İSİMSİZLER

Sahne ışıkları değil yanan, podyumda da değiller. Gün ışığı desek, en çok ondan habersizler. Plastik bir gezegen bu. Güneşi yapay. Bedenlerinin ölçüleri belli, kiloları şaşmaz. Bilekler ince, bacak boyu uzun, omuz genişliği muntazam. Saçlar gerçek olamayacak kadar parlak, baş hizası herkese yukarıdan bakacak denli üstte. Peki, yukarıdan aşağıdan değil de aynı hizayı yakalasak onlarla, neleri görürüz sizce?

Önümüze konan idealin ölçüsü onlar. Olmak istenen, olmamız beklenen, olalım diye dev şirketlerin hesap kitap yapıp belirlediği, ekonomik kuralları bile şekillendiren “ölçü sembolleri”. Durdukları yer, verdikleri poz hesaplanabilir her şey gibi katı ve soğuk. O yüzden görünmez de sadece bilinirler, göz alıcı ışıklar altında yepyeni giysiler içinde dursalar bile yetmez?

Vitrin önlerinden akıp giden kalabalıklar içindeki ben gibi, sen gibi yalnızlar. Çıplaklıklarını bile, utancın yanakları kızartan sıcaklığından uzak yaşarlar. Kimden çaldıkları meçhul bir ifadeyle; aşkıyla yanıp tutuştuğu adamın peşinden köyünü bırakıp giden genç kızın kaderine razı ifadesiyle, hay aksi virajı almayıp devrilen bir arabanın direksiyonundaki adamın kaçınılmazı izleyişiyle, az önce çocukluk arkadaşını uzaklara uğurlayan delikanlının hüznüyle, çocuğunun başarısıyla gururlanan bir annenin parlayan gözleriyle, aynada kendini inceleyen bir yüzün derinleşen bakışlarıyla, herkesten başka bir yere bakmanın vakur haliyle, seni süzen, tartıp biçen bakışlardan bir an önce uzaklaşma isteğiyle, en uzağa, en yakına, gözlerinin tam içine yahut gerilere, yukarılarda bir yere bakmanın tanıdık, bildik biraz da acıtan haliyle dururlar. Bazen de haksızlıkları, zulümleri, savaşları gözünü bile kırpmadan seyreden, olan biten her şeyi sadece susup izleyenler kadar gerçek ve tabiiler.

Onlar Plastik Gezegenin Popüler Bedenleri… Hepimizden benzer bir parça, kısmi bir kopya, andıran bir ifade, bizimle inkâr edilmez bir aynılık taşıyorlar. Böylece hepimiz gibi kendi hayatının başrolünü oynarken, dünya öyküsünün isimsiz birer kahramanı oluyorlar.

Ali Rıza DEMİR

gezgin KADRAJ

SOKAK SENİ ÇAĞIRIYOR:
Hamamönü Sokaklarında

FSK (Fotoğraf Sanatı Kurumu) Derneği olarak, “Sokak Seni Çağırıyor!” mottosuyla yola çıktığımız Ankara sokakları gezimizi, 16 Ekim 2022 Pazar günü, birbirinden değerli fotoğraf dostlarıyla birlikte Hamamönü’nde gerçekleştirdik. Derneğimizin 2022-2023 sezonunun ilk sokak gezisi olan bu etkinlik, sonbahar ayının cilvesiyle yağmurlu bir havada başladı. Hava muhalefetine rağmen etkinliğimize dahil olan fotoğraf dostlarımızla saat 15:00’da, Hamamönü Saat Kulesi önünde buluştuk. Uzun bir aradan sonra daha önceki etkinliklerimize katılan arkadaşlarımızın yanı sıra, ilk kez bizimle olan yeni arkadaşlarımızı görmek ayrıca mutluluk vericiydi. Buluşma saatinden yaklaşık 15 dakika sonra keyifli sohbetler eşliğinde Hamamönü’ nün tarihi sokaklarını fotoğraflamak için keşfe koyulduk.

Hamamönü, Ankara ilinin Altındağ ilçesinde bulunan tarihi bir semttir. Semtte bulunan 19. yüzyıl sivil mimarlık örneği tarihi binalar, restore edilerek bölge yeniden canlandırılmıştır.

Hamamönü, adını bir Türk boyu olan Oğuzların Bayındır boyu beylerinden Karacabey’in yaptırdığı çifte hamamdan almıştır. Tarihi Karacabey Hamamı burada bulunmaktadır. İstiklal Marşı’nın yazıldığı ve günümüzde Mehmet Akif Ersoy Müze Evi olarak kullanılan yapı ve bu yapının içerisinde yer aldığı Mehmet Akif Ersoy Parkı da Hamamönü’ndeki önemli duraklardandır.

Canlı müzik konserleri ve film gösterimleri gibi etkinliklere de ev sahipliği yapan Hamamönü, Ankara’da yılın her döneminde ziyaret edilebilecek ve gezilebilecek bir yerdir. Sanat Sokağı’ndaki tarihi evlerde geleneksel el sanatlarıyla uğraşan sanatçıların eserleri görülmeye değerdir. El ürünleri pazarında ise yerel halkın el emeği ürünleri satın alınabilir.

Hamamönü, özellikle Ramazan aylarında geleneksel etkinliklere de ev sahipliği yapmakta olup ziyaretçilerin hoşça vakit geçirdikleri bir uğrak yeri olarak ilgi görmektedir.

Keşif sonrası fotoğraf çekebileceğimiz öncelikli sokakları belirleyip gerek aramızda bulunan arkadaşlarımız ile gerekse o anlarda çekim yaptığımız sokaklardan geçen kişilerle renkli çekimler gerçekleştirdik. Havanın yağmurlu olması sebebiyle elde ettiğimiz yansımalar ve bu yansımaların kadrajlara kattığı güzellikler, her türlü olumsuz koşula rağmen bunu avantaja çevirebileceğimizi ve iyi fotoğraflar elde edebileceğimizi kanıtlayan güzel bir örnekti.

Tarihi sokakların tarihi yapılarında yaşayan sıcak kanlı ve misafirperver kişilerle tanışıp sohbet etme imkanı da bulduk. Onların da fotoğraf anlamında bize kattıkları değer ile yine çok keyifli bir etkinliği daha sonlandırmış olduk. Yoğun yağışa rağmen bu güzel günü bizimle paylaşan ve katkı sağlayan fotoğraf dostlarımıza derneğimiz adına teşekkürlerimizi sunarken nice güzel etkinliklerde buluşmayı diliyoruz.

Ekim 2022

Seda Felekoğlu

BELGESEL SİNEMANIN AMACI VE VAHŞİ YAŞAM BELGESELCİLİĞİ

Belgeselin kaynağı hayattan gelir. Hayatın kendisi senaryolar yaratır. Günlük hayatımızdaki her an ve her olay malzemeye dayalı belgeseldir. Belgesel Sinema gerçeği olduğu gibi anlatmayı amaçlamaktadır. Belgesellerin amacı toplumsal değerleri şekillendiren gerçekleri yakalayıp topluma sunmaktır (Gündeş, 1998, s. 18). Belgeselin başarılı olabilmesi için belgesel yapımcılarının içinde yaşadıkları toplumun farkında olmaları, yaşadıkları çevreyi dinlemeleri ve iyi birer gözlemci olmaları gerekir. Çünkü içinde yaşadığınız çevreyi sizden daha iyi kimse bilemez ve içinde yaşadığınız toplumun gerçekliğini sizden daha iyi görüp yorumlayamaz. İnsanların acıları ve zor zamanları belgesellere ilham kaynağı olmaktadır. Bir belgeselin başarılı olması için yapımcıların toplum ve bireyler hakkındaki düşüncelerini izleyiciye iletmeleri gerekir. Belgeseller insanları evlerinden, fabrikalarından, tarlalarından, hayatın kendisinden, toplumu bilgilendirmek ve gerçeği ortaya çıkarmak için konuşturmalıdır (Cereci, 1997, s. 25).

Vahşi Yaşam Belgeselciliği

Büyük bütçeler, uzun saatler süren çekimler ve multidisipliner bir ekip gerektiren vahşi yaşam belgesellerinin motifleri vahşi yaşamdan alınmaktadır.

Zaman zaman yapım zorlukları ve maliyetleri nedeniyle televizyonda daha ucuz türlerin yerini alsa da günümüz vahşi yaşam belgeselleri izlenme ve kârlılık açısından otorite konumunu koruyor. Vahşi yaşam belgeselleri belgesel kanallarının yanı sıra haber temalı ulusal televizyon kanallarında da yayınlanmaktadır. Ancak dünya çapında vahşi yaşam belgeseli filmleri üzerine çok fazla bilimsel çalışma bulunmamaktadır (Dingwall ve Aldridge, 2006, s. 132-133). Türkiye’ de henüz bir tür olarak vahşi yaşam belgesellerine dair akademik ilginin düşük olduğu görülmektedir.

Vahşi yaşam belgeselleri, tarihi sinemanın icadıyla başladığı için en eski film türlerinden biridir. Lumiere kardeşler, Edouard Muybridge ve Thomas Edison gibi “sinemanın babaları” objektifi doğaya çeviren ilk kişiler arasındadır. İlk vahşi yaşam belgesel filmleri, bilimsel boyutu daha az olduğu için, sinematik tekniklerin test edilmesiyle ilgilidir. Sinema teknolojisini geliştirmeye çalışan bilim adamları, ilk konu olarak vahşi yaşamları resmetmişler. Geçmişte vahşi yaşam belgesel filmlerinin konuları, izleyicilerin gündelik hayatta aşina oldukları görüntülerdir. İnsanların bu filmlere olan ilgilerinin aslında konusuyla değil, ekranda hayranlık uyandıran hareketli görüntülerle ilgisi vardır. Biyologlar, zoologlar ve botanikçiler ilk vahşi yaşam belgeselcileridir (Susar, 2004, s. 14).

Vahşi yaşam belgeselciliği uzmanlığının oluşumu, belgesel film sektöründeki eserlerin üretimi ile ilgilidir.

İlk zamanlarda birçok bilim insanı, çeşitli hibe ve dernekler yardımıyla veya kendi başlarına yaptıkları filmlerin hem yapımcısı, hem moderatörü hem de uygulayıcısı olmuştur. Belgeselin uygulanabilirliğini fark eden televizyon ağları, bu olağanüstü türü hızla ekrana getirmiştir. Sonrasında ise çeşitli alanlardan profesyoneller bir araya gelerek kar amaçlı vahşi yaşam belgesel filmleri çekmeye başlamışlardır (Soner, 2003, s. 201). Türkiye’de ise henüz yeni yeni popülerlik kazanan vahşi yaşam belgeselciliği üzerine yapılan akademik çalışma bulunmamaktadır.

Bir vahşi yaşam belgeseli çekildiğinde, izleyicinin günlük yaşam algısında net veriler olarak değil, yaz-kış veya yağışlı mevsim-kuru mevsim gibi zamanın geçişi boyunca genel bir yaşam algısı olarak ifade edilir. Vahşi yaşam belgeselleri zamansız ve mekansız oldukları için raf ömrü uzundur. Bu, söz konusu çalışmanın zamansız olduğu anlamına gelir. Bu nedenle izleyici sayısı oldukça yüksektir. Bir yapım, bir televizyon ağında defalarca tekrarlanabilir. Örneğin, bu filmler, farklı bölgelerdeki antropolojik belgesellerin kültürel kodlarındaki farklılıklara bağlı kalmadan, uluslararası dağıtımları kolaylıkla bulabilmektedir. İnsan varlığı, dünya ile insan ilişkileri ve sosyal süreçler belgesellerin konusu değildir ve bu nedenle her tür izleyici için “çatışmacı” deşifrenin dışında tutulur (Bouse, 1998, s. 134).

Vahşi Yaşam Belgeselciliğinin Ayırt Edici Özellikleri

Vahşi yaşam belgesellerini diğer türlerden ayıran şey teknik işlenişi ve formatıdır. Film yapımcılığının en önemli özelliklerinden biri, uzun süreli gözleme dayalı olmasıdır.

Yunus TOPAL

FOTOĞRAFTA YALNIZLIK

Hayatın içinde Bir var olma durumudur yalnız-lık kimi zaman tercihen, kimi zaman zorunluluktan oluşur.

Bir yalnıza ve yalnızlığa en iyi tanıklığı fotoğraf yapar ve yalnızlığın var oluşunu kopararak diğer üçüncü göze ulaştırır, koparır alır hayatın içinden fotoğrafa dönüştürür.

Yalnızlık; bir yalnızdan, onu gözlemleyen ve kayıt altına almaya ihtiyaç duyarken ancak üçüncü kişiler tarafından görüldüğünde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir.

Ancak o zaman imaj fotoğrafın sanat kısmıyla buluşup bir ortaklık ve birliktelik sağlanılmış olur artık yalnız-lık paylaşılmış erişilmiş bir başka var olma kavramına dönüşmüştür.

Ayın ……… konusu olan yalnızlıkta sen kimin ve neyin tanıklığına bizi ortak edeceksin.

Yunus TOPAL

YENİ SEZONA MERHABA …

Üç aylık bir tatilin ardından dinlenmiş ve enerji toplamış bir şekilde yeni sezona merhaba diyoruz. 2022-2023 Kültür ve Sanat Etkinlikleri sezonumuzu geçen sezon yaptığımız atölyelerimizin çok özel çalışmalarından oluşan muhteşem bir Karma Atölyeler Sergisi ile açıyoruz.

7 Ekim 2022 Cuma günü saat 17:00’ da Ankara Metrosu Sanat Galerisinde açılacak olan sergimizde geçtiğimiz sezonlarda çalışmalarını tamamlamış; Doğada Uzun Pozlama ve Manzara Fotoğrafçılığı Atölyesi, Doğada Makro Fotoğraf Atölyesi, Her Yönüyle Ankara Fotoğraf Atölyesi, Sanatsal Portreler Atölyesi, Işık § Gölge Double Exposure Uygulama Atölyesi ve Sokak Fotoğrafçılığı Atölyesi olmak üzere toplam 6 atölyemizin çalışmalarından oluşan seçkiler yer alacak. Serginin insan sirkülasyonun çok fazla olduğu bir mekanda olması da çalışmalarımızı daha fazla insan ile buluşturabilme imkanı sağlayacaktır.

Yeni sezonda projelere daha fazla ağırlık vermek istediğimizi geçtiğimiz sezonu kapatırken belirtmiştik. Sezon açılışımızda da bunu destekler bir proje ile giriş yapıyoruz sezona. GOP Soropromist Kulübü Derneği ile ortak gerçekleştirdiğimiz bu sosyal sorumluluk projesinde, Kale Civarındaki muhtaç ailelerin çocuklarına rol model olabilecek ve farklı bir deneyim kazandırarak ufuklarını açabilecek bir fotoğraf atölyesi gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Projenin açılışını da ikincisi düzenlenen Başkent Kültür Yolu Festivali kapsamında yer alacak FSK Üyelerinin Karma Sergisi ile Ankara Kalesinde 8 Ekim 2022 tarihinde yapmayı planlıyoruz.

Bütün üyelerimizden gelebilecek her türlü proje fikrine açık olduğumuzu bir kez daha belirtirken, ancak sizlerin desteği ile güzel işler yapabileceğimizi biliyoruz ve desteklerinizi ve çalışmalara katılımlarınızı her zaman bekliyoruz.

Yeni sezona MERHABA derken… yine yeniden “Fotoğrafta Bir Adım Daha İleri” mantığının ışığında, “FSK Her Yerde” sloganı ile yeni sezonda da yolumuza devam edeceğimizi belirterek 2022- 2023 sezonunun hepimiz için hayırlı olmasını diliyoruz.

01.10.2022

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

FSK Yönetim Kurulu Başkanı

İZ

Claude Monet’yi düşünüyorum. Paul Cezanne’ı, Degas’ı, Pisarro’yu düşünüyorum. Nasıldı onların tabloları? Aristo’nun Mimesisi mi, ya da realistik mi? Yoksa gördüklerinden zihinlerinde kalan mı? İz mi?..

Aykut FIRAT

Platon’un mağarasında görünen gölgeler nedir, gerçeklik midir? İz mi?

Yoksa Antik Yunan’da Sisifos’a verilen; Sonsuza dek taş yuvarlamaya mahkûm edilmesi ile her seferinde hedefe yaklaşan taşın aşağıya düştüğünde geride bıraktığı, iz mi?

Kızılderili yerlilerin, yere bir şeylere bakıp onu takip ederek hedefe ulaşmalarının kaynağı nedir? İz mi?

Aykut FIRAT

İz bir işaret ya da belirti mi? Bir hedef veya rota için grafik, çizimler, resim, fotoğraf ve ipucu mu?

Delil, kanıt, yara izi, doğum izi mi? Karda, çamurda ayakkabılarımın bıraktığı mı? Patinaj mı? Bir yelkenlinin dümen suyu mu?

Diyelim ki izi buldum. Yeterli mi?! Hayır. Bu defa Fotoğrafın temel ilkeleri ve dili ön plana çıkmayacak mı?! Roland Barthes’in “Punctum’unu bulabilecek miyiz? Görsel gösteren yeterli mi, yoksa yan anlamı, kültürel gösterilenleri arayacak mıyız?

Pisagor’un geometrisini nerede arayacağız?

Peki nesneler ve bağlamları üzerinden gitmesek, Kazimir Maleviç’in siyah karesi gibi soyut veya kavramsal olanları tek karede anlamak mümkün olabilecek mi?

Fotoğraflarınıza bakacağım. Bunları arayacağım, sonra gözlerimi kapatıp sessizliğin müziğini dinleyerek onları hatırlayacağım…

Peki iz, sizin fotoğraflarınızın bende bıraktığı ise, o zaman ne olacak?

Aykut Fırat

27.05.2022 Ankara

SOKAK SENİ ÇAĞIRIYOR:

HACI BAYRAM VELİ CAMİİ VE ÇEVRESİ

Sevgi Köylü HALİLOĞLU

Sokak Seni Çağırıyor! mottosuyla;

yola çıkarak 24 Nisan 2022 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz etkinliğimizde Ankara içi turlarımızın bu seferki durağı Ankara’ nın sembol mekanlarından biri olan Hacı Bayram Veli Camii ve çevresindeki sokaklar oldu.

Oldukça güneşli ve yaz sıcaklarını aratmayacak bir günde bu tarihi caminin avlusunda toplanarak etkinliğimize başladık.

Hacı Bayram Veli Camii Ankara’ nın en önemli camilerindendir. Bulunduğu mekan itibari ile de etrafında pek çok tarihi doku ve eser yer almaktadır. Cami Ankara’ nın en eski yerleşim yerlerinden olan, Avrupa şehirlerinin pek çoğunda görülen “Old City” denilen Ankara’ nın Old City’ si tabir edebileceğimiz Ulus semtinde bulunur.

İlk yapılış tarihi hicri 831 yılı (1427-1428) olan caminin ilk mimarı Mimar Mehmet Bey hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Günümüzdeki mimari yapısı XVII. ve XVIII. yüzyıl camilerinin karakterlerini taşımaktadır. Uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahip olan yapı, taş kaideli, tuğla duvarlı ve kiremit çatılıdır. Camii ahşap ve ahşap üzerine kalem-işi süslemeleri, çini süslemeleri bakımından da oldukça zengin bir yapıdır. Cami içindeki ahşaplar üzerinde Nakkaş Mustafa Paşa’ya ait boyama nakışlar vardır. Caminin güneydoğu duvarında iki şerefeli bir minare bulunur. Bu minare kare planlı taş kaideli, silindirik tuğla gövdelidir. 1714 yılında Hacı Bayram Veli’ nin torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edilmiştir.

Cami ve çevresine Hacı Bayram denilir ve bu ismi, caminin güney duvarına bitişik Hacı Bayram Veli türbesinden alır. Caminin doğu duvarı da Augustus Tapınağına dayanmıştır. Roma döneminin önemli yapıtlarından biri olan Augustus Tapınağı, İmparator Augustus’ un vasiyetnamesinin tapınağın duvarlarında yer alması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu özelliği ile de yabancı turistler tarafından büyük ilgi görmektedir. Milattan önce 25-20 yılları arasında Galatlar tarafından inşa edilen tapınak, İmparator Augustus’ a olan şükran borçlarını ödemek için inşa edilmiştir. Ön yüzünde 8, yan kısımlarında 15 sütun bulunan tapınakta dönemin Roma mimarisinin izlerini görebilirsiniz.

Hacı Bayram ve çevresi Ankara’ da yaşamış pek çok kültürün (Roma, Selçuklu, Osmanlı) izlerini bir arada görebileceğiniz, bu yönü ile de medeniyetlerin iç içe olduğu, sevgi ve hoşgörü kültürünü temsil eden oldukça önemli bir mekandır.

Cami avlusunun hemen altında yer alan çarşı ve rekreasyon alanı fotoğrafçıların ilgisini çekebilecek grafiksel detaylar ve kemerli yapılar, ışık, gölge ve yansımalar ile ekibimizin de dikkatini çekmeyi başardı doğrusu.

Caminin arkalarındaki sokaklara doğru ilerlediğimizde tipik eski Ankara evlerinin özelliklerini yansıtan pek çoğu restore edilmiş konak tarzı evler ve dar sokaklar fotoğraf ekibine çekim için güzel kareler sunmaya yetti.

Bu ayki sokak gezimizi de bu tarihi sokaklarda yer alan bir kır kahvesi tadındaki çay bahçesinde keyifli bir sohbet ve dost sıcaklığı içerisinde tamamlayarak, huzur içerisinde evlerimizin yolunu tuttuk. Bizimle birlikte Ankara sokaklarında gezmeyi seven bütün dostlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

24 Nisan 2022

MAKRO FOTOĞRAF

Kazım Çapacı

Makro fotoğraf, objenin 1:1 ya da daha üstünde bir büyütmeyle fotoğraflanmasıdır. Makro fotoğraf günlük yaşamın kargaşası içinde dikkatimizi çekmeyen, çıplak gözle göremediğimiz ayrıntıları göz önüne serer. Makro fotoğraflar sayesinde tüm ayrıntıları görebiliriz. Özellikle doğal hayat makroları önemli birer belgedir. Hele doğal hayatın giderek yok olduğu bir çağda, çekilen her fotoğraf geleceğe bırakılan önemli bir belgedir. Torunlarımızın, hatta çocuklarımızın bu canlıları göremeyebileceğini bilmek acı olsa da. Günümüz cep telefonu şipşak fotoğrafçılığı çağında fotoğraf çekmek pek kolay görünse de, özellikle makro fotoğraf çekmek önemli ölçüde temel fotoğraf bilgisi gerektirir. Işık, kompozisyon, diyafram, enstantane, ISO, net alan derinliği, pozlama gibi temel bilgilere iyi düzeyde hakim olmayı gerektirir. Makro fotoğraf çekmek için kullanılan lenslerin en önemli özelliği çok yakından netleme yapabilmeleridir. Bu sayede objeye daha çok yaklaşarak çekim yapabilirsiniz. Bu amaçla en sık kullanılan lenslerin odak uzunlukları 90-105 mm arasındadır. Yaklaşık bir değer vermek gerekirse obje ile görüntüleme arasındaki uzaklık 30 cm, obje ile merceğin ön ucu arasındaki mesafe 8-10 cm kadardır. Eğer daha da yaklaşmak isterseniz bu kez close-up filtre kullanmak gereklidir. Bu filtrelerin kullanımının fotoğraf kalitesinde bir ölçüde kaybı (çok yaklaşmak uğruna) göze almak anlamına geldiği de unutulmamalıdır. Nadiren de olsa iki close-up filtreyi üst üste takarak çekim yaptığım da oluyor. Doğada makro çekim sıklıkla yerlerde sürünmeyi gerektirdiğinden buna uygun kıyafetler giymekte de yarar var. Makro çekim sırasında açık diyafram değerleri alan derinliğinin genellikle istediğimizden az olmasına neden olacaktır. Kısık diyaframlarda (f11-18 gibi) çok yaklaştığınız ve size hafif yan duran bir çekirgenin gözlerinden birinin net alan derinliği arasında kalmasına şaşmamak gerekir. Diyaframı daha da kısmak buna görece çözüm getirir. Ama bir de close-up kullanıyorsanız ya da objeniz birkaç milimetrelik bir böcekse f20’ler bile kurtarmayabilir. Bu durumda değişik bölgelerden netleyerek fazla sayıda çekim yaparak sonra bunları dijital olarak birleştirme yoluna gidilebilir. Elbette çoğu kez böceklerin buna izin verecek kadar hareketsiz kalmadıklarını da unutmamak gerekir.

Diyafram değeri sayısal olarak ne kadar arttırılırsa, makineye girecek ışık da azalacağından bu durumda perde hızınızın düşmesi gibi önemli bir sorunla karşılaşırsınız. Doğal ışıkla çalışmayı seçtiyseniz bu durumda yapılacak en iyi şey ISO arttırmak ve/veya yansıtıcılarla böceğin üzerine ışık düşmesini sağlamaktır. Ek olarak tripod ya da monopod kullanmak düşük perde hızında görece daha rahat olmanızı sağlayabilir. Tripodla kelebek peşinde koşmanın zorluğunu da unutmamak gerekir. Benim tercihim f11- 18 arası diyaframlarda, 1/250 gibi bir perde hızıyla çalışmak genellikle (elbette hareketi yakalamak istediğinizde daha düşük perde hızları, hareketi dondurmak istediğinizde ise daha yüksek perde hızları kullanmak gerekir). Bu değerlerde doğal ışık yüksek ISO değerlerinde bile yetersiz kaldığından flaşla çekmeyi yeğliyorum. Bu amaçla sıklıkla ring flaşlar kullanılır. Ama bu flaşlar önden patladıklarında arkada genellikle sert bir gölge oluşturduklarından, yönleri ve açıları ayarlanabilen ikiz flaş kullanmayı yeğliyorum. Işık ölçüm modunu da noktasal (spot) alıyorum. Flaş kullanımında önemli bir sorun özellikle kın kanatlı böceklerde ya da beyazı fazla olan kelebeklerde ışığın patlaması. Bu durum eksi pozlama ya da daha iyisi ETTL sistemli bir flaş kullanmaktır. Bu sistem, deklanşöre basarken objeye olan uzaklık ve ışığa göre flaşı ayarlar. Ben buna ek olarak genellikle bir flaş yumuşatıcı (diffuser) de kullanıyorum. İkiz flaşım için orijinal diffuser var ama tepe flaşı kullandığım zamanlarda bu yumuşatıcıyı plastik ayran kutusundan yapar, hatta içine bazen kağıt mendil de eklerdim.

Flaş kullanımı, objenin hemen arkasında bir şeyler yoksa (çekim açınızı değiştirerek de bunu sağlayabilirsiniz) siyah arka planlar elde etmenizi sağlar. Yaban hayat fotoğrafçılığına kuşlarla başladım. Daha sonra baktım ki kuş peşinde koşarken nice çiçeği, böceği, örümceği gözden kaçırmışım. Kuş çekerken gözüm sürekli havada olurdu. Makroda ise genellikle gözünüz yeri tarar. Küçük bir alanda oturup saatler boyunca fotoğraflayacak şeyler bulursunuz kolaylıkla. Bir çiçeği fotoğraflarken, yaprağın birinin arkasından bir örümcek kendini gösteriverir. Fotoğrafladığınız çiçeğin üzerine bir böcek konuverir. Doğada zaman geçirmek tadına doyulmaz keyif verir. Fiziksel olarak yorucu olsa da ruhunuzu dinlendirir. Böcekleri fotoğraflamada ufak ipuçları daha kolay ve güzel fotoğraf çekmenizi sağlayabilir. Kelebekleri fotoğraflamanın en iyi zamanı, geceki çiğ kanatlarını ıslatmışken, kanatlarını açarak güneşte kuruttukları güneşin erken saatleridir mesela. Isındıktan sonra sizi çok peşlerinde koşturur, süründürür ama doğru düzgün poz vermezler. Bu zamanlarda beslenme ya da çiftleşme sırasında cömert pozlar verebilirler. Çiçek fotoğraflarken ise çoğu kez gösterişli olan çiçeği fotoğraflamak yeğlense de, bitkiyi tanımlamak için tamamını, yaprak detaylarını, mümkünse meyvesini çekmek de tanım için çok yol gösterici olacağından önemlidir.

Elbette doğal hayat fotoğrafçılığın tüm dalları gibi makroda da temel ilke zarar vermemek olmalıdır. Herhangi bir canlının yaşamasına, beslenmesine, üremesine neden olabilecek herhangi bir müdahaleden kesinlikle kaçınılmalıdır. Böceklerin üzerine sprey sıkmak gibi kesinlikle yapılmaması gereken şeyler yerine sabah üzerlerinde çiğ olan saatleri ya da hemen yağmurdan sonra güneşin parlayıverdiği anları seçmek gerekir. Yağmurdan sonra bir örümcek ağını fotoğraflamanın tadına doyulmaz. Elbette ki benim temel uğraşım canlıların makro fotoğraflarını çekmek olsa da, makro fotoğraf bununla sınırlı değil. Küçük her nesnenin makro fotoğraflanması mümkün. Söz gelimi damla fotoğraflamak bunların başında gelenlerdendir. Makro düzeye indiğinizde gerek canlı, gerek cansızlarda bambaşka bir dünyaya ulaşacağınız kesin. Bu dünyayı bol bol fotoğraflayarak keyfini çıkarmanız dileğiyle.

Kazım ÇAPACI

Mayıs 2022

PROF. DR. KAĞAN OLGUNTÜRK İLE TÜRK BELGESEL SİNEMASI ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

Fotoğrafın doğasından doğan hareketli görüntü sinemayı bir uğraşı ve sanat olarak var etti, bu sanat ve uğraşı biçimi ana gövdesini örüleyen görüntü zamanla felsefe, kuram ve biçem olarak alt dallar verdi bunlardan belge ve belgesel filmin Türk belgesel sinemasında yerini, güncel kavramlarını Akademisyen, Sinema emekçisi, Fotoğrafçı, Yönetmen olan KAĞAN OLGUNTÜRK ile Filmleri üzerinden bir video mülakat yoluyla anlamlandırma çalışması yapmaya çalıştım.

Belgeselin Sinema Tanımı: Fotoğrafın Fransız bilimler akademisinde ilan edildikten sonra Lümier kardeşlerin çektiği Lümier fabrikasından çıkan işçiler filmi ilk belgesel kabul edilir. Belgeselin tanımına ilk olarak John Girerson The Newyork Sun gazetesinde yazdığı makalesinde rastlıyoruz.  (Özgen, Kurtuluş, 2017: s 6)

Belgesel tarihsellik ve gerçeklik ilişkisi kurma yöntemlerinden görsel işitsel olması tanıklıklar barındırması acısından en işlevsel olanıdır. 

Gerek tarihsel gerek doğa içerikli gerekse sosyal içerikli olsun inşaları ve kültürleri aşan bir anlatıma sahip belgesel her insana gerek izleyici gerek konu olarak temasta bulunur. İletişimsel olarak güçlü bir argüman olan sanat açısından da belgeseli tanımlayabilmek mümkündür.

Birey ve toplumun zihinsel derinliklerine kolayca ulaşabilme olanağı günümüz teknoloji imkanları dahilinde daha da kolaylaşmıştır. Belgeselin bu durumu avantaj mı dezavantaj mı?  Etkili bir kitle eğlence ve eğitim aracı mıdır? Özünde bellek ve belge olmasına rağmen dezenformasyon tehlikesi de taşıyan bir silah mıdır?

Evrenselliğin bahçesine algı kapılarını aralayabilen gerçekliği yaralayabilen birtakım ilişkiler ağına da maruz kalması, dijital (görsel materyal) manipülasyonun yaygınlaşması internet ve yayın imkanlarının artmasının belgeselin sosyal kültürel ekonomik ve demokratik gerçekliliğine etkisi var mıdır bu soruların odağında Türk Belgesel Sinemasının durumu araştırmanın amacını oluşturmaktadır.

Türk tipi belgesel stili var mıdır?

Bilemiyorum, bir şey söyleyemem, Yurtiçi ve yurtdışı festivallere jüri üyesi olarak katılıyorum ve farklı tarzların varlığını görüyorum ama bütünlük yok, nasıl gönderilir bilmiyorum ama Türkiye’de festivallere film göndermiyorum nasıl gönderilir de bilmiyorum.

Bir Hoca der aklında bir yerde kalır anlam vermezsin ama aklında kalır.

Sanırım mastır da bir hocamız demişti ‘’bazı film okullarında öğrencilere film izletmezler izletince filmi örnek alır yaratıcılığı körelir demişti’’ saçma gelmişti ilk başlarda ama önemli. Aklımda ki cümlelerden biridir.

Benim bakış açımı etkileyen okula workshopa gelen Süha Arın oldu. Filmlerimin onun filmlerine benzediği söylenir. Ama hiç filmlerini izlemedim ama onu dinledim belgesel sinemamı onun kurduğu yapıya göre kuruyorum onun sistemini kullanıyorum.

Türk belgeselciliğini dünya geneliyle kıyaslarsak nasıl bir fark ortaya çıkar?

Bilemiyorum, yurt içinde ve yurt dışında Sınıflandırmalar arasında fark görmüyorum. Konu belirleyici oluyor. Para kazananlar ile diğer yapımcıların farkı oluyor ‘’Faces in Ali’’ Hollywood ve büyük bütçeli film örneği LİONS GATE yapımı olduğundan farklı,  Burada ki sinemacılar da aynı bütçe ile aynı işi yaparlar. 

Türk belgeselinin kendine özgü özellikleri nelerdir belgesellerinizde bunları görebilmemiz mümkün mü?

Şöyle Bakıyorum. Kültürden bağımsız olamayız ben de bu kültürde bu toplumda yetişen biriyim o yüzden, bir de sanatın özgün biricik olması gerekir hem evet hem hayırdır. ERKUT FİLMİ Örneğinde olduğu gibi öyküyü ortaya koyarken ki mesaj da ortaya çıkar. 

Akademisyenlik dışında da STK’larda sinema ve belgesel eğitimleri verdiğinizi biliyoruz, STK’larda bu eğitimlerin verilmesi ile üniversitelerde bölümlerinin olmasının belgeselciliğe nasıl bir etkisi katkısı dezavantajı var mıdır?

Üniversitenin verdiği eğitimi dışarıda ki verilen bir eğitimle sınamak doğru değildir. Ama oradaki   insanlara motivasyonlarına göre bilgiler veriliyor. Üniversitenin dört yıllık olmasından dolayı meslek ediniyor diğeri ihtiyacını gideriyor öğrenmesi gerekeni öğrenip gidiyor Üniversite bunu yıllarca sorumlu tutuyor uygulama yapıyor o nedenle birkaç aylık eğitim ile aynı olmaz.

Türk Belgeselciliğinde bağımsız belgeselciliğin yeri nasıl duruyor?

Bağımsız olmayan belgeselci var mı? Bizde stüdyo sistemi yok.  Dolayısı ile belgeselciler bağımsızdır.

Bağımsız belgesellerin üretim, gösterim, izlenim olanakları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

TV kanalı azlığından kaynaklı kimse kimseye hatır için gösterim yapmaz belgesel mecrası çok sınırlı İZ tv, TRT örneği kendi filmleri üzerinden örneklemle. Dünyada örneği yok festivallerde aslında daha çok ödül tabanlı film yarışmaları olsa da imkan vardır.

Ben hiçbir festivale Türkiye’ de film göndermedim hatırladığım kadarıyla, yurt dışında ödül ve festivaller kapsamında gösterim imkanları oluyor.

Belgesel eğitimciliğinin gerekliliği var mı?

Zor bir soru sinema ve belgesel eğitiminin çok farkı yok.  Kurmaca ve sinemada kamera sarsıntısı dışında temel kamera kullanımı dışında çok önemli değildir. Buna benzer birtakım özgürlükler dışında farklar dışında bir fark yok. Öğrencilerin çok film izlemeleri ile birlikte üretmeleri.

Temel sinema bilgisi eğitimi verilmeli aslında komedi ve korku filmi çekmek arasında ki gibidir. Kullanılan teknik yöntem farklı değildir. Film çekmeyi bilen adam ikisini de çeker çünkü planları bilir.

Belgesel eğitimciliği yeterli midir?

Ben eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorum eğitim almayanlar bu işi yapamaz diyemem herkesi kendi klasmanında değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.

Eğitim alanla almayanı ayrı kıyaslamak lazım deneme yanılmayla kapıları açmak zaman alır. Hiçbir zaman da kapı açılmaya da bilir. Teknik ve teorik bilgi önemli etkili bir film çekmek için her ikisi de gereklidir.

Kamusal ve sponsor desteklerinin belgesele marjinal içerik ve yapısal etkisi oluyor mudur?

Cevap veremem ben öyle bir şey yapmadım hem yönetmen hem yapımcı oluyorum filmde o nedenle karar verici benim ama sponsorlar da eminim ki onlar da filmin iyi olmasını isterler o nedenle karşı da gelmem.

Tematik TV kanalları ve İnternet tabanlı yayınların artmasının Türk Belgesel sinemasına içerik ve işleniş bakımından etkisi var mıdır?

Paylaşımı mümkün kılıyor. Belgesel dışında da çok şey var o platformlarda izliyorum, Cep telefonu örneğin de ki gibi herkes belgeselci oldu diye bir şey yok öyle olumsuz düşünmüyorum.

Bence herkes çeksin daha güzel bir şey olamaz bütün dünyanın çekmeyi sevdiği bizler de çekiyoruz biz fark yaratabiliyorsak onur vermeli bize daha iyi çekiyorlarsa izleyip ilham alacağız.

Kamu yayıncılığı ilkelerine uyma, Ticari Yapımlar, yayın pazarının beklentisi belgesel filmlerin demokratikleşme ve bilgilendirme görevini zayıflatır mı?

Bilgi zaten kamu yararınadır o nedenle olumsuz düşünmüyorum belgeselci durum belgeler ve insanlara anlatır bu durum zaten kamuyu aydınlatmadır. Benim belgesellerim portre belgesel olduğu için böyle durumla karşılaşmadım.

Türkiye de başlı başına bir belgesel akademisi okulu olsa nasıl olurdu? Nasıl olmalı?

Olsa ne güzel olur Sinema okulunda ne anlatacaksın pratik bilgiler bir yılda biter geriye kalan üç yılda ne anlatacaksın o nedenle okullarda verilen eğitim uygulama yoğunlukludur.

Okullarda belgesele yönelenlere imkan sağlanıyor ben kendimi sinemacı olarak görüyorum ama kendimi belgesel sinema filmleri çeken biri olarak görüyorum.

TRT gibi kamu kurumlarının Türk Belgeselciliği üzerine ne gibi etkisi olmuştur?

Hangi yaş grubunda olduğuna bakıyor, benim yaş grubuma olmuştur çünkü tek kanaldı ve zaman zaman olurdu biz mecbur kalmasak ne gösterseler izliyorduk seçme özgürlüğümüz olsaydı çizgi film dışında bir şey izlemezdim bir sürü farklı program türünde yapımları orda izledik spor haber eğlence belgesel konser hepsini görüyorduk ve birkaç saatti ve hepsini görüyorduk başka seçme imkanı yoktu o nedenle illa ki az da olsa etkisi olmuştur.

Türk Belgesel sinemasında tarihsel ve toplumsal evrenin gerçeklik temsili ve epistemolojik dürüstlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu sosyolojik bir durum sen elli tane belgeselciye sorar onlardan aldığın yanıtı sen verebilirsin.   İster kurmaca ister belgesel olsun yüzde yüz gerçekten söz edemeyiz çünkü kamera açısı odak uzaklığı ile gerçeğin bir kısmını gösterirsin vicdanen yönetmenin söylediğine ne kadar gerçekçi gösterdiğine inanmak gerekir ama reklamların gösterdiği ürünleri yersen ölürsün belgeselcilerin yalan söylemediğine güvenmek gerekir.

Türk Belgesel Sineması Türkiye’de ne aşamadadır? (Teknoloji)

Teknoloji etkiledi önceden video kurgu yapmak mümkün değildi öyle bir bilgisayar, linear ya da online kurgu için time kod yazan kamera dahi arabadan pahalıydı DvD teknolojisiyle bir kalem ucuzladı şimdi daha ucuzladı şu anda kullandığım telefonun çözünürlüğü ilk profesyonel çalıştığım kameradan ve bilgisayardan çok daha iyi.

Yeni başlayan ve başlayacak olanlara önerileriniz neler olur?

Çok izlesinler ve de çok çeksinler bir konuya başlayıp bitirip bir film haline getirsinler uzun ya da kısa belgeseli sinemacı gözüyle izleyip dikkat ederek çok izleyip çok okuyup çok denesinler bilgi denenmelidir teorik pratik bilgi denemeyle geliştirilmelidir.

Belgesellerinizde Biçem, İçerik ve örüleme olarak kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Bir mesajım, olması gerekli konularım farklı da olsa mesajlarım vardır.  Fotoğraf ya da belgesel fark etmez fotoğrafı da severim filmlerimde 135 mm portre çekiyorum biyografiden ziyade portre belgeseller çekiyorum o insanın kim olduğuna dair bilgiler veriyorum onların nerede doğduğuna dair bilgiler vermiyorum PORTRE BELGESEL ÇEKİYORUM.

Etkisinde kaldığınız bir belgeselci var mıdır? Sizi etkileyen özelliği nedir?

Süha Arın Hoca ve Robert Flaherts Nanok of the North Belgeselinin sahibi ve bunların çektiği böyle şeyleri çekmek istiyorum dedim Süha Hoca bana belgeselin nasıl çekileceği çözümlemesini anlattı bundan etkilendim ve onun kurduğu film çatısını kullanıyorum.

Biyografik Belgesel film tercih etmeniz de ki sebepler nelerdir?

Portre fotoğrafı çekmemle aynı sebeple aynı bunu analiz etmek istemiyorum içimdeki sihrin kaybolmasını istemiyorum.

Belgesel filmler çekmeye nasıl başladınız?

Bir kaza sonrası sanatta yeterlilik dönemimde hastanede yatarken çalışanların mutsuzluğunu gözlemleyerek başladım. Herkes mutsuzdu yardıma ihtiyacım vardı ama herkes hayatından şikâyetçiydi o an mutluluk aklıma geldi mutluluk tabirini sorguladım ve büyük şeylerin arkasına saklanmadığını düşündüm ve buna uygun birini bunalarak çektim Usta filmimi çektim sağlığı bozuk eliyle ayakkabı yapan hijyenik ortamı olmayan eliyle ayakkabı yapan avcı biri karakteri ile başka bir dünyayı anlatıyım belgesel Usta filmimle oldu.

Belgesel filmlerinizde sosyal aktörleri seçerken nelere dikkat edersiniz, nasıl seçersiniz yaşamınızda yer edinmiş kişilerden mi seçersiniz?

Mesajıma uygun kişilerden arar bulur seçerim bana şöyle biri lazım dediğim enteresan kişi değil de şöyle mesajıma uygun biri lazım dedim İLİZYONİST BELGESEL FİLM hariç ondan sonra beni ben yapan kişileri çekmek istedim çünkü Sermet Erkin yüzünden sihirbaz olmak istedim.

Almış olduğunuz sinema eğitiminin belgesel çekmenize faydası oldu mu?

Şüphesiz her yerde söylerim ben her şeyi okulda öğrendim ama sunu da öğrendim sadece okuyarak değil yaparak da öğrenilecek bir konu olduğu için okulda öğrendiğimi setlerde denedim yazılı sonuç çıkmayınca sordum sonucu da sordum o şekilde öğrendim.

Kolektif mi çalışırsınız yoksa çekimden kurguya siz de dahil olur musunuz?

Kamera kullanır, ışık kurar, kurgu yaparım ama yönetmen setteki en ağır işi yapan kişidir. Yönetmenin kamerası ışığı bilgisayarı yoktur ama filmi o çeker geriye kalan herkes ona yardımcı olur ben Usta ve Konakta her şeyi ben yaptım diğer işleri mümkün olduğu kadar ekibimle yaparım artık mecbur kalmadıkça kameraya dokunmamaya çalışıyorum ama kurguyu kendim yapıyorum yaratıcı çözüler üretecek fikirlerimi çekip kurgulayacak birini tanımıyorum çünkü her şey bende.

Bağımsız yönetmen olabilmek zor mu?

Değil, rahmetli hocam Akademisyen olmamı sağlayan yönlendiren hocam parayla herkes güzel bir şey yapar önemli olan para olmadan ne kadar güzel bir iş yapabildiğindir derdi yaratıcılıkla çözmek gerekir para olmayınca Profesyonel kolektif çalışıyor ekibim ben mahcup olmadan onlar ne var sırada ne çekiyoruz diyorlar arkadaşça ortam gerginlik olmaz.

Uluslararası birçok ödülünüz var Türkiye’ de belgesel festivalleri ve ödüller hakkında düşünceniz nedir?

Büyük imkan bu konuda teknoloji üretenlere teşekkür borçluyuz o yenilikler olmasa ben hiçbir filmimi çekemezdim iyi bir telefonla iyi bir filmci olabilirsin Amerika ve Avrupa da vertikal 9-16 mobil cihazlarla çekilmiş film sinemaları var  Sanatsal organizasyonlarda kendimizi göstermemize festivalleri tanımımızı ve şartnameleri okumayı öğrendim Türkiye’de bir bilgiye de sahip değilim yurtdışında ve yurt içinde birçok festivalde jüri üyesiyim kalite bakımından yurtdışından fark görmüyorum hatta daha iyi görüyorum.

Çalışımlarınızda başarılar ve paylaşmış olduğunuz bilgiler için teşekkürler.

Yunus TOPAL

NOT: Bu Çalışma Doç. Dr Kurtuluş Özgen’in Türk Belgesel Sineması Adlı Lisans Üstü Dersi Kapsamında Hazırlanmıştır.

Baraka: Bir Garip Yok Oluş Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş.

Temel olarak hayatta kalma-aslında var olma- güdüsü düzleminde sıralanan beslenme, barınma, üreme, giyinme ve hatta kültürel/sosyal aktiviteler listesinde insan türünün belli bir aşama kaydettiğini biliyoruz.

Bunlardan barınma ihtiyacını karşılayan barakanın hikayesi ilk olarak yırtıcı hayvanlardan, hava şartlarından, soğuktan ve bazen sıcaktan kendini korumak isteyen insanın, mimari anlamda yaratıcılığını ve malzeme alanında doğayı kullanmasıyla başlar. Sonraları insanlar çoğunlukla dönemsel değişime uğrayan estetik göstergelere göre yapı ve yapı malzemelerini güncelleyerek günümüz barakalarını inşa ediyorlar.

Sonrasından önce, öncesini biraz daha açalım.

Part 1: Varmış.

İlk barakalar doğanın sunduğu mağara, ağaç kovuğu gibi doğal alanlardan oluşmuş. Sonraları tarımla beraber yerleşik ve toplumsal düzene geçilmesi, insanları bulundukları coğrafyanın yapı malzemelerinden faydalanarak barınak ihtiyaçlarını gidermeye yöneltmiştir. Genel olarak çamur, taş, çalı-çırpı ve bunun gibi malzemelerden tek oda ve oval formda olan bu yapılarda, ilk başlarda korunma ihtiyacına hizmet etsin diye kapı kullanılmamıştır. Kısa süre sonra “C” formlu barakalara geçilmiş, zamanla da kapılar, pencereler, çatılar, farklı malzemeler eklenmiştir.

Barınmanın var olmayla doğrudan ilişkisi, sadece insan türünde değil diğer birçok canlı türünde de geçerlidir. Bildiğimiz birçok canlı türü bu ilişki neticesinde ve kendi devamlılıklarını sağlamak amacıyla barakalar inşa etmişler. Ediyorlar. Tabi bu ilişkinin güçlü inşası doğa tarafından canlıya bahşediliyor. Bu yüzden türler, doğanın tehlikelerini yine doğanın sunduğu avantajlarla/imkanlarla önleme yoluna gidiyor.

Var oluşumuzun yegane sağlayıcısı, tarımın da zorunluluğu olarak yapay barakalarımızın hikayesi varlığımızın teminatı da oluyor o dönemlerde. Gelişiyoruz. Ekiyoruz, ticaret yapıyoruz, depoluyoruz, mevsimlere ve doğaya uygun ve uyumlu bir süreç işliyor. Barakalar bu süreç içerisinde faydası ve fonksiyonelliği ile öz olarak korunma ihtiyacından, barınma ihtiyacına doğru evriliyor. Evrimin belli aşamalarında konu ile ilgili gelişen uzmanlık alanları dolayısıyla ve yapı konusunda ustalaşan insanlar sayesinde barınmanın zevkli halleri ortaya çıkıyor. Yani insan güzel bir şekilde var oluyor artık.

Kısa süre sonra hususi barakalardan daha özenli ve umumi tapınak barakalarını görmeye başlıyoruz. Din barındıran bu yapılar, sonraları bir dönemin genel yapı formlarına yön veriyor hatta. Erken estetik anlayışları ile dönemsel ekoller sayesinde artık barınmak ile tarz sahibi olmak arasında bir bağ kurulmaya başlanıyor yavaş yavaş. Başlangıcı yavaş oluyor ama sonrası ışık hızında. Mülk kavramlarımız, tarzlarımız, nurtopu modalarımız, zıpçıktı katlarımız, yeraltı ağlarımız, geceleri konanlar, ekoller, amorflar, camlar.

Düştü yerlere…

Part 2: Yokmuş.

Evet sonra mimari anlamda ekolojiyi görmezden gelerek bina edilen kentler ve yapılar, yok oluşun yalın halini oluşturmuştur. Ancak tam da bu noktada; insan hırsı, tüketim, kapitalist iktisadi anlayış, homo economicus, medya, politikalar, yayılmacı devlet anlayışları, savaşlar, savaş ekonomileri, turizm, madenler ve daha bir sürü şey. Tüm bu kavramların, temelde var eden barakanın, nasıl yok oluşumuza neden olan bir aygıt haline geldiğini açıklayan, arka plandaki kavramlar olduğunu belirtmek gerek.

Sanayi devriminden bu yana, yani toplumsal ve seri üretimin yaygınlaştığı 18. yüzyıldan bu yana çok değil 250 – 300 yıl geçti. Yani yukarıda belirtilen kavramların çoğu aslında bu kadar yıl içerisinde ete kemiğe büründü. Yani yok oluşumuz hayli hızlı.

Oysa binlerce yıllık bir baraka tarihi var elimizde. Göbeklitepe kalıntıları, Çatalhöyük –ki ilk yerleşim yerlerinden biri kabul edilir- Sümer medeniyeti, Neolitik çağlar, Çayönü, Nil ve Ganj kıyıları…

Biliyoruz savaş neredeyse her çağda yaşanmıştır. Ve tabi insanlık tarihinde özellikle diğer türlere göre savaşlar daha vahşi ve kanlı olmuştur. Çünkü hırs.

Hobbes’un “insan insanın kurdudur” (homo homini lupus) önermesini insan insanın yok oluşudur şeklinde değiştirmek yerinde oluyor galiba.

Baraka bu yok oluşta bir imgedir. Baraka temelde saflık içerir. Hayatta kalma temellidir. Dolayısıyla aynı zamanda baraka bir ironidir. Hatta bir tezat. Yokluğun tezatı.

Biz bu tezatı seçmedik ne yazık.

Bir vardık evet ama daha çok bir “yok olduk”.

Ayın Fotoğrafında Baraka

Beklenilen, arzu edilen eski ya da yeni herhangi bir mimari yapı fotoğrafı değildir. Aksine mimari bağlamdan uzak, içerisinde anlamsal kontrast barındıran ve yok oluşa işaret eden fotoğraflar Baraka konusuna dahildir.

Mesela, herhangi bir kent merkezinde gökyüzüne bakmayı deneyin. Ama gökyüzünün bir kısmına değil!

İşte Baraka hallerinin bir örneği olsun bu.

Şunlar da:

Bir gökdelenin altında mimari yapının teknolojisine tezat/uzak herhangi bir canlı da Baraka’dır.

Ya da bir fabrika içerisinde hayatta kalmaya çalışan bir işçi.

Cami önünde el açan da Baraka’dır.

Rezidansının odasına doğa fotoğrafı asan da.

Bir canlının barakasını gaspeden yapılar, HES’ler, maden olacakları da Baraka’dır mesela.

Baraka adlı bir belgesel vardır ayrıca Ron Fricke’in. Genel anlamda yok oluşun bir belgeseli olmasının yanı sıra teknik ve sanatsal anlamda da ileri bir bakış açısı sunar. Metne kaynakça değilse de feyz oluşturmuştur.

Teşekkürler.

Onur AYDIN.