BİR BİLENLE GEZİYORUZ: HERGELE MEYDANI – YAHUDİ MAHALLESİ

Her ay Ali Vedat OYGÜR Hocamızın derin bilgileri eşliğinde Ankara’ nın farklı rotalarında yaptığımız Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz fotoğraf gezisi etkinliğimizin kapsamında bu ayki rotamız Hergele Meydanı ve Yahudi Mahallesi civarı oldu. Yazdan kalma güneşli bir günde Gençlik Parkının karşısındaki Melike Hatun Camii’ nin önünde başlayan gezimiz, yine yoğun bir katılım, güzel anılar ve hocamızın engin bilgileri eşliğinde son buldu. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizin başladığı Melike Hatun Camii’ nin de önünde bulunan meydan Hergele Meydanı veya her gelenin uğradığı yer anlamına gelen Hergelen Meydanı olarak da anılır. Doğrusu Ali Vedat Hocamızın da belirttiği üzere İncesu deresine kadar uzanan bu alanın eskiden geniş bir çayırlık ve bataklık olması sebebi ile atların ve büyük baş hayvanların otlatıldığı bir alan olması sebebi ile Hergele Meydanı’ dır.

Bu ayki rotamızda bulunan 12 durağımızı kalabalık bir grup halinde gezmeye başladığımızda esnafın ve civardaki halkın ilgisini çekmeyi de başarıyoruz. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Kar Yağdı Hatun Türbesi’ nde yatan hanımefendi; Ankara’ nın ileri gelen ailelerinden Eskiciler ailesinden Selahattin Ağa’ nın kızıdır. Bahadırzadelerin oğlu Bahadır ile evlenir. 1577 yılında hamile kaldığında Ağustos ayında eşinden kar ister. Eşi atına atlayıp Elmadağ’ a kar getirmeye gittiğinde, o kadar çok kar isteyip Allah’ a yalvarır ki Ağustos ayında kar yağmaya başlar ve sevinç ile karda oynayıp doyana kadar kar yer. Sonuç olarak da üşüterek birkaç gün içinde vefat eder. Bu türbe de onun adına yapılır ve Kar Yağdı Hatun olarak anılır.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Melike Hatun Türbesi’ nin görüntüsünün restorasyondan sonra biraz bozulduğunu ve doğallıktan uzaklaştığını öğreniyoruz. Ali Vedat Hocamıza göre, Melike Hatun isminin Selçuklu’ da sultanlara Melik denildiği için Ankara halkı tarafından kendisinin Melike Sultan adı ile anıldığını düşünmektedir. Melike Sultan; Ahilik topluluğuna mensup iş kadını ve tüccardır. Ahilikte kadın ve erkek arasında hiçbir fark olmadığını da Ali Vedat Hocamızdan öğreniyoruz ve günümüzde var olmayan toplumsal cinsiyet eşitliğinin 1300’ lü yıllarda toplumumuzun köklerinde var olmasına şaşırmadan edemiyoruz doğrusu. Melike Sultan, türbesinin bulunduğu yerin hemen yanındaki alanda Ankara’ nın ilk gelişmiş medresesi olan Sevdaviye Medresesi’ ni inşa ediyor. Siyah bazalt taşlarından yapılan bu medrese Ankara halkı tarafından Kara Medrese olarak anılır. Hacı Bayram’ da bu medresede 1392 yılına kadar müderrislik yapıyor. Türbenin karşısındaki boşluk alana da Melike Hatun tarafından Hatuniye Camii inşa edilir. Bu cami öğlenleri etraftaki esnaf tarından kullanıldığı için de Öğlen Camisi olarak da anılır. Ancak maalesef ki bu değerin de yıkılarak yok edildiğini üzülerek öğreniyoruz. Melike Hatun 1393 yılında vefat etmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eyne Bey Hamamı; inşaatı sırasında yapımı yarım kalır ve bir iş kadını olan Melike Hatun hamamın gelirinin yarısı karşılığında inşaatın tamamlanması için gerekli finansmanı sağlar. Hamamın sahipliği de Melike Hatun’ a geçer. Aslında Hamam 1. Murat’ ın Subaşısı tarafından inşaa edilir. Asıl adı İne Bey Hamamıdır. Sadece erkekler için olan tekli bir hamamdır. Hamamın içinde 4 tane Roma Sütunu bulunur. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gazi Lisesi; Eyne Bey Hamamı’ nın tam karşısında yer alan tarihi bir okuldur. Okul, 1934 yılında maarif mimarı Ernst Arnold Egli tarafından yapılır. Okulu yapmak için Karacabey ailesine ait, tarihi ve büyük bir konak olan Karacabey Konağı yıkılır. O devirde muhtemelen arsa konusunda hiçbir sıkıntı yokken neden güzel bir konak yıkılarak o alana başka bir şey inşaa edilir bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Denizciler Caddesine doğru ilerlediğimizde; buraya neden Denizciler Caddesi denildiğinin hikayesini de öğreniyoruz. Yokuşun başında cumhuriyetin ilk dönemlerinde Deniz Komutanlığı yer alırmış, deniz subayları da sürekli bu caddeyi kullandıkları için buraya halk tarafından Denizciler Caddesi denilmiş. Cadde üzerinde yer alan ve Ankaralı aile Leblebiler ailesine ait olan Leblebicioğlu Camii’ ni Ankara Müftüsü Kantarzade Mustafa Efendi’ nin çocukları tarafından 1713 yılında babaları için yaptırıldığını öğreniyoruz. Leblebiler ailesinin önemi de ailenin Hacı Bayram’ ın torunu Şeyh İnayatullah Baba’ nın yürüttüğü koldan geliyor olmasından kaynaklanıyor. Bir semte adını veren Saime Kadının da aslında Şeyh İnayatullah Baba’ nın kızı olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Bit pazarından kalabalıklar içinden yürüyerek, Yahudi Mahallesine geldiğimizde ilk olarak Eskicioğlu Camii ile karşılaşıyoruz. Caminin tarihinin 1521 yılına dayandığını ve Osmanlı zamanında adı Öksüz Mahallesi olan bu mahallenin Mahalle Mescidi olarak yapıldığını öğreniyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ankara’ daki Yahudiler’ in tarihinin de çok eskiye dayandığını anlıyoruz. Şöyle ki; Selefki Kralı 3. Antiyokus M.Ö. 220 ile 186 arasındaki bir dönemde ordusundaki 2000 tane Galatya’ lı askeri aileleri ile birlikte Ankara’ da yeni kurulan Galat Krallığı’ na yolluyor. Bu Filistin ve Mezopotamya tarafından gelen askerler aslında Yahudi olduğundan M.Ö. 180 – 200 arasında Ankara’ ya ilk Yahudi’ ler gelmiş oluyor. Bu Yahudilere Romanyot Yahudileri adı veriliyor. Daha sonrasında; 1350’ de Orta ve Doğu Avrupa’ da baş gösteren çok büyük bir veba salgınının faturası Hıristiyanlar tarafından Yahudilere kesildiğinden, bütün Yahudiler Anadolu’ ya sürülüyor ve bu gelen Yahudilere de Aşkenaz Yahudileri adı veriliyor. Sonrasında 1492’ de İspanya’ da Endülüs Emevi Devleti yıkılınca oradaki Yahudiler de sürülüyor, bunlara da Sefarad Yahudileri deniliyor. Bundan 5 sene sonra da Portekiz Yahudileri geliyor Ankara’ ya. 1853’ teki Kırım Savaşından sonra da Kırım’ dan Karakaş Yahudileri de Ankara’ ya geliyor. Şimdilerde Ankara’ da pek fazla bir Yahudi cemaati kalmamakla beraber, Ankara’ da tarih boyunca Yahudi cemaatleri özgürce ve sorunsuz bir şekilde yaşamışlardır. Yahudi Mahallesinde yer alan Yahudilerden kalma eski evlerin çoğunluğu bakımsız ve yıkılmaya terk edilmiş olsa da yine de güzellikleri ile bütün fotoğrafçıları büyülüyor doğrusu.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Mahallenin içlerine doğru ikinci el eşyaların satıldığı ilginç bir pazarın hemen yanında kendi halinde terk edilmiş bir hamam kalıntısına rastlıyoruz, bu kalıntıların da Öksüz Mahallesi Hamamına ait kalıntılar olduğunu öğreniyoruz. Biraz ileride de zihinsel engelli bir ressam olan Muhammed Yalçın’ ın duvarlarını rengarenk boyadığı evini görüyoruz. Şüphesiz ki bu ev de mahalleye değer katan bir ev olarak yerini koruyor her zaman.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Örtmeli Hundi Hoca Mescidi’ nin de 14. yy. ‘ da yapıldığı tahmin ediliyor. İçerisinde birinde iyon başlığı diğerinde korent olan iki adet ahşap sütün yer alıyor.

Mahallede yer alan ve kullanılmayan Sinagog’ un 14. yy.’ dan daha eski bir tarihte yapılmış olabileceğini düşünüyoruz. Nedeni ise mahallede yer alan Hundi Hoca Mescidi’ nin 14. yy’ da yapılması ve mescidin yakınında Sinagog yapılmasına izin verilmeyecek olması bu Sinagog’ un tarihinin çok daha eski olabileceğini düşündürüyor.

    

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Mahalleyi gezerken, civarda yaklaşık 5 tane okulun çoğunun yerleri boş kalmakla birlikte Yahudiler ve Rumlar tarafından açılmış olduğunu görüyoruz.  Eski Anafartalar Lisesi de bu tarihi okullar arasında yer alıyor.

Gezimizi tarihi Şengül Hamamında noktalıyoruz. Daha çok kadınların özel eğlenceler düzenleyebilecekleri şekilde yapılmış olan Şengül Hamamı hala kullanılmaya devam ediyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ekip olarak Gençlik Parkına tekrar inerek bu güzel havada çay bahçesinde oturup, çaylarımızı yudumlarken yorgunluğumuzu unutup keyifli bir günün mutluluğunu yüzlerimizdeki ifadelerden hissedebiliyoruz.

Ali Vedat OYGÜR hocamıza ve gezimize katılan herkese çok teşekkür ederken bir dahaki gezilerimizde görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Şubat 2024

GEZGİN KADRAJ: BEYPAZARI, ABANT VE GÖLCÜK GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 18 Şubat 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Abant gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertleri bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oldu. 

Rotamız, Beypazarı’nın tarihi sokaklarından başlayıp, Nallıhan Kuş Cenneti’ni ziyaret ettikten sonra Abant ve Gölcük tabiat parklarının eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz, tarihi Beypazarı’nda taş sokakların arasında bir kahvaltı molasıyla başladı. Burada, tarihi Beypazarı Evlerinin arasında keyifli bir çarşı turu attık, yöresel lezzetlerle tanıştık ve fotoğraf karelerimize renk kattık. Muhteşem bir miras olan tarihi evlerin sıralandığı sokaklarda gezinmek, Beypazarı’nın benzersiz atmosferinde tezgahlarını kurma çabasındaki esnafın telaşını fotoğraflamak bize ayrı bir keyif verdi. Sonrasında ise Nallıhan Kuş Cenneti’ne doğru yola çıktık. Burada bizi sıcak bir ilgiyle karşılayan görevli personelin rehberliğinde, doğanın sessiz ritmine kulak verdik. Kız Tepesi’nin büyüleyici manzarası, sabahın tazeliğiyle birleşince adeta ruhumuzu dinlendirdi. Arka plandaki Kız Tepesinin renk geçişleri eşliğinde göletteki neredeyse tüm karabatakların aynı anda kanatlarını açarak güneşi ve bizi kucaklamaları eşsiz bir gösteriydi. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Abant Gölü çevresinde az da olsa karla kaplı çam ormanında yürüyüş yaparak iyice acıkmıştık ve öğle yemeği için piknik alanında buluştuk. Fotoğraf gezilerinde böyle zamanlarda hiç değişmeyen bir sohbet olur; bazıları takdir edilmek istercesine çocuksu bir gururla fotoğraflarını birbirlerine gösterirken, bazıları da ketum bir şekilde gösterisi için doğru zamanı bekler. Ama her iki grubun da fotoğraf tutkusu ile dolu olduğunu bilirsiniz. İşte yemek bahane, konu fotoğraf olunca zamanın nasıl geçtiğini unuttuk biz de. 

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Acele ile toparlanarak son durağımız olan Gölcük’e vardığımızda ışığın kaybolacağından endişe ederek yola koyulduk. Güneş batmamıştı ama kapalı hava tam olarak hayal edilen görüntüyü vermiyordu. Grup dağılarak göl kenarında yürüyüşe başladı. Zaman biraz ilerledikçe dağlardaki sis aşağıya göle inerek farklı bir görsel şölen yarattı. Göldeki yansımalar, tüm ihtişamı ile göl kenarındaki Devlet Konukevi binası, ulu çam ağaçları, kuş cıvıltıları, kurumuş dallar, yosunlarla kaplı ağaçlar derken havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başladı. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyüttü. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraydı. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle…

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

   

Güray KASAPOĞLU

Şubat 2024

UZUN POZLAMA

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Berlin Almanya

Merhaba değerli fotoğraf dostları, Uzun pozlama tekniği yazı ile birlikteyiz.

Uzun pozlama nedir, gece – gündüz uzun pozlama nasıl yapılır, nasıl olmalıdır gibi soruların üzerinde durduktan sonra da uzun pozlama Fotoğraf örneklerine de yer vererek yazımızı bitireceğiz.

Fotoğraf makinenizi ışık toplayan bir araç olarak düşünmek, pozlamayı anlamanıza yardımcı olabilir. Pozlama, basitçe fotoğraf makinesine girmesine izin verdiğimiz ışık miktarıdır. Bu ışık miktarı çok az olursa fotoğraf karanlık veya yetersiz pozlanmış olur. Çok fazla olursa da oldukça parlak veya aşırı pozlanmış olabilir. Ortam ışığı sahnedeki konulardan ve yüzeylerden seker. Lensinizin bu ışığı fotoğraf makinesine ve sensöre yönlendirmesiyle görüntü oluşur. Fotoğraf makineleri, Otomatik veya Sahne modunda dengeli bir pozlama için optimum ışık miktarını belirlemede çok iyidir. Ancak kontrolü elimize alarak daha fazla yaratıcı özgürlüğe sahip olabiliriz. Ortamda daha az ışık olduğunda deklanşörü daha uzun süre açık tutmamız gerekebilir. Bu bazen bir zorunluluk olsa da diğer zamanlarda sahnede hareket bulanıklığı oluşturmak için yaratıcı vizyonunuzla ilgili bir seçimdir (bulutların veya suyun hareketleri bulanıklaştırma gibi).

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hallstatt Avusturya

Fotoğraf makinesinin hiçbir şekilde hareket etmemesi gerekir. Yani sarsılmasını önlemek için fotoğraf makinesini tripoda veya sabit bir zemine yerleştirmek çok önemlidir. Deklanşör düğmesine basmak bile sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, deklanşörü uzaktan tetiklemek için Kablosuz Uzaktan Kumanda veya makinenizin zamanlayıcı uygulaması ile uzaktan deklanşör özelliğini kullanmanız en iyisidir. Uygulama aynı zamanda deklanşörü birkaç dakika veya daha uzun süre açık tutmanızı sağlayan Bulb pozlamalar çekmenize olanak tanır. Bu özellik, havai fişek veya gece ortaya çıkan yıldızları çekmek için mükemmel bir seçenektir.

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hintersee Almanya

Gün içinde uzun pozlama çekimi yapmanın zorluğu, enstantane hızını yeterli hareketin meydana gelmesine olanak sağlayacak şekilde ayarlamaktır. Birkaç saniyeden uzun enstantane hızlarını tercih etmeniz idealdir, bu nedenle ISO değerinizi düşük ve diyafram açıklığınızı küçük tutmayı unutmayın. Bu ayrıca bulutlu havalarda veya loş ortamlarda ya da ışığın az olduğu günün son saatlerinde çekim yaparken size yardımcı olur. Alternatif olarak, lensinizin ucuna uygun ve bir miktar ışığın girmesini önleyen bir filtreye yatırım yapabilirsiniz. Doğal yoğunluk (ND) filtresi en iyi sonucu verir.

Kaynak: James Paterson

Cengiz PAMUK

Şubat 2024

 

Fotoğraflar: Orhan KILIÇ – Manarola İtalya ve Hrensko Çekya

MERHAMETİ FOTOĞRAFLAMAK

Merhamet kelimesi dilimize Arapça’ dan geçmiş bir kelime olup; köken olarak üzüntü, şefkat, acıma duygusunu ve bu duygunun etkisi ile yapılan iyilik, lütuf, yardım etmeyi barındırır. Türk Dil Kurumuna göre ise; “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlanır. Ancak bu acıma duygusu, üstten ve kibirli bir acıma ile karıştırılmamalıdır. Sadece acımak merhametli olmak için yeterli değildir diye düşünüyorum, merhamet beraberinde güzel bir eylemi getirirse merhamet olur. Kimsenin acınacak duruma düşmemesi için yapılan her eylem, her çaba merhameti içerir. Merhamet sadece insanın insana duyduğu bir his değildir. İnsanın çevresine ve diğer canlılara ayrıca bir canlının başka bir canlıya karşı da hissedebileceği bir duygudur. Kısacası merhamet kalpleri ısıtan yoğun bir sevgi ve iyilik içerir.

Yukarıda biraz anlatmaya çalıştığım bir duygunun insana en çok yakışan ve insanı erdemli insan mertebesine yaklaştıran bu duygunun fotoğrafı çekilebilir mi, biraz da buna bakalım. Fotoğraf sanatsal bir anlatım biçimi olduğuna göre; fotoğrafı çeken sanatçının hissettiği merhamet duygusunu da çektiği fotoğraflarda görebiliriz o halde.

Merhametin fotoğraflanmasını iki farklı anlatım biçimi ile ele alabiliriz diye düşünüyorum; ilki gördüğümüz merhamet içeren bir olayın bizde de uyandırdığı merhamet duygusu ile fotoğraflanması yani doğrudan merhametin fotoğrafı. Diğer bir anlatım biçimi de fotoğrafçının kendi içindeki merhamet duygusunu kurgulayarak kurgusal ve kavramsal bir teknik ile izleyenlere aktarabilmesi. İlk anlatım yöntemi için pek çok örnek vermek mümkündür; merhamet yoğun bir iyilik ve sevgi içerdiğinden zor zamanlarda daha çok karşılaşırız merhamet ile özellikle savaşlarda, doğal afetlerde hatta doğada hayvanlar aleminde veya bir annenin yavrusuna bakışında.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Öldürmek ve acımasızlığın çok yoğun yaşandığı savaşlarda çok güzel örnekleri vardır. Kendi tarihimizden örnek verecek olursak; Çanakkale Deniz Müzesinin envanterinde kayıtlı olan ve yanlarında bir ceylan yavrusu ile belki de şehit olmadan önce çektirdikleri son fotoğraf olan, 1915 yılında İzmir’ den Gelibolu’ ya sevk edilen ilk birliklerin bu fotoğrafı çok derin bir merhamet duygusu içerir çünkü savaşta erzak sıkıntısı çektikleri için avlanarak karınlarını doyuran askerlerin bu yavruyu avlamak yerine onu ölümden kurtararak birlikte fotoğraf karesine alabiliyor olmalarının fotoğrafıdır bu.

Çanakkale Deniz Müzesi Env. No: 1154

Çok kanlı bir savaş olan 2. Dünya Savasından ve Kore Savaşlarından da birkaç örnek verebiliriz içimizi ısıtan ve merhamet hissettiren fotoğraflara:

İkinci Dünya Savaşında Ukrayna’ lı bir kadının elinden su içen Sovyet askerinin fotoğrafı

Kore Savaşı’nda annesi havan topu yüzünden öldükten sonra Çavuş Frank Praytor yavru kediyi beslerken çok sıcak bir merhamet akıyor bize de

 II. Dünya Savaşı sırasında askerler yaralanmış bir köpeği tedavi ederken çekilen bu fotoğraf merhamet değil de nedir?

Kore Savaşı’nda (1951) Pvt. Dick L. Powell yemeğini köpekle paylaşırken bizim de içimiz ısınıyor fotoğrafa baktığımızda

Bazen de bir sokak hayvanının başını okşarken gözünün bebeğinde görürsün merhametin yansımasını ya da sokak hayvanları için bırakılan bir kap su veya bir parça mama ile, hiçbir canlı acınacak duruma düşmesin diye harcanan çabadadır merhamet. Ya da yeni doğan bir bebeğin annesinin eline sımsıkı sarılmasında ve de annesinin yavrusuna şefkat dolu bakışlarında görürsün merhameti. Kimi zamanlarda da bir annenin hiç kımıldamadan yavrularını doyururken gördüğün karede hissedersin merhameti.

Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Diğer bir anlatım biçimi olan fotoğrafçının içindeki duyguyu kurgulayarak aktarması, kendi içindeki merhamet duygusunu ürettiği eseri izleyenlerde de uyandırabiliyor olması çok daha zordur diye düşünüyorum.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Bir fotoğrafın başarılı olması için bakılan herkes tarafından kabul gören bir takım kriterler vardır bunlar; fotoğrafın teknik olarak başarılı olması, kompozisyon kurallarına uygun olması, anlatılmaya çalışılan konunun başarılı bir şekilde aktarılabilmesi, fotoğrafçının konuya yaklaşım şekli ve en önemlisi de fotoğrafçının fotoğrafı çekerken hissettiği duyguyu fotoğrafı izleyende de uyandırabiliyor olması. Merhamet somut bir konu değil, bir hissin içerik olarak aktarımı olduğu için; bu ayki değerlendirmede duygunun ne kadar etkili aktarıldığını arayacağız aslında diğer teknik, kompozisyon gibi hususlar çok ciddi sorunlar olmadığı sürece ikinci planda kalacaktır diye düşünüyorum.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Ocak 2024

KAYNAKLAR:

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/canakkale-savasindan-bir-merhamet-hikayesi-590139h.htm (Yaşar GÜRSOY)

https://www.cnnturk.com/yasam/savasta-da-merhamet-vardir?page=18

https://www.feniksdergi.org/merhamet/  (Oya UYSAL)

https://www.ifsakblog.org/fotografca-anlatim/ (Cenk GENÇDİŞ)

ANKARA KÜLTÜR ROTALARI-BİR BİLENLE GEZİYORUZ: CUMHURİYETİN ULUS’ U 2. KISIM

2024 yılının ilk “Ankara Kültür Rotaları-Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında sevgili Dr.Ali Vedat OYGÜR Hocamızın rehberliğinde yağmura rağmen çok keyifli bir gün geçirdik. Cumhuriyetin Ulus’u gezilerimizin bu ikinci bölümünü çok değerli bilgiler eşliğinde tamamladık.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

İlk durağımız Ulus‘taki İstiklal Caddesi üzerinde bulunan, Mimar Kemaleddin tarafından tasarlanan ve 1930 yılında inşaatı tamamlanan yapıydı. Günümüzde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü binası olarak kullanılmakta ve Ankara Devlet Tiyatrosu‘na bağlı olarak hizmet veren sahnelerden Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu‘na da ev sahipliği yapmaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Rotamız boyunca bizi Anafartalar Mahallesinde bulunan Eski Osmanlı Bankası Binası beklemekteydi. Atatürk Bulvarı üzerinde Ulus meydanına çok yakın bir konumda olan bina 1926 yılında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yaptırılmıştır.

Sanayi ve Yatırım Bankası olarak Sami Aysel tarafından yapılmış olan, şimdilerde Kültür Bakanlığı’na ait olan bina ve hemen yanında bulunan köşedeki eski Osmanlı Bankası Binalarını görüyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Türkiye’nin ilk bankacılık müzesi unvanına sahip olan Ziraat Bankası Müzesi 1981’de açılmıştır.

Mongeri’nin bir diğer eseri olan bu yapı Ziraat Bankası olarak hizmet vermiştir. Ziraat Bankasının temeli; 1863 yılında Mithat Paşanın fakir halkı tefecilerin elinden kurtarmak için Bulgaristan’ın Prod kasabasında kurduğu ve halk tarafından işlenen devlet arazilerinin gelirlerinin biriktirildiği memleket sandıkları ile başlar. Karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan Türk imece geleneğinden esinlenmiş olup sandıkta toplanan paranın ihtiyaç sahiplerine düşük faiz ile dağıtıldığı bu sistem daha sonra modern finans kuruluşu olan Ziraat Bankasına dönüştürülmüştür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eskiden Kızıl Bey Türbesi’nin olduğu, Düyun-u Umumiye binasının bulunduğu yere 1931 yılında Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan Merkez Bankası binası inşa edilmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Meydandan Kızılay istikametine doğru yöneldiğimizde yol üzerinde eski Merkez Bankası Binası, Duyun-i Umumiye Binası, Ankara Merkez Postanesi (Bugünkü PTT Binası) bulunmaktadır. Yolun solunda kalan ve bugün Anadolu Meslek ve Teknik Lisesi olan bina, Abdülhamid’in Ankara’da yaptırdığı okullardan olan Hamidiye Sanayi Mektebi olarak 1905’te açılmıştır. 1923 yılından itibaren Özel İdare tarafından yönetilen okul binası Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Müdafaa Vekâletine ev sahipliği yapmış, 1954-1960 yılları arasında Birinci Sanat Enstitüsü olarak faaliyet göstermiş olup bir dönem de hapishane olarak kullanılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Yine Mimar Giulio Mongeri’nin 1928 yılında inşa edilen eseri olan bu bina günümüzde Yunus Emre Vakfına ait olup bir dönem Tekel Genel Müdürlüğü binasıydı. Biraz daha ileride Alman-Avusturya tarzı PTT Pul Müzesi binası yer almaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından neo-klasik tarzda çizilmiş ve yapımı 1934 yılında tamamlanmıştır. 5 katlı olan ve 6500 metrekarelik kullanım alanı sunan binayı ilk yıllarda Emlak ve Eytam Bankası kullanmış fakat sonraki yıllarda bina uzun bir süre boyunca boş kalmıştır. Nihayetinde PTT tarafından alınan bina, restore edildikten sonra 2013 yılında müze olarak hizmete açılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Mustafa Kemal Atatürk ve Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un büyük çabaları sonucunda; savcı, yargıç ve hukuk memuru gibi hukuk adamı yetiştirmek üzere İstanbul dışında bir Adliye Mektebinin oluşturulması düşünülmüş ve yüksek okul düzeyinde Hukuk Mektebinin kurulmasına karar verilmiştir. Böylece 1925 yılında Ankara’da ilk defa yüksek öğrenim alanında Adliye Hukuk Mektebi açılmıştır. 5 Kasım 1925 yılında Atatürk’ün bir nutku ile açılan Ankara Hukuk Mektebi önceleri bu adla anılmış, daha sonra Ankara Üniversitesinin temeli olacak olan Hukuk Fakültesi adını 1940 yılında almıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Hariciye Vekaleti Kütüphanesi Ulus’ta bugün Kültür Bakanlığı’na ait binada 1927-1952 yılları arasında faaliyet göstermiştir. İlk kütüphanenin çekirdeğini Bab-ı Ali’deki Umur-i Hariciye Nezaretinin çeşitli dairelerindeki kitap koleksiyonları oluşturmuştur. 1956 yılında Milli Kütüphane Müdürü Sayın Adnan Ötüken, Hariciye Vekaleti Kütüphanesi’nin modern kütüphanecilik yöntemlerine uygun olarak düzenlenmesini sağlamıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gençlik parkının yanında bulunan Opera Binası aslında 1933-1934’te Şevki Balmumcu tarafından sergi binası olarak inşaa edilmiştir. Ancak 1947-1948 yıllarında opera binası yapmak üzere görevlendirilen Alman Mimar Paul Bonatz ilaveler yaparak bugünkü haline gelmesini sağlamıştır.     

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizi yolun karşısındaki Gençlik parkında bitiriyoruz. Parkın her dönem farklı haline şahit olmuş Ali Vedat OYGÜR Hocamızı dinleyerek anılara dalıyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve Ali Vedat OYGÜR hocamıza teşekkür ederiz. Bir daha ki gezimizde görüşmek üzere…

Cengiz PAMUK

24 Ocak 2024

GÖKYÜZÜ FOTOĞRAFÇILIĞI

“Fotoğraf bir sırrın sırrıdır. O sana ne kadar çok şey anlatırsa o kadar az bilirsin.” demiş Amerikalı fotoğraf sanatçısı Diane Arbus. Ben bu görüşü “gökyüzü fotoğrafçılığına” çok yakıştırıyorum çünkü gökyüzü denince insanın aklına güneşin doğuşu, batışı ya da gece gerçekleşen atmosferik olaylar gibi büyülü anlar geliyor. Hatta kimi anlar öylesine etkileyici ki nutkumuz tutuluyor. Öyleyse ben de usta fotoğrafçı Edward Weston’un sorduğu soruyu sizlere yöneltmek istiyorum: “Kamera, gözden daha fazlasını görüyor. Öyleyse neden ondan faydalanmıyorsunuz?”

Doğa ve gökyüzü oluşumlarını bir araya getiren gökyüzü fotoğrafçılığında gün doğumu ile batımında renklenen gökyüzü, bulut akışları, ay ve yıldızlar konu edilir. Ancak her fotoğrafçılık türünde olduğu gibi burada da en pahalı ekipmanlara sahip olmak, etkileyici kompozisyonlar elde etmek için yeterli değildir. Hatta ben 20 yıl önce giriş seviyesi krop sensörlü bir kamera, geniş açı bir objektif ve 10 stop doğal yoğunluk filtresiyle uzun pozlama fotoğrafları çekiyordum. İkinci bir kameram ve objektifim yoktu. Önemli olan doğru zamanda, doğru ışık koşulunda, doğru yerde olmaktı. Gerisi zamanla ve istikrar göstererek öğrenilebilecek teknik detaylardan ibaretti.

Uzun pozlama demişken, kısaca ne olduğundan bahsedelim. Uzun pozlama tekniği, düşük ışık koşulunda kameranın belli bir süre açık kalarak ışığı daha uzun sürede kaydetmesidir. Bu bazen 1 saniyeyi, bazen de, örneğin yıldız dönüş izlerini alabilmek için, 1 saati bulabilir. Böylelikle sahnede hareket eden nesnelerin hareketi estetik şekilde yansıtılır. Büyülü anların büyüsü daha da güçlenir. Gökyüzü fotoğrafçılığında en yaygın olan türleri şu şekilde sıralayabiliriz;

Günbatımı ve Gündoğumu Fotoğrafçılığı: Turuncu, macenta, mavi, sarı ve pembe tonların gökyüzünde buluştuğu zaman dilimlerini içerir. 

Bulut, Şimşek ve Gökkuşağı Fotoğrafçılığı: Özellikle yoğun akan yağmur bulutları, gökyüzü fotoğrafçılığında en çok değerlendirilen nesnelerdir. Hele şimşekler de çakıyorsa iki kat şanslısınız demektir. Gökkuşağını yakalamak ise zordur. Ya yoldayızdır, ya da kapalı bir yerde. Gökkuşağına genelde Kaçkarlar gibi doğal bölgelerde rastlamak mümkün. 

Mavi Saat Fotoğrafçılığı: Gün batımından veya gün doğumundan hemen önce gerçekleşen zamanlardır. Gökyüzü bu saatlerde mavi bir renk alır ve bu tür kompozisyonlar özellikle şehir fotoğrafçılığında akşam yanan yapay ışıklarla aydınlatılmış mimari öğelerle tamamlanır.

Astrofotoğrafçılık / Uzay Fotoğrafçılığı: Yıldızlar, ay, gezegenler ve diğer gök cisimlerini konu eden fotoğrafçılık türüdür. Ülkemizde rastlamasak da kutup bölgelerinde görülen kuzey ve güney ışıklarını da sayabiliriz. Uzay fotoğrafçılığı ise özel bir alandır. Daha gelişmiş ekipman kullanılarak, uzaydaki yıldız kümeleri, galaksiler ve diğer gök cisimleri konu edilir.

Ay Fotoğrafçılığı: Çok kısa zamanda çekilen ama bir o kadar da heyecan veren fotoğrafçılık türüdür. Hilal, dolunay, süper ay, mavi ay. Bu türde herbirinin büyüsü farklı yansır.  

Timelapse Çekim (Zaman Aralıklı Çekim): Kısaca, aralıklı olarak çekilen çoklu fotoğrafların birleştirilmesiyle oluşan hareketli görüntülerdir diyebiliriz. Bazı kameralar bu işlemi otomatik gerçekleştirebiliyor. Özellikle dönen yıldız izleri veya gün içinde gerçekleşen ışık geçişleri oldukça etkileyici duruyor. 

Peki çekim öncesi hazırlığımız nasıl olmalı, hangi noktalara dikkat etmeliyiz? İşte ipuçları.

Planlama

Gökyüzü takvimini konum bilgisyle birlikte takip edebileceğiniz birçok telefon uygulaması var. Çekeceğiniz türe göre gökyüzü durumunu önceden incelemenizde yarar var. Ay ya da yıldız fotoğrafı çekecekseniz bulutsuz bir gün seçmelisiniz. Ya da bulut ve şimşek gibi çekimlerde önceden hava durumu ile ilgili bilgi edinmelisiniz.

Ekipman

Bu alana yeni başlayacaksanız, giriş seviyesi bir kamera ve 10,11, 12mm gibi (ay fotoğrafçılığı hariç) geniş açılar sunan bir objektifle acemiliğinizi atabilirsiniz. Kameranızın dinamik aralığı ve ISO performansı iyi olursa sizi tatmin eden sonuçlar alırsınız. Düşük ışık ve uzun pozlama tekniği kumlanmalara neden olabiliyor. Ay fotoğrafçılığında ise en az 200mm’lik bir açı sunan tele objektifiniz olmalı. Tripoda da mutlaka ihtiyaç duyacaksınız, özellikle düşük ışıkta ve uzun pozlamada.

Pozlama Ayarları

30 saniyeden kısa süren pozlamalarda M (manuel), 30 saniyeden uzun süren pozlamalarda B (bulb) çekim modlarını kullanmalıyız. Diyafram açıklığında f/11-f/16 değerleri arasında kalmak net alan derinliği geniş fotoğraflar verir. Ancak yıldız pozlamada en açık diyafram değerini giriyoruz ve bu genellikle f/2.8 oluyor. Enstantane değeri çekeceğiniz türe göre değişkenlik gösterecektir. ISO değeri de diyafram ve enstantane değeri girildikten sonra tespit edilir.

Netleme Ayarları

Işık koşulları AF modda otomatik netleyecek kadar yeterliyse, AF ile çekim yapılabilir. Ancak karanlık ortamda, örneğin yıldız çekimlerinde kamera otomatik netlenecek bir ışık alanı bulmakta zorlanır. Bu durumda bir fenerden yardım alınabilir. Önce AF’de netlenir, sonra MF’ye geçilir ve odak kilitlenir.

RAW Görüntü Kalitesi ve Beyaz Dengesi

Görüntü kalitesi olarak RAW formatı tercih edin. RAW fotoğrafları sonradan detay kaybı olmadan düzenleyebilirsiniz. Koyu ve parlak alanlardaki geçişleri daha homojen hale getirebilirsiniz. Bu noktada beyaz dengesine de değinelim. RAW görüntü kalitesinde çektiğimiz için genel renk hakimiyetine sonradan müdahale edebiliyoruz. O yüzden AWB ayarında kalabiliriz.

Kompozisyon

En önemli detaydır aslında. Sadece gökyüzünü, yıldızları, bulutları veya dolunayı fotoğraflamak görsel hikayenizi yarım bırakır. Sahnenizde mutlaka tamamlayıcılar olmalı. Örneğin bulut geçişlerinde köprü, iskele, kayalar ya da binalar, yıldız fotoğraflarında anıtlar, ay fotoğraflarında mimari nesneler mutlaka dahil edilmelidir. Bu tür fotoğraflar genelde yatay çekilir ancak gökyüzünü daha fazla dahil etmek isterseniz kadrajınızı dikey olarak da düzenleyebilirsiniz.

Doğal Yoğunluk Filtresi / Polarize Filtre

Filtreler ışığı kontrol altında tutmamıza ve pozlama süresini uzatmamıza olanak tanır. Koyulukları stop şeklinde ifade edilir ve uzun pozlamada en çok tercih edileni 10 stopluk ND dediğimiz doğal yoğunluk filtreleridir. ND filtreler gece kullanılmaz, sadece altın saat, gün doğumu, gün batımı veya bulutlarla kaplı gökyüzü koşullarında kullanılır. Amaç ışığı kontrol ederek pozlama süresini uzatmak ve uzun pozlanmış fotoğraflar elde etmektir. Polarize filtreler ise 2-3 stop koyultma sağlasa da uzun pozlama için değil, yansıma ve parlaklık azaltmak için idealdir.   

Deneme Çekimi ve Kontrol

Doğru pozlama değerlerini ve açıları bulabilmek için test çekimleri ve fotoğrafı büyüterek netlik kontrolü yapmalısınız. Bu noktada sabırlı olmak önemlidir. Hatta çoğu zaman aynı lokasyona tekrar tekrar gitmeniz gerekebilir.

Çekim Sonrası Düzenleme

RAW kalitesinde çekiyorsak fotoğrafımız mutlaka Camera RAW veya Lightroom gibi programlarda düzenlenmeye ihtiyaç duyar. RAW çekmenin diğer avantajını kırpmada görüyoruz. Fotoğraf boyutu daha büyük olduğundan daha iyi bir kompozisyon için sonradan kırpabiliyoruz. Düzenlemede müdahale ettiğimiz temel işlemlerden diğerleri ise genel renk hakimiyeti, kontrast, keskinlik, renk doygunluğu, kumlanma giderme ve parlaklık gibi ayarlardır.

Gökyüzü fotoğrafçılığı diğer fotoğrafçılık türlerine göre biraz daha fazla sabır ve tecrübe gerektirir. İlk denemelerde başarısız olabilirsiniz, bu normal, hemen pes etmeyin. Bu ipuçları, gökyüzü fotoğrafçılığına başlamanız ve etkileyici sonuçlar elde etmeniz için yardımcı olabilir. Ancak unutmayın ki her fotoğrafçılık türünde olduğu gibi, pratik yapmak ve özgün bir tarz geliştirmek önemlidir. Dışarı çıkın ve bol bol fotoğraf çekin. Yazımıza bizi harekete geçiren bir sözle başlamıştık, yine akılda kalıcı bir sözle bitirelim: “Fotoğrafçılıkta iyi iş çıkarmanın formülü, şair gibi düşünmekten geçer.” (Imogen Cunningham)

Samet GÜLER

Dijital İçerik Üreticisi ve Fotoğraf Eğitmeni

https://www.youtube.com/c/PhotoSensia

ANKARA KÜLTÜR ROTALARI-BİR BİLENLE GEZİYORUZ: CUMHURİYETİN ULUS’ U

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

BİRİNCİ MESLİS

Birinci Meclis binası İttihat ve Terakkinin kulüp binasıdır… Enver Paşa 1875’te Ankara’ya geliyor; “Bize yakışan güzel bir kulüp yapılmalı.” diyor. Binanın yapımı için 1916’ da mimar Hasip bey görevlendiriliyor. 1917’de bitiğinde savaş yüzünden İttihat Terakki’nin gücü de kalmamıştır , ülkede maddi sıkıntılar hat safhada olduğu için binanın çatısı kapatılamamıştır. Mustafa Kemal Paşa Filistin cephesindeyken, Ankara’yı  ta o zamanlardan Mücadelenin merkezi ve başkenti yapmayı kafasına koymuştur. Harp Okulundan arkadaşı Ali Fuat Paşa ile 20. Kolorduyu Konya’dan Ankara’ya tayin ettirme konusunda anlaşıyor.  Albay İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak Paşa da bu konuya destek veriyor. Ali Fuat Paşa komutasındaki 20. Kolordu  geliyor fakat o sırada Ankara İngilizler ve Fransız birlikleri tarafından işgal altında. Ve işgalciler tutuklanıp hapse atılıyor.  İşgal birlikleri gittikten sonra 27 Aralık 1919’ da Mustafa Kemal Ankara’ya geliyor. Mustafa Kemal Ankara’ya gelindiğinde binanın çatısı hala kapatılmamış durumdadır. Ulucanlar’ da bir okul için yapılan kiremitler buraya geliyor, çatı tamamen kapanmayınca Ankara halkı kucak kucak ellerinde kiremit taşıyorlar. Milletvekillerinin oturacakları sıralar Abdülhamit zamanında yapılan erkek öğretmen okulundan getiriliyor. Başkanlık kürsüsünü divan katiplerinin oturacakları yerleri Ankaralı marangozlar ücret almadan yapıyorlar. Tavana kahvehaneden gazlı bir avize asılıyor, odalara saçtan yapılmış sobalar kuruluyor. Milletvekillerinin su içmeleri için koridora 3 tane su ve yanında maşrapalar konuluyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

16 Mart 1919’da İstanbul İngilizler tarafından işgal ediliyor. Mustafa Kemal milletvekillerine İstanbul’dan ayrılmalarını, işgal altında devlet yönetimi olamayacağını ve Ankara’ya gelmelerini öneriyor. Bu öneriye uymayan pek çok milletvekili tutuklanıyor.  

Mustafa Kemal Paşa sancaklara, kolordulara telgrafla tamim yolluyor. Tamimde: “Meclis Ankara’da açılacaktır, Son Osmanlı Meclisi’nin üyeleri katılacak ve her sancaktan da ayrıca 5 kişi seçilecektir.” diyor.

Bunun üzerine halk illerden 5’er kişi seçiyor ve seçilenler Ankara’ya gelmeye başlıyorlar.

İlk Meclis; Hacı Atıf Efendi, Beypazarlı tüccarlardan Çayırlızade Hilmi Bey, Ömer Mümtaz Tambi (Mustafa Kemal’i Ankara’ya davet eden kişi), Osmanlı’nın son Washington büyükelçisi Rüstem Bey, Ali Fuat Paşa, Ankara’lı tüccar Kınacızade Şakir Bey, Beynamlı Hacı Mustafa Efendi ve son üyesi de Bayrami Tarikatının Şeyhi Şemsettin Efendi gibi çok değerli vatansever şahsiyetlerin de olduğu 385 kişiden oluşmaktadır.

O günlerde Ankara’da milletvekilleri için yatacak yer yoktur ve düşman çok yaklaşmıştır. Bu sebeple Erkek öğretmen okulununun öğrencileri Konya’ya nakledilmiştir ve lojmanları boş durumdadır. Bu lojmanlar milletvekillerine tahsis ediliyor.

Aynı günlerde İstanbul’da şeyhülislam da Mustafa Kemal ve ona katılanları vatan haini ilan ediyor ve ölüm fermanını yayınlıyor.  

23 Nisan 1920 günü bütün milletvekilleri Hacı Bayram’da Cuma namazını kılıyorlar.  Oradaki kutsal sancağı alıp dualarla ilahilerle binaya geliyor ve Kurban kesiyorlar. Bütün milletvekilleri yemin ediyorlar, seçimle ve oybirliğiyle Mustafa Kemal Paşa reis olarak seçiliyor. 30 Nisan’da telgrafla bütün dünyaya yeni millet meclisinin açıldığını ve yeni Türk Devletinin kurulduğunu bildiriyorlar.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

1925 yılına kadar bu bina meclis olarak görevini sürdürüyor ve daha sonra Halk Fırkasının Mebus kulübü oluyor. Binada Atatürk’e, milletvekillerine ait özel eşyaların sergilendiği odaların yanında çok ilgi çeken bir oda daha var ortasında büyükçe bir masa ve metal ibarede şöyle yazıyor; “Lozan Barış Anlaşmasının İmzalandığı Masa /24 Temmuz 1923”.

İKİNCİ MESLİS

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Birinci Meclis binası zamanın gelişmeleriyle yeterli kalmıyor bu sebeple yeni bir meclis binası yapılması ihtiyacı doğuyor. 

1923’te İstanbul’dan çağrılan Mimar Vedat bey ile inşaat başlıyor. Vedat bey aynı zamanda Çankaya Cumhurbaşkanlığı köşkünü yenileyip geliştiriyor. 1925’te Ankara Palas inşaatına başladığı sıralar dünyada ve ülkede ekonomik bunalım oluşmuştur. Vedat bey ödemelerini alamadığı için işi bırakıyor. Bıraktığında bina bitmiş oluyor ve sadece kapısı eksik durumda kalıyor. Meclisin kapısını Mimar Kemalettin bey yapıyor ve bina tamamlanmış oluyor. Bina 1. Mimari döneminin özel unsurlarından olan gösterişli ön cephe, süslü saçaklar gibi özellikler taşıyor.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

1925’te İkinci Meclis binası yeni yasama dönemine başlıyor. Atatürk bu binadan günde 6 saat emek vermek suretiyle Nutuk’u okuyor.

Binaya karşılıklı duvara asılmış muhteşem ahşap el işçiliği olan çok büyük 2 portmantonun arasından giriyoruz. Meclis salonu ve diğer kabul salonları çok etkileyici, buram buram tarih kokuyor.

27 Mayıs 1960 darbesine kadar bu binada hükümet yönetiliyor daha sonra mimar Holzmeister’in yaptığı 3. Meclis binasına geçiliyor. 

Meclisin arkasında çok güzel bir bahçesi, uzunca bir havuz ve etrafında çardaklar vardır. Bahçedeki odeonda hafta sonları halka açık olarak, Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrası konser verirmiş.

ANKARA PALAS

Milletvekillerinin kalabilecekleri bir yer olmadığı için bir otel yapılmak isteniyor. 1. Mimari örneği olarak Mimar Vedat Tek projeye başlıyor ama başlangıcında ödeneklerini alamadığından dolayı bırakıp gittiği için Mimar Kemalettin görevlendiriliyor. Mimar Kemalettin aynı zamanda şimdiki Küçük Tiyatronun olduğu Vakıf Apartmanı başta olmak üzere 7 adet villa yapıyor. Mimar Kemalettin Bey 1927 yılında, Ankara Palas’ın şantiyesinde hastalanıp vefat ediyor.    

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Binanın üst katında 60 oda, alt katta balo salonu ve yemek salonu bulunuyor. Balo salonu bir balkon ile bahçeye açılıyor.  1975 yılına kadar otel olarak işletilmiş, ileriki yıllarda devlet konukevi olarak hizmet etmiştir. 2018’de Saraylar Dairesi’ne bağlanmıştır.

MİLLET BAHÇESİ

Vali Abidin Paşa, bozkır olan Ankara’ya güzel bir millet bahçesi yapmak istiyor. O sene 10.000 ağaç diktiği nakledilir.  Elmadağ’dan Ankara’ya kadar uzanan Roma su kanallarını tamir ettiriyor ve evlere içme suyu getiriyor.

Millet bahçesi yeşillikler içinde bir alan, bahçenin ortasında Sinema ve bir han var. Hanın alt katında lokanta üst katlarda yatak odaları mevcut.

Bahçenin içinde şehir çarşısı, sinema ve Ankara’nın yabancı müzik çalan ilk barı olan Fresko Bar açılıyor.  Taşhan’ın önüne de Karpiç Lokantası açılıyor.

SAYIŞTAY BİNASI

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

1925 yılında I. Ulusal Mimarlık Üslubunda inşa edilen binanın mimarı Nazım Bey’dir. 1928 Yılından itibaren ulusal mimari tarzı terkediliyor. Avrupa mimari tarzı başlıyor. Atatürk’ün emriyle Bina 1930 yılında mimar Ernst Arnold Egli tarafından değişikliklerle modernize edilmiştir. Ön taraftaki dış cephe olduğu gibi yıkılıyor ve cepheye şimdi gördüğümüz Viyana kübik mimari denilen modern bir tarz uygulanıyor. Bu bina ulusal mimari döneminden Avrupa mimari dönemine geçişin binasıdır.

VEKAM BİNASI

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Vehbi Koç 1931 yılında Almanya’ya gidiyor ve genel mağaza fikrine hayran kalıyor, gelince yaptığı mağazadır. Vehbi Koç’un 3.ncü mağazasıdır. O yıllarda makine parçaları imalatı ve satışına başlamıştır.

SÜMERBANK (TAŞHAN)

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Taşhan 1888 Ankara Valisi Abidin Paşa’nın mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yapılmıştır. İçinde sıcak suyun olduğu, dönemine göre çok lüks bir binadır. Ankara’ya tren gelince binanın adı Agora Otel olarak değiştiriliyor. Kurtuluş Savaşı sırasında şehrin tek hastanesi Gurebe Hastanesi yetersiz kaldığı için otelin bir bölümünü hastaneye çeviriyorlar. 1928 yılında Taşhan’ın önünde Karpiç Lokantası açılıyor. Avrupa tarzında hizmet veren, dünya mutfağından güzel örnekler sergilendiği bir mekandır. Milletvekillerinin, yüksek bürokratların prestij mekanı ve yarı resmi buluşma noktasıdır.

1933 yılında Taşhan’ı devlet istimlak edip yıkıyor.  O zamanlar Ankara imar planını yapan Profesör Hermann Jansen: “Yıkılması büyük hatadır, şehrin bir dokusunun parçasıdır.” deyip karşı çıksa da yıkımı durduramıyor. 1936’da Mimarı Martin Elsaesser, binanın yerine Sümerbank’ı yapıyor..

TÜRKİYE İŞ BANKASI İKTİSADİ BAĞIMSIZLIK MÜZESİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

1. Ulusal mimari tarzında olan bina, 1929 Yılında İtalyan asıllı mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır. İş Bankası’nın Genel Müdürlüğü İstanbul’a taşınınca, bina müze olarak hizmet vermeye başlamıştır.  Ankaralının mimarisini hayranlıkla gezdiği, ülkenin iktisadi gelişim sürecinin de anlatıldığı güzel bir müzedir.

ANKARA VİLAYET KONAĞI

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Osmanlı döneminde kamu binası kavramı yoktur. O zamanlarda sadrazam kendi konağının girişini daire gibi kullanır, yönetim hizmetlerini oradan gerçekleştirir. Abidin Paşa Ankara’ya gelince Bab-ı Ali’ye devlete yakışacak bir binanın gerekliliğini anlatan bir yazı yazar. Fakat Ankara’nın devlet eliyle yapılmış ilk resmi binasına kavuşması Abidin Paşa’nın vefatından sonraki dönemde gerçekleşecektir. Bina 1897’de Müşir Tevfik Paşa tarafından yapılıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bakanlıklara bu bölgedeki binalar ev sahipliği yapıyor, Ankara Vilayet Konağının da her odası bir bakanlığa tahsis ediliyor.      

MALİYE BAKANLIĞI BİNASI

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Bu bina 1925 yılında Maliye Bakanlığı binası olarak yapılmıştır. Bina çok beğenildiği için sonradan iki kenarındaki iki bölüm de yapılarak bina büyütülmüştür. Bina bitince Başbakanlık binayı alıyor ve şimdiki Bakanlıklardaki binası yapılana kadar bu binada kalıyor, daha sonra gerçek yapılış amacına uygun Maliye Bakanlığı olarak kullanılmıştır. 

HAMİDİYE ÇEŞMESİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

1912 yılında, Sultan Abdülhamit’in Balkan göçmenlerini bu bölgeye yerleştirmesiyle Valiliğin arkasındaki bu mahallenin ismi Hamidiye mahallesi olmuştur. Çeşmeyi de Abdülhamit yaptırmıştır. Ankara taşından, çiçek motifli işlemeli güzel bir çeşmedir.

ZAFER ANITI

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

1924 yılında milletvekili ve Yenigün gazetesinin sahibi Yunus Nadi bey; “Bize bir zafer anıtı lazım!.” diyor. Karar verip bir millet komitesi kurup Ankara halkına duyuruyorlar ve halk bu anıt için para toplamaya başlıyor… 1925 yılında proje yarışmasını Viyanalı heykeltıraş Heinrich Krippel kazanıyor. Çok büyük bir törenle Zafer Anıtı açılıyor. Buradaki güzel detay bu heykelin devletin dışında halkın kendi parasıyla yapılıyor olmasıdır.

Krippel’in çalışması 4 aşamalı bir projedir. Birincisi Mustafa Kemal’in İstanbul’da Bandırma Vapuruna bindiği yerdedir. İkincisi Samsun’da karaya çıktığı yerdedir. Üçüncüsü Başkomutanlık Meydan Muharebesinin kazanıldığı Afyon’dadır ve sonuncusu Ulus’taki Zafer Anıtı’dır. Heykelde Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’i bindiği atı Sakarya ile üzerinde mareşal üniforması ile düşmanın geldiği yöne batıya bakar halde duruyor. Askerlerden birisi düşmanı gözetliyor diğeri de arkadaşlarına sesleniyor hadi diyor geride kalmayın. Ve cephede fedakarca yer alan, sırtında büyük top mermisi taşıyan Türk Kadınına yer verilmiştir.

Selma ÜNAL

Aralık 2023

SAF BİR SEVGİ HİKAYESİ: HANDE

Ben bu yazıda sizlere, çok farklı bir sevginin iletişim dilini anlatmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü.

3 Aralık günü, bütün dünyada, insanların engellilere yönelik empati duygularının gelişmesi ve duyarlılıklarının artması için, eylemler, yürüyüşler, etkinlikler düzenleniyor. Maalesef ki, benim güzel ülkemde 8.5 milyon engelli insan yaşıyor ve bu sayı, aileleri ile birlikte neredeyse toplumun yarısını oluşturuyor. Bu aileler, çok zor koşullarda yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.

Çoğunuzun bildiği gibi, 2004 yılında emekli olduktan sonra engelli çocuklarla çalışmaya başladım. Keşke gücüm ve kalemim yetse de, tüm yaşadıklarımı yazabilsem, ama bu pek de mümkün olmuyor. Onlarla o kadar dolu dolu yaşıyoruz ki, yazmaya yeterli zaman kalmıyor, ancak bu kısacık yazımda sizlerle paylaşmak istediğim aslında basit ama benim için çok özel bir olay var. Sizlere Hande’ nin hikayesini anlatmak istiyorum:

Hande, ilköğretimde okuyan engelli bir çocuk. (çok sınırlı da olsa devlet, zihinsel engelliler için ilköğretim ve lise seviyesinde okullara sahip ve bu okullar, benim gönüllü fotoğraf çalışmalarımın kapsamında yer alıyor. )

Hande konuşamıyor. Çok sınırlı olarak bazı kelimeleri söyleyebiliyor. Öğretmenleri onu uzun süredir tanıdığı için, çıkardığı seslerden ne demek istediğini anlıyorlar ve onun farklı sesler çıkartarak, söylemek istediğini cümle olarak tekrarlayarak ona yardımcı oluyorlar. Ben de, konuşamayan birçok çocukla olduğu gibi, Hande ile de aynı yöntemlerle anlaşıyorum. Hande konuşamıyor ama okuma yazma biliyor, mesajlaşma yoluyla cep telefonunu kullanabiliyor, algılamaları da oldukça iyi olan bir çocuk.

Çalışma kapsamımda olan ve Hande’ nin de öğrencisi olduğu okuldan on engelli çocuk ile birlikte, Anıtkabir’e fotoğraf çekimine gittiğimiz bir gün, gezinin bir yerinde Hande’nin fotoğraf makinesi arıza yaptı, o an orada makinesindeki sorunu düzeltemedim. Soruna çözüm olarak da, boynumda asılı olan kendi fotoğraf makinemi Hande’ nin boynuna taktım. Sonra kısaca tanıttım makineyi, gezi sonuna kadar benim fotoğraf makinemi Hande ile ortak kullandık. Hande çok da güzel fotoğraflar çekti. Çalışmamızı bitirip aracımızın olduğu yere giderken, arkamdan yaklaşıp yavaşça koluma girdi. Birlikte kolkola yürüyerek geziyi tamamladık.

Akşam fotoğrafları bilgisayara yükledim ve Hande’nin fotoğraflarını ayırarak, yedek belleğe aldım. Okula ilk gittiğim gün bu iş için ayrılmış bilgisayara Hande’nin fotoğraflarını yükledim ve sonra kendisini çağırıp;

“Gel bak ne kadar güzel fotoğraflar çekmişsin”  dedim.

Öğretmen arkadaşlara birlikte Hande’nin fotoğraflarını izledik.

Hande bana dönerek kendine özgü konuşma diliyle farklı sesler çıkararak konuşmaya (!) başladı.

Önce parmağı ile kendisini işaret etti.

“Evet Handeciğim.. sen…”  dedim.

Sonra beni işaret etti.

“Tamam” dedim. “Ben..”

Bu sefer ısrarla beni işaret etti tekrar.

“Beni.. “ dedim.

İki kolunu yanlara açarak, “kocaman” işareti yaptı.

“Tamammm..sen beni çok..” dedim.  

“Ama gerisini anlayamadım” dedim.

Doğrusu o anın keyfini doya doya yaşamak için “anlamadığımı” söyledim Hande’ ye.

Hande elleri kolları ile çırpınıyor, bana sevmeyi anlatmaya çalışıyor, ama ben ısrarla “Hande anlayamıyorum..” diyorudum. 

“Sen beni çok.. ama ne, ne, yapıyorsun” dedim.

Hande öğretmenlerden medet umuyor ama hepimiz sessizce gerisini nasıl anlatacak diye merak ederek izliyorduk Hande’ yi.

Hande sustu. Bana yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Yanağımı okşayarak o garip seslerini çıkarmaya devam etti. Sanki, “ne olur beni anla” diyordu.

Hande’ye sarıldım:

“Anladıııım.. Sen beni çok seviyorsun” dedim.

“Ben de seni çok seviyorum” dedim ve birbirimize belki de dünyada hiç kimsenin böylesi bir duyguyu paylaşamayacağı duygularla sarıldık. Lanet olsun, böyle zamanlarda boğazıma bir şeyler gelip düğümleniyor, konuşamıyorum, bir garip oluyorum.. 

Ama şunu biliyorum ki, dünyada hiç kimse engelli çocuklar kadar saf ve temiz bir sevgi sunumunu beceremez. Bana böyle duygular yaşattıkları için onlara minnettarım.

3 Aralık haftası onların haftası. Sizlerden ricam; onları unutmayıp, destek olmanız, onlara karşı anlayışlı olmanız sadece.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun …

Fotoğraflar Engelli çocuklarımız tarafından çekilmiştir.

Nazmi ALACADAĞLI

 Kasım 2023

ŞEHRİ TUVAL YAPAN SANAT: GRAFİTİ ve GRAFİTİ FOTOĞRAFLARI

Fotoğraf: Pınar ERTEBER POLAT

Sokak sanatı, dünyadaki tüm şehirlerde icra edilen, benzersiz ve renkli bir sanat formudur. En yaygın olarak açık alanlardaki duvar resimlerini ve grafitileri tanımlamak için kullanılır. Ancak heykeller, video projeksiyonları ve diğer ortamları da kapsayabilir. Grafiti ise çoğunlukla kamusal alanlarda bulunan duvar, pano, pencere, kapı vb. yüzey üzerine illegal şekilde sprey boyalarla veya keçeli kalemlerle resmetme işidir. Sanatçı eserini, kendi “sokak adını” görkemli bir şekilde yazması ile tamamlar.

Bu sanatla uğraşan özellikle genç sanatçılar, ırkçılık, insan hakları, ayrımcılık ve kısıtlı imkanlarla ilgili konulardaki hayal kırıklıklarını veya düşlerini grafiti ile ifade ederler. Punk rock, hip-hop, sosyo-politik hareketler ve hatta çete faaliyetleriyle ilişkilendirildiği için polisin ve şehir yetkililerinin takip ettikleri yasadışı bir faaliyet olarak görülmektedir. Öte yandan ünlü sokak sanatçılarının çoğu bu kariyerlerine yasadışı grafiti yaparak başlamıştır. Diğer taraftan, yetkililerin davet etmesi ve hatta ücretini ödemeleri karşılığında bazı sokak sanatçılarının grafiti yapmalarına izin verilir hatta teşvik edilir.  Grafitiler, zamanla şehirdeki vatandaşlar ve turistler için fotoğraf çekecekleri ve renkli gösterilerin tadını çıkaracakları bir sanat eserleri müzesi haline gelmiştir. Hatta kimliği gizemli kalan bir grafiti sanatçısı olan JR, kendi eserlerinin sergisini “dünyanın en büyük sanat galerisi olan sokaklarda” yaptığını ifade etmektedir.

Fotoğraflar: Pınar ERTEBER POLAT

Sprey boyanın geçici yapısı nedeniyle yağmurla zarar görmeden, suyla/deterjanla/kimyasalla yıkanmadan – temizlenmeden veya üzeri boyanmadan önce duvardaki eseri belgelemek gerekir. Böylece bu sokak sanatı ölümsüz bir hale gelebilir. Belgesel ya da sokak fotoğrafçıları sadece duvardaki bir grafitiyi fotoğraflamaz; aynı zamanda şehrin ve hayatın tuhaflıkları ile muzipliklerini, şehrin sunduğu veya mahrum bıraktığı imkanlarını, insanların yaşadığı acılar ile mutluluklarını ve sanatçının korku ve heyecanla karışık yaratım sürecini fotoğraflarlar. Bu fotoğraflar, grafitinin yansıttığı mesajı orada olmayanlara iletmeyi amaçlamanın yanında kentteki insanlara ve kente farklı bir bakış açısından bakılmasını sağlamaktadır. 

Fotoğrafta grafitinin önünde akıp giden yaşamı dondurmak mı istiyoruz yoksa bu hareketi yansıtmak mı istiyoruz karar vermeliyiz. Şehrin hareketli (yada hareketsiz) olduğu bir kamusal alanda mükemmel bir kadrajı ve anı yakalamak için gerekli pozlama ayarını yapmak fotoğrafçının takdirindedir. Yine de mümkün olan en iyi grafiti fotoğrafını çekmek için kullanılabilecek pek çok basit ipucu vardır. Burada sadece birkaçına değinebileceğim.

Fotoğraf: Duygu Nazire KAŞIKCI Fotoğraf: Pınar ERTEBER POLAT

Grafitiler şehrin sokaklarında yürürken karşımıza aniden çıkabileceği gibi bazen de bulmak için özellikle aramamız gerekebilir. Eski / yeni sanayi siteleri, boş arsalar, otoparklar, bahçe duvarları, harabe yapılar, eski fabrikalar, metro / tren vagonları, tüneller ve dar geçitler sokak sanatçıları için mükemmel birer tuvaldir. Sokak sanatının olduğu yerleri bulmak için küçük bir keşfe çıkıp sonrasında kendimize bir rota çıkarabiliriz. Hatta yurtdışındaki bazı şehirlerde sokak sanatı için yürüyüş turları bile bulabilirsiniz.

Sokaklardaki sanatı fotoğraflamak bazen zor ve tehlikeli olabilir; çünkü bu eserler kentteki en yoğun insan ve araç trafiğinin olduğu kamusal alanlarda olabileceği gibi tenha ve tekinsiz alanlarda da bulunabilir. Herhangi bir toplu taşıma hattının yakınında (metro, tren, tramvay gibi) veya ıssız bir yerde fotoğraf çekmek istiyorsak öncelikle kişisel güvenliğimizi sağlamalı ve dikkatli davranmalıyız. Çünkü bu tarz yerlerde trafiğin veya fotoğrafçının yaratacağı problemlere ve izinsiz geçişlere müsaade edilmeyebilir ya da tekinsiz bir ortam olabilir. Ancak aktif bir tren istasyonunun içinde güvenli şekilde çekim yapılabilir ve grafitinin harika bir açıdan yakalanmış fotoğrafını çekebiliriz.

Grafiti fotoğrafı çekmek için en önemli ekipmanlardan biri lenstir. Çekmek istediğimiz eserin ebatına bağlı olarak lens seçimi yapmamız gerekir. Belirli bir alanın fotoğrafını çekiyorsak normal açı bir lens iyi bir seçimdir böylece kadraja çoğu şeyi sığdırabiliriz. Ancak çok katlı bir binanın tüm cephesini kaplayan bir eserin fotoğrafını çekeceksek geniş açı kullanmamız gerekebilir. Özellikle geniş açı kullanıyorsak tam karşıdan kadrajlamak gerekebilir çünkü sağ ya da sol açıdan çekim yaparken objektife yakın nesnelerin olduğundan daha büyük görüneceğini unutmamız gerekir. Ayrıca gece çekim yapmayı planlıyorsak edinmemiz gereken bir diğer ekipman üç ayaktır (tripod). Ancak gündüz yapacağımız çekimlerde yürüyüşlerimiz sırasında ağırlık olacak ve dikkat çekecektir.

Grafitiler bir sokak sanatı olduğu için elbette dar sokaklar ya da alanlarda çekim yönünü ve açısını yakalamak zor olabilir bu yüzden grafitinin etrafında zaman geçirerek etrafı incelmek faydalı olacaktır. Genellikle sokak sanatçıları eserlerini belli bir güzergahta yapmaya devam ederler. Bu yüzden çevreye hakim olmak ve bizi en fazla etkileyen grafitiyi seçmemiz gerebilir. Belki kamuya açık bir binanın orta katına çıkarak tam karşı cepheden bir kadraj yakalayabiliriz ya da yere yakın bir açıdan farklı bir kareyi yakalayabiliriz. Yanından geçip giderken çekilmiş bir kareden ziyade grafiti fotoğrafımızı diğer bakış açılarından ayıracak binaları, sokakları, pencereleri ve hatta kapı aralıklarını bile kullanabiliriz. Öte yandan grafitiler çoğunlukla bir binanın ya da bahçenin duvarına yapıldığı için bir parçada mimari fotoğraf tadı olabilir.

Gün ışığı ve sokak aydınlatmalarının farklı saatlerde eser üzerinde nasıl bir etki yaratacağını bilmemiz ve hava durumunu takip etmemiz faydalı olacaktır. Genellikle grafiti fotoğrafçıları bulutların ışığı yumuşattığı bulutlu havalarda çekim yapmaktır. Ancak çekim yapmak için doğru bir saat veya hava durumu yoktur. Sadece çekim yapmayı zorlaştıracak sert gölgelere, yağmurun renklerde ve yüzeyde oluşturacağı değişimlere ve değişecek renk sıcaklığının grafitideki etkisini azaltmak için WB ayarımıza dikkat etmeliyiz. Ayrıca sanatçının grafitide aktarmaya çalıştığı duyguyu-mesajı hava durumu ile ilişkilendirebiliriz; canlı neşeli bir grafitiyi güneşli bir günde, kasvetli hüzünlü bir grafitiği karanlık veya yağmurlu bir günde fotoğraflayabiliriz.

Fotoğraflar: Pınar ERTEBER POLAT

Malum sokak sanatı olduğu için kontrol edemediğimiz bazı öğeler; çöp tenekeleri, park etmiş arabalar, sokak tabelaları, yürüyen insanlar vb. kadrajımıza girecektir. Büyük bir grafitiyi şehrin içinde bu öğelerden arınmış kadrajlamak zor olabilir bu yüzden onları avantaja çevirerek fotoğrafın bir parçası yapmak daha akılcıdır. Hatta bu öğeleri dahil ederek eserin büyüklüğü hakkında da izleyene bir bilgi vermiş oluruz. Önemli olan kimsenin dikkatini çekmeyen küçük ayrıntıları ve fırsatları yakalamaktır. Çevredeki bağlamı ve konumu karede yakalamak için açımızı değiştirmek de yararlı olabilir.

Grafiti yapılırken sanatçıyı kadraja alıp onun portresini yansıtabiliriz. Etraftaki renkli sprey şişeleriyle güzel kadrajlar yakalanabilir. Ayrıca bir başka kişinin (model, arkadaş gibi) portre fotoğrafları için de fon olarak grafitileri kullanabiliriz. Fotoğrafımıza tanımadığımız insanları dahil edeceksek, önce saygıdan sonra da hukuki zorunluluktan dolayı izinlerini istemeliyiz.

Sokak sanatı, sanatçının halkın beğenisine ve takdirine sunmak için ürettiği eserlerdir. Bu yüzden grafitilerin önünü uzun süre kapatmamak ve diğer insanların bakmasını engellememek gereklidir. Ayrıca, bir grafitinin tamamını, kadraja başka hiçbir şey eklenmeden dümdüz çekersek, bu aslında o eseri bir nevi kopyaladığımız anlamına gelir. Bu yüzden fotoğrafı çekerken özgün bir bakış açısı yakalamaya çabalamalıyız. Sabırlı olmalı ve öncelikle aklımızda bir kadraj oluşturarak, arabaların insanların, hayvanların geçişini takip ederek doğru anda deklanşöre basmak için hazır olmalıyız. Mesela bir bisikletlinin grafitinin önünden geçerken yakalamamız gibi.

Fotoğraf: Pınar ERTEBER POLAT

Grafiti fotoğrafçılığı ile ilgili bir belgesel film izlemek isterseniz 2019 yapımı “Martha: A Picture Story / Martha: Bir Fotoğraf Öyküsü” ilginizi çekebilir. Belgesel, National Geographic dergisindeki ilk kadın stajyer fotoğrafçı ve New York Post gazetesindeki ilk kadın fotoğrafçı olan Martha Cooper’ı ve sokak sanatını fotoğraflarıyla belgelemesi sayesinde bu sanat dünyasının en önemli isimlerinden biri hâline gelmesini konu alıyor. Cooper’ın 1970’lerde New York’da çekmeye başladığı grafiti fotoğrafları, şiddetli tepkilerle karşılaşan bu sokak sanatının zamanla tüm dünyada tanınıp yaygınlaşmasına katkı sağlamıştır. Ayrıca Henry Chalfant dünyada tanınmış bir diğer grafiti fotoğrafçısıdır. Kendi web sitesinden https://www.henrychalfant.com/ fotoğraflarını inceleyebilirsiniz.

Cooper bir söyleşisinde: “Bir grafiti eserini ya da duvar resmini fotoğrafladığımda, eserin tamamını bozulmadan gösteren ve bir miktar bağlam içeren bir fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Özel ışıklandırma ya da bükülme yapan lenslerle eseri kendi sanatıma dönüştürmeye çalışmıyorum. Kendimi bir tercüman olarak değil, tarihi korumanın belgesel kanıt sağlayıcısı olarak görüyorum. Sanat eserlerinin anlam ve değeri zaman içinde toplumumuzdaki, kültürümüzdeki ve siyasetteki gelişmelere bağlı olarak değişebilir. Geçici bir eserin fotoğrafı, bunların olmasını sağlar.” diyerek kendi grafiti fotoğrafçılığını tanımlamıştır. 

Duygu Nazire KAŞIKCI

Aralık 2023

Kaynaklar:

https://www.smartphonephotographytraining.com/genres/street-art-photography-tips

https://www.lensculture.com/articles/martha-cooper-40-years-of-photographing-street-art-around-the-world

https://saltonline.org/tr/2277/persembe-sinemasi-evde-martha-a-picture-story-martha-bir-fotograf-oykusu

https://www.widewalls.ch/magazine/top-10-street-art-photographers

MAVİ

Mavi renginin özünde;

  • ‘Annem Mavi Severdi ‘ 
  • Mavi ile anlatılan bireysel özgürlüktür
  • Bireysel özgürlüğün insan doğasına ne kadar uygun olduğu ve sonsuzluk
  • Müziğin evrenselliği ve insanları birleştiren bir yapıya sahip olduğu ve bütünlük
  • Aile ve hayat                         
  • Hayata bağlanmak, mutluluk, birliktelik ve özgürlüğün sınırlayıcısı
  • Hayatta yalnız kalmak, bağlanmaktan, sorumluluklardan ve acılardan kaçmak
  • Geçmişe duyulan özlem ve bağlılık
  • Bütün acılardan arınmak ve yeniden doğmak

Dünyayı gören, onu anlamlandırmamızı sağlayan bilincimizdir renkler. Gökyüzü ve deniz denince aklımıza mavi, toprak denince kahverengi, doğa denince yeşil geliyor. Peki ya renkler olmasaydı? O zaman gökyüzünün, denizin, toprağın ya da doğanın birbirinden ne farkı olurdu? Dünyamızı bir şenliğe çeviren renkler, insan psikolojisinde farklı duyguyu ve düşünceleri simgeliyor. 

MAVİ gökyüzü ve denizin rengidir. Kurtarıcı, sakinleştirici, yalnızlık, modernlik, sadakat, belirleyici, huzur, profesyonellik, kararlılık, barış, hijyen, iletişim, verimlilik, bilinç, akıl, temizlik, bilgelik, güven, inanç, gerçeklik ve cennet anlamına gelir.  

Ayrıca mavinin aşıladığı güven duygusu insanların kendine olan özgüvenlerinin artmasını da sağlar. 

Mavi diğer özelliklerinin yanı sıra, düşünceler hakkında katı ve kararlı bir renktir. Nostaljik olan bu rengin kararlılığı, bugün ve gelecekte her şeyi, geçmişte yaşanan deneyimlere bağlamasından gelir. 

Sevgiyi temsil eden mavinin ağrıları dindirme gibi bir enerjisi bulunur. Bu nedenle hastalık tedavilerinde mavinin enerjisi birçok kişi tarafından kullanılmaktadır. Özellikle depresyon ve ağrıyı tedavi etmek için mavi tercih edilir. Zihni rahatlatır, üretimi artırır.

Gökyüzünün rengi olan mavinin bir diğer özelliği ise sakinleştirici bir enerjiye sahip olmasıdır. Stres yönetimi için inanılmaz bir gücü vardır. Zihni sakinleştiren, kalp atış hızını yavaşlatan, kan basıncını düşüren ve kaygıları azaltmanıza yardımcı olan çok yatıştırıcı bir renktir. Zihnin rahatlaması sonucu insan daha üretken bir hale gelir. 

Freud maviyi, okyanusa benzetir, sakin diye betimlemiştir. Faber Birren ise mavinin tansiyonu düşürdüğünü söyler. Araplar ise mavi taşların, firuzenin kanın akışını yavaşlattığına inanır. Nazar boncuğu o yüzden mavi taşlıdır. Sakinleştirici bir renktir.

Mavi, en iştah kapatıcı renktir. Doğada mavi renkli yiyecek çok ender bulunur. Mavi yiyecekler insana itici gelir çünkü ilk çağlardan bu yana insanlar yiyecek ararken zehirli ya da bozulmuş (çürümüş) yiyeceklerden uzak durmayı öğrendiler.

Mavi, sinir sistemini rahatlatır. Zihni rahatlatan bir etkisi vardır ve vücudun sakinleştirici kimyasallar salgılamasına yol açar. Ayrıca insanlar mavi renkle yazılmış yazıları daha fazla akılda tutabilmektedirler. Mavi, genellikle yıldızları, geceyi, insan sıcaklığını, kalıcı ve derin duyguları, düşünceyi ve dinlenmeyi simgeler.

Freud’un sakin bir renk olarak nitelendirdiği mavi; dinginlik, sakinlik ve üretkenliği temsil eder. İnsanların görsel olarak görmekten/izlemekten keyif aldıkları alanlardan olan deniz-gökyüzü sıklıkla film ve dizilerde bu dinginlik ve sakinlik duygusunun izleyenlere iletilmesi için kullanılır. Soğuk bir renk olduğu için mavi, çoğunlukla anlatı mekanı olarak kutuplar/buzulların seçildiği filmlerde kullanılır. Benzer şekilde bilim-kurgu filmlerinde de tercih edilen mavi-beyaz ve açık tonlardır.

Üç Renk: Mavi

(Trois couleurs: Bleu), 1993 yapımı bir Fransız-Polonya yapımı film üçlemesinin ilk bölümüdür. Yönetmenliğini ve senaristliğini Krzysztof Kieślowski yapmıştır.  

Gökyüzü Neden Mavidir?

Güneş ışığı atmosfere girdiğinde saçılan ışınların dalga boyları farklı farklıdır. Bu farklılık saçılma anında farklı renklerin oluşmasını sağlar. Kısa dalga boylu ışınlar mor, mavi ve yeşil renkler olarak; uzun dalga boylu ışınlar ise sarı, turuncu ve kırmızı renkler olarak saçılır. Fakat kısa dalga boylu ışınlar daha fazla saçılır. 

Saçılmayı, gökyüzünü “fırçayla boyama” gibi düşünebilirsiniz. Daha çok saçılan renkler, gökyüzünde daha çok alanda etkili olarak baskın renk olmaktadır. Güneşten gelen kısa dalga boylu, dolayısıyla daha çok saçılan ışınların büyük bir kısmı mavidir, bu yüzden gökyüzünü mavi görürüz.

Atmosferden geçerken ışık, havadaki gazlar ve partiküller tarafından emilir ve sonra dalga boyu uzunluğuna göre farklı yönlere saçılır. En kısa dalga boyuna sahip mavi ışınlar daha geniş bir alana saçılırlar. İşte, gökyüzünün mavi görünmesine neden budur.

Mavi Saat (Fransızca: l’heure bleue), gün doğumundan önce ve gün batımından sonra olmak üzere gece ve gündüz arasındaki zaman süresinde ortaya çıkan gökyüzünün neredeyse tamamının mavi renkle doldurulduğu alacakaranlık. Rayleigh saçılımı etkisinden kaynaklanır.

Gökyüzü, romantik bulduğumuz pek çok bilimsel olayın gerçekleştiği güzel kubbemiz. Gökyüzünün gecesi aylı yıldızlı başka güzel, gündüzü rengarenk bir başka güzeldir. Herkesin bir gökyüzü merakı ve sevdası vardır. Gün batımında veya gün doğumunda oluşan renklere hayran olmayan var mıdır acaba ya da gökkuşağı görünce sevinmeyen!

Yaşam kaynağımız Güneş’in yaydığı ışınlar atmosfere girer ve bazı engellerle karşılaşır. Bu ışınların bir kısmı bu engeller tarafından absorbe olur, bir kısmı saçılır, bir kısmı da yansır. Atmosfere girdiğinde beyaz renkli olan güneş ışınları gözümüze başka başka renklerde görünür. Peki nedir bu engeller? Atmosferde su buharı molekülleri (H2O), hava molekülleri (Havanın yaklaşık %78’i azot gazı, yaklaşık %20’si oksijen gazı, geri kalanı da argon başta olmak üzere diğer asal gazlar ve karbondioksittir.), ozon gazı ve havada her zaman bulunmayan ve oranları bölgeden bölgeye değişen kirletici gazlardır.

Deniz Neden Mavidir?

Denizin mavi rengi su moleküllerinin ışığı emme ve yansıtma özelliğindendir. Güneş ışığında bütün renkler mevcuttur. Deniz suyu güneş ışığının dağılımındaki kırmızı taraftakileri emer, mor tarafındakileri yansıtır. Denizde bundan dolayı mavi renkte görünür.

Renk sıcaklığı nedir?

Renk sıcaklığı (CCT), ışık kaynağının yaydığı görünür ışığın sahip olduğu ışık rengini belirtir. CCT‘nin açılımı Correlated Color Temperature‘dır ve İlişkili Renk Sıcaklığı anlamına gelir. Işık kaynağının rengini derecelendiren ve tanımlayan ifadedir.

Metal bir cismi ısıttığınızda, cismin ışıldadığını görürsünüz. Cisim ısıtıldıkça, sıcaklığına bağlı olarak turuncusarı ve mavi gibi çeşitli renklere bürünür. Renk sıcaklığı da, ışık kaynağına yakın bir renk tonunu yakalayan kara cismin Kelvin cinsinden sıcaklığıdır.

Kelvin, tıpkı santigrat gibi sıcaklığı belirten uluslararası birimdir. Santigrat derecesinden farklı olarak sıfır noktasını mutlak sıfır yani -273,15 °C alır. [K] = [°C] + 273, 15  formül yardımıyla, santigrat derece sıcaklığı, kelvin derecesine çevirmek mümkündür.

Metal cismi Isıtmaya devam ettiğimizde renk değişmeye başlar. 5000K sıcaklığına ulaştığımızda akkor (beyaz) renge ulaşırız. Isı daha artırılmaya devam edilirse 10000K sıcaklığında mavi bir renk alacaktır. İşte bu nedenle ışığın ısısı Kelvin (K) ile gösterilir ve kelvinmetre ile ölçülür. 

Renk sıcaklığı kavramı, aydınlatmafotoğrafçılık ve yayıncılık gibi alanlarda kullanılmaktadır.

Aydınlatma sektöründe renk sıcaklığı, beyaz rengin tonlarını sınıflandırmak için kullanılır. Kelvin birimiyle birlikte kullanılan bu değer küçüldükçe ışık rengi turuncuya doğru gider, büyüdükçe maviye yaklaşır.

Yaygın olarak karşımıza çıkan renk sıcaklıkları 1000 K – 12000 K aralığındadır.

1700 K – 1800 K aralığı, ateşinmum ışığının ve gün doğumu ile batımında ortaya çıkan kırmızımsı renge denk gelmektedir.

2400 K – 3500 K aralığı ise, akkor flamanlı lambaların ve sıcak beyaz renkteki floresan ve LED lambaların rengine eşittir.

4500 K – 6500K aralığı ise, gün ışığınaxenonfloresan ve LED lambaların yaydığı maviye yakın beyaz ışığı temsil eder.

6500 K değerinin üzerine çıkıldığında ise beyaz ışıktan uzaklaşılır daha çok mavi içeren renkler elde edilir.

Sami TÜRKAY

Ekim 2023