling ile Doçent Oğuz Arda’ nın projesi, birisi Alman Profesör Johannes Kruger’ in projesi, diğeri de İtalyan Profesör Arnaldo Foschini’nin projesi . Genel Kurmay ve Hükumet temsilcileri Atanın anıt mezarının yabancı bir mimara yaptırılmasını uygun bulmuyorlar. Hükümet 7 Mayıs 1942 günü Oğuz Arda’ nın projesini kabul ediyor. Sonuç bir ay sonra 9 Haziran günü açıklanıyor. Komisyon, bir buçuk sene sonra 28 Ekim 1943 günü projenin sahibinden bazı düzeltmeler yapılmasını talep ediyor. 18 Kasım günü uygulama projesi onaylanıyor. İnşaat bir sene sonra 28 Ekim 1944’ te başlıyor. Tepenin üzerindeki toprak kaldırılıyor, toprağın altından iki tane Frig soylusuna ait mezar çıkıyor. Onun üzerine inşat durduruluyor ve Dil Tarih Arkeoloji bölümünden uzmanlara haber veriliyor. 1 Temmuz 1945′ de arkeoloji kurtarma kazıları yapılıyor. Ondan sonra İnşaat yeniden başlıyor ve 15 yıl süren Anıtkabir projesi 1953 yılında bitiyor. Atatürk’ ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü Etnoğrafya’ dan Anıtkabir’ e törenle naklediliyor.”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Anıtkabir merdivenlerinin başındayız. Vedat Hoca açıklamalarına devam ediyor:
“Arkadaşlar Anıtkabir yapısı buradan başlıyor. İleride bayrak direği gözüküyor, oraya doğru Giden yol Aslanlı Yol. Aslanlı Yolun 4 köşesinde kule var. Gördüğünüz bu merdivenlerin bir anlamı var. Karşımızda gördüğünüz merdiven 26 basamaklıdır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatır.
Yolun sonunda, şimdi tören alanı denilen yerin adı Zafer alanıdır. Buradaki isimler hep milli mücadele ile ilgilidir. Zafer alanı ve Aslanlı Yolun dört köşesinde kuleler vardır. Bunların her biri milli mücadele adımıdır. Ona göre sırayla adlandırılmıştır. Kulelerin üzerinde mızrak uçları vardır. Bu eski bir Türk geleneğidir, Türkler çadırlarının ortasına mızrak takarlardı. Bunların adı temrendir. Mızrak ucu manasındadır. Orta Asya’ dan gelen bütün Türklerin mızrak uçları bu şekildedir. Türklerde bu mızrak uçları aynı zamanda çadırı toplayıp tutar.”
Anıtkabir’de İstiklal Kulesi, Hürriyet Kulesi, Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Cumhuriyet Kulesi, Barış Kulesi ve İnkılap Kulesi olmak üzere toplamda 10 adet kule yer alıyor.
Bu açıklamalardan sonra yürüyüşümüze devam ettik. Karşımızda aslanlı yol var. Aslanlı yol 260 metredir. Yolun İki tarafında 12’ şer aslan var. Bunlar tarihteki 24 Oğuz boyunu anlatır.
Vedat Hocamızın anlatımı eşliğinde kuleleri gezmeye başlıyoruz.
İstiklal Kulesi: Bu kule Aslanlı Yol girişinde hemen sağ tarafta karşımıza çıkıyor. Kulenin iç duvarındaki kabartmalarda kaya üzerinde bir kartal ve kılıç tutan bir genç bulunuyor. Kartal güç ve bağımsızlığın sembolü iken, kılıç tutan genç erkek figürü ise Türk milletinin gücü ve kudretini temsil eder. Kulenin içindeki Top arabası Dolmabahçe’ den Sarayburnu iskelesine cenazeyi çeken top arabasıdır.
Kulenin önünde üç kadın heykel grubu var.
Bu üç kadın Türkiye kadınlarını temsil ediyor. Yerel kıyafet giymişler. Ellerinde tuttukları vatan toprağından çıkan başak grubudur. Bu heykelleri Hüseyin Özkan yapmıştır. Elinde tas olan kadın Tanrıdan rahmet diliyor, bu bir Türk geleneğidir. Diğer kadınlar üzgün görünüyor.
Hürriyet Kulesi Aslanlı yolun sol tarafındaki kuledir. Önünde erkeklerden oluşan üçlü heykel grubu vardır. Bu heykelleri de Hüseyin Özkan yapmıştır. Heykeller Türk aydını, askerini, çiftçiyi anlatmaktadır.
Kulenin içindeki kabartmalar Zühtü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Bu kabartmalarda özgürlük anlatılıyor, bunu melekle simgelemiş. Melek elinde kâğıt tutuyor, özgürlük bildirgesi, at başı da Türklerde özgürlüğün simgesidir. İçeride sergilenen tekne de Atatürk’ün Çubuk barajında gezdiği teknedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Müdafai Hukuk Kulesi
Aslanlı yolun sonunda solda bulunan kuledir. Burası hakların savunulması “Müdafai hukuk” kulesidir. Kabartmada ağaç figürü ve millet var, millet elinde kılıç tutan erkek olarak tasvir edilmiş. Ağaç meşedir, Cumhuriyeti, zaferi simgeler. Cumhuriyet ağacı yükseliyor, millet kılıcıyla Cumhuriyeti savunuyor, elini de kaldırmış, yaklaşmakta olan düşmanlara “durun gelmeyin” diyor. Kulenin yapımında kullanılan sarı taşların hepsi Çankırı travertenidir. Eserler bunların üzerine işlenmiştir. Bu kabartmayı Nusret Suna yapmıştır.
Mehmetcik Kulesi
Bu kule için Zühtü Mürüdoğlu’ nun yaptığı kabartmada, Türk askerinin evinden ayrılışı anlatılır. Kompozisyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen, gururlu, hüzünlü anneyi tasvir eder.
Zafer Alanı
Şimdi Zafer alanının tam önündeyiz. Alan 10900 metre kare, toplam 15000 kişi alıyor. Bu alana törenler için bir çok defa gelmişimdir. Şimdi görüyorum ki bu alanın ve bu sembollerin manasını bildiğinizde geldiğiniz alan Zafer alanı oluyor yoksa Tören alanına gelmiş oluyorsunuz.
Zafer Kulesi
Zafer kulesi meydanın sağ tarafında bulunmaktadır.
Bu kule tarih boyunca kazandığımız zaferleri temsil etmektedir. Kulenin duvarlarının iç yüzüne, kazandığımız bazı zaferlerin tarihleri ve Atatürk’ün birkaç özlü sözü yazılmıştır. Zafer kulesi içinde Atatürk’ün Lincoln marka arabası var.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, İlter AKINOĞLU
Barış kulesi
Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözüne ithafen yapılmış olan bu kule zafer kulesinin tam karşısındadır. Zafer kulesi ve Barış kulesi arasında İsmet İnönü’nün kabri bulunmaktadır.
Ulusal Egemenlik kulesi
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kâğıdın üzerinde 23 nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Hakkı Atamun’ un kabartmasında Kadın ulusal egemenliği temsil ediyor. Anahtar da Meclisin anahtarı oluyor.
Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma
Sakarya kabartmaları Anıtkabir Merdivenin sağ tarafında bulunmaktadır.
İlhan Koman’ın eseridir. Savaşın aşamalarını anlatır. Düşman Anadolu’yu işgal ediyor, halk evlerini bırakıp yollara düşmüştür. Erkek geriye dönmüş, düşmana bir gün gelip öcümüzü alacağız diyor. Diğer bölüm savaşa hazırlığı anlatmaktadır. Bu hazırlığın ve savaşın ne kadar zor koşullarda olduğunu gösteriyor. Kağnı çamura batmış, çıkarmaya çalışıyorlar, kadınlar da yardım ediyorlar. Diğer kabartma savaşın başlangıcını anlatıyor. Kadının elinde kılıç var. Yukarıdan gelen de zafer meleğidir.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi konulu kabartma
Mozoleye çıkan merdivenlerin sol tarafında bulunan kabartmalardır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatıyor. Zühdü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Anadolu halkı savaşa giden oğlunu yolcu ediyor, yandaki kabartmada Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emrini veriyor. Diğer figür Türk ordusunun taaruzunu sembolize etmektedir. Yanındaki figürde ise Zafer Meleği vardır.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Anıtkabir ve Mozole
Ön cephede 8 sütun, yan cephede 14 sütun vardır. Sağda onuncu yıl marşı, diğer tarafta gençliğe sesleniş var. İçeriye şeref holü deniyor. Şeref holü tamamen mermerdir. Taban Adana ve Hatay mermeri, yan duvarlar Afyon ve Bilecik mermerlerinden yapılmıştır. Tören meydanından sütunlu mozoleye toplam 42 adet basamaklı merdivene tırmanarak ulaşılmaktadır. 42 basamak bize Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiğindeki yaşı olan 42 sayısını göstermektedir. Anıtkabir’in dış cephe duvarlarında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku bulunmaktadır.
Ortada lahit vardır, Lahit Osmaniye kızıl mermerinden yapılmıştır, tek parçadır, 40 ton ağırlığındadır. Mezar odası alttadır. Tavan altın işlemelidir. 28 Ekim 1938 tarihli Atatürk’ün orduya son mesajını burada görebilirsiniz. Solda da Türk ulusuna taziye mesajı vardır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Misakı Milli kulesi (Ulusal Ant kulesi)
Vatanın birliği beraberliği için ant içiyorlar. Nusret Kuman’ın kabartması var. Buradan Atatürk’ün şahsi eşyalarının bulunduğu müzeye geçtik. Müzede Atatürk’ün şahsi eşyaları, Çanakkale savaşının canlandırılması, kurtuluş savaşını anlatan tablolar ve kurtuluş savaşının kahraman komutanlarının tabloları vardır.
Bu alandan çıkıştığımızda karşımıza bayrak direği geliyor.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Bayrak Direği
Vedat Hoca bayrak direğini gösteriyor “Bu bayrak direği 33,5 metre uzunluğunda, ilk hali Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı Nazmi Cemal tarafından hediye edildi, tek parça olarak gelmişti. Alttaki kabartma Türkün savunma gücünü, zaferi ve barışı anlatıyor.”
Bayrak direğine bakıyorum; üzerinde ay yıldızlı Bayrak dalgalanıyor.
Bir an geçmişe gidiyorum; at kişnemeleri, top sesleri, derken gür bir ses duyuluyor “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri “
Sonra geçmişle gelecek sanki birbirine karışıyor. Mehmet Akif mi o şiir okuyan?
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;”
Sesler çoğalıyor, çoğalıyor önce Anıtkabir meydanı bu sesle doluyor; sonra bütün Türkiye’yi sarıyor . Şimdi Herkes Birlikte söylüyor
Bir sezonun daha sonuna yaklaştığımız bu günlerde 2024 yılı Mayıs ayında bir türlü bitmek bilmeyen bahar yağmurları eşliğinde muhteşem doğası ile öne çıkan ve aslında Ankara’ ya çok da uzak olmayan bir bölgeye Düzce ili sınırlarına doğru gerçekleştirdiğimiz bir doğa gezisi ile sezon finalini yaptık diyebiliriz.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Gezimizin ilk durağı; Fenerbahçe Spor Kulübünün antrenman tesislerinin de yer aldığı TOPUK YAYLASI oldu. Eski İstanbul yolunun sağ tarafından ormanların içerisine doğru giderken, orman köylerinden geçen ve yaylaya kadar uzanan bu muhteşem yol hemen yola döner dönmez hepimizi kendine hayran bırakmaya başladı. Bütün orman çoğumuzun ilk defa gördüğü mor ve pembe renkli çok gösterişli çiçeklerle kaplı idi. Topuk Yaylası tesisleri ve gölün etrafı da bu endemik çiçeklerle bezenmişti. Herkes çiçeklerin ne olduğunu merak edip, hemen telefonlarında araştırmaya başladı.
Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Bu gösterişli çiçeklerin ortak adı, fundagiller (Ericaceae) familyasından 800 farklı türü bulunan Rhododendron cinsinden Orman Gülü imiş. Hatta mor çiçekli Orman Gülleri zehirli bir bitki olup, Deli Bal olarak bilinen zehirli balın üretiminde kullanılıyormuş.
Bu güzel çiçekleri bol bol fotoğrafladıktan sonra, zor da olsa çiçekleri geride bırakarak, ikinci durağımız olan SAMANDERE ŞELALESİ’ ne doğru yola koyulduk. Yine muhteşem manzaralar eşliğinde şelalenin içinde bulunduğu tabiat parkına ulaştık. Şelalenin suları, ağaçların arasından gürül gürül akarken kayaları yararak oluşturduğu doğal bir mağaradan geçip “Cadı Kazanı” olarak bilinen ve gerçekten insanı ürküten bir şekilde cadı kazanı ismini de hak ederek dökülüyordu. Bu Cadı Kazanına ulaşmak için bir miktar merdiven inmemiz de gerekti tabi. Tripodlarımızı kurup, uzun pozlamalarımızı yaptıktan sonra bir sonraki durak için Samandere’ ye de veda ettik.
Gezimizin üçüncü durağı yine bir şelale ve tabiat parkı olan AYDINPINAR ŞELALELERİ TABİAT PARKI oldu. Bu parkın içerisinde iki adet şelale olduğunu öğrendik. Ayrıca parkta yer alan ve belediye tarafından işletilen Hobbit köylerine benzeyen konaklama çadırları da çok hoşumuza gitti. Etraf yemyeşil çayırlarda piknik yapan insanlarla dolu idi. Piknikçilerin arasından geçip ormanın içlerine doğru yürüyerek şelaleye ulaştık ve burda da uzun pozlama çalışmalarımızı yaptıktan sonra Aydınpınar’ ı da belleğimize alarak ayrıldık.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Güzeldere Şelalesi
Artık yavaş yavaş acıkmaya da başlamıştık. Son şelale durağımız olan GÜZELDERE ŞELALESİ TABİAT PARKI içerisindeki restoranda yemeklerimizi yedikten sonra, topladığımız enerjiyi şelaleye ulaşmak için harcayacağımızı bilmiyorduk tabi ki. Bıçkı Deresi üzerinde yer alan ve 130 metre yüksekten dökülen bu devasa şelaleye ulaşabilmek için bir hayli fazlaca merdivenden aşağıya inmek ve sonra onu tekrar çıkmak zorunda kaldık ama çektiğimiz fotoğraflar ve şelalenin güzelliği bütün bu zahmete değdi doğrusu.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Efteni Gölü
Artık gezimizin sonuna gelmiştik ve Ankara’ ya dönüş yoluna doğru yola çıkarken yolumuzun üzerinde yer alan ve gezimizin son durağı olan; 2005 yılında su kuşlarını korumak amacı ile doğal koruma alanı ilan edilen EFTENİ GÖLÜ YABAN HAYATI GELİŞTİRME SAHASI’ na ulaştık. Bu göl, üzerindeki nilüfer çiçekleri ve cam gibi yansımaları ile bütün fotoğrafçıları büyüledi adeta.
Bu güzel günü yansımalı, nilüferli muhteşem bir gölde tamamlayarak fotoğraf makinalarımızda özel kareler ve belleğimizde keyifli anılar ile Ankara’ ya dönüş yoluna çıktık. Bir sonraki FSK gezisinde tekrar karşılaşmak temennisi ile ayrılarak, bu geziyi düzenleyen FSK Yönetimine ve gezimize katılan tüm dostlara teşekkürü bir borç biliyorum.
TRT Ankara Radyosu spikeri yumuşak bir ses tonu ile “Şimdi memleket saat ayarını veriyorum.” anonsu yaptı. Kısa bir sessizlik, sonra “Dong” diye bir ses ve ardından tekrar spiker: “Saat 19.00”.
Yıl 1923, o zamanlar saat ayarları Ankara’dan böyle verilirmiş. Binaların hikayelerini dinlediğinizde geçmişe gidiyorsunuz. Önünden acele ile geçtiğiniz binaların hikayelerine baktığınızda bir yaşam dilimini temsil ettiklerini görüyorsunuz. Aşklar, kinler, emekler, çabalar, özveriler… Her bina sanki canlı bir varlık, dinlerseniz size çok şey anlatıyorlar. Binalar yapıldıkları döneme ait bilgileri de saklıyorlar.
Dr. Vedat Oygür ile Ankara’yı geziyoruz. Aslında bu bir gezme değil, tarihte yolculuk, tarihe şahit olmak, hatta tanışmak, binalarla tanışmak!
Ankara’da tarihe şahit olmak ülkenin tarihini görmek gibi. Çünkü Cumhuriyetle birlikte her şey Ankara’da başlamış. Temeller Ankara da.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Türk Hava Kurumu’nun önündeyiz. Vedat Hoca anlatmaya başlıyor:
“Türk Hava Kurumu, Atatürk’ün talimatıyla yaveri Cevat Abbas Gürer tarafından Türk Tayyare Cemiyeti olarak 1925 yılında kuruluyor. O zamanlar kuruluş amacı uçak yapmak, uçak yedek parçaları üretmek, havacılık personelini yetiştirmek. Alman uçak firması ile “Tayyare, Otomobil Motor Türk Anonim Şirketi” kuruluyor. Bu şirket ilk uçak fabrikasını da Kayseri’de 1926-1928 yılları arasında açıyor. İlk uçak da 1930 yılında üretiliyor. Bundan sonraki on yılda, 5 ayrı türde 134 uçak üretiliyor ve Avrupa’ya satılıyor. 1926 yılında Tayyare Makinist Mektebi açılıyor. Yine aynı yıl Eskişehir’de uçak bakım ve onarım fabrikası kuruluyor. 1935 yılında Türk Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu adını alıyor. 1936-1938 yıllarında da binası yapılıyor.
Türk havacılık sektörü böyle gelişince Nuri Demirağ 1936’da Beşiktaş’ta havacılık şirketini kuruyor. 1938’de ilk uçağını iki motorlu 6 kişilik yolcu uçağı olarak yapıyor. 1940’ta Ankara Planör Fabrikası kuruluyor. 1944 yılında da Etimesgut Hava Alanı yapıldıktan sonra Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor. Burada sağlık ve nakliye uçakları yapılıyor. 1946’da Gazi Orman Çiftliği’nde uçak motorları fabrikası kuruluyor. Artık Avrupa’ya uçak motorları da satılmaya başlanıyor. 1948 yılında Amerikan Marshall yardım planı imzalanıyor. Ardından 1951 yılında uçak fabrikaları, motor fabrikaları kapatılıyor. O zamana kadar bir sanayi kurumu olan THK sonra bir eğitim kurumuna dönüşüyor.” Rüya gibi… Önce uçuyoruz, sonra da bir rüya gibi bitiyor.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Tarihte yürüyüşe devam ediyoruz. İkinci durak eski TRT Ankara binası.
“1927 yılında Türk Telsiz Telefon şirketi kuruluyor. Bu şirketin verici istasyonları var. Bunlar radyo yayını yapacak şekilde donatılıyor. Ekim ayında İstanbul radyosu, 18 Kasım’da da Ankara Radyosu yayına başlıyor. 1936 yılında radyo telefon işleri PTT’ye veriliyor. 1937-1938 yıllarında Ankara Radyosu binası yapılıyor. O zamanlar Radyo yayınları kuruluşundan itibaren sadece haftada üç gün gerçekleştiriliyor. Saatleri de kısıtlı; sabah 8.30-12.30 arasında, akşam 18.00-23.00 arasında yayın yapılıyor. Kesintisiz yayın 1938 yılında başlıyor.”
Günümüzde 24 saat televizyon seyrederken bunlar çok garip geliyor. O zamanki şartlar Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış bir ülke için çok zor. Ama yılmadan çalışarak, başarmışlar.
“Radyo programları arasında sabahları Tarlaya Doğru programı var. 7.30’da Sabah Ajansı, sonra Evin Saati diye kadınlara özgü bir program var. Bu programda, ev ekonomisi, beslenme, çocuk bakımı gibi konular işleniyor. Sonra piyesler, 13.00 ve 19.00’da ajans var. Çeşitli müzik programları, akşamları politik, aktüel konuların işlendiği programlar, Küçüklere Masallar, Edebiyat Saatleri, Mikrofonda Tiyatro Saatleri isimli programlar da vardı. Radyo hem kültür hem eğitim hem de eğlence aracıydı. 1 Mayıs 1964 tarihinde ise Ankara Radyosu bitecek ve TRT adında yeni bir dönem başlayacaktı.”
Radyo tiyatrolarını ben de hatırlıyorum. Çok güzel olurdu. Hatta bazen elektrikleri kesilir, mum ışığında radyo tiyatrosunu dinlerdik. Radyo dinlemek günümüzde de keyifli oluyor. Görüntülü olmadığı için ekranın karşısında hapsolmuyorsunuz.
Ankara Sıhhıye’de bir olgunlaşma enstitüsü; acaba ne hikayeleri var bu binanın?
Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Olgunlaşma Enstitüleri, Kız Sanat Enstitülerinin yüksek kısmı olarak açılıyor. İlk Olgunlaşma Enstitüsü 1946’da Beyoğlu’nda açılıyor. Ankara’da ise 1958’de açılıyor. 1959’da giyim sanayi gelişince İsviçre’den bir uzman getiriliyor. O uzmanın kontrolünde Olgunlaşma Enstitüsünün bünyesinde Konfeksiyon Atölyesi adı altında hazır giyim atölyesi kuruluyor. O zaman sadece kız sanat okulu mezunlarını kaydediyorlar. Olgunlaşma Enstitüsü çeşitli mekanlarda eğitim verdikten sonra 1962 yılında Sıhhıye’deki binasına taşınıyor.” Şimdi de Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin önündeyiz.
“Buradaki binalara bakınca Mimar Ernest Egli’yi hatırlamak lazım. Prof. Ernest Egli Milli Eğitim Bakanlığı’nın mimarı, aynı zamanda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinin Müdürü ve Öğretmeni. Cumhuriyet döneminde kadınların eğitimine de önem verilmiş, Kız Sanat Enstitüsü 1928 yılında açılmış. Daha sonra adı İsmet Paşa Kız Sanat Enstitüsü oluyor. Okulun 1931 yılında 26 öğretmen, 15 öğrencisi var. Okulda akşamları da eğitim veriliyor. Akşam sanat kursuna 267 Ankaralı kadın katılıyor. Ankaralı kadınlar eğitime önem veriyorlar. 1932 yılına gelindiğinde öğrenci sayısı hızla artıyor, bunun üzerine öğretmen sayısı 65’e çıkıyor. 1935 yılında öğretmen yetiştirmek için Kız Teknik Öğretmen Okulu aynı binada açılıyor. Kız Teknik Öğretmen Okulu 1969’da Gazi Eğitim Teknik Okullar kampüsüne taşınıyor. Daha sonra İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak faaliyet gösteriyor. Bu okullar zamanında sergiler açan, bürokrat eşlerinin, elçilerin eşlerinin kıyafetlerini yönlendiren öncü bir moda kuruluşu gibi sosyal hayata katkıda bulunuyorlar.”
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU
Şimdi Sıhhıye deki Türk Tarih Kurumu binasının önündeyiz, çift başlı kartal logoları olan bu bina bize ne anlatacak acaba? Hocamız binanın diline tercüman oluyor: “Yeni Cumhuriyet halka ulusal bir kimlik kazandırmak istiyor. Bunun için de halka kim olduğunu öğretecek tarih ve dil biliminin anlatılması gerekmekte. Tarih ve dil bilinci için 1923 yılında Ziya Gökalp’in düşüncesi ile “Serbest Ali” dersleri başlıyor. Bu derslere memurlar, bürokratlar ve orta öğretim görmüş insanlar katılıyor. Çok rağbet görüyor dersler. Ziya Gökalp felsefe dersi veriyor. Verilen dersler içinde Avrupa tarihi, dil bilim dersi, Türkçe dersi, edebiyat dersleri, genel iktisat, Türkiye iktisadı, çağımızın iktisadı, yakın çağ tarihi, Doğu sorunu, hukuk dersleri de var. Bu başlangıçtan sonra 1925 yılında da hukuk mektebi kuruluyor. Bu okul Ankara’nın ilk yüksek okulu oluyor. 1931 yılında ulusal kültürü geliştirmek için Türk Tarih Kurumu, 1932’de de Türk Dil Kurumu kuruluyor. Bu kurumların bünyesinde fakülte tartışmaları oluyor. Ankara’da Toplum Bilim Fakültesi kurulacağı görüşleri gazetelerde yazılıyor, konuşuluyor. Fakültenin eğitim konusu olarak tarih, coğrafya adı geçiyor, sonra Bilim ve Tarih Coğrafya Fakültesi olarak 1935 yılında kuruluyor. 1936 yılında öğretim bir apartmanın giriş katında başlıyor. İlk dersi 9 Ocak’ta halk evinde Afet İnan Hanımefendi veriyor. Bu ilk derse Atatürk, bakanlar, bürokratlar ve çok geniş bir davetli grup katılıyor. Dil Tarih Coğrafya Fakülte binası Mimar Bruno Taut’un tasarımıyla yapılıyor. Bruno, Mimar Sinan hayranı, derslerinde öğrencilerine hep onu anlatıyor. Onun anısına Mimar Sinan heykeli fakültenin bahçesine konuluyor. 1940 yılında bu binaya taşınıyor. Mimar Bruno iki sene içinde çok işler yapıyor, Türkçe kitaplar yazıyor. Türklere bu kadar yakın olması sebebiyle Edirne Kapı Askeri Şehitliğine tek gayrimüslim olarak defnediliyor. Okulun (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) giriş kapısının üstünde cumhuriyet ideolojisinin özü olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” yazar. Duvarda Atatürk’ün maskı vardır. Okulun bahçesinde bulunan Mimar Sinan heykeli Hüseyin Anka tarafından yapılmıştır.”
Dil Tarih Fakültesinin içinde bir zamanlar hizmet veren Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yer alır. Hocamız bu kurumların tarihine götürüyor bizi:
“Tarih konusunda çalışmalar erken başlıyor, Türk Ocağının içinde ilk fikirler ortaya çıkıyor. 1930 yılında Türk Ocağı Kurultayında bir dilekçe veriliyor, Tarih konusu ayrı bir kuruluş altında çalışılmalı deniyor. Bunu üzerine Türk Tarih Heyeti kuruluyor. Bu heyet, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi çalışmalarını yapıyor. Türk Ocağı 1931 yılında kapatılıyor. Türk Tarih Heyeti üyeleri Türk Tarih Tetkik Cemiyetini kuruyorlar. Bir yıl sonra da Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurulmasına karar veriyorlar. 1932 yılının sonbaharında iki kurumun da adı değişiyor, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil kurumu adını alıyorlar. Önce halk evi binası içinde çalışıyorlar. 1940 yılında Dil ve Tarih Fakülte binası yapılınca ikisine de burada yer veriyorlar. Türk Tarih Kurumu binası 1962 yılında Süleyman Turgut Cansever’in tasarımıyla yapılıyor. Kurumun simgesinin kartal olmasının nedeni Anadolu’da yaşayan medeniyetler simge olarak hep kartal kullanmışlardır.”
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Biraz daha yürüdükten sonra İhtisas Hastanesine ait bir binasının önüne geliyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Eskiden burada Deve Konağı varmış. Deve kervanları buradan kalkarmış. Abdülhamit zamanında 1887’de Mektebi İdadi Mülki yani mülkiye lisesi kuruluyor. Bu okulun amacı memur, bürokrat yetiştirmek. Bina Ankara taşından yapıldığı için Ankara halkı buna taş mektep diyor. Artık fotoğraflarda kalmış bir bina. Bu okul 1917’de Ankara Sultanisi adını alıyor. Daha sonra Milli Mücadele başlayınca Taş Mektep, Savunma Bakanlığı oluyor. 1921’de Erkek Öğretmen Okulu burada eğitime başlıyor. 1924’te kendi binasına gidiyor, adı Ankara Erkek Lisesidir. 1939 yılında Sıhhiye’de Bruno’nun yaptığı liseye taşınıyor. Adı Atatürk Lisesidir. 1960 yılında taş mektep yıkılıyor, 1964 yılında yerine Yüksek İhtisas Hastanesi binası yapılıyor.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Yürüyüşümüz öğrencilerin seslerinin geldiği okula yöneliyor. Demir parmaklı giriş kapısını önündeyiz, görkemli bir okul. İnsan yeniden öğrenci olmak, lise yıllarına dönmek istiyor. Okulda bir tören var, fazla yaklaşamıyoruz. Hocamız özet bilgi veriyor:
“Ankara Kız Lisesi 1923’te kuruluyor. (Şimdilerde karma eğitim yapılmaktadır.) İlk yeri Hacı Bayram Mahallesinde, 79 öğrencisi var. 1925 yılından sonra Yahudi mahallesindeki Rum mektebine taşınıyor. Ernest Egli okulun mimari, okulun binasını yapıyor. 1930‘da inşaatın bir kısmı bitiyor ve öğretim bu bitirilen kısımda başlıyor. 1933’te tamamı bitiyor. O yıllarda okulun yatılı bölümü de var.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Ankara manzarasını seyredebileceğiniz, rahat bir şekilde çayınızı da içebileceğiniz, görkemli iki yapının önündeyiz. Binalara baktığınızda sanat, tarih, Cumhuriyetin kuruluşu hakkında birçok konuyu görüyorsunuz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor: “Burası Ankara namazgahı, Osmanlı döneminde namazgahlar yapılıyor, halk burada toplanıp karar alıyor. Ankara namazgahını, dikdörtgen geniş bir alan olarak düşünün. Namazgah denilen yerin üstünde ve kıbleye bakan yerinde hiçbir yapı olmayacak, boş olacak. Üç sıra taşla çevreye duvar yapılıyor, kıbleye bir minber ve musalla taşı konuluyor. Önemli kararlar alınacağı zaman bütün halk orada toplanıyor. Bu alanlarda Osmanlıda pehlivan güreşleri, cirit oyunları da yapılıyor. 5 Ekim 1914 günü Ankara namazgahına bayrak çekiliyor, bayrağı gören halk namazgaha geliyor. Günlerden Cuma, namazdan sonra Beynamlı Hacı Mustafa Efendi konuşma yapıyor. Vatanı düşmanın işgal ettiğini, düşmanı atana kadar savaşmak gerektiğini söylüyor. Ankara halkı sonuna kadar savaşacaklarına ant içiyorlar. Ankara Milli Alayı kuruluyor. Komutanı Hacı Mustafa oluyor. Cumhuriyet döneminde buraya Türk Ocağı ve Etnografya müzesi yapılmasına karar veriliyor. Arif Hikmet Koyunoğlu yarışmayı kazanarak mimarlığını yapıyor. Arif Hikmet, 1.Ulusal Sanat döneminin Selçuklu ve Osmanlı üslubunun mimarlarından. Mimarın hayat öyküsü de bir kitap olacak şekilde. İstanbul’daki Sanai Nefise, Güzel Sanatlar Okulu ilk defa sınav açıyor. Arif Hikmet sınava giriyor ve birincilikle kazanıyor. 38 kişi içinde tek Türk mimar olarak okula giriyor. 1908 yılında okula başlıyor, 1914’te mezun oluyor. 1915’te askere alınıyor ve Sarıkamış’a gönderiliyor. Buradan dönebilen 216 kişiden biri de Arif Hikmet. İstanbul’a dönüyor, İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanıyor, iki yıl hapis yatıyor. Sonra Ankara’ya gelip Milli mücadeleye katılıyor. Kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, Ankara namazgahında yapılacak eserlerin proje yarışmasına katılıyor ve kazanıyor. 1926 yılında iki binanın da inşasına başlıyor. Atatürk binaların önünün park olmasını istiyor. İki bina da Selçuklu, Osmanlı mimarı tarzını yansıtmakta. Anadolu anıtsal mimarisi göz önüne alınarak yapılıyor bu binalar. 4 Kasım 1927’de Atatürk heykeli binanın önüne konuluyor. Heykel, doğuya bakıyor Cumhuriyet kuruldu, vatan kurtuldu, artık Anadolu’yu imar edeceğiz mesajını veriyor.
Binalarda İnşaat 1930 yılında bitiyor. İstanbul’da olan Türk Ocağı, Ankara’ya bu binaya geliyor. 1931’de Türk Ocağı Rusya ile ilişkiler nedeniyle kapatılınca Türk Ocağı Halkevi oluyor. Halkevi binası daha sonraları tiyatro ve nikah salonu olarak da kullanılıyor. 1975’te devlet resim ve heykel müzesi oluyor. 1938’de Atatürk öldüğü zaman naaşı için binada katafalk yapılıyor. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım 1938’de buraya taşınıyor, 10 Kasım 1953’e kadar burada kalıyor ve Anıtkabir bitince yerine taşınıyor.” Etnografya Müzesinin yanındaki yolun karşısında, üzerinde saat bulunan bina dikkatimizi çekiyor. Vedat Hoca: “Ernest Egli, Ticaret Mektebi olarak 1928 yılında yapıyor bu binayı”, diye hemen bilgi veriyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Yürüyüşümüz devam ediyor, Numune Hastanesinin önündeyiz.
“Burada 1881’de “Gureba Hastanesi” adıyla hastane kuruluyor. O zamanlar hastane yoktu, doktorlar evlerinde hastalara bakardı. Bu hastane 1924’te “Ankara Numune Hastanesi” adını alıyor. Gördüğümüz yapıya ilk halinin üzerine birçok ilaveler yapılmıştır.”
Hacettepe’ye doğru yürüyüşe devam ediyoruz. Trafik lambalarında bir müddet bekliyoruz. Geçmişten geleceğe giderken trafik kalabalık. Lambalardan geçiyoruz, Hacettepe’nin yanındayız. Bir yanımızda Hacettepe diğer tarafta yolun ortasında bir mezar. Hocamız anlatmaya devam ediyor: “Ankaralıların önem verdikleri bir mezar, halk mezarda yatana Tezveren Sultan diyorlar. Tezveren Sultan aslında Ankara Kalesi Komutanı Yakup Bey, 1402 yılında yapılan savaşta şehit oluyor ve buraya gömülüyor. Mekânı cennet olsun.”
Mezarın karşı tarafında Hacettepe var. Neden ismi “Hacet” ile başlıyor biliyor musunuz? Eskiden insanlar hacetlerini buraya gelip rüzgara bağırarak söylerlermiş. Çözüm olmasa da rahatlatıyor olmalı.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Gezimizin son noktası, her zamanki gibi bir kafede çay veya kahve eşliğinde sohbet etmek.
Geçmişten geleceğe yolculuk hiçbir zaman bitmeyecek. Her şey fotoğraflarda gelecek nesillere aktarılacak, anılarda saklanacak.
Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 33 duraklık Anafartalar Caddesi civarı gezimiz için Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.
Hocamızdan öğrendiğimiz bilgilere göre; Osmanlı zamanında yapılan Erkek Öğretmen Okulu, Meclis açıldığı dönmede Milli Eğitim Bakanlığı olur. 1947’de çıkan yangın sonrası yerine Ulus İşhanı yapılır. Daha önceleri Taşhan Meydanı olarak bilinen meydanın ismi de Ulus Meydanı olarak değiştirilir.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Taşhan (ASBÜ), 1880 Yılında Vilayet mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yaptırılır. Zamanın çok konforlu, içinde sıcak su bulunan bir mekanıdır. Ankara’ya tren geldiğinde binanın önemi çok daha fazla artar ve ismi Angora Otel olarak değiştirilir.
Gezimize Roma Ana Caddesi’nin hizasından yukarı Anafartalar Caddesine doğru yürüyerek devam ediyoruz. Roma Caddesinde kazılara devam edildiğini gördüğümüzde bize güzel sürprizler sunacağını düşünerek heyecanlanıyoruz.
Zincirli Camii: Ankaralı Mehmet Emin Efendi 1685 yılında Şeyhülislam olunca Ankara’ya pek çok yatırım yapar. Bunlardan en önemlileri Zincirli Camii, Suluhan ve Şengül Hamamı’ dır. Cami ilk yapıldığında klasik Ankara evi formu olan alt kat taş üstü ahşap kerpiç bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
AnafartalarÇarşısı, 1967’de Ankara’nın ilk alışveriş merkezi olarak yapılır. İlk yürüyen merdivenin olduğu çarşının içi sanat galerisi gibidir. Nuri İyem, Süreyya Koral gibi değerli sanatçıların çok güzel sanat eserlerini duvarlarında barındırır.
1930’lu yıllarda yapılan Büyük Apartmanı’nın, olduğu yerde Koç ailesinin ilk evi vardır ve Vehbi Koç bu evde doğmuştur. Binada VEKAM’ın müze yapmak için restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Birbirine bitişik nizam yapılmış Paket Postanesi ve Basın Binası’nın hizasından grubumuz ile birlikte yürümeye devam ediyoruz.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Büyük Apartman ve Anafartalar Çarşısı
Ankara’ nın ilk Şehremaneti (Belediye) Binası, olan ve 1949 yılında mimar Nezih ERDEM tarafından caddeye uyumlu olması amacı ile bir kenarı yuvarlak biçimde tasarlanan Ankara taşından yapılmış bir binadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK– ilk Belediye Binası
Mermercioğlu Hanı; Ankara’nın eski köklü ailelerinden Mermercizadelerin aile apartmanıdır. 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmış işçilikli bir binadır. Kavisli pencereleri, çatının işlemeli geniş saçakları, oymalı balkonlarıyla göz doldurmaktadır.
Alibey Hanı: Han, günümüzde sayıları çok azalmış olan Ankara’ nın kuleli binalarındandır. Doktorların muayenehanelerinin olduğu Hekimler Sokaktadır. Binada merdiven kovaları kubbeye kadar çıkar. Daha sonra merdivenlerin olduğu o kova boşlukları da odaya çevrilir.
Ali Kütükçü İşhanı, Toygar Hanı, Köklü Han, Talas Han, Hanif Han yan yana cadde boyunca inci gibi sıralanmışlardır. Bazılarının en üst katında Kuşgana denilen tek odalı seyir odaları mevcuttur.
Adalet Hanı, cadde üzerinde yer alan bir diğer kuleli bina olup, avukatların yazıhane olarak kullandığı bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Mermercioğlu Hanı, Alibey Hanı, Adalet Hanı
Cadde üzerinde biraz daha ilerlediğimizde karşınıza muhteşem bir bina çıkar Sakarya Apartmanı. Bu binayı Nuri CONKER yaptırmıştır. Conker Atatürk’ün Selanik’ten okul arkadaşı ve daha sonraki yıllarda Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaştığı silah arkadaşıdır. Soyadını da Conk Bayırından esinlenerek almıştır.
Cadde ile uyumlu bir şekilde kesimi yapılmış olan Anafartalar Apartmanı, Caferoğlu İşhanı, Moda Terzihanesi derken Ankara Pasta Salonu’ nun muhteşem kubbeli binasına geliyoruz. Burası vakti zamanında Ankaralıların sosyalleştiği, çok güzel tatlılar ve içeceklerin yer aldığı, buluşma noktası olan bir mekandır.
Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası, 1925’te Mimar Tahsin Bey tarafından 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinden izler taşır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – Sakarya Apartmanı, Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası
Gülhane İşhanı (Büyük Otel-Hasan Fehmi Ataç Apt.); 1920’li yılların başında yaptırılan bina, ilk meclis hükümetinde Maliye Bakanı Hasan Bey’ e aittir. 1950’lerde otele dönüştürülmüştür. Şehrin ilk lüks otelidir. Günümüzde ise iş hanıdır. 1956’ da binanın alt katında, Rumelili Mehmet Raci tencere usulü ev yemekleriyle Ankara’ nın en eski restoranı olan Boğaziçi Restoranı’ nı açar ve hala günümüzde de burası aynı isimle yaşamaktadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1.Vakıf Apartmanı, 1925’te Mimar Yahya Ahmet Bey tarafından yapılmıştır. Kendisi aynı zamanda Hükümet Meydanında bulunan eski Maliye Bakanlığı binasının da mimarıdır. 1. Ulusal mimari tarzında köşeleri yuvarlak ferforje balkonlu, geniş çatı saçakları olan, orjinali büyük ihtimalle yine oval pençelerinin olduğu gösterişli bir binadır. Dönemin ünlü doktoru Neşet Naci’nin de bulunduğu pek çok doktor muayenehanelerinin bulunduğu bir binadır.
Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye i Etfal Cemiyeti): 1926’ da yapılan Çocuk Esirgeme Kurumu binasının mimarı, Ankara’ da Etnografya Müzesi gibi pek çok güzel esere imza atan Arif Hikmet KOYUNOĞLU’ dur. Üç bloktan oluşan binanın arkasında Ankara’ nın ilk çocuk parkı ve yüzme havuzu yer alır. Binalara çok güzel isimler bulan Ankara halkı, bu binaya “Çocuk Sarayı”, önünden geçen caddeye de “Çocuk Sarayı Caddesi” der.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – 1.Vakıf Apartmanı, Çocuk Esirgeme Kurumu Binası
2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi: Bu bina 1927’ ye kadar mahkeme olarak kullanılmıştır. Altı taş üst katı kevgir klasik Ankara evi formundadır. Nezarethane olarak da binanın altında yer alan Rum Anaokulu kullanılmıştır. Ankara Üniversitesi tarafından restore edilerek, Üniversite’nin Ankara Çalışmaları, Araştırmaları ve Uygulama Merkezi olarak hayatına devam etmektedir.
İlk Rus Elçiliği: Şu an arsasında hiçbir yapının olmadığı ve açık otopark olarak kullanılan yerde eskiden elçilik binası vardı. Rivayete göre; ilk Rus Elçisi Kurşunlu Camii’ nin minaresine Ankara’ yı yukarıdan görmek için tırmanır, iyice yukarıya çıktığı esnada minarede ezan okumaya hazırlanan caminin imamı sarkıp kendisine bakar ve elçinin dikkati dağılarak minareden düşüp ölür.
Kurşunlu Camii: Anafartalar Caddesi’ nin köşesinde yer alan kare planlı, taş duvarlı, kurşundan yapılmış kubbesiyle 16. Yüzyıl Ankara camisidir. Caminin önünde yer alan ve trafiği yoğun olan geniş alana Samanpazarı Meydanı denir. Meydanda Nakşibendi Medresesi ile Tekkesi, Hüseyin Dede Türbesi ve 12 tane musluğu olan çok büyük anıt çeşme diyebileceğimiz bir çeşme yer alır. Halk bu büyük çeşmeye Elmadağ Çeşmesi ismini vermiştir.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK– 2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi, Kurşunlu Camii