“Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz” kapsamında bu ay Sayın Dr. Ali Vedat OYGÜR rehberliğinde günlük yaşamımızda her birimizin mutlaka uğradığı Kızılay-Yenişehir bölgesinde gezdik.
Cumhuriyet kurulduktan sonra modern bir şehir inşası çalışmalarına başlanılmıştır. Bölge kalkındırılırken ilk olarak bahçe içerisinde, modern olarak tasarlanan güzel evlerin yapımı ile işe başlanmış, böylece Yenişehir bölgesi oluşturulmuştur. Bu bölgeye başlangıçta 198 tane bahçeli tek katlı memur evi ile 12 adet muhteşem villa yapılmıştır. Bu villalardan günümüze kalan sadece Mado tarafından kullanılan binadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
İncesu Deresinin bulunduğu büyükçe bir meydanda yapılan Eller heykeli hakkında eserin sahibi olan Heykel Sanatçısı Metin Yurdanur’un heykel hakkındaki kendi yorumu: “Eller beynin ve gözün bir parçasıdır” şeklindedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Kızılay’ ın girişinde bulunan, Hatti soylularının mezarlarından çıkan, cenaze törenlerinde bayrak şeklinde asılan geyik heykeli Heykeltraş Nusret Suman tarafından 1978 yılında yapılmıştır.
Ankara Valiliği olarak kullanılan bina 1926’da gününün modern mimari akımına uygun olarak inşa edilmiştir.
Gürkent olarak günümüzde hayatına devam eden bina, 1963’te Kent Otel ismiyle kullanılmaya başlanmıştır. Kent Otel olarak kullanıldığı süreçte sahneye çıkan sanatçıların kocaman afişleri sürekli camlarına asılırmış.
Balıkçıoğlu Pasajının olduğu yerde 3 katlı ve 1100 oturma koltuklu Ankara Sineması vardır.
Zafer Meydanı; ağaçlar, yeşillikler arasında halkın nefes aldığı çok geniş bir ortak alandır. Ortasındaki Atatürk Heykelinin yönü artık Doğu’ya bakmaktadır. Savaş bitmiştir ve bundan sonra kalkınmaya, devletin birlik beraberliğine önem vereceğiz der gibidir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1935 yılında yapılan Büyük Çarşının olduğu binada Muhsin Ertuğrul’un da girişimiyle Büyük Sinema kurulur. Ülkenin siyasetçileri ve bürokratlarının uğrak yeridir, İsmet İnönü her Perşembe locada görülür.
Divan Pastanesinin olduğu yerde, 1928 yılında Ankara’nın ilk özel hastanesi olan Ankara Sıhhat Yurdu kurulur. Bina aynı zamanda Sabahattin Ali’nin oturduğu evdir.
Ankara Sanat Tiyatrosu 1963 yılında kurulmuştur. Sanat kokan bu mekânın 2020 yılında mahkeme kararıyla boşaltılması kararı verilmesi sonrası tiyatro ekibi Bilkent Sahnesine taşınmıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
İzmir Caddesi 28 numaradaki Anadolu Kulübü binası yapıldığı haliyle ayakta kalmayı başarmıştır. Milletvekillerinin hizmetinde olan otel, balo salonu, kokteyl salonu, restoranı ve kütüphanesi vardır.
1978 yılında Eski Belediye Başkanı Ali Dinçer, İzmir Caddesini günümüzden farklı olarak yayalara açık olacak şekilde düzenlemiştir.
Cafe Down’un olduğu yerde Özen Pastanesi açılmış, o zamanlar burası Paris kafelerini andırmaktaymış. Pastaları ile ün yapmış ve çok rağbet görmüştür. Nurullah Ataç buranın baş müdavimiymiş. Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’ın Garip Şiir Akımını burada başlattığı söylenir. Şiir saatleri ile müşterilerine sanat dolu bir sosyal ortam yaratan mekân, zamanla bir sanat merkezi haline gelmiştir.
Bulvarda, Toygar ailesinin yaptırdığı 3 katlı bir Cumhuriyet dönemi binası vardır ki 1936’da yapıldığı ilk halini hala muhafaza eden bu Cumhuriyet dönemi bina sanki insana zamanda yolculuk yaptırıyor.
İş Bankası binasının bulunduğu yerde Salih Bozok’un yaptırdığı Kutlu Pansiyon evi vardır. Burası bekarlar için kaloriferli, telefonlu bir apartman olarak yapılmış, binanın zemin katında da Kutlu Pastanesi bulunmaktaydı.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1956’da İzmir Üst geçidinin bittiği noktada Tuna Caddesindeki ilk binada Piknik isimli mekân açılmıştır. Şarküteri, sandviç ve lokanta olarak 3 bölümden oluşur. Piknik Sevgi Soysal’ın ikinci evi olmuştur.
Tuna Caddesi’nde 1956’da Yeni Sahne kurulmuş, 49 yıl boyunca sayısız muhteşem gösterilere sahne olan, halkın çok kolay ulaşabildiği bir noktadaki tiyatro salonu maalesef 2006 yılına gelindiğinde bina sahibi Ormancılar Derneği tarafından boşalttırılır ve kapanır.
Ziraat Bankası Lojmanları Mimar Giulio Mongeri tarafından 1926’da yapılmıştır. Birinci ulusal mimari tarzında olup, geniş süslü çatı saçakları, büyük pencereleri vardır.
Sakarya Caddesinden üst geçitle yolun karşısına geçtiğimiz alanda Lozan Parkından kalan küçük bir parça kısımdaki ağaçlar, günümüzde binalara karşı koymayı başaran bir gururla hala ayaktayız der gibi insanı karşılamaktadır.
Mustafa Necati Kültür Evi; Mithatpaşa Caddesi’nde 3 katlı bir köşktür. Daha önce Irak Büyükelçiliği olarak da kullanılan binanın ismi günümüzde Nuri Pakdil Kültür Evi olarak değiştirilmiştir.
Soysal İşhanı’nın olduğu yerde Soysal Apartmanı bulunmaktadır. 3 katlı 2 kanattan meydana gelen apartmanın iç kısmındaki yapı hala ayaktadır. Yıkılan Soysal Apartmanı ise zamanına göre çok konforlu, kaloriferli, terasında yeşilliklerin olduğu, havuzunda kırmızı balıkların yüzdüğü, seyir alanı olan keyifli bir mekanmış. Yazar Ayşe Kulin’in çocukluğunun geçtiği bina, Adı Aylin isimli romanına da konu olan apartmandır. Aylin karakteri aslında Ayşe Kulin’in kapı komşusuymuş.
Sakarya Caddesi girişinde bulunan Tarhan Kitabevi 1970 yılında açılarak sahibi İzzet Tarhan Bey 2001 yılında hayatını kaybedene kadar faaliyetini sürdürmüştür.
Tandoğan meydanından Anıtkabir’e girdiğinizde, yolun iki tarafında yayılmış çok çeşitli, ağaçların bulunduğu bir orman karşılıyor sizi. Birden başka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Yemyeşil bir orman, ağaçlar, kuşlar … sonra, biraz yürüyüşten sonra birden bir ses kendinize getiriyor; “Çimlere basmak yasak!”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Ankara’ nın göbeğindeki bu ormanın adı Barış Ormanı. 24 ülkenin toplam 2595 ağaç verdiği, ülkemizin 4 ayrı şehrinden, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir’ den ağaçların getirilip dikildiği bir orman. 750 dönümlük Anıtkabir alanının 630 dönümü bu ormana ait, sadece 120 dönümü anıt mezara ayrılmıştır. Bu orman için en fazla ağaç 501 adetle ABD’ den geldi, en çok ağaç çeşidi 28 türle Yugoslavya’ dan geldi.
Bir bilen Vedat Oygür’ le Anıtkabir’ i ziyaret ediyoruz. Yolun ilerisinde göreceğimiz simgelerin ne ifade ettiğini anlatıyor. Ben de sizi birinci dünya savaşı yıllarındaki ortama götüreyim. O zamanları hatırladığınızda simgelerin anlamını, onları oraya konulmasındaki düşünceyi daha iyi anlıyorsunuz.
Semiha Ayverdi yaşadığı o yılları şöyle anlatıyor. “Gün geçmiyordu ki bir dostun bir akrabanın bir komşunun genç evlatlarının şehadet haberi gelmesindi. Canlar gidiyor mallar gidiyor yerler yurtlar birbirini ardına kayboluyordu.” …“Halka vesika ile dağıtılan ekmek, kırmızımtırak bir balçıktı. Öğütülmüş mısır koçanı ile süpürge tohumunun bol miktarda karıştırıldığı bu hamurun adına mısır ekmeği deniyordu ve bir okkasının resmi fiyatı 50 para el altından alınan fiyatı ise 25 kuruştu. Bu çamurdan biraz daha fazla tedarik edebilmek için herkes o 25 kuruşu vermeye razıydı.”
Şimdi yolumuza devam edelim. Vedat Hoca Anıtkabir’in tarihi konusunda bilgi vermeye başladı:
“Atatürk’ ün naaşı 21 Kasım günü Etnografya Müzesinde hazırlanan katafalka yerleştiriliyor, katafalk Etnografyanın iç avlusunda mimar Bruno Taut tarafından hazırlanıyor. Ondan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anıt mezar yapalım diye hemen toplantı yapıyor. Atatürk sağlığında yakınlarına “Ben sessiz sakin bir yerde, bir ağaç altında basit bir mezarda gömülmek istiyorum” diyor. Fakat Ata için ve o dönemin önemini anlatmak için bir anıt mezar gerekiyor. Meclis 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruyor, komisyona Milli Savunma, İç İşleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlarının müsteşar ve genel müdürleri de çağırılıyor. Komisyon ilk toplantıyı 6 Aralık günü yapıyor. Komisyon, bu konuda teknik bilgileri olmadığı için bilim adamları ve teknik uzmanları da çağırıyorlar. Bunun üzerine Ankara imar planını hazırlayan Profesör Hermann Jansen, Bakanlıklar Mahallesi’ ni ve Güven Parkı yapan Profesör Clemens Holzmeister, Mimar Bruno Taut, heykeltraş Rudolf Belling çağırılıyor. Komisyonda anıt mezarın nereye yapılması gerektiği konuşuluyor. Bir çok öneriler çıkıyor, Çankaya köşkünün olduğu tepeye, Kaleye, Kızıl tepeye yapalım önerileri oluyor. Trabzon Milletvekili Mimar Mithat Aydın karşı çıkıyor “Bunların hiçbiri Ankara’ nın her yerinden görülmez” diyor. Mithat Bey Ankara’ da araştırma yapıyor ve bugünkü yeri, o zamanki adı RASAT Tepeyi öneriyor. 7 Ocak 1939 günü hemen kamulaştırmaya başlanıyor, 550.000 metrekare kamulaştırma planlanıyor. Fakat İkinci Dünya Savaşı nedeniyle proje duruyor, daha sonra kamulaştırma 7 Temmuz günü tamamlanıyor, 287 dönüm kamulaştırılmış oluyor. Anıtmezar Projesi 1941 yılında başlıyor, 1 Mart 1941 günü proje yarışması açılıyor, 2 Mart 1942 günü yarışma tamamlanıyor. Bunların içinden 3 eser seçiliyor. Eserlerin üçü de aynı değerde bulunuyor. Bu eserlerden birisi Güzel Sanatlar akademisinden Profesör Rudolf Belling ile Doçent Oğuz Arda’ nın projesi, birisi Alman Profesör Johannes Kruger’ in projesi, diğeri de İtalyan Profesör Arnaldo Foschini’nin projesi . Genel Kurmay ve Hükumet temsilcileri Atanın anıt mezarının yabancı bir mimara yaptırılmasını uygun bulmuyorlar. Hükümet 7 Mayıs 1942 günü Oğuz Arda’ nın projesini kabul ediyor. Sonuç bir ay sonra 9 Haziran günü açıklanıyor. Komisyon, bir buçuk sene sonra 28 Ekim 1943 günü projenin sahibinden bazı düzeltmeler yapılmasını talep ediyor. 18 Kasım günü uygulama projesi onaylanıyor. İnşaat bir sene sonra 28 Ekim 1944’ te başlıyor. Tepenin üzerindeki toprak kaldırılıyor, toprağın altından iki tane Frig soylusuna ait mezar çıkıyor. Onun üzerine inşat durduruluyor ve Dil Tarih Arkeoloji bölümünden uzmanlara haber veriliyor. 1 Temmuz 1945′ de arkeoloji kurtarma kazıları yapılıyor. Ondan sonra İnşaat yeniden başlıyor ve 15 yıl süren Anıtkabir projesi 1953 yılında bitiyor. Atatürk’ ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü Etnoğrafya’ dan Anıtkabir’ e törenle naklediliyor.”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Anıtkabir merdivenlerinin başındayız. Vedat Hoca açıklamalarına devam ediyor:
“Arkadaşlar Anıtkabir yapısı buradan başlıyor. İleride bayrak direği gözüküyor, oraya doğru Giden yol Aslanlı Yol. Aslanlı Yolun 4 köşesinde kule var. Gördüğünüz bu merdivenlerin bir anlamı var. Karşımızda gördüğünüz merdiven 26 basamaklıdır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatır.
Yolun sonunda, şimdi tören alanı denilen yerin adı Zafer alanıdır. Buradaki isimler hep milli mücadele ile ilgilidir. Zafer alanı ve Aslanlı Yolun dört köşesinde kuleler vardır. Bunların her biri milli mücadele adımıdır. Ona göre sırayla adlandırılmıştır. Kulelerin üzerinde mızrak uçları vardır. Bu eski bir Türk geleneğidir, Türkler çadırlarının ortasına mızrak takarlardı. Bunların adı temrendir. Mızrak ucu manasındadır. Orta Asya’ dan gelen bütün Türklerin mızrak uçları bu şekildedir. Türklerde bu mızrak uçları aynı zamanda çadırı toplayıp tutar.”
Anıtkabir’de İstiklal Kulesi, Hürriyet Kulesi, Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Cumhuriyet Kulesi, Barış Kulesi ve İnkılap Kulesi olmak üzere toplamda 10 adet kule yer alıyor.
Bu açıklamalardan sonra yürüyüşümüze devam ettik. Karşımızda aslanlı yol var. Aslanlı yol 260 metredir. Yolun İki tarafında 12’ şer aslan var. Bunlar tarihteki 24 Oğuz boyunu anlatır.
Vedat Hocamızın anlatımı eşliğinde kuleleri gezmeye başlıyoruz.
İstiklal Kulesi: Bu kule Aslanlı Yol girişinde hemen sağ tarafta karşımıza çıkıyor. Kulenin iç duvarındaki kabartmalarda kaya üzerinde bir kartal ve kılıç tutan bir genç bulunuyor. Kartal güç ve bağımsızlığın sembolü iken, kılıç tutan genç erkek figürü ise Türk milletinin gücü ve kudretini temsil eder. Kulenin içindeki Top arabası Dolmabahçe’ den Sarayburnu iskelesine cenazeyi çeken top arabasıdır.
Kulenin önünde üç kadın heykel grubu var.
Bu üç kadın Türkiye kadınlarını temsil ediyor. Yerel kıyafet giymişler. Ellerinde tuttukları vatan toprağından çıkan başak grubudur. Bu heykelleri Hüseyin Özkan yapmıştır. Elinde tas olan kadın Tanrıdan rahmet diliyor, bu bir Türk geleneğidir. Diğer kadınlar üzgün görünüyor.
Hürriyet Kulesi Aslanlı yolun sol tarafındaki kuledir. Önünde erkeklerden oluşan üçlü heykel grubu vardır. Bu heykelleri de Hüseyin Özkan yapmıştır. Heykeller Türk aydını, askerini, çiftçiyi anlatmaktadır.
Kulenin içindeki kabartmalar Zühtü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Bu kabartmalarda özgürlük anlatılıyor, bunu melekle simgelemiş. Melek elinde kâğıt tutuyor, özgürlük bildirgesi, at başı da Türklerde özgürlüğün simgesidir. İçeride sergilenen tekne de Atatürk’ün Çubuk barajında gezdiği teknedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Müdafai Hukuk Kulesi
Aslanlı yolun sonunda solda bulunan kuledir. Burası hakların savunulması “Müdafai hukuk” kulesidir. Kabartmada ağaç figürü ve millet var, millet elinde kılıç tutan erkek olarak tasvir edilmiş. Ağaç meşedir, Cumhuriyeti, zaferi simgeler. Cumhuriyet ağacı yükseliyor, millet kılıcıyla Cumhuriyeti savunuyor, elini de kaldırmış, yaklaşmakta olan düşmanlara “durun gelmeyin” diyor. Kulenin yapımında kullanılan sarı taşların hepsi Çankırı travertenidir. Eserler bunların üzerine işlenmiştir. Bu kabartmayı Nusret Suna yapmıştır.
Mehmetcik Kulesi
Bu kule için Zühtü Mürüdoğlu’ nun yaptığı kabartmada, Türk askerinin evinden ayrılışı anlatılır. Kompozisyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen, gururlu, hüzünlü anneyi tasvir eder.
Zafer Alanı
Şimdi Zafer alanının tam önündeyiz. Alan 10900 metre kare, toplam 15000 kişi alıyor. Bu alana törenler için bir çok defa gelmişimdir. Şimdi görüyorum ki bu alanın ve bu sembollerin manasını bildiğinizde geldiğiniz alan Zafer alanı oluyor yoksa Tören alanına gelmiş oluyorsunuz.
Zafer Kulesi
Zafer kulesi meydanın sağ tarafında bulunmaktadır.
Bu kule tarih boyunca kazandığımız zaferleri temsil etmektedir. Kulenin duvarlarının iç yüzüne, kazandığımız bazı zaferlerin tarihleri ve Atatürk’ün birkaç özlü sözü yazılmıştır. Zafer kulesi içinde Atatürk’ün Lincoln marka arabası var.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, İlter AKINOĞLU
Barış kulesi
Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözüne ithafen yapılmış olan bu kule zafer kulesinin tam karşısındadır. Zafer kulesi ve Barış kulesi arasında İsmet İnönü’nün kabri bulunmaktadır.
Ulusal Egemenlik kulesi
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kâğıdın üzerinde 23 nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Hakkı Atamun’ un kabartmasında Kadın ulusal egemenliği temsil ediyor. Anahtar da Meclisin anahtarı oluyor.
Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma
Sakarya kabartmaları Anıtkabir Merdivenin sağ tarafında bulunmaktadır.
İlhan Koman’ın eseridir. Savaşın aşamalarını anlatır. Düşman Anadolu’yu işgal ediyor, halk evlerini bırakıp yollara düşmüştür. Erkek geriye dönmüş, düşmana bir gün gelip öcümüzü alacağız diyor. Diğer bölüm savaşa hazırlığı anlatmaktadır. Bu hazırlığın ve savaşın ne kadar zor koşullarda olduğunu gösteriyor. Kağnı çamura batmış, çıkarmaya çalışıyorlar, kadınlar da yardım ediyorlar. Diğer kabartma savaşın başlangıcını anlatıyor. Kadının elinde kılıç var. Yukarıdan gelen de zafer meleğidir.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi konulu kabartma
Mozoleye çıkan merdivenlerin sol tarafında bulunan kabartmalardır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatıyor. Zühdü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Anadolu halkı savaşa giden oğlunu yolcu ediyor, yandaki kabartmada Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emrini veriyor. Diğer figür Türk ordusunun taaruzunu sembolize etmektedir. Yanındaki figürde ise Zafer Meleği vardır.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Anıtkabir ve Mozole
Ön cephede 8 sütun, yan cephede 14 sütun vardır. Sağda onuncu yıl marşı, diğer tarafta gençliğe sesleniş var. İçeriye şeref holü deniyor. Şeref holü tamamen mermerdir. Taban Adana ve Hatay mermeri, yan duvarlar Afyon ve Bilecik mermerlerinden yapılmıştır. Tören meydanından sütunlu mozoleye toplam 42 adet basamaklı merdivene tırmanarak ulaşılmaktadır. 42 basamak bize Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiğindeki yaşı olan 42 sayısını göstermektedir. Anıtkabir’in dış cephe duvarlarında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku bulunmaktadır.
Ortada lahit vardır, Lahit Osmaniye kızıl mermerinden yapılmıştır, tek parçadır, 40 ton ağırlığındadır. Mezar odası alttadır. Tavan altın işlemelidir. 28 Ekim 1938 tarihli Atatürk’ün orduya son mesajını burada görebilirsiniz. Solda da Türk ulusuna taziye mesajı vardır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Misakı Milli kulesi (Ulusal Ant kulesi)
Vatanın birliği beraberliği için ant içiyorlar. Nusret Kuman’ın kabartması var. Buradan Atatürk’ün şahsi eşyalarının bulunduğu müzeye geçtik. Müzede Atatürk’ün şahsi eşyaları, Çanakkale savaşının canlandırılması, kurtuluş savaşını anlatan tablolar ve kurtuluş savaşının kahraman komutanlarının tabloları vardır.
Bu alandan çıkıştığımızda karşımıza bayrak direği geliyor.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Bayrak Direği
Vedat Hoca bayrak direğini gösteriyor “Bu bayrak direği 33,5 metre uzunluğunda, ilk hali Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı Nazmi Cemal tarafından hediye edildi, tek parça olarak gelmişti. Alttaki kabartma Türkün savunma gücünü, zaferi ve barışı anlatıyor.”
Bayrak direğine bakıyorum; üzerinde ay yıldızlı Bayrak dalgalanıyor.
Bir an geçmişe gidiyorum; at kişnemeleri, top sesleri, derken gür bir ses duyuluyor “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri “
Sonra geçmişle gelecek sanki birbirine karışıyor. Mehmet Akif mi o şiir okuyan?
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;”
Sesler çoğalıyor, çoğalıyor önce Anıtkabir meydanı bu sesle doluyor; sonra bütün Türkiye’yi sarıyor . Şimdi Herkes Birlikte söylüyor
TRT Ankara Radyosu spikeri yumuşak bir ses tonu ile “Şimdi memleket saat ayarını veriyorum.” anonsu yaptı. Kısa bir sessizlik, sonra “Dong” diye bir ses ve ardından tekrar spiker: “Saat 19.00”.
Yıl 1923, o zamanlar saat ayarları Ankara’dan böyle verilirmiş. Binaların hikayelerini dinlediğinizde geçmişe gidiyorsunuz. Önünden acele ile geçtiğiniz binaların hikayelerine baktığınızda bir yaşam dilimini temsil ettiklerini görüyorsunuz. Aşklar, kinler, emekler, çabalar, özveriler… Her bina sanki canlı bir varlık, dinlerseniz size çok şey anlatıyorlar. Binalar yapıldıkları döneme ait bilgileri de saklıyorlar.
Dr. Vedat Oygür ile Ankara’yı geziyoruz. Aslında bu bir gezme değil, tarihte yolculuk, tarihe şahit olmak, hatta tanışmak, binalarla tanışmak!
Ankara’da tarihe şahit olmak ülkenin tarihini görmek gibi. Çünkü Cumhuriyetle birlikte her şey Ankara’da başlamış. Temeller Ankara da.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Türk Hava Kurumu’nun önündeyiz. Vedat Hoca anlatmaya başlıyor:
“Türk Hava Kurumu, Atatürk’ün talimatıyla yaveri Cevat Abbas Gürer tarafından Türk Tayyare Cemiyeti olarak 1925 yılında kuruluyor. O zamanlar kuruluş amacı uçak yapmak, uçak yedek parçaları üretmek, havacılık personelini yetiştirmek. Alman uçak firması ile “Tayyare, Otomobil Motor Türk Anonim Şirketi” kuruluyor. Bu şirket ilk uçak fabrikasını da Kayseri’de 1926-1928 yılları arasında açıyor. İlk uçak da 1930 yılında üretiliyor. Bundan sonraki on yılda, 5 ayrı türde 134 uçak üretiliyor ve Avrupa’ya satılıyor. 1926 yılında Tayyare Makinist Mektebi açılıyor. Yine aynı yıl Eskişehir’de uçak bakım ve onarım fabrikası kuruluyor. 1935 yılında Türk Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu adını alıyor. 1936-1938 yıllarında da binası yapılıyor.
Türk havacılık sektörü böyle gelişince Nuri Demirağ 1936’da Beşiktaş’ta havacılık şirketini kuruyor. 1938’de ilk uçağını iki motorlu 6 kişilik yolcu uçağı olarak yapıyor. 1940’ta Ankara Planör Fabrikası kuruluyor. 1944 yılında da Etimesgut Hava Alanı yapıldıktan sonra Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor. Burada sağlık ve nakliye uçakları yapılıyor. 1946’da Gazi Orman Çiftliği’nde uçak motorları fabrikası kuruluyor. Artık Avrupa’ya uçak motorları da satılmaya başlanıyor. 1948 yılında Amerikan Marshall yardım planı imzalanıyor. Ardından 1951 yılında uçak fabrikaları, motor fabrikaları kapatılıyor. O zamana kadar bir sanayi kurumu olan THK sonra bir eğitim kurumuna dönüşüyor.” Rüya gibi… Önce uçuyoruz, sonra da bir rüya gibi bitiyor.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Tarihte yürüyüşe devam ediyoruz. İkinci durak eski TRT Ankara binası.
“1927 yılında Türk Telsiz Telefon şirketi kuruluyor. Bu şirketin verici istasyonları var. Bunlar radyo yayını yapacak şekilde donatılıyor. Ekim ayında İstanbul radyosu, 18 Kasım’da da Ankara Radyosu yayına başlıyor. 1936 yılında radyo telefon işleri PTT’ye veriliyor. 1937-1938 yıllarında Ankara Radyosu binası yapılıyor. O zamanlar Radyo yayınları kuruluşundan itibaren sadece haftada üç gün gerçekleştiriliyor. Saatleri de kısıtlı; sabah 8.30-12.30 arasında, akşam 18.00-23.00 arasında yayın yapılıyor. Kesintisiz yayın 1938 yılında başlıyor.”
Günümüzde 24 saat televizyon seyrederken bunlar çok garip geliyor. O zamanki şartlar Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış bir ülke için çok zor. Ama yılmadan çalışarak, başarmışlar.
“Radyo programları arasında sabahları Tarlaya Doğru programı var. 7.30’da Sabah Ajansı, sonra Evin Saati diye kadınlara özgü bir program var. Bu programda, ev ekonomisi, beslenme, çocuk bakımı gibi konular işleniyor. Sonra piyesler, 13.00 ve 19.00’da ajans var. Çeşitli müzik programları, akşamları politik, aktüel konuların işlendiği programlar, Küçüklere Masallar, Edebiyat Saatleri, Mikrofonda Tiyatro Saatleri isimli programlar da vardı. Radyo hem kültür hem eğitim hem de eğlence aracıydı. 1 Mayıs 1964 tarihinde ise Ankara Radyosu bitecek ve TRT adında yeni bir dönem başlayacaktı.”
Radyo tiyatrolarını ben de hatırlıyorum. Çok güzel olurdu. Hatta bazen elektrikleri kesilir, mum ışığında radyo tiyatrosunu dinlerdik. Radyo dinlemek günümüzde de keyifli oluyor. Görüntülü olmadığı için ekranın karşısında hapsolmuyorsunuz.
Ankara Sıhhıye’de bir olgunlaşma enstitüsü; acaba ne hikayeleri var bu binanın?
Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Olgunlaşma Enstitüleri, Kız Sanat Enstitülerinin yüksek kısmı olarak açılıyor. İlk Olgunlaşma Enstitüsü 1946’da Beyoğlu’nda açılıyor. Ankara’da ise 1958’de açılıyor. 1959’da giyim sanayi gelişince İsviçre’den bir uzman getiriliyor. O uzmanın kontrolünde Olgunlaşma Enstitüsünün bünyesinde Konfeksiyon Atölyesi adı altında hazır giyim atölyesi kuruluyor. O zaman sadece kız sanat okulu mezunlarını kaydediyorlar. Olgunlaşma Enstitüsü çeşitli mekanlarda eğitim verdikten sonra 1962 yılında Sıhhıye’deki binasına taşınıyor.” Şimdi de Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin önündeyiz.
“Buradaki binalara bakınca Mimar Ernest Egli’yi hatırlamak lazım. Prof. Ernest Egli Milli Eğitim Bakanlığı’nın mimarı, aynı zamanda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinin Müdürü ve Öğretmeni. Cumhuriyet döneminde kadınların eğitimine de önem verilmiş, Kız Sanat Enstitüsü 1928 yılında açılmış. Daha sonra adı İsmet Paşa Kız Sanat Enstitüsü oluyor. Okulun 1931 yılında 26 öğretmen, 15 öğrencisi var. Okulda akşamları da eğitim veriliyor. Akşam sanat kursuna 267 Ankaralı kadın katılıyor. Ankaralı kadınlar eğitime önem veriyorlar. 1932 yılına gelindiğinde öğrenci sayısı hızla artıyor, bunun üzerine öğretmen sayısı 65’e çıkıyor. 1935 yılında öğretmen yetiştirmek için Kız Teknik Öğretmen Okulu aynı binada açılıyor. Kız Teknik Öğretmen Okulu 1969’da Gazi Eğitim Teknik Okullar kampüsüne taşınıyor. Daha sonra İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak faaliyet gösteriyor. Bu okullar zamanında sergiler açan, bürokrat eşlerinin, elçilerin eşlerinin kıyafetlerini yönlendiren öncü bir moda kuruluşu gibi sosyal hayata katkıda bulunuyorlar.”
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU
Şimdi Sıhhıye deki Türk Tarih Kurumu binasının önündeyiz, çift başlı kartal logoları olan bu bina bize ne anlatacak acaba? Hocamız binanın diline tercüman oluyor: “Yeni Cumhuriyet halka ulusal bir kimlik kazandırmak istiyor. Bunun için de halka kim olduğunu öğretecek tarih ve dil biliminin anlatılması gerekmekte. Tarih ve dil bilinci için 1923 yılında Ziya Gökalp’in düşüncesi ile “Serbest Ali” dersleri başlıyor. Bu derslere memurlar, bürokratlar ve orta öğretim görmüş insanlar katılıyor. Çok rağbet görüyor dersler. Ziya Gökalp felsefe dersi veriyor. Verilen dersler içinde Avrupa tarihi, dil bilim dersi, Türkçe dersi, edebiyat dersleri, genel iktisat, Türkiye iktisadı, çağımızın iktisadı, yakın çağ tarihi, Doğu sorunu, hukuk dersleri de var. Bu başlangıçtan sonra 1925 yılında da hukuk mektebi kuruluyor. Bu okul Ankara’nın ilk yüksek okulu oluyor. 1931 yılında ulusal kültürü geliştirmek için Türk Tarih Kurumu, 1932’de de Türk Dil Kurumu kuruluyor. Bu kurumların bünyesinde fakülte tartışmaları oluyor. Ankara’da Toplum Bilim Fakültesi kurulacağı görüşleri gazetelerde yazılıyor, konuşuluyor. Fakültenin eğitim konusu olarak tarih, coğrafya adı geçiyor, sonra Bilim ve Tarih Coğrafya Fakültesi olarak 1935 yılında kuruluyor. 1936 yılında öğretim bir apartmanın giriş katında başlıyor. İlk dersi 9 Ocak’ta halk evinde Afet İnan Hanımefendi veriyor. Bu ilk derse Atatürk, bakanlar, bürokratlar ve çok geniş bir davetli grup katılıyor. Dil Tarih Coğrafya Fakülte binası Mimar Bruno Taut’un tasarımıyla yapılıyor. Bruno, Mimar Sinan hayranı, derslerinde öğrencilerine hep onu anlatıyor. Onun anısına Mimar Sinan heykeli fakültenin bahçesine konuluyor. 1940 yılında bu binaya taşınıyor. Mimar Bruno iki sene içinde çok işler yapıyor, Türkçe kitaplar yazıyor. Türklere bu kadar yakın olması sebebiyle Edirne Kapı Askeri Şehitliğine tek gayrimüslim olarak defnediliyor. Okulun (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) giriş kapısının üstünde cumhuriyet ideolojisinin özü olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” yazar. Duvarda Atatürk’ün maskı vardır. Okulun bahçesinde bulunan Mimar Sinan heykeli Hüseyin Anka tarafından yapılmıştır.”
Dil Tarih Fakültesinin içinde bir zamanlar hizmet veren Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yer alır. Hocamız bu kurumların tarihine götürüyor bizi:
“Tarih konusunda çalışmalar erken başlıyor, Türk Ocağının içinde ilk fikirler ortaya çıkıyor. 1930 yılında Türk Ocağı Kurultayında bir dilekçe veriliyor, Tarih konusu ayrı bir kuruluş altında çalışılmalı deniyor. Bunu üzerine Türk Tarih Heyeti kuruluyor. Bu heyet, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi çalışmalarını yapıyor. Türk Ocağı 1931 yılında kapatılıyor. Türk Tarih Heyeti üyeleri Türk Tarih Tetkik Cemiyetini kuruyorlar. Bir yıl sonra da Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurulmasına karar veriyorlar. 1932 yılının sonbaharında iki kurumun da adı değişiyor, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil kurumu adını alıyorlar. Önce halk evi binası içinde çalışıyorlar. 1940 yılında Dil ve Tarih Fakülte binası yapılınca ikisine de burada yer veriyorlar. Türk Tarih Kurumu binası 1962 yılında Süleyman Turgut Cansever’in tasarımıyla yapılıyor. Kurumun simgesinin kartal olmasının nedeni Anadolu’da yaşayan medeniyetler simge olarak hep kartal kullanmışlardır.”
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Biraz daha yürüdükten sonra İhtisas Hastanesine ait bir binasının önüne geliyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Eskiden burada Deve Konağı varmış. Deve kervanları buradan kalkarmış. Abdülhamit zamanında 1887’de Mektebi İdadi Mülki yani mülkiye lisesi kuruluyor. Bu okulun amacı memur, bürokrat yetiştirmek. Bina Ankara taşından yapıldığı için Ankara halkı buna taş mektep diyor. Artık fotoğraflarda kalmış bir bina. Bu okul 1917’de Ankara Sultanisi adını alıyor. Daha sonra Milli Mücadele başlayınca Taş Mektep, Savunma Bakanlığı oluyor. 1921’de Erkek Öğretmen Okulu burada eğitime başlıyor. 1924’te kendi binasına gidiyor, adı Ankara Erkek Lisesidir. 1939 yılında Sıhhiye’de Bruno’nun yaptığı liseye taşınıyor. Adı Atatürk Lisesidir. 1960 yılında taş mektep yıkılıyor, 1964 yılında yerine Yüksek İhtisas Hastanesi binası yapılıyor.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Yürüyüşümüz öğrencilerin seslerinin geldiği okula yöneliyor. Demir parmaklı giriş kapısını önündeyiz, görkemli bir okul. İnsan yeniden öğrenci olmak, lise yıllarına dönmek istiyor. Okulda bir tören var, fazla yaklaşamıyoruz. Hocamız özet bilgi veriyor:
“Ankara Kız Lisesi 1923’te kuruluyor. (Şimdilerde karma eğitim yapılmaktadır.) İlk yeri Hacı Bayram Mahallesinde, 79 öğrencisi var. 1925 yılından sonra Yahudi mahallesindeki Rum mektebine taşınıyor. Ernest Egli okulun mimari, okulun binasını yapıyor. 1930‘da inşaatın bir kısmı bitiyor ve öğretim bu bitirilen kısımda başlıyor. 1933’te tamamı bitiyor. O yıllarda okulun yatılı bölümü de var.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Ankara manzarasını seyredebileceğiniz, rahat bir şekilde çayınızı da içebileceğiniz, görkemli iki yapının önündeyiz. Binalara baktığınızda sanat, tarih, Cumhuriyetin kuruluşu hakkında birçok konuyu görüyorsunuz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor: “Burası Ankara namazgahı, Osmanlı döneminde namazgahlar yapılıyor, halk burada toplanıp karar alıyor. Ankara namazgahını, dikdörtgen geniş bir alan olarak düşünün. Namazgah denilen yerin üstünde ve kıbleye bakan yerinde hiçbir yapı olmayacak, boş olacak. Üç sıra taşla çevreye duvar yapılıyor, kıbleye bir minber ve musalla taşı konuluyor. Önemli kararlar alınacağı zaman bütün halk orada toplanıyor. Bu alanlarda Osmanlıda pehlivan güreşleri, cirit oyunları da yapılıyor. 5 Ekim 1914 günü Ankara namazgahına bayrak çekiliyor, bayrağı gören halk namazgaha geliyor. Günlerden Cuma, namazdan sonra Beynamlı Hacı Mustafa Efendi konuşma yapıyor. Vatanı düşmanın işgal ettiğini, düşmanı atana kadar savaşmak gerektiğini söylüyor. Ankara halkı sonuna kadar savaşacaklarına ant içiyorlar. Ankara Milli Alayı kuruluyor. Komutanı Hacı Mustafa oluyor. Cumhuriyet döneminde buraya Türk Ocağı ve Etnografya müzesi yapılmasına karar veriliyor. Arif Hikmet Koyunoğlu yarışmayı kazanarak mimarlığını yapıyor. Arif Hikmet, 1.Ulusal Sanat döneminin Selçuklu ve Osmanlı üslubunun mimarlarından. Mimarın hayat öyküsü de bir kitap olacak şekilde. İstanbul’daki Sanai Nefise, Güzel Sanatlar Okulu ilk defa sınav açıyor. Arif Hikmet sınava giriyor ve birincilikle kazanıyor. 38 kişi içinde tek Türk mimar olarak okula giriyor. 1908 yılında okula başlıyor, 1914’te mezun oluyor. 1915’te askere alınıyor ve Sarıkamış’a gönderiliyor. Buradan dönebilen 216 kişiden biri de Arif Hikmet. İstanbul’a dönüyor, İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanıyor, iki yıl hapis yatıyor. Sonra Ankara’ya gelip Milli mücadeleye katılıyor. Kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, Ankara namazgahında yapılacak eserlerin proje yarışmasına katılıyor ve kazanıyor. 1926 yılında iki binanın da inşasına başlıyor. Atatürk binaların önünün park olmasını istiyor. İki bina da Selçuklu, Osmanlı mimarı tarzını yansıtmakta. Anadolu anıtsal mimarisi göz önüne alınarak yapılıyor bu binalar. 4 Kasım 1927’de Atatürk heykeli binanın önüne konuluyor. Heykel, doğuya bakıyor Cumhuriyet kuruldu, vatan kurtuldu, artık Anadolu’yu imar edeceğiz mesajını veriyor.
Binalarda İnşaat 1930 yılında bitiyor. İstanbul’da olan Türk Ocağı, Ankara’ya bu binaya geliyor. 1931’de Türk Ocağı Rusya ile ilişkiler nedeniyle kapatılınca Türk Ocağı Halkevi oluyor. Halkevi binası daha sonraları tiyatro ve nikah salonu olarak da kullanılıyor. 1975’te devlet resim ve heykel müzesi oluyor. 1938’de Atatürk öldüğü zaman naaşı için binada katafalk yapılıyor. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım 1938’de buraya taşınıyor, 10 Kasım 1953’e kadar burada kalıyor ve Anıtkabir bitince yerine taşınıyor.” Etnografya Müzesinin yanındaki yolun karşısında, üzerinde saat bulunan bina dikkatimizi çekiyor. Vedat Hoca: “Ernest Egli, Ticaret Mektebi olarak 1928 yılında yapıyor bu binayı”, diye hemen bilgi veriyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Yürüyüşümüz devam ediyor, Numune Hastanesinin önündeyiz.
“Burada 1881’de “Gureba Hastanesi” adıyla hastane kuruluyor. O zamanlar hastane yoktu, doktorlar evlerinde hastalara bakardı. Bu hastane 1924’te “Ankara Numune Hastanesi” adını alıyor. Gördüğümüz yapıya ilk halinin üzerine birçok ilaveler yapılmıştır.”
Hacettepe’ye doğru yürüyüşe devam ediyoruz. Trafik lambalarında bir müddet bekliyoruz. Geçmişten geleceğe giderken trafik kalabalık. Lambalardan geçiyoruz, Hacettepe’nin yanındayız. Bir yanımızda Hacettepe diğer tarafta yolun ortasında bir mezar. Hocamız anlatmaya devam ediyor: “Ankaralıların önem verdikleri bir mezar, halk mezarda yatana Tezveren Sultan diyorlar. Tezveren Sultan aslında Ankara Kalesi Komutanı Yakup Bey, 1402 yılında yapılan savaşta şehit oluyor ve buraya gömülüyor. Mekânı cennet olsun.”
Mezarın karşı tarafında Hacettepe var. Neden ismi “Hacet” ile başlıyor biliyor musunuz? Eskiden insanlar hacetlerini buraya gelip rüzgara bağırarak söylerlermiş. Çözüm olmasa da rahatlatıyor olmalı.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Gezimizin son noktası, her zamanki gibi bir kafede çay veya kahve eşliğinde sohbet etmek.
Geçmişten geleceğe yolculuk hiçbir zaman bitmeyecek. Her şey fotoğraflarda gelecek nesillere aktarılacak, anılarda saklanacak.
Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 33 duraklık Anafartalar Caddesi civarı gezimiz için Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.
Hocamızdan öğrendiğimiz bilgilere göre; Osmanlı zamanında yapılan Erkek Öğretmen Okulu, Meclis açıldığı dönmede Milli Eğitim Bakanlığı olur. 1947’de çıkan yangın sonrası yerine Ulus İşhanı yapılır. Daha önceleri Taşhan Meydanı olarak bilinen meydanın ismi de Ulus Meydanı olarak değiştirilir.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Taşhan (ASBÜ), 1880 Yılında Vilayet mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yaptırılır. Zamanın çok konforlu, içinde sıcak su bulunan bir mekanıdır. Ankara’ya tren geldiğinde binanın önemi çok daha fazla artar ve ismi Angora Otel olarak değiştirilir.
Gezimize Roma Ana Caddesi’nin hizasından yukarı Anafartalar Caddesine doğru yürüyerek devam ediyoruz. Roma Caddesinde kazılara devam edildiğini gördüğümüzde bize güzel sürprizler sunacağını düşünerek heyecanlanıyoruz.
Zincirli Camii: Ankaralı Mehmet Emin Efendi 1685 yılında Şeyhülislam olunca Ankara’ya pek çok yatırım yapar. Bunlardan en önemlileri Zincirli Camii, Suluhan ve Şengül Hamamı’ dır. Cami ilk yapıldığında klasik Ankara evi formu olan alt kat taş üstü ahşap kerpiç bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
AnafartalarÇarşısı, 1967’de Ankara’nın ilk alışveriş merkezi olarak yapılır. İlk yürüyen merdivenin olduğu çarşının içi sanat galerisi gibidir. Nuri İyem, Süreyya Koral gibi değerli sanatçıların çok güzel sanat eserlerini duvarlarında barındırır.
1930’lu yıllarda yapılan Büyük Apartmanı’nın, olduğu yerde Koç ailesinin ilk evi vardır ve Vehbi Koç bu evde doğmuştur. Binada VEKAM’ın müze yapmak için restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Birbirine bitişik nizam yapılmış Paket Postanesi ve Basın Binası’nın hizasından grubumuz ile birlikte yürümeye devam ediyoruz.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Büyük Apartman ve Anafartalar Çarşısı
Ankara’ nın ilk Şehremaneti (Belediye) Binası, olan ve 1949 yılında mimar Nezih ERDEM tarafından caddeye uyumlu olması amacı ile bir kenarı yuvarlak biçimde tasarlanan Ankara taşından yapılmış bir binadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK– ilk Belediye Binası
Mermercioğlu Hanı; Ankara’nın eski köklü ailelerinden Mermercizadelerin aile apartmanıdır. 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmış işçilikli bir binadır. Kavisli pencereleri, çatının işlemeli geniş saçakları, oymalı balkonlarıyla göz doldurmaktadır.
Alibey Hanı: Han, günümüzde sayıları çok azalmış olan Ankara’ nın kuleli binalarındandır. Doktorların muayenehanelerinin olduğu Hekimler Sokaktadır. Binada merdiven kovaları kubbeye kadar çıkar. Daha sonra merdivenlerin olduğu o kova boşlukları da odaya çevrilir.
Ali Kütükçü İşhanı, Toygar Hanı, Köklü Han, Talas Han, Hanif Han yan yana cadde boyunca inci gibi sıralanmışlardır. Bazılarının en üst katında Kuşgana denilen tek odalı seyir odaları mevcuttur.
Adalet Hanı, cadde üzerinde yer alan bir diğer kuleli bina olup, avukatların yazıhane olarak kullandığı bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Mermercioğlu Hanı, Alibey Hanı, Adalet Hanı
Cadde üzerinde biraz daha ilerlediğimizde karşınıza muhteşem bir bina çıkar Sakarya Apartmanı. Bu binayı Nuri CONKER yaptırmıştır. Conker Atatürk’ün Selanik’ten okul arkadaşı ve daha sonraki yıllarda Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaştığı silah arkadaşıdır. Soyadını da Conk Bayırından esinlenerek almıştır.
Cadde ile uyumlu bir şekilde kesimi yapılmış olan Anafartalar Apartmanı, Caferoğlu İşhanı, Moda Terzihanesi derken Ankara Pasta Salonu’ nun muhteşem kubbeli binasına geliyoruz. Burası vakti zamanında Ankaralıların sosyalleştiği, çok güzel tatlılar ve içeceklerin yer aldığı, buluşma noktası olan bir mekandır.
Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası, 1925’te Mimar Tahsin Bey tarafından 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinden izler taşır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – Sakarya Apartmanı, Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası
Gülhane İşhanı (Büyük Otel-Hasan Fehmi Ataç Apt.); 1920’li yılların başında yaptırılan bina, ilk meclis hükümetinde Maliye Bakanı Hasan Bey’ e aittir. 1950’lerde otele dönüştürülmüştür. Şehrin ilk lüks otelidir. Günümüzde ise iş hanıdır. 1956’ da binanın alt katında, Rumelili Mehmet Raci tencere usulü ev yemekleriyle Ankara’ nın en eski restoranı olan Boğaziçi Restoranı’ nı açar ve hala günümüzde de burası aynı isimle yaşamaktadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1.Vakıf Apartmanı, 1925’te Mimar Yahya Ahmet Bey tarafından yapılmıştır. Kendisi aynı zamanda Hükümet Meydanında bulunan eski Maliye Bakanlığı binasının da mimarıdır. 1. Ulusal mimari tarzında köşeleri yuvarlak ferforje balkonlu, geniş çatı saçakları olan, orjinali büyük ihtimalle yine oval pençelerinin olduğu gösterişli bir binadır. Dönemin ünlü doktoru Neşet Naci’nin de bulunduğu pek çok doktor muayenehanelerinin bulunduğu bir binadır.
Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye i Etfal Cemiyeti): 1926’ da yapılan Çocuk Esirgeme Kurumu binasının mimarı, Ankara’ da Etnografya Müzesi gibi pek çok güzel esere imza atan Arif Hikmet KOYUNOĞLU’ dur. Üç bloktan oluşan binanın arkasında Ankara’ nın ilk çocuk parkı ve yüzme havuzu yer alır. Binalara çok güzel isimler bulan Ankara halkı, bu binaya “Çocuk Sarayı”, önünden geçen caddeye de “Çocuk Sarayı Caddesi” der.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – 1.Vakıf Apartmanı, Çocuk Esirgeme Kurumu Binası
2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi: Bu bina 1927’ ye kadar mahkeme olarak kullanılmıştır. Altı taş üst katı kevgir klasik Ankara evi formundadır. Nezarethane olarak da binanın altında yer alan Rum Anaokulu kullanılmıştır. Ankara Üniversitesi tarafından restore edilerek, Üniversite’nin Ankara Çalışmaları, Araştırmaları ve Uygulama Merkezi olarak hayatına devam etmektedir.
İlk Rus Elçiliği: Şu an arsasında hiçbir yapının olmadığı ve açık otopark olarak kullanılan yerde eskiden elçilik binası vardı. Rivayete göre; ilk Rus Elçisi Kurşunlu Camii’ nin minaresine Ankara’ yı yukarıdan görmek için tırmanır, iyice yukarıya çıktığı esnada minarede ezan okumaya hazırlanan caminin imamı sarkıp kendisine bakar ve elçinin dikkati dağılarak minareden düşüp ölür.
Kurşunlu Camii: Anafartalar Caddesi’ nin köşesinde yer alan kare planlı, taş duvarlı, kurşundan yapılmış kubbesiyle 16. Yüzyıl Ankara camisidir. Caminin önünde yer alan ve trafiği yoğun olan geniş alana Samanpazarı Meydanı denir. Meydanda Nakşibendi Medresesi ile Tekkesi, Hüseyin Dede Türbesi ve 12 tane musluğu olan çok büyük anıt çeşme diyebileceğimiz bir çeşme yer alır. Halk bu büyük çeşmeye Elmadağ Çeşmesi ismini vermiştir.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK– 2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi, Kurşunlu Camii
Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 20 duraklık Ulus Hal Bölgesi civarı gezi rotamızı tamamlamak üzere Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Roma döneminde kentin merkezi, halkın toplandığı pazar yeri yani Agora, bugün hükümet meydanı olarak bilinen bölgede iken; Selçuklu ’da kent merkezi kale tarafına doğru At Pazarı ve Koyun Pazarının bulunduğu bölgeye kaymıştır. Osmanlı’ da ise nüfus çoğalıp da şehir genişleyince Hamamönü’ ne doğru büyümeye başlamıştır.
Çarşı kültürü ise ilk olarak 15. ve 16. Yüzyılda görülmeye başlamıştır. Karaoğlan Çarşısı, Tahtakale Çarşısı, Uzun Çarşı. Bu dönemde ticaretin merkezi de At Pazarı’ndan Ulus’a doğru kaymıştır.
Aslında Osmanlı’da kent meydanı diye bir kavram yoktu. Mahalleler caminin avlusunun etrafında oluşurdu. Halk cami avlularında toplanırdı. Dükkanlar da cami çevresinde bulunurdu.
Dr Ali Vedat OYGÜR hocamızın uzun çalışmaları sonucu derlediği, gezide pür dikkat dinlediğimiz onca bilginin belleklerimizden silinmesine gönlüm elvermediği için; hocamızın kendi sayfasında yer alan makalelerinden de erişebileceğiniz detaylı notlardan da alıntılar yaparak, gezi rotamızda yer alan yapılar ile ilgili bilgilere bize bir arşiv ve Ankara sevdalılarına rehber olabilir ümidiyle yer vermeye gayret ediyorum.
19. yüzyılın sonlarında, bugün Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi tarafından kullanılmakta olan eski Sümerbank binasının yerinde Taşhan vardı ve bu dönem Ulus Meydanı ile sonrasında 1892’ de Bağdat demiryolu Ankara’ya uzanınca İstasyon Caddesi çok önem kazanmıştı. Atatürk heykelinin yanında bulunan Ulus İş Hanı o zamanlar Muallimin Mektebi yani Erkek Öğretmen Okulu idi.
Milli Mücadele döneminde okuldaki öğrenciler Kayseri’ ye nakledilir ve öğrenci yatakhaneleri meclise gelen millet vekillerine tahsis edilir. Meclis kurulduktan sonra da bina Maarif Vekaleti yani Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiştir. Binanın bodrum katına da meclis matbaası kurulur. 1947’ de bir yangında yanan bina yerine 1955’ te yapılan istimlak çalışmaları ile bugünkü bina inşa edilmiştir. Binanın çevresinde Yün İşi İpek İşi Ankara Markası, Birtat Pasta Salonu, Deniz Yolları Acentesi gibi dükkanlar yer alıyordu. Bu binanın karşısında ise millet bahçesi vardı. 1926 ve 1929 yılları arasında millet bahçesi düzenlenerek, içerisine çeşitli dükkanlar yapılıp şehir çarşısı kurulmuştur. 1969 yılına kadar da çarşı olarak devam etmiştir. Buradaki dükkanlardan birisi de Uğrak Lokantası idi. Bu lokantanın özelliği, Ankara’nın ilk ayaküstü yemek veren lokantası olmasıdır. Kiğılı’nın gömlek ve pantolon dükkânı da bu çarşıda bulunuyordu. Haşet Kitabevi, Hacıbekir ve Osman Nuri Şekercileri, Ankara’nın ilk çiçekçisi Sabunakis ve daha sonra açılan Kerpiç Lokantası da çarşının bilinen dükkanları arasındadır. 1929 gibi çarşıda bir dönüşüm başlamıştır ve Ankara’nın ilk sineması Milli Sinema adıyla açılır. Ankara Palas’a doğru bir konumda da Ankara’nın ilk barı Fresko Bar açılır. 1969’ da Millet Bahçesi boşaltılarak yerine 1971’ de yapılan Ulus 100. Yıl Çarşısı inşa edilir. Bugünlerde bu çarşı da yıkılarak, Ulus Meydanı Kentsel Yenileme Projesi kapsamında meydanı tekrar eski haline dönüştürme çalışmaları başlamıştır.
Millet Bahçesi Eski Fotoğrafı
Meydanın karşı köşesinde bulunan ilk Meclis Binası 1915’ te İttihat Terakki’ nin Ankara Kulüp Binası olarak kullanılıyordu. Meclis binasından yönünüzü dışkapı’ya doğru verdiğinizde yol üzerinde solda bulunan kırmızı bina ise 1932’ de Koç’ ların Ankara’ da yaptığı ilk iş hanıdır. O devirde bu binanın hemen yanında Meydan Palas Oteli ile Kulüp Sineması ve onun yanında da bir bar vardı. Karşı köşedeki Sümerbank’ın binasının yerinde bulunan Taşhan 1895-1902 ’de 100 odalı bir han olarak inşa edilir. Demiryolu geldikten sonra Hotel Angora adında Avrupa tipi bir otele dönüştürülür. 1934’te de yıkılarak yerine Sümerbank binası yapılır. 1924’te meydan parke taş ile döşenir. 1953 yılında yolun ortasında bulunan heykel bugünkü yerine alınır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Önceleri Taşhan Meydanı, Millî Mücadele döneminde Hakimiyeti Milliye Meydanı ve Millet Meydanı isimlerini alan bu hareketli Ulus Meydanından ayrılıp Anafartalar caddesine yönelerek gezimize devam ettiğimizde o zamanki adı Karaoğlan Çarşısı olan Anafartalar Çarşısı çıkıyor karşımıza. Cumhuriyet döneminin önemli gazetesi Yeni Dünya gazetesi bu çarşının başında bulunur. Hemen yanında Ankara’nın ilk hazır giysi mağazası Karamürsel vardır. Yanında Kızılırmak kıraathanesi, İstanbul Oteli ve otelin altında da İstanbul Pastanesi bulunur. Zamanında Yahya Kemal, Reşat Nuri gibi kalburüstü yazarlar bu otelde konaklardı. Alttaki pastane ise toplanıp edebiyat konuştukları mekândı. Maddi durumu iyi olmayan yazarlar ve sanatçılar ise Posta Caddesinde toplanırdı. Çarşının biraz yukarısında Akman Bozacısı vardı. Bugünkü Zincirli Cami’nin karşısında, Taşhan’ın yanında bir han daha bulunurdu. Alt katında yer alan Zeybekler kahvesi, Cumhuriyetle birlikte mavi koltuklarıyla Ankaralıların çok hoşuna giden ve içerisinde Atatürk’ün de bir locası bulunan Yeni Sinemaya dönüşür.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Günümüz Ulus çarşısının yanından şimdilerde mevcut olmayan Bilen sokaktan Hükümet meydanına çıkarken; köşede Yıldız Lokantası ve Zevk Kıraathanesi ile Hürriyet Oteli ve Havuzlu Kahve yan yana sıralanırdı. Koç ikinci dükkanını Havuzlu Kahvede açar. Burası da yıkılınca cadde üzerinde bulunan Koç Hanı (Büyük Apartman) yapılır. 1901’de Vehbi Koç bu binada doğmuştur. Binanın altında Ankara’nın meşhur ayakkabı mağazası Atlas Kundura, yanında Mıhçıoğlu Kırtasiye ile Yahudi bir vatandaşın kuru üzüm ticareti yaptığı dükkanları da içeren 4 adet dükkan yer alırdı.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Büyük Apartman
İlk kiracıları Devlet Demiryolları ve Limanları İşletme Müdürlüğü, sonra da Ankara İmar Müdürlüğü olan bu binanın restorasyonu hala devam etmektedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Anafartalar caddesinden ayrılıp Halin önündeki alana doğru ilerliyoruz. Burası eskiden Tahtakale çarşısı olarak bilinen bölgedir. Kale dibi çarşısı 1929’daki yangında tamamen yok olur. Hürrem Sultan’ın yaptırdığı Haseki camisi ve Tahtakale Çifte Hamamı halin çevresinde yer alırdı. Osmanlıda halin olduğu alanda sebze kapanı vardı. Yangın sonrası sebze kapanı Suluhan’ın avlusuna taşınır. Bugünkü hal binası tekrar inşa edilince tekrar eski yerine gelir. Susam sokak ile Alsancak Sokak’ın kesişiminde Macar yapımı olduğunu hemen fark edeceğiniz, kubbeli ve silindirik köşesi ile Abdullah Apartmanı olarak inşa edilen ve sonradan Erzurum Oteli olan binayı görürsünüz. Yanındaki bina da Avrupa Otelidir. Onun da yanında daha sonra Cihan Oteli yaptıkları Çavuşoğlu ailesinin evi bulunur. 1929 yangınında otel yanınca bugünkü Cihan Palas yapılır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK–Erzurum Oteli, Avrupa Oteli, Cihan Palas
Hallaç Mahmut Caminden, Uzun Çarşı diğer adı ile Sobacılar Çarşısına doğru ilerleyerek, Vedat Hocamızdan Suluhan’ı dinlemek üzere Çerkeş Sokağa geliyoruz. Pazar günleri kapalı olduğu için hanın içine giremiyoruz. Merdivenlerden aşağı doğru sağlı sollu satıcılar arasından ilerleyerek, Suluhan’ın arka girişine geliyoruz. Hanın eski adı Hasan Paşa Hanıdır. Hasan Paşa, 2. Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği yapmaktadır. 1514 Çaldıran savaşında şehit olur. Bu hanı ve Ulus’taki bir hamamı vakfetmiştir. Kendisi ölünce sahipsiz kalan han, yıllar sonra Şeyhülislam Mehmet Efendi tarafından Şengül hamamı ile birlikte alınır. Restore ederken hamamın ortasına bir de köşk mescidi, altına da şadırvan yaptırır. Bundan sonra halk hana Sulu Han demeye başlar.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Osmanlı döneminde Ermenilerin oturduğu; Çerkeş sokak, Suluhan ve İbadullah Camiinin bulunduğu bölgeyi içeren bölgeye Hacı Doğan mahallesi denilir. Burada, eski Ankara evleri ve ağaç korkuluklu ezanlığı olan Hacı Doğan Camii yer alır.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Taş döşeme sokaktan devam ederek Hamidiye Medresesinin (Sanayi Mektebi) arka kapısına oradan da Sanayi Caddesinde yer alan ön kapısına ulaşıyoruz. Okul 1891’de Hamidiye Medresesi olarak açılır. Abdülhamid, Kuran dersleriyle ve Arapçayla Avrupa’ya yetişemeyeceğimizi, matematik, fen dersleri okutmamız ve yabancı dil öğretmemiz gerektiğini düşünür böylece İdadi ve Sultani okulları kurulmaya başlanır. Bu okul da onlardan bir tanesidir. 1897’de Ankara İdadisi, 1907’de de Hamidiye Sanayi Mektebi olur. Cumhuriyetle adı Ulus Sanat Okulu olarak anılır. Günümüzde ise Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ dir.
Lise duvarını takip ederek Bulvara çıkıyoruz ve bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve hocamıza teşekkür ederek bir dahaki gezimizde buluşmak üzere ayrılıyoruz.
Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 30 Mart 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Amasra gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertlerini bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oluyor bizim için.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Rotamız Bartın Güzelce hisar Lav sütunlarından başlayıp, Roma dönemine ait Kuş Kayasına ve Bakacak Tepesi’ne devam ediyor sonrasında Amasra ‘nın tarihi sokaklarına ve eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyor. Doğasından, güzelliğinden, denizinden ve lezzetlerinden kendinizi alamayacağınız Karadeniz’in incisi Amasra yolculuğumuz 07:00’ de Kızılay AVM önünden hareketle başlıyor. Misafirlerimizi aldıktan sonra keyifli yolculuğumuza başlıyoruz. Sonrasında dinlenme tesisimizde kısa bir ihtiyaç ve kahvaltı molasının ardından yolculuğumuza devam ediyoruz. Saat 11:30 civarı Bartın Güzelcehisar’ da bulunan 80 milyon yıllık Lav Sütunları’na ulaşıyoruz. Muhteşem manzaralı deniz kenarındaki tarihi Sütunların fotoğraflarını çektikten sonra Kuş Kayası Yol Anıtına ulaşıyoruz. Amasra’ya 4 km uzaklıktaki anıt, Gaius Julius Aguilla tarafından Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmıştır. Anadolu’da tek olduğu bilinen anıt, kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti sembolize eden bir Roma kartal figürü, iki kitabeden oluşmaktadır. Tarihi anıtın fotoğraflarını çektikten sonra bir sonraki durağımız için hareket ediyoruz.
Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı ilk gördüğü yer olan Bakacak Tepesi’ne ulaşıyoruz Muhteşem deniz orman ve Amasra manzarasının fotoğraflarını çektikten sonra Amasra Merkeze gidiyoruz. Çarşıda öğle yemeği için Mustafa amcanın balık lokantasında yemeğimizi yedikten sonra, sırasıyla Amasra Kalesi, Boztepe, Kaleiçi evleri, Fatih Camii ve Küçük Kilise ile Amasra limanının fotoğraflarını çekip gezimize devam ediyoruz. Konu fotoğraf olunca, zamanın nasıl geçtiğini unutuyoruz biz de. Acele ile toparlanarak son fotoğrafları çekelim derken, havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başlıyor. Son olarak keyifli bir çarşı turu atarak fotoğraf karelerimize renk katıyoruz. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyütüyor. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraya dönüşüyor. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle bir gezimizin daha sonuna geliyoruz.
2023 Mayıs ayı Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz etkinliğimizin ikincisini Roma Hamamı- Hacı Bayram rotasında Dr. Ali Vedat OYGÜR hocamızın rehberliğinde onun belirlediği güzergahı izleyerek gerçekleştirdik. Roma Hamamı’nda başlayan gezimiz Hacı Bayram, Augustos Tapınağı ve Şeyh İzzeddin Türbesi’nde son buldu. Güzergahta 19 farklı tarihi eser hakkında Dr. Ali Vedat Oygür Hocamıza bize verdiği kıymetli bilgiler için çok teşekkür ediyoruz.
1-Roma Hamamı: Tarihi kalıntılarda yeni restorasyon çalışmaları yapılmıştı. Sütunlu yol, hamama yan taraftan giriş ve Cardo Maximus Roma dönemi caddesi, hamamın soğukluk bölümünde bulunan büyük havuz görülmesi gereken bölümlerden bazıları.
2-Hamidiye (Telgrafhane) Çeşmesi: Cardo Maximusu takip etmek üzere Sosyal Bilimler Üniversitesinin yanından yukarı doğru çıkıp Ankara’nın ilk resmi yapısı olan eski Ankara Valiliği binasının bulunduğu meydana doğru yürüdük. Yürüyüş yolumuz üzerinde bulunan bu Hamidiye çeşmesi binanın duvarına bitişik halde bulunmaktadır.
Roma Hamamı KalıntılarıRoma Hamamı KalıntılarıTelgrafhane ÇeşmesiRoma Hamamı Kalıntıları
3-Valilik binasının bahçesinde üzeri cam ile kaplanmış bir bölmede Roma yolu kalıntıları, sütun ve su kanallarının olduğunu biliyor muydunuz? Tarihi binanın restorasyon çalışmaları devam ederken aynı zamanda bahçesinde Roma yolu kazı çalışmaları yürütülmüş, bundan önce de bilindiği üzere Ulus şehir çarşısı inşaatı sırasında Roma dönemi Ankara’sının ana caddelerinden biri olan bu caddenin devamına rastlanmıştı. Burayı da görmeden geçmedik.
4-Başbakanlık (Maliye) Binası: Cumhuriyet’in ilk bakanlık binası olarak inşa edilen yapı Vilâyet Meydanı’na bakmaktadır. Maliye Bakanlığı, sağdaki Gümrük ve Tekel Bakanlığı ve 1950’lere kadar ortadaki bölüm Başbakanlık olarak kullanılmıştır.
5- Julianus Sütunu: Defterdarlık ve valilik binası arasındaki havuzun kenarında bulunmaktadır. Hiçbir yazıtı yoktur. Gövdesinde birçok halka olup, yüksekliği on beş metre kadardır. Sütunun İmparator Julianus’ un (M.S. 361-363) Ankara’dan geçtiğinde şerefine dikildiği söylenir. IV. yüzyılda yapıldığı sanılan esere halk arasında Belkıs Minaresi de denilmektedir.
6- Zincirli Cami: Yürüyüş yolumuz üzerinde bulunan Zincirli Cami Taş kaideli, tuğla gövdeli, üzeri kiremit çatılı bir yapıdır. Kasetleme işçiliği ile yapılmış ahşap tavanı, minberi, mihrabı ve cephe düzeni nedeni ile caminin yapılış tarihinin 17′ inci yüzyıl ortaları veya sonu olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeyde tek kapı ile girilen Cami içinde asılı bulunan bir levhadan 1879–1880 yılları arasında tamir edildiği öğrenilmiştir. Bu levhada “Şeyhülislam Ankaralı Mehmet Emin Efendi’ nin mamuresini 1879–1880 yıllarında Ankara Valisi Hurşit Paşa tamir ettirdi “denilmektedir.
Valilik BinasıValilik BinasıJulianus SütunuZincirli Camii
7- AynıSokakta başka bir tarihi bina çıkıyor karşımıza. Bina önce Efkaf İdaresi yani Vakıflar daha sonra Şer’iye ve Efkaf Vekaletine veriliyor. Şimdi altında haç malzemeleri satılan dükkânın yerinde Tan gazetesi varmış. 1. Katta adliye vekaleti, 2. Dönem istiklal mahkemesi, üst katta da Şer’iye ve Evkaf Vekaleti bulunuyormuş. 1940’ ta bina Emniyet 2. Şube Müdürlüğü olarak kullanılmış. Bir süre sonra da Anafartalar Polis Karakolu olmuş. 1984’ten sonra Ulus oteli olmuş.
Başbakanlık Binası
8-Berlitz Oteli: Otel, 30’lu yıllarda aynı isimle aynı yerinde bulunuyor. Altındaki Ruşen pastanesi de öyle. Macar Avusturyalı mimarların eseri.
9-Augustus Tapınağı: Ankara’da Roma Dönemi’ nin en önemli yapılarından biri olan Augustus-Roma Tapınağı, Galatia eyaletinin İmparator Augustus (MÖ 27-MS. 14) tarafından Roma İmparatorluğu’na katılmasından sonra, yeni eyalet merkezi olan Ankyra’da (Ankara) İmparator Augustus ve kentin yerel tanrıçası Roma’ya ithaf edilerek inşa edilmiştir. Hacı Bayram Camisinin yanında bulunmaktadır.
10-Hacı Bayram Veli Camii ve Türbesi: Hacı Bayram-ı Veli, (d. 1352, Ankara – ö. 1430, Ankara), Türk mutasavvıf ve şair. Safevî Tarikâtı büyüklerinden Hoca Alâ ad-Dîn Ali Erdebil’inin öğrencilerinden olan Şeyh Hamid-i Veli’nin öğrencisi ve Bayramîyye Tarikatı’nın kurucusudur. Türbesi, Ankara’da Hacı Bayram Camii’nin bitişiğinde bulunmaktadır.
11-A. İzzet Ulvi Aykurt Evi (Hacı Bayram Veli Mahallesi) Macar ustalar tarafından yapılmıştır. Tarih: 1924-1931
12-Şeyh İzzettin Türbesi 1930’ lu yıllarda yıkılarak evlerin arasında kalmış, daha sonra bölgenin yıkılarak komple restorasyonu sırasında temelleri ortaya çıkarılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Günümüzdeki türbe kare planlı, kümbet biçiminde Selçuklu tarzındadır. Türbe kitabesi günümüzde Etnografya Müzesine kaldırılmıştır. Bu kitabeye göre türbe 1306 yılında inşa edilmiştir.
Augustus TapınağıHacıbayram ve AugustusHacı Bayramİzzet Aykurt Evi
FOTOĞRAF SANATI KURUMU DERNEĞİ Grubuyla bir dahaki gezilerde buluşmak ümidiyle tüm katılımcılara ve hocamıza çok teşekkür ediyoruz.