Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ile Doğa ve Tarih Gezisinde
20 Ekim 2024 Pazar günü, Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği olarak düzenlediğimiz gezi, hem doğal güzellikleri hem de tarihi dokusu ile bilinen yerleri keşfetmek amacıyla gerçekleştirildi. Katılımcılarımızla birlikte, göz alıcı manzaralar eşliğinde keyifli anlar yaşadık ve fotoğraf sanatıyla ilgili becerilerimizi geliştirdik.
Sabahın İlk Işıklarıyla Yola Çıkış
Gezi, sabahın erken saatlerinde, kumrular sokakta buluşarak başlamış oldu. Katılımcılarımızın tamamlanması ile yola çıktık, gezimizin ilk durağı olan Nallıhan’ da o bölgeye özgü kahvaltımızı yaptık. Yolculuk boyunca, sonbaharın başlangıcıyla birlikte, karasal iklimin sunduğu sert hava koşulları ve metropol şehrin gürültü ve kalabalığından uzaklaşarak, doğanın renk cümbüşünü sergileyen ormanlık alanlar ve doğanın yeşile bürünen doğal haline doğru yol aldık.
TARAKLI
İlk durağımız Sakarya’nın tarihi ilçesi Taraklı oldu, Bağdat yolu üzerinde konumlanmış ve zengin kültürel mirasıyla dikkat çeken bir yerleşimdir. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan Taraklı, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu sayede kendine özgü bir kimlik kazanmıştır.
Tarihî ve Kültürel Zenginlikler
Taraklı, mimarisiyle göz dolduran eski taş evleri, dar sokakları ve tarihi camileri ile ön plana çıkmaktadır. Adını şimşir tarak yapımından almış olup, ses ve çevre kirliliğinden uzak konumuyla İtalya merkezli Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dahil olan sayılı ilçelerimizden birisidir. Özellikle 19. yüzyıldan kalma yapılar, yöre halkının yaşam tarzını ve geleneklerini yansıtan önemli örneklerdir. Taraklı Evleri, yerel taş ustaları tarafından inşa edilmiş ve bölgenin mimari özelliklerini sergilemektedir. Bu evlerin çoğu, restore edilerek turizme kazandırılmıştır.
Taraklının meydanında durup, yerel halkla sohbet ettik yöresel ürünlerden oluşan ürünler aldık. Onların yaşam tarzları ve gelenekleri hakkında bilgi ve edindiğimiz izlenimler, gezimize ayrı bir derinlik kattı. Fotoğrafçılarımız, ilçenin geleneksel mimarisini ve yerel halkın günlük yaşamını ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekti.
Doğal Güzellikler
Taraklı, sadece tarihi yapılarıyla değil, aynı zamanda doğal güzellikleriyle de öne çıkmaktadır. Etrafındaki yemyeşil ormanlar ve dereler, yürüyüş ve doğa aktiviteleri için ideal alanlar sunmaktadır. Özellikle sonbahar aylarında, ağaçların yapraklarının renk değiştirmesiyle birlikte Taraklı, görsel bir şölen sunmaktadır.
GÖYNÜK
İkinci durağımız, doğal ve tarihi alanlarıyla bilinen Bolu Göynük’ tü. Bu güzide ilçede, doğanın sunduğu manzaralarla tarihî dokunun iç içe geçtiği eşsiz bir deneyim yaşadık.
Göynük’ e vardığımızda, tarihi atmosferi hemen hissettik. Osmanlı dönemine ait yapılar, taş evler ve dar sokaklar, bu bölgenin tarihini yansıtan etkileyici örneklerdi. İlk olarak, 18. yüzyıldan kalma tarihi Göynük Evleri’ni ziyaret ettik. Restorasyon çalışmalarıyla günümüze taşınan bu evler, mimari zarafetleriyle fotoğraflarımıza eşlik etti. İlçede yer alan bölgenin tarihi ve kültürel önemini yansıtan etkileyici bir yapı olan zafer kulesine çıkarak panoramik seyir yanı sıra ilçenin tepeden fotoğraflarını çekme fırsatı bulduk. Osmanlı döneminin izlerini taşıyan bu kule, hem mimari özelliği hem de bulunduğu konumla ziyaretçilerine büyüleyici manzaralar sunmaktadır.
Orman ve Göl Manzaraları
Tarihi keşiflerimizin ardından, üçüncü durağımız doğanın büyüleyici güzelliklerini keşfetmek için çubuk gölü kenarına yöneldik. Göynük’teki çubuk göleti, etrafındaki yeşil alanlar ve ağaçlar arasında huzur dolu bir ortam sunmaktadır. Hava şartlarının elverdiği ölçüde gölün çevresindeki yürüyüş yollarında dolaşarak, fotoğraflar çektik, her köşede farklı bir manzarayla karşılaştık.
Gezimizin son durağı olarak Sünnet Gölü’ne ulaştık. Akşamüstü, gölün huzur veren manzarası ve gün batımının oluşturduğu atmosferde ışığın ve hava şartlarının elverdiği ölçüde fotoğraflar çekmeye çalıştık, günün yorgunluğunu atmak ve doğanın güzelliklerini bir kez daha keşfetmek için mükemmel bir fırsatı kısa süreliğine de olsa görmüş olduk.
Sünnet Gölü’ndeki bu unutulmaz akşam, hem doğanın güzelliklerini keşfetmek hem de arkadaşlık bağlarını güçlendirmek için harika bir son noktasıydı. Fotoğraf gezimizin en güzel anılarından biri olarak aklımızda kalacak olan bu deneyim, bizi doğanın ve sanatın bir araya geldiği eşsiz bir yolculuğa davet etti.
Sonuç olarak, 20 Ekim Pazar günü gerçekleştirdiğimiz gezi, sadece fotoğraf çekmekle kalmayıp, doğayla ve tarih ile iç içe geçirdiğimiz bir deneyim oldu. Katılımcılarımız, hem sanat hem de arkadaşlık bağları kurarak, dolu dolu bir gün geçirdi. Bu tür etkinliklerin devamının geleceğini umuyoruz; çünkü fotoğraf sanatı, doğayı ve insanları bir araya getirmenin en güzel yollarından biridir.
Sonbahar; 23 Eylül ile 21 Aralık günleri arasındaki bir mevsimsel tanımdır. Bu mevsimsel tanım fotografik açıdan dünya üzerinde her ülke için başka bir anlam taşır. Bu yazı; Türkiye’ nin sonbahar mevsiminin fotografik açıdan değerlendirmesini içermektedir.
Sonbahar Işıkları:
23 Eylül ekinoksunda oluşan gece gündüz eşitliğinden 21 Aralık kış dönümündeki en kısa gündüze kadar gün ışığı her gün azalır ve güneş daha yatay bir ışıkla gelir. Bu durum fotografik ışık olarak şu anlama gelir:
Uzun süreler yatay gün ışığı vardır ve sıcak tonlardadır. Güneşin 30 derecelik açının altına düşmesiyle ışıklarda açının azalması ile doğru orantılı gittikçe artan sıcak tonlar oluşur.
Yatay ışıkla birlikte ışığın şiddeti azaldığından dinamik aralık ve kontrast azalır. Fotoğrafta açık ve koyu tonlu tüm detayları görebilir ve kayıpsız kaydedebilirsiniz.
Yatay ışıkla birlikte gölgelerin oluşmasıyla hacim ve derinlik etkisi artar. Fotoğrafınız bir boyut kazanmıştır.
Değişken atmosferik koşullar nedeniyle gün içinde çok farklı ışıklar görülebilir.
Bahar mevsimleri fotoğrafçılar için en iyi ışık dönemleridir.
Kentlerde Sonbahar:
Kent manzarası, sokak fotoğrafları, festivaller, günlük yaşam vb. kente ait her konuda dik açıyla gelen ışıklar ve yüksek kontrast nedeniyle genelde sorun oluşturmaktadır. Bu anlamda sonbaharın düşük kontrastlı yatay ışıkları kenti görünür yapmaktadır. Sokaklarda ışığın kontrastı düşüktür ayrıca çoğu zaman homojen ışık olduğundan sokakların her iki cephesi de görünür ve sokağa ait her şey kaydedilebilir.
Sonbahar yağmurları şehrin görüntüsünü tamamen değiştirir.
Şehirdeki parklar, ağaçlar ve çalılar renk dönüşümüne uğradığından özel fotoğraflar çekilebilir.
Kent manzaraları için çok özel ışık koşulları ve atmosferik ortamlar oluşmuştur.
Sonbahar ile kentteki yaşam çeşitlenir ve kente hayat gelir (okullar açılır, iş hayatı hızlanır, ulaşım artar, kutlamalar, konserler, festival, özel günler vb.).
Doğada ve Kırsal Alanlarda Sonbahar:
Ülkemizde doğada sonbahar denilince öncelikle aklımıza geniş yapraklı ormanlardaki ağaç ve çalı yapraklarının renk değişimi akla gelir.
Sonbaharın sunduğu iyi ışık koşulları, sis ve puslar, geniş yapraklı ağaç ve çalıların yapraklarının renk değişimi, yapraklarının dökülmesi nedeniyle oluşan formları ve çevre ortamları, doygun renkler oluşturur. Oluşan bu fotografik etkenlerle birlikte kırsal yaşam, doğa manzarası, orman ve ağaç fotoğrafları, sular ve yansımalar gibi unsurların birlikte en iyi şekilde fotoğraflanabilmesi nedeniyle, sonbaharlar en çok tercih edilen mevsimdir.
• Geniş yapraklı ağaçlar sonbahar peyzajı açısından tercih edilir. Geniş yapraklı ağaçların dağılımı özellikle Türkiye’nin kuzey kısmındadır. Özellikle Karadeniz bölgesi en çok geniş yapraklı ormanlara sahiptir.
• Sonbahar renkleri temel olarak sarı ve kırmızıdan oluşur. Kahverengi; sarı yaprakların dönüşen ikinci aşamadaki renkleridir.
• Yaprakların renk değişimi ısının öncelikle azaldığı yükseklerden ekim ayının başlarında başlar genel olarak kasım ayının ortalarına doğru deniz seviyesinde biter. Her gün sonbaharın renkleri başka yüksekliktedir.
• Yaprakların renk değişimi her yıl aynı zamanlarda olmaz. Yaz ve sonbaharın sıcak geçmesine, ani soğuk olup olmadığına bağlı olarak 2 haftaya yakın oynamalar olur.
• Sonbahardaki ani hava soğumaları ve don, yaprakların yavaşça sararmalarını engeller. Dondan sonra yapraklar hızla önce sarıya (bazen hiç sararmadan) ve sonra kahverengiye dönüşüp dökülürler. Bazı sonbaharların iyi renk almamasının nedenlerinden biri budur.
• Aynı bölgenin Kuzey ve Güney yüzlerinde farklı sonbahar renklerine rastlayabilirsiniz.
• En iyi sonbahar renklerine ve görüntülerine 500-1200m arasındaki geniş yapraklı ve iğne yapraklı ağaçların bulunduğu bölgelerde rastlanmaktadır. Ekim ayının ikinci yarısından sonra ani hava soğumaları 1000m üzerinde kar yağışına neden olabilmektedir. 1000m üzerinde karlı sonbahar ve daha alçaklarda ise yağmurlu sonbahar görüntüleri eşsizdir.
• Sis ve yağmur sonbahar fotoğrafı için büyük avantajdır. Genellikle sabah saatlerinde sis ve pusu görebilirsiniz. Yoğun olmayan sisler içindeki ormanda yağmurlarla ıslanarak renkleri iyice doymuş ağaç gövdeleri ve renkli yapraklar son derece güzel görünürler. Göller ve akarsularla birlikte sonbahar görüntüleri çok daha fazla etkileyici olur.
• Durgun sulardaki sonbahar yansımalarının gerçek gibi duruşu ve resim etkisi oluşturması çok etkileyicidir.
• Ters ışık, ışık geçirgenliği olan yaprakların iyice ışıldamasına neden olur ve özel fotoğraflar elde edilebilir.
• Her ağaç sonbahar peyzajı olarak farklı renklere sahiptir. Bu bitkiler ve renkleri şunlardır: Sarı renkler için; ova akçaağacı, çınar yapraklı akçaağaç, huş, kestane, gürgen, doğu kayını, erguvan, kavak, dişbudak örnek olarak verilebilir. Kırmızı renkli yapraklı ağaçlar ise; japon akçaağacı, çınar yapraklı akçaağaç, kızılcık, taflan, kadın tuzluğu, üvez, kartopu, sığladır.
• Geç sonbaharla birlikte orman altındaki çalı ve otlarda renk değişimi tamamlanmak üzeredir.
• Ağaçların yapraklarını dökmesiyle grafik ağırlıklı ve orman altı renkleriyle çok özel fotoğraflar elde edilebilir.
• Geç sonbaharlarda akarsu kenarları ve göller yapraklarla kaplanır. Bu sayede daha önce çıplak kaya, toprak durumundaki alanlar birbirinden farklı renklerdeki yapraklarla donanır. Dolayısıyla bu alanların en güzel fotoğrafları bu zaman diliminde ortaya çıkar.
• Uzun pozlama tekniği sonbaharda sık kullanılır. Hareketli sular, rüzgârlı ormanlar, hareketli bulutlar vb. olgular güzel sonuçlar verir. Uzun pozlama ile hareketli sular üzerine düşen yaprakların hareketleri gösterilebilir. Çok farklı, netliği olmayan yaprak hareketleri çekmek mümkün olabilir. Özellikle dairesel veya benzer hareketler daha etkileyicidir.
• Kırsal yerleşimler ve yaşamlar sonbaharın oluşturduğu renk kontrası ile son derece güzeldir. Küçük köyler ve yaylalar da bambaşka rengarenk kırsal peyzajlar oluşturur. Türkiye’de özellikle Küre Dağları, Artvin ve Şavşat civarı, Karadeniz yaylaları kırsal peyzaj açısından son derece güzeldir.
• Kırsal yaşamda çok hareketlilik vardır. Otlar kesilir, salça, pekmez, vb. yapılarak kışa hazırlanılır, mantarlar toplanır vb. sonbahar renkleri ile kırsal yaşam çok güzeldir.
• Kuş göçleri bahar aylarında olduğundan çok farklı türü çekme olanağı vardır.
Cumhuriyet’ in ilanıyla birlikte Türkiye’nin başkenti olarak seçilen Ankara, yeni bir ülkenin modern yüzünü temsil eden bir şehir olarak hızla gelişti. Bu dönemin mimari, sosyokültürel ve siyasal dokusu, cumhuriyetin ruhunu yansıtan birçok unsuru barındırıyor. “Cumhuriyet’in Ankara’sı” başlıklı ayın fotoğrafı etkinliğinde bu tarihi dokuyu en iyi şekilde anlatan karelerin öne çıkması büyük önem taşıyor.
Cumhuriyet dönemi Ankara’sı; mimarisi, kültürel yapısı ve insanlarının şehirle kurduğu bağlar açısından fotoğrafçılıkta oldukça zengin bir tema sunar. Bu konuyla ilgili olarak aşağıdaki temalar fotoğraflarda aranması gereken unsurlar arasında yer alır:
1. Mimari ve Modernleşme:
Cumhuriyet’in simgesi olan devlet binaları, meclis, bakanlıklar ve o dönem yapılan kamusal yapılar, Cumhuriyet’in Ankara’sının en belirgin unsurlarıdır. Fotoğraf karelerinde bu yapılar şehrin modernleşme sürecini vurgulayan detaylar olarak öne çıkmalıdır. Atatürk Bulvarı, Eski TBMM binası gibi simgesel mekânlar dönemin ruhunu en iyi yansıtan noktalardandır.
2. Şehir Planlaması ve Açık Alanlar:
Cumhuriyet’in Ankara’sında şehir planlamasına verilen önem dikkat çekicidir. Geniş meydanlar, düzenli caddeler ve yeşil alanlar yeni başkentin modernliğini vurgulayan unsurlardır. Bu tür alanlar fotoğrafçıların geniş açılı kadrajlarla yakalayabileceği sahneler sunar. Güvenpark gibi kamusal alanlar hem fotoğraf kompozisyonu için fırsatlar yaratır hem de dönemin şehircilik anlayışını gözler önüne serer.
3. İnsan ve Sosyal Yaşam:
Cumhuriyet’ in ilk yıllarındaki Ankara’ da yaşayan insanların gündelik hayatları o dönemin sosyal ve kültürel dinamiklerini yansıtır. İnsanların modernleşme çabaları, Batılı yaşam tarzını benimsemeye çalışmaları ve kamusal alanlarda özgürce dolaşmaları, o yılların önemli detaylarıdır. Bu sebeple eski sokaklardan kareler ya da dönemin kıyafetleri içindeki insanlar etkileyici bir kompozisyon oluşturabilir.
4. Anıtkabir ve Atatürk’ ün Mirası:
Anıtkabir Cumhuriyet’ in Ankara’ sının en önemli sembollerinden biridir. Bu mekânın fotoğrafları Cumhuriyet’in kurucusuna olan saygıyı ve bağlılığı simgeler. Fotoğraf kompozisyonunda Anıtkabir’in heybetli yapısı ve ziyaretçilerin buraya olan saygılı tutumu güçlü bir tema oluşturur.
Fotoğraf Kompozisyonu Önerileri
Cumhuriyet’ in Ankara’ sı temasını işlerken başarılı bir fotoğraf kompozisyonu oluşturmak için dikkate alınması gereken bazı unsurlar şunlardır:
1. Geometri ve Çizgiler:
Şehrin modernleşme süreci düzenli yapılaşma ve açık alanlarda dikkat çekici geometrik şekiller yaratır. Caddelerdeki simetrik ağaç dizilimleri, binaların modernist mimari tarzı ya da meydanlarda yer alan heykeller gibi unsurlar fotoğraflarda kompozisyonu güçlendiren görsel unsurlar olabilir.
2. Işık ve Gölge Oyunları:
Geniş caddeler, meydanlar ve binaların arasındaki alanlar, özellikle sabah ya da akşam saatlerinde dramatik ışık oyunları yaratır. Bu zaman dilimlerinde çekilecek fotoğraflarda ışık ve gölgelerin yarattığı zıtlıklar güçlü bir estetik etki oluşturur.
3. İnsan-Mekân İlişkisi:
İnsanların Cumhuriyet’ in Ankara’ sı ile olan ilişkisini yansıtmak fotoğrafların duygusal ve sosyal boyutunu güçlendirecektir. Kamu binalarının önünde yürüyen insanlar, meydanlarda toplanan gruplar ya da binaların gölgesinde oturan bir kişi şehrin insanlarla olan bağını ortaya koyar. Bu ilişkiyi gözler önüne seren kompozisyonlar izleyiciyi fotoğrafın içine çekecektir.
4. Renk ve Monokromatizm:
Cumhuriyet’ in Ankara’ sı temalı fotoğraflarda renklerin kullanımı da önemlidir. Modern binaların gri tonları, yeşil alanların parlaklığı ya da bayraklardaki kırmızı-beyaz kontrastı görsel olarak etkileyici sahneler sunar. Ancak bazı karelerde monokrom kullanımı da tarihi dokuya vurgu yapabilir.
5. Tören Coşkusu:
Cumhuriyet’ in Ankara’ sı temasının en önemli unsurlarından biri de resmi bayramlar ve coşkuyla kutlanmasıdır. Uzun pozlama teknikleriyle coşkulu anlatım yaratılabilir.
Örnek Kompozisyonlar
Eski TBMM binasının önünde, sabahın ilk ışıklarında çekilmiş bir fotoğraf. Bina arka planda güçlü bir simge olarak dururken, ön planda yalnız bir insan silueti bina ile ilişki kurarak fotoğrafa derinlik kazandırıyor.
Atatürk Bulvarı’ nda sabah saatlerinde çekilmiş bir geniş açı fotoğraf. Bulvarın iki yanındaki ağaçlar simetrik bir şekilde kadrajlanmış, ortadan geçen tramvay hareket halinde yakalanarak Cumhuriyet’in modernleşme sürecini yansıtıyor.
Güvenpark’ ta öğleden sonra bir kalabalık. Gölgeler insanların üzerine düşerken, parkın ortasındaki anıt güçlü bir odak noktası olarak öne çıkıyor.
Fotoğraf Seçiciliğinde Dikkat Edilmesi Gerekenler
1. Estetik ve Teknik Yeterlilik:
Fotoğrafın kompozisyonu, ışık kullanımı, renk ve ton dengesi gibi estetik unsurlar seçim sürecinde önemli bir kriterdir. Bu tür fotoğraflar hem teknik anlamda başarılı olmalı hem de estetik açıdan tatmin edici bir bütünlük sunmalıdır.
2. Tarihi Bağlam ve Hikâye:
Fotoğrafın yalnızca görsel olarak güçlü olması yetmez, aynı zamanda bir hikâye anlatması da gerekir. Seçilecek karelerin Cumhuriyet’in ilk yıllarına dair güçlü bir anlatı taşıması önemlidir. Bir fotoğraf izleyiciyi yalnızca bir an ile sınırlamamalı onu dönemin içine çekmelidir.
3. Duygu Yüklü Kareler:
Fotoğraflar sadece şehrin fiziksel yapısını değil aynı zamanda o dönemin ruhunu da yansıtmalı. Cumhuriyet’ in coşkusunu, modernleşmenin getirdiği heyecanı ya da toplumsal değişimleri fotoğraflara aktarmak izleyicinin de bu duyguları hissetmesini sağlayacaktır.
Sonuç:
Cumhuriyet’ in Ankara’ sı temalı fotoğrafların seçimi hem tarihsel bir derinlik hem de sanatsal bir duyarlılık gerektirir. Fotoğrafçıların dönemin ruhunu yansıtan sahneleri yakalayarak bu büyük değişim sürecini estetik bir dille anlatması beklenir. Bu süreçte hem tarihsel bağlam hem de teknik yeterlilik fotoğraf seçiminde belirleyici rol oynar. Ayın fotoğrafı olarak seçilecek kare hem Cumhuriyet’in modernleşme sürecine tanıklık eden hem de estetik açıdan etkileyici olan bir sahne olmalıdır.
Tandoğan meydanından Anıtkabir’e girdiğinizde, yolun iki tarafında yayılmış çok çeşitli, ağaçların bulunduğu bir orman karşılıyor sizi. Birden başka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Yemyeşil bir orman, ağaçlar, kuşlar … sonra, biraz yürüyüşten sonra birden bir ses kendinize getiriyor; “Çimlere basmak yasak!”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Ankara’ nın göbeğindeki bu ormanın adı Barış Ormanı. 24 ülkenin toplam 2595 ağaç verdiği, ülkemizin 4 ayrı şehrinden, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir’ den ağaçların getirilip dikildiği bir orman. 750 dönümlük Anıtkabir alanının 630 dönümü bu ormana ait, sadece 120 dönümü anıt mezara ayrılmıştır. Bu orman için en fazla ağaç 501 adetle ABD’ den geldi, en çok ağaç çeşidi 28 türle Yugoslavya’ dan geldi.
Bir bilen Vedat Oygür’ le Anıtkabir’ i ziyaret ediyoruz. Yolun ilerisinde göreceğimiz simgelerin ne ifade ettiğini anlatıyor. Ben de sizi birinci dünya savaşı yıllarındaki ortama götüreyim. O zamanları hatırladığınızda simgelerin anlamını, onları oraya konulmasındaki düşünceyi daha iyi anlıyorsunuz.
Semiha Ayverdi yaşadığı o yılları şöyle anlatıyor. “Gün geçmiyordu ki bir dostun bir akrabanın bir komşunun genç evlatlarının şehadet haberi gelmesindi. Canlar gidiyor mallar gidiyor yerler yurtlar birbirini ardına kayboluyordu.” …“Halka vesika ile dağıtılan ekmek, kırmızımtırak bir balçıktı. Öğütülmüş mısır koçanı ile süpürge tohumunun bol miktarda karıştırıldığı bu hamurun adına mısır ekmeği deniyordu ve bir okkasının resmi fiyatı 50 para el altından alınan fiyatı ise 25 kuruştu. Bu çamurdan biraz daha fazla tedarik edebilmek için herkes o 25 kuruşu vermeye razıydı.”
Şimdi yolumuza devam edelim. Vedat Hoca Anıtkabir’in tarihi konusunda bilgi vermeye başladı:
“Atatürk’ ün naaşı 21 Kasım günü Etnografya Müzesinde hazırlanan katafalka yerleştiriliyor, katafalk Etnografyanın iç avlusunda mimar Bruno Taut tarafından hazırlanıyor. Ondan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anıt mezar yapalım diye hemen toplantı yapıyor. Atatürk sağlığında yakınlarına “Ben sessiz sakin bir yerde, bir ağaç altında basit bir mezarda gömülmek istiyorum” diyor. Fakat Ata için ve o dönemin önemini anlatmak için bir anıt mezar gerekiyor. Meclis 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruyor, komisyona Milli Savunma, İç İşleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlarının müsteşar ve genel müdürleri de çağırılıyor. Komisyon ilk toplantıyı 6 Aralık günü yapıyor. Komisyon, bu konuda teknik bilgileri olmadığı için bilim adamları ve teknik uzmanları da çağırıyorlar. Bunun üzerine Ankara imar planını hazırlayan Profesör Hermann Jansen, Bakanlıklar Mahallesi’ ni ve Güven Parkı yapan Profesör Clemens Holzmeister, Mimar Bruno Taut, heykeltraş Rudolf Belling çağırılıyor. Komisyonda anıt mezarın nereye yapılması gerektiği konuşuluyor. Bir çok öneriler çıkıyor, Çankaya köşkünün olduğu tepeye, Kaleye, Kızıl tepeye yapalım önerileri oluyor. Trabzon Milletvekili Mimar Mithat Aydın karşı çıkıyor “Bunların hiçbiri Ankara’ nın her yerinden görülmez” diyor. Mithat Bey Ankara’ da araştırma yapıyor ve bugünkü yeri, o zamanki adı RASAT Tepeyi öneriyor. 7 Ocak 1939 günü hemen kamulaştırmaya başlanıyor, 550.000 metrekare kamulaştırma planlanıyor. Fakat İkinci Dünya Savaşı nedeniyle proje duruyor, daha sonra kamulaştırma 7 Temmuz günü tamamlanıyor, 287 dönüm kamulaştırılmış oluyor. Anıtmezar Projesi 1941 yılında başlıyor, 1 Mart 1941 günü proje yarışması açılıyor, 2 Mart 1942 günü yarışma tamamlanıyor. Bunların içinden 3 eser seçiliyor. Eserlerin üçü de aynı değerde bulunuyor. Bu eserlerden birisi Güzel Sanatlar akademisinden Profesör Rudolf Belling ile Doçent Oğuz Arda’ nın projesi, birisi Alman Profesör Johannes Kruger’ in projesi, diğeri de İtalyan Profesör Arnaldo Foschini’nin projesi . Genel Kurmay ve Hükumet temsilcileri Atanın anıt mezarının yabancı bir mimara yaptırılmasını uygun bulmuyorlar. Hükümet 7 Mayıs 1942 günü Oğuz Arda’ nın projesini kabul ediyor. Sonuç bir ay sonra 9 Haziran günü açıklanıyor. Komisyon, bir buçuk sene sonra 28 Ekim 1943 günü projenin sahibinden bazı düzeltmeler yapılmasını talep ediyor. 18 Kasım günü uygulama projesi onaylanıyor. İnşaat bir sene sonra 28 Ekim 1944’ te başlıyor. Tepenin üzerindeki toprak kaldırılıyor, toprağın altından iki tane Frig soylusuna ait mezar çıkıyor. Onun üzerine inşat durduruluyor ve Dil Tarih Arkeoloji bölümünden uzmanlara haber veriliyor. 1 Temmuz 1945′ de arkeoloji kurtarma kazıları yapılıyor. Ondan sonra İnşaat yeniden başlıyor ve 15 yıl süren Anıtkabir projesi 1953 yılında bitiyor. Atatürk’ ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü Etnoğrafya’ dan Anıtkabir’ e törenle naklediliyor.”
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Anıtkabir merdivenlerinin başındayız. Vedat Hoca açıklamalarına devam ediyor:
“Arkadaşlar Anıtkabir yapısı buradan başlıyor. İleride bayrak direği gözüküyor, oraya doğru Giden yol Aslanlı Yol. Aslanlı Yolun 4 köşesinde kule var. Gördüğünüz bu merdivenlerin bir anlamı var. Karşımızda gördüğünüz merdiven 26 basamaklıdır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatır.
Yolun sonunda, şimdi tören alanı denilen yerin adı Zafer alanıdır. Buradaki isimler hep milli mücadele ile ilgilidir. Zafer alanı ve Aslanlı Yolun dört köşesinde kuleler vardır. Bunların her biri milli mücadele adımıdır. Ona göre sırayla adlandırılmıştır. Kulelerin üzerinde mızrak uçları vardır. Bu eski bir Türk geleneğidir, Türkler çadırlarının ortasına mızrak takarlardı. Bunların adı temrendir. Mızrak ucu manasındadır. Orta Asya’ dan gelen bütün Türklerin mızrak uçları bu şekildedir. Türklerde bu mızrak uçları aynı zamanda çadırı toplayıp tutar.”
Anıtkabir’de İstiklal Kulesi, Hürriyet Kulesi, Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Cumhuriyet Kulesi, Barış Kulesi ve İnkılap Kulesi olmak üzere toplamda 10 adet kule yer alıyor.
Bu açıklamalardan sonra yürüyüşümüze devam ettik. Karşımızda aslanlı yol var. Aslanlı yol 260 metredir. Yolun İki tarafında 12’ şer aslan var. Bunlar tarihteki 24 Oğuz boyunu anlatır.
Vedat Hocamızın anlatımı eşliğinde kuleleri gezmeye başlıyoruz.
İstiklal Kulesi: Bu kule Aslanlı Yol girişinde hemen sağ tarafta karşımıza çıkıyor. Kulenin iç duvarındaki kabartmalarda kaya üzerinde bir kartal ve kılıç tutan bir genç bulunuyor. Kartal güç ve bağımsızlığın sembolü iken, kılıç tutan genç erkek figürü ise Türk milletinin gücü ve kudretini temsil eder. Kulenin içindeki Top arabası Dolmabahçe’ den Sarayburnu iskelesine cenazeyi çeken top arabasıdır.
Kulenin önünde üç kadın heykel grubu var.
Bu üç kadın Türkiye kadınlarını temsil ediyor. Yerel kıyafet giymişler. Ellerinde tuttukları vatan toprağından çıkan başak grubudur. Bu heykelleri Hüseyin Özkan yapmıştır. Elinde tas olan kadın Tanrıdan rahmet diliyor, bu bir Türk geleneğidir. Diğer kadınlar üzgün görünüyor.
Hürriyet Kulesi Aslanlı yolun sol tarafındaki kuledir. Önünde erkeklerden oluşan üçlü heykel grubu vardır. Bu heykelleri de Hüseyin Özkan yapmıştır. Heykeller Türk aydını, askerini, çiftçiyi anlatmaktadır.
Kulenin içindeki kabartmalar Zühtü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Bu kabartmalarda özgürlük anlatılıyor, bunu melekle simgelemiş. Melek elinde kâğıt tutuyor, özgürlük bildirgesi, at başı da Türklerde özgürlüğün simgesidir. İçeride sergilenen tekne de Atatürk’ün Çubuk barajında gezdiği teknedir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Müdafai Hukuk Kulesi
Aslanlı yolun sonunda solda bulunan kuledir. Burası hakların savunulması “Müdafai hukuk” kulesidir. Kabartmada ağaç figürü ve millet var, millet elinde kılıç tutan erkek olarak tasvir edilmiş. Ağaç meşedir, Cumhuriyeti, zaferi simgeler. Cumhuriyet ağacı yükseliyor, millet kılıcıyla Cumhuriyeti savunuyor, elini de kaldırmış, yaklaşmakta olan düşmanlara “durun gelmeyin” diyor. Kulenin yapımında kullanılan sarı taşların hepsi Çankırı travertenidir. Eserler bunların üzerine işlenmiştir. Bu kabartmayı Nusret Suna yapmıştır.
Mehmetcik Kulesi
Bu kule için Zühtü Mürüdoğlu’ nun yaptığı kabartmada, Türk askerinin evinden ayrılışı anlatılır. Kompozisyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen, gururlu, hüzünlü anneyi tasvir eder.
Zafer Alanı
Şimdi Zafer alanının tam önündeyiz. Alan 10900 metre kare, toplam 15000 kişi alıyor. Bu alana törenler için bir çok defa gelmişimdir. Şimdi görüyorum ki bu alanın ve bu sembollerin manasını bildiğinizde geldiğiniz alan Zafer alanı oluyor yoksa Tören alanına gelmiş oluyorsunuz.
Zafer Kulesi
Zafer kulesi meydanın sağ tarafında bulunmaktadır.
Bu kule tarih boyunca kazandığımız zaferleri temsil etmektedir. Kulenin duvarlarının iç yüzüne, kazandığımız bazı zaferlerin tarihleri ve Atatürk’ün birkaç özlü sözü yazılmıştır. Zafer kulesi içinde Atatürk’ün Lincoln marka arabası var.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, İlter AKINOĞLU
Barış kulesi
Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözüne ithafen yapılmış olan bu kule zafer kulesinin tam karşısındadır. Zafer kulesi ve Barış kulesi arasında İsmet İnönü’nün kabri bulunmaktadır.
Ulusal Egemenlik kulesi
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kâğıdın üzerinde 23 nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Hakkı Atamun’ un kabartmasında Kadın ulusal egemenliği temsil ediyor. Anahtar da Meclisin anahtarı oluyor.
Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma
Sakarya kabartmaları Anıtkabir Merdivenin sağ tarafında bulunmaktadır.
İlhan Koman’ın eseridir. Savaşın aşamalarını anlatır. Düşman Anadolu’yu işgal ediyor, halk evlerini bırakıp yollara düşmüştür. Erkek geriye dönmüş, düşmana bir gün gelip öcümüzü alacağız diyor. Diğer bölüm savaşa hazırlığı anlatmaktadır. Bu hazırlığın ve savaşın ne kadar zor koşullarda olduğunu gösteriyor. Kağnı çamura batmış, çıkarmaya çalışıyorlar, kadınlar da yardım ediyorlar. Diğer kabartma savaşın başlangıcını anlatıyor. Kadının elinde kılıç var. Yukarıdan gelen de zafer meleğidir.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi konulu kabartma
Mozoleye çıkan merdivenlerin sol tarafında bulunan kabartmalardır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatıyor. Zühdü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Anadolu halkı savaşa giden oğlunu yolcu ediyor, yandaki kabartmada Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emrini veriyor. Diğer figür Türk ordusunun taaruzunu sembolize etmektedir. Yanındaki figürde ise Zafer Meleği vardır.
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Anıtkabir ve Mozole
Ön cephede 8 sütun, yan cephede 14 sütun vardır. Sağda onuncu yıl marşı, diğer tarafta gençliğe sesleniş var. İçeriye şeref holü deniyor. Şeref holü tamamen mermerdir. Taban Adana ve Hatay mermeri, yan duvarlar Afyon ve Bilecik mermerlerinden yapılmıştır. Tören meydanından sütunlu mozoleye toplam 42 adet basamaklı merdivene tırmanarak ulaşılmaktadır. 42 basamak bize Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiğindeki yaşı olan 42 sayısını göstermektedir. Anıtkabir’in dış cephe duvarlarında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku bulunmaktadır.
Ortada lahit vardır, Lahit Osmaniye kızıl mermerinden yapılmıştır, tek parçadır, 40 ton ağırlığındadır. Mezar odası alttadır. Tavan altın işlemelidir. 28 Ekim 1938 tarihli Atatürk’ün orduya son mesajını burada görebilirsiniz. Solda da Türk ulusuna taziye mesajı vardır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Misakı Milli kulesi (Ulusal Ant kulesi)
Vatanın birliği beraberliği için ant içiyorlar. Nusret Kuman’ın kabartması var. Buradan Atatürk’ün şahsi eşyalarının bulunduğu müzeye geçtik. Müzede Atatürk’ün şahsi eşyaları, Çanakkale savaşının canlandırılması, kurtuluş savaşını anlatan tablolar ve kurtuluş savaşının kahraman komutanlarının tabloları vardır.
Bu alandan çıkıştığımızda karşımıza bayrak direği geliyor.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Bayrak Direği
Vedat Hoca bayrak direğini gösteriyor “Bu bayrak direği 33,5 metre uzunluğunda, ilk hali Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı Nazmi Cemal tarafından hediye edildi, tek parça olarak gelmişti. Alttaki kabartma Türkün savunma gücünü, zaferi ve barışı anlatıyor.”
Bayrak direğine bakıyorum; üzerinde ay yıldızlı Bayrak dalgalanıyor.
Bir an geçmişe gidiyorum; at kişnemeleri, top sesleri, derken gür bir ses duyuluyor “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri “
Sonra geçmişle gelecek sanki birbirine karışıyor. Mehmet Akif mi o şiir okuyan?
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;”
Sesler çoğalıyor, çoğalıyor önce Anıtkabir meydanı bu sesle doluyor; sonra bütün Türkiye’yi sarıyor . Şimdi Herkes Birlikte söylüyor
Bildiğiniz gibi Fotoğraf Sanatı Kurumu 1994 yılında kuruldu ve bu yıl derneğimizin 30. yılı. Bu mutluluğu ve gururu bir arada yaşıyoruz. Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da bu haklı gurura yakışır işlere imza atacağımıza dair inancımız sonsuz ve bunu da kuruluşumuzdan bugüne sizlerin desteği ile yaptığımızın bilinceyiz. Bu bilinç ile Aralık ayında derneğimizin 30. yılına yaraşır organizasyonlarının olacağı müjdesini de şimdiden vermek isteriz.
Bir önceki sezonu fotoğraf gösterileri, söyleşiler, sergiler ve gezilerle sona erdirmiştik. Dolu dolu bir etkinlik sezonunun ardından herkese iyi geldiğini düşündüğümüz tatillerimizin de bitmesiyle yine sizler için fotoğraf dolu, sanat dolu birbirinden değerli işler yapmak üzere çalışmalarımıza başladık. Birçok konuda sizlerin de görüşleri bizim için çok değerli. Yönetim Kurulu olarak, sizlerden gelecek istek ve önerilere de sonuna kadar açık olduğumuzu söylemek ve her türlü öneri ya da eleştiriyi değerlendireceğimizi söylemek isteriz.
Geçtiğimiz Kasım ayında kaybettiğimiz çok değerli Hocamız Sayın Tansu Gürpınar’ ı, derneğimize olan sonsuz katkıları ve bizlere bıraktığı kıymetli anıları sebebiyle yaptığımız çoğu etkinlikte anmayı kendisine bir borç bildiğimizden, bu sezonun açılışını da onun adıyla taçlandırmak ve kendisini bir kez daha rahmetle anmak istedik. Bu vesileyle; 5 Ekim 2024 Cumartesi günü, Tansu Hocamızın “Ağaçlar ve Ormanlar” isimli fotoğraf sergi açılışını gerçekleştireceğiz ve bu fotoğraflardan oluşan fotoğraf gösterisini izleyeceğiz. Yine Tansu Hocamızı anmak adına Sayın Yunus Topal ve çalışma ekibinin hazırladığı “Tansu Gürpınar İzler Hikayeler” isimli belgesel gösterimine tanıklık edip kendisini yad edeceğiz. Yoğun bir program ile keyifli sohbetler eşliğinde gerçekleştireceğimiz sezon açılışımıza tüm üyelerimizi ve fotoğrafsever dostlarımızı bekleriz.
Peki yeni sezonda neler yapacağız? Biraz bunlardan bahsedelim.
Temel fotoğraf bilgisi seminerlerimiz ve atölye eğitimlerimiz yine birbirinden değerli Hocalarımızın değerli bilgileriyle sizlerle buluşmaya devam edecek. Çağımız teknolojisini yakından takip eden bir dernek olarak yeni atölye başlangıçlarına kapı aralayacağımızı ve fotoğrafta ilerlemenin en büyük itici gücünün proje bazlı çalışma olduğu inancı ile yepyeni projeler içinde yer alacağımızı da sizlerle paylaşmak isteriz.
Son iki sezon boyunca her ay düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz “Ankara Kültür Rotaları – Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği, Sayın Ali Vedat OYGÜR Hocamızın önderliğinde bu sezon da kaldığı yerden şehrimizin izini sürecek. Ücretsiz olarak gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğimiz üye olan ve olmayan tüm fotoğrafsever dostlarımıza açık olduğu gibi, etkinliğimize mobil telefon ile de katılım sağlayabilirsiniz. Ankara’yı daha iyi tanımak, tarihine ve kültürüne yakından tanık olmak ve birbirinden güzel dostluklara imza atmak isteyen herkesi bu güzel etkinliğe bekleriz.
Yine geleneksel hale gelmiş olan bir diğer etkinliğimiz de, Ayın Fotoğrafı Etkinliği (AFE). Her ay konusu belirlenmiş fotoğraf seçkileri yapılacak olup bu konularda bilgili ve deneyimli Hocalarımızın fotoğraf okumaları ve kıymetli değerlendirmeleri, fotoğraf yolculuğumuzda yolumuza ışık olmaya devam edecek.
Aylık takvimimizde düzenli olarak yer alan “Üyelerden Fotoğraf Gösterileri”, siz değerli üyelerimizden gelecek sunumlarla izleyenlerin hayal dünyalarını süsleyerek bakış açılarına yeniden yön verecek.
Farklı konu ve alanlarda fotoğraf gösterileri ve söyleşiler gerçekleştireceğimiz çok kıymetli konuklar ağırlayacağımız gibi, sosyal sorumluluk anlayışı ile her yıl olduğu gibi bu yıl da diğer sivil toplum kuruluşları ile paydaş olacağımız, ses getirecek işlere imza atacağız.
“Gezi planınız yok mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Elbette yeni sezonda da günü birlik fotoğraf uygulama gezileri yapacağız. “Hayal.Et, Keşfet, Seyahat Et!” mottosuyla, Ankara’ ya yakın mesafelere rota oluşturacağımız gezilerimiz için sizlerden de yer önerisi almak bizleri mutlu edecektir. Gezi sorumlumuz Sayın Cengiz PAMUK’ a bizleri her ay farklı yerlere götürdüğü ve özverili çalışmaları için çok teşekkür ederiz.
Kuruluşumuzdan bu yana uzun bir zaman geçti ve bizler bu uzun zaman diliminde bir çok yol arkadaşı edindik. Bu yolda yanımızda yürüyen ve her türlü desteği bizler için sağlayan başta sevgili Hocamız Sayın Sami TÜRKAY’ a, derneğimizin bel kemiği ve olmazsa olmaz emekçimiz sevgili Hülya KUTLU’ ya, sevgili Hocalarımıza, yönetim kurulu arkadaşlarımıza ve tüm üyelerimize derneğimiz adına çok teşekkür ederiz.
Bu sezonda da hep birlikte ve el ele daha pek çok etkinliğe ev sahipliği yapacağımızın sözünü vererek sizlerin de desteğiyle fotoğraf sanatını daha iyi yerlere taşıyacağımızı bilmenizi ve tüm çalışmalarımızda yanımızda yer almanızdan duyacağımız mutluluğu da bir kez daha belirtmek isteriz. “Fotoğrafta Bir Adım Daha İleri” mantığının ışığında ve “FSK Her Yerde” sloganı ile derneğimizin 2024- 2025 Kültür ve Sanat Etkinlikleri sezonu tüm üyelerimiz ve fotoğrafseverler için hayırlı olsun.
Bir sezonun daha sonuna yaklaştığımız bu günlerde 2024 yılı Mayıs ayında bir türlü bitmek bilmeyen bahar yağmurları eşliğinde muhteşem doğası ile öne çıkan ve aslında Ankara’ ya çok da uzak olmayan bir bölgeye Düzce ili sınırlarına doğru gerçekleştirdiğimiz bir doğa gezisi ile sezon finalini yaptık diyebiliriz.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Gezimizin ilk durağı; Fenerbahçe Spor Kulübünün antrenman tesislerinin de yer aldığı TOPUK YAYLASI oldu. Eski İstanbul yolunun sağ tarafından ormanların içerisine doğru giderken, orman köylerinden geçen ve yaylaya kadar uzanan bu muhteşem yol hemen yola döner dönmez hepimizi kendine hayran bırakmaya başladı. Bütün orman çoğumuzun ilk defa gördüğü mor ve pembe renkli çok gösterişli çiçeklerle kaplı idi. Topuk Yaylası tesisleri ve gölün etrafı da bu endemik çiçeklerle bezenmişti. Herkes çiçeklerin ne olduğunu merak edip, hemen telefonlarında araştırmaya başladı.
Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Bu gösterişli çiçeklerin ortak adı, fundagiller (Ericaceae) familyasından 800 farklı türü bulunan Rhododendron cinsinden Orman Gülü imiş. Hatta mor çiçekli Orman Gülleri zehirli bir bitki olup, Deli Bal olarak bilinen zehirli balın üretiminde kullanılıyormuş.
Bu güzel çiçekleri bol bol fotoğrafladıktan sonra, zor da olsa çiçekleri geride bırakarak, ikinci durağımız olan SAMANDERE ŞELALESİ’ ne doğru yola koyulduk. Yine muhteşem manzaralar eşliğinde şelalenin içinde bulunduğu tabiat parkına ulaştık. Şelalenin suları, ağaçların arasından gürül gürül akarken kayaları yararak oluşturduğu doğal bir mağaradan geçip “Cadı Kazanı” olarak bilinen ve gerçekten insanı ürküten bir şekilde cadı kazanı ismini de hak ederek dökülüyordu. Bu Cadı Kazanına ulaşmak için bir miktar merdiven inmemiz de gerekti tabi. Tripodlarımızı kurup, uzun pozlamalarımızı yaptıktan sonra bir sonraki durak için Samandere’ ye de veda ettik.
Gezimizin üçüncü durağı yine bir şelale ve tabiat parkı olan AYDINPINAR ŞELALELERİ TABİAT PARKI oldu. Bu parkın içerisinde iki adet şelale olduğunu öğrendik. Ayrıca parkta yer alan ve belediye tarafından işletilen Hobbit köylerine benzeyen konaklama çadırları da çok hoşumuza gitti. Etraf yemyeşil çayırlarda piknik yapan insanlarla dolu idi. Piknikçilerin arasından geçip ormanın içlerine doğru yürüyerek şelaleye ulaştık ve burda da uzun pozlama çalışmalarımızı yaptıktan sonra Aydınpınar’ ı da belleğimize alarak ayrıldık.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Güzeldere Şelalesi
Artık yavaş yavaş acıkmaya da başlamıştık. Son şelale durağımız olan GÜZELDERE ŞELALESİ TABİAT PARKI içerisindeki restoranda yemeklerimizi yedikten sonra, topladığımız enerjiyi şelaleye ulaşmak için harcayacağımızı bilmiyorduk tabi ki. Bıçkı Deresi üzerinde yer alan ve 130 metre yüksekten dökülen bu devasa şelaleye ulaşabilmek için bir hayli fazlaca merdivenden aşağıya inmek ve sonra onu tekrar çıkmak zorunda kaldık ama çektiğimiz fotoğraflar ve şelalenin güzelliği bütün bu zahmete değdi doğrusu.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Efteni Gölü
Artık gezimizin sonuna gelmiştik ve Ankara’ ya dönüş yoluna doğru yola çıkarken yolumuzun üzerinde yer alan ve gezimizin son durağı olan; 2005 yılında su kuşlarını korumak amacı ile doğal koruma alanı ilan edilen EFTENİ GÖLÜ YABAN HAYATI GELİŞTİRME SAHASI’ na ulaştık. Bu göl, üzerindeki nilüfer çiçekleri ve cam gibi yansımaları ile bütün fotoğrafçıları büyüledi adeta.
Bu güzel günü yansımalı, nilüferli muhteşem bir gölde tamamlayarak fotoğraf makinalarımızda özel kareler ve belleğimizde keyifli anılar ile Ankara’ ya dönüş yoluna çıktık. Bir sonraki FSK gezisinde tekrar karşılaşmak temennisi ile ayrılarak, bu geziyi düzenleyen FSK Yönetimine ve gezimize katılan tüm dostlara teşekkürü bir borç biliyorum.
TRT Ankara Radyosu spikeri yumuşak bir ses tonu ile “Şimdi memleket saat ayarını veriyorum.” anonsu yaptı. Kısa bir sessizlik, sonra “Dong” diye bir ses ve ardından tekrar spiker: “Saat 19.00”.
Yıl 1923, o zamanlar saat ayarları Ankara’dan böyle verilirmiş. Binaların hikayelerini dinlediğinizde geçmişe gidiyorsunuz. Önünden acele ile geçtiğiniz binaların hikayelerine baktığınızda bir yaşam dilimini temsil ettiklerini görüyorsunuz. Aşklar, kinler, emekler, çabalar, özveriler… Her bina sanki canlı bir varlık, dinlerseniz size çok şey anlatıyorlar. Binalar yapıldıkları döneme ait bilgileri de saklıyorlar.
Dr. Vedat Oygür ile Ankara’yı geziyoruz. Aslında bu bir gezme değil, tarihte yolculuk, tarihe şahit olmak, hatta tanışmak, binalarla tanışmak!
Ankara’da tarihe şahit olmak ülkenin tarihini görmek gibi. Çünkü Cumhuriyetle birlikte her şey Ankara’da başlamış. Temeller Ankara da.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Türk Hava Kurumu’nun önündeyiz. Vedat Hoca anlatmaya başlıyor:
“Türk Hava Kurumu, Atatürk’ün talimatıyla yaveri Cevat Abbas Gürer tarafından Türk Tayyare Cemiyeti olarak 1925 yılında kuruluyor. O zamanlar kuruluş amacı uçak yapmak, uçak yedek parçaları üretmek, havacılık personelini yetiştirmek. Alman uçak firması ile “Tayyare, Otomobil Motor Türk Anonim Şirketi” kuruluyor. Bu şirket ilk uçak fabrikasını da Kayseri’de 1926-1928 yılları arasında açıyor. İlk uçak da 1930 yılında üretiliyor. Bundan sonraki on yılda, 5 ayrı türde 134 uçak üretiliyor ve Avrupa’ya satılıyor. 1926 yılında Tayyare Makinist Mektebi açılıyor. Yine aynı yıl Eskişehir’de uçak bakım ve onarım fabrikası kuruluyor. 1935 yılında Türk Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu adını alıyor. 1936-1938 yıllarında da binası yapılıyor.
Türk havacılık sektörü böyle gelişince Nuri Demirağ 1936’da Beşiktaş’ta havacılık şirketini kuruyor. 1938’de ilk uçağını iki motorlu 6 kişilik yolcu uçağı olarak yapıyor. 1940’ta Ankara Planör Fabrikası kuruluyor. 1944 yılında da Etimesgut Hava Alanı yapıldıktan sonra Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor. Burada sağlık ve nakliye uçakları yapılıyor. 1946’da Gazi Orman Çiftliği’nde uçak motorları fabrikası kuruluyor. Artık Avrupa’ya uçak motorları da satılmaya başlanıyor. 1948 yılında Amerikan Marshall yardım planı imzalanıyor. Ardından 1951 yılında uçak fabrikaları, motor fabrikaları kapatılıyor. O zamana kadar bir sanayi kurumu olan THK sonra bir eğitim kurumuna dönüşüyor.” Rüya gibi… Önce uçuyoruz, sonra da bir rüya gibi bitiyor.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Tarihte yürüyüşe devam ediyoruz. İkinci durak eski TRT Ankara binası.
“1927 yılında Türk Telsiz Telefon şirketi kuruluyor. Bu şirketin verici istasyonları var. Bunlar radyo yayını yapacak şekilde donatılıyor. Ekim ayında İstanbul radyosu, 18 Kasım’da da Ankara Radyosu yayına başlıyor. 1936 yılında radyo telefon işleri PTT’ye veriliyor. 1937-1938 yıllarında Ankara Radyosu binası yapılıyor. O zamanlar Radyo yayınları kuruluşundan itibaren sadece haftada üç gün gerçekleştiriliyor. Saatleri de kısıtlı; sabah 8.30-12.30 arasında, akşam 18.00-23.00 arasında yayın yapılıyor. Kesintisiz yayın 1938 yılında başlıyor.”
Günümüzde 24 saat televizyon seyrederken bunlar çok garip geliyor. O zamanki şartlar Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış bir ülke için çok zor. Ama yılmadan çalışarak, başarmışlar.
“Radyo programları arasında sabahları Tarlaya Doğru programı var. 7.30’da Sabah Ajansı, sonra Evin Saati diye kadınlara özgü bir program var. Bu programda, ev ekonomisi, beslenme, çocuk bakımı gibi konular işleniyor. Sonra piyesler, 13.00 ve 19.00’da ajans var. Çeşitli müzik programları, akşamları politik, aktüel konuların işlendiği programlar, Küçüklere Masallar, Edebiyat Saatleri, Mikrofonda Tiyatro Saatleri isimli programlar da vardı. Radyo hem kültür hem eğitim hem de eğlence aracıydı. 1 Mayıs 1964 tarihinde ise Ankara Radyosu bitecek ve TRT adında yeni bir dönem başlayacaktı.”
Radyo tiyatrolarını ben de hatırlıyorum. Çok güzel olurdu. Hatta bazen elektrikleri kesilir, mum ışığında radyo tiyatrosunu dinlerdik. Radyo dinlemek günümüzde de keyifli oluyor. Görüntülü olmadığı için ekranın karşısında hapsolmuyorsunuz.
Ankara Sıhhıye’de bir olgunlaşma enstitüsü; acaba ne hikayeleri var bu binanın?
Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Olgunlaşma Enstitüleri, Kız Sanat Enstitülerinin yüksek kısmı olarak açılıyor. İlk Olgunlaşma Enstitüsü 1946’da Beyoğlu’nda açılıyor. Ankara’da ise 1958’de açılıyor. 1959’da giyim sanayi gelişince İsviçre’den bir uzman getiriliyor. O uzmanın kontrolünde Olgunlaşma Enstitüsünün bünyesinde Konfeksiyon Atölyesi adı altında hazır giyim atölyesi kuruluyor. O zaman sadece kız sanat okulu mezunlarını kaydediyorlar. Olgunlaşma Enstitüsü çeşitli mekanlarda eğitim verdikten sonra 1962 yılında Sıhhıye’deki binasına taşınıyor.” Şimdi de Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin önündeyiz.
“Buradaki binalara bakınca Mimar Ernest Egli’yi hatırlamak lazım. Prof. Ernest Egli Milli Eğitim Bakanlığı’nın mimarı, aynı zamanda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinin Müdürü ve Öğretmeni. Cumhuriyet döneminde kadınların eğitimine de önem verilmiş, Kız Sanat Enstitüsü 1928 yılında açılmış. Daha sonra adı İsmet Paşa Kız Sanat Enstitüsü oluyor. Okulun 1931 yılında 26 öğretmen, 15 öğrencisi var. Okulda akşamları da eğitim veriliyor. Akşam sanat kursuna 267 Ankaralı kadın katılıyor. Ankaralı kadınlar eğitime önem veriyorlar. 1932 yılına gelindiğinde öğrenci sayısı hızla artıyor, bunun üzerine öğretmen sayısı 65’e çıkıyor. 1935 yılında öğretmen yetiştirmek için Kız Teknik Öğretmen Okulu aynı binada açılıyor. Kız Teknik Öğretmen Okulu 1969’da Gazi Eğitim Teknik Okullar kampüsüne taşınıyor. Daha sonra İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak faaliyet gösteriyor. Bu okullar zamanında sergiler açan, bürokrat eşlerinin, elçilerin eşlerinin kıyafetlerini yönlendiren öncü bir moda kuruluşu gibi sosyal hayata katkıda bulunuyorlar.”
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU
Şimdi Sıhhıye deki Türk Tarih Kurumu binasının önündeyiz, çift başlı kartal logoları olan bu bina bize ne anlatacak acaba? Hocamız binanın diline tercüman oluyor: “Yeni Cumhuriyet halka ulusal bir kimlik kazandırmak istiyor. Bunun için de halka kim olduğunu öğretecek tarih ve dil biliminin anlatılması gerekmekte. Tarih ve dil bilinci için 1923 yılında Ziya Gökalp’in düşüncesi ile “Serbest Ali” dersleri başlıyor. Bu derslere memurlar, bürokratlar ve orta öğretim görmüş insanlar katılıyor. Çok rağbet görüyor dersler. Ziya Gökalp felsefe dersi veriyor. Verilen dersler içinde Avrupa tarihi, dil bilim dersi, Türkçe dersi, edebiyat dersleri, genel iktisat, Türkiye iktisadı, çağımızın iktisadı, yakın çağ tarihi, Doğu sorunu, hukuk dersleri de var. Bu başlangıçtan sonra 1925 yılında da hukuk mektebi kuruluyor. Bu okul Ankara’nın ilk yüksek okulu oluyor. 1931 yılında ulusal kültürü geliştirmek için Türk Tarih Kurumu, 1932’de de Türk Dil Kurumu kuruluyor. Bu kurumların bünyesinde fakülte tartışmaları oluyor. Ankara’da Toplum Bilim Fakültesi kurulacağı görüşleri gazetelerde yazılıyor, konuşuluyor. Fakültenin eğitim konusu olarak tarih, coğrafya adı geçiyor, sonra Bilim ve Tarih Coğrafya Fakültesi olarak 1935 yılında kuruluyor. 1936 yılında öğretim bir apartmanın giriş katında başlıyor. İlk dersi 9 Ocak’ta halk evinde Afet İnan Hanımefendi veriyor. Bu ilk derse Atatürk, bakanlar, bürokratlar ve çok geniş bir davetli grup katılıyor. Dil Tarih Coğrafya Fakülte binası Mimar Bruno Taut’un tasarımıyla yapılıyor. Bruno, Mimar Sinan hayranı, derslerinde öğrencilerine hep onu anlatıyor. Onun anısına Mimar Sinan heykeli fakültenin bahçesine konuluyor. 1940 yılında bu binaya taşınıyor. Mimar Bruno iki sene içinde çok işler yapıyor, Türkçe kitaplar yazıyor. Türklere bu kadar yakın olması sebebiyle Edirne Kapı Askeri Şehitliğine tek gayrimüslim olarak defnediliyor. Okulun (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) giriş kapısının üstünde cumhuriyet ideolojisinin özü olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” yazar. Duvarda Atatürk’ün maskı vardır. Okulun bahçesinde bulunan Mimar Sinan heykeli Hüseyin Anka tarafından yapılmıştır.”
Dil Tarih Fakültesinin içinde bir zamanlar hizmet veren Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yer alır. Hocamız bu kurumların tarihine götürüyor bizi:
“Tarih konusunda çalışmalar erken başlıyor, Türk Ocağının içinde ilk fikirler ortaya çıkıyor. 1930 yılında Türk Ocağı Kurultayında bir dilekçe veriliyor, Tarih konusu ayrı bir kuruluş altında çalışılmalı deniyor. Bunu üzerine Türk Tarih Heyeti kuruluyor. Bu heyet, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi çalışmalarını yapıyor. Türk Ocağı 1931 yılında kapatılıyor. Türk Tarih Heyeti üyeleri Türk Tarih Tetkik Cemiyetini kuruyorlar. Bir yıl sonra da Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurulmasına karar veriyorlar. 1932 yılının sonbaharında iki kurumun da adı değişiyor, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil kurumu adını alıyorlar. Önce halk evi binası içinde çalışıyorlar. 1940 yılında Dil ve Tarih Fakülte binası yapılınca ikisine de burada yer veriyorlar. Türk Tarih Kurumu binası 1962 yılında Süleyman Turgut Cansever’in tasarımıyla yapılıyor. Kurumun simgesinin kartal olmasının nedeni Anadolu’da yaşayan medeniyetler simge olarak hep kartal kullanmışlardır.”
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
Biraz daha yürüdükten sonra İhtisas Hastanesine ait bir binasının önüne geliyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:
“Eskiden burada Deve Konağı varmış. Deve kervanları buradan kalkarmış. Abdülhamit zamanında 1887’de Mektebi İdadi Mülki yani mülkiye lisesi kuruluyor. Bu okulun amacı memur, bürokrat yetiştirmek. Bina Ankara taşından yapıldığı için Ankara halkı buna taş mektep diyor. Artık fotoğraflarda kalmış bir bina. Bu okul 1917’de Ankara Sultanisi adını alıyor. Daha sonra Milli Mücadele başlayınca Taş Mektep, Savunma Bakanlığı oluyor. 1921’de Erkek Öğretmen Okulu burada eğitime başlıyor. 1924’te kendi binasına gidiyor, adı Ankara Erkek Lisesidir. 1939 yılında Sıhhiye’de Bruno’nun yaptığı liseye taşınıyor. Adı Atatürk Lisesidir. 1960 yılında taş mektep yıkılıyor, 1964 yılında yerine Yüksek İhtisas Hastanesi binası yapılıyor.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Yürüyüşümüz öğrencilerin seslerinin geldiği okula yöneliyor. Demir parmaklı giriş kapısını önündeyiz, görkemli bir okul. İnsan yeniden öğrenci olmak, lise yıllarına dönmek istiyor. Okulda bir tören var, fazla yaklaşamıyoruz. Hocamız özet bilgi veriyor:
“Ankara Kız Lisesi 1923’te kuruluyor. (Şimdilerde karma eğitim yapılmaktadır.) İlk yeri Hacı Bayram Mahallesinde, 79 öğrencisi var. 1925 yılından sonra Yahudi mahallesindeki Rum mektebine taşınıyor. Ernest Egli okulun mimari, okulun binasını yapıyor. 1930‘da inşaatın bir kısmı bitiyor ve öğretim bu bitirilen kısımda başlıyor. 1933’te tamamı bitiyor. O yıllarda okulun yatılı bölümü de var.”
Fotoğraf: İlter AKINOĞLU
Ankara manzarasını seyredebileceğiniz, rahat bir şekilde çayınızı da içebileceğiniz, görkemli iki yapının önündeyiz. Binalara baktığınızda sanat, tarih, Cumhuriyetin kuruluşu hakkında birçok konuyu görüyorsunuz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor: “Burası Ankara namazgahı, Osmanlı döneminde namazgahlar yapılıyor, halk burada toplanıp karar alıyor. Ankara namazgahını, dikdörtgen geniş bir alan olarak düşünün. Namazgah denilen yerin üstünde ve kıbleye bakan yerinde hiçbir yapı olmayacak, boş olacak. Üç sıra taşla çevreye duvar yapılıyor, kıbleye bir minber ve musalla taşı konuluyor. Önemli kararlar alınacağı zaman bütün halk orada toplanıyor. Bu alanlarda Osmanlıda pehlivan güreşleri, cirit oyunları da yapılıyor. 5 Ekim 1914 günü Ankara namazgahına bayrak çekiliyor, bayrağı gören halk namazgaha geliyor. Günlerden Cuma, namazdan sonra Beynamlı Hacı Mustafa Efendi konuşma yapıyor. Vatanı düşmanın işgal ettiğini, düşmanı atana kadar savaşmak gerektiğini söylüyor. Ankara halkı sonuna kadar savaşacaklarına ant içiyorlar. Ankara Milli Alayı kuruluyor. Komutanı Hacı Mustafa oluyor. Cumhuriyet döneminde buraya Türk Ocağı ve Etnografya müzesi yapılmasına karar veriliyor. Arif Hikmet Koyunoğlu yarışmayı kazanarak mimarlığını yapıyor. Arif Hikmet, 1.Ulusal Sanat döneminin Selçuklu ve Osmanlı üslubunun mimarlarından. Mimarın hayat öyküsü de bir kitap olacak şekilde. İstanbul’daki Sanai Nefise, Güzel Sanatlar Okulu ilk defa sınav açıyor. Arif Hikmet sınava giriyor ve birincilikle kazanıyor. 38 kişi içinde tek Türk mimar olarak okula giriyor. 1908 yılında okula başlıyor, 1914’te mezun oluyor. 1915’te askere alınıyor ve Sarıkamış’a gönderiliyor. Buradan dönebilen 216 kişiden biri de Arif Hikmet. İstanbul’a dönüyor, İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanıyor, iki yıl hapis yatıyor. Sonra Ankara’ya gelip Milli mücadeleye katılıyor. Kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, Ankara namazgahında yapılacak eserlerin proje yarışmasına katılıyor ve kazanıyor. 1926 yılında iki binanın da inşasına başlıyor. Atatürk binaların önünün park olmasını istiyor. İki bina da Selçuklu, Osmanlı mimarı tarzını yansıtmakta. Anadolu anıtsal mimarisi göz önüne alınarak yapılıyor bu binalar. 4 Kasım 1927’de Atatürk heykeli binanın önüne konuluyor. Heykel, doğuya bakıyor Cumhuriyet kuruldu, vatan kurtuldu, artık Anadolu’yu imar edeceğiz mesajını veriyor.
Binalarda İnşaat 1930 yılında bitiyor. İstanbul’da olan Türk Ocağı, Ankara’ya bu binaya geliyor. 1931’de Türk Ocağı Rusya ile ilişkiler nedeniyle kapatılınca Türk Ocağı Halkevi oluyor. Halkevi binası daha sonraları tiyatro ve nikah salonu olarak da kullanılıyor. 1975’te devlet resim ve heykel müzesi oluyor. 1938’de Atatürk öldüğü zaman naaşı için binada katafalk yapılıyor. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım 1938’de buraya taşınıyor, 10 Kasım 1953’e kadar burada kalıyor ve Anıtkabir bitince yerine taşınıyor.” Etnografya Müzesinin yanındaki yolun karşısında, üzerinde saat bulunan bina dikkatimizi çekiyor. Vedat Hoca: “Ernest Egli, Ticaret Mektebi olarak 1928 yılında yapıyor bu binayı”, diye hemen bilgi veriyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Yürüyüşümüz devam ediyor, Numune Hastanesinin önündeyiz.
“Burada 1881’de “Gureba Hastanesi” adıyla hastane kuruluyor. O zamanlar hastane yoktu, doktorlar evlerinde hastalara bakardı. Bu hastane 1924’te “Ankara Numune Hastanesi” adını alıyor. Gördüğümüz yapıya ilk halinin üzerine birçok ilaveler yapılmıştır.”
Hacettepe’ye doğru yürüyüşe devam ediyoruz. Trafik lambalarında bir müddet bekliyoruz. Geçmişten geleceğe giderken trafik kalabalık. Lambalardan geçiyoruz, Hacettepe’nin yanındayız. Bir yanımızda Hacettepe diğer tarafta yolun ortasında bir mezar. Hocamız anlatmaya devam ediyor: “Ankaralıların önem verdikleri bir mezar, halk mezarda yatana Tezveren Sultan diyorlar. Tezveren Sultan aslında Ankara Kalesi Komutanı Yakup Bey, 1402 yılında yapılan savaşta şehit oluyor ve buraya gömülüyor. Mekânı cennet olsun.”
Mezarın karşı tarafında Hacettepe var. Neden ismi “Hacet” ile başlıyor biliyor musunuz? Eskiden insanlar hacetlerini buraya gelip rüzgara bağırarak söylerlermiş. Çözüm olmasa da rahatlatıyor olmalı.
Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK
Gezimizin son noktası, her zamanki gibi bir kafede çay veya kahve eşliğinde sohbet etmek.
Geçmişten geleceğe yolculuk hiçbir zaman bitmeyecek. Her şey fotoğraflarda gelecek nesillere aktarılacak, anılarda saklanacak.
Minimalizm,1960’larda Amerika’da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Bu akım, sanatı en temel unsurlarına indirgemeyi ve gereksiz ayrıntılardan arındırmayı hedefler.
Minimalizmin dayandığı temel felsefe tek bir cümle ile özetlenebilir: “Less is more” veya Türkçe’ye “Az çoktur” belki biraz daha düzgün bir ifade ile “Az aslında çoktur” diye çevirmek mümkündür.
Minimalizmin temel prensipleri arasında sadelik, tekrar eden geometrik şekiller ve desenler, boşluk kullanımı ve belirginlik yer alır. Bu prensipler; mimari, resim, müzik, edebiyat ve fotoğrafçılık gibi birçok sanat dalında kendini göstermiştir. Minimalizm, sanatın özüne dönmeyi ve izleyiciye doğrudan sade bir mesaj vermeyi amaçlar. Minimalist sanatçılar, fazla süsleme ve karmaşıklıktan uzak durarak, sadelik ve belirginlik ile etkileyici eserler yaratmışlardır. Bu akımın kökenleri modernizmin getirdiği sadelik arayışına ve Japon Zen felsefesine dayanır.
Fotoğraf Sanatında Minimalizm:
Minimalizm akımı 1960’lı yıllardan itibaren bütün sanat disiplinlerinde üretilen eserleri etkilemeye başlamıştır. Birçok sanatçının birden fazla sanat disiplininde eserler verdiği bir dönemde minimalizm akımının fotoğraf sanatına da yansımaması düşünülemez. Ancak ilk kim tarafından, hangi tarihte kullanıldı tam olarak bilinmemektedir.
Bununla birlikte fotoğrafta minimalizm, az olanla çok şey anlatma sanatıdır. Minimalist fotoğrafçılık, bir görüntüyü sadeleştirerek izleyicinin dikkatini ana konuya çekmeyi hedefler. Bu tür fotoğraflarda genellikle sadece bir veya birkaç öğe bulunur ve gereksiz detaylardan kaçınılır. Fotoğrafın bütününde boşluk (negative space) önemli bir yer tutar. Bu boşluk ana konuyu vurgulamak için kullanılır ve fotoğrafın mesajını güçlendirir. Minimalist fotoğrafçılık aynı zamanda görsel bir şiirsellik barındırır; az öğeyle derin ve anlamlı bir hikaye anlatır.
Minimalist Fotoğraf İçin Yaklaşımlar:
Minimalist fotoğraf üretilirken en temel gereklilik sadelik, boşluk kullanımı ve temel geometrik şekillerin kullanımıdır. Bu temel gereksinimleri karşılayacak şekilde aşağıda verilen bazı yaklaşımlar (tarzlar) kullanılarak minimal fotoğraf üretmek mümkündür.
1. Az Öge Kullanımı: Minimalist fotoğraflarda genellikle bir veya birkaç ana öğe bulunur. Gereksiz detaylardan arındırılmıştır. Az sayıda ögenin kullanılması izleyicinin dikkatini ana konuya yönlendirir.
2. Küçük Nesneler Kullanımı: Minimal fotoğrafın bu biçiminde; gösterilen konu, çerçeve içindeki genel öğelere kıyasla boyut olarak çok küçük, diğer bir deyişle minimal boyuttadır. Bu tarz minimalist fotoğraflar bize bu sonsuz evrende varlığımızın ne kadar küçük olduğunu hatırlatır.
3. Boşluk (Negative Space): Ana konunun etrafında geniş boşluklar bırakılır. Böylece ana öğenin daha belirgin ve dikkat çekici olması sağlanır. Boşluk aynı zamanda fotoğrafın nefes almasını ve izleyiciye bir sakinlik hissi vermesini sağlar.
4. Basit Kompozisyon: Kompozisyon sadedir ve karmaşık öğeler içermez. İzleyicinin dikkatini dağıtacak unsurlar bulunmaz. Basit kompozisyon fotoğrafın mesajını daha güçlü kılar ve izleyicinin ana konuya odaklanmasını sağlar.
5. Sade Renk Paleti: Genellikle az sayıda renk kullanılır. Siyah-beyaz fotoğraflar veya pastel tonlar minimalist fotoğrafçılıkta sıkça tercih edilir. Az renk kullanımı fotoğrafın sadeliğini ve belirginliğini artırır.
6. Basit Geometrik Şekiller: Daireler, çizgiler, eğriler, kareler, silindirler, dikdörtgenler, üçgenler vb. gibi basit geometrik şekillerin kullanımı minimalist fotoğraflarda sıkça görülen bir yaklaşımdır. Elbette bu şekillerin hepsini tek bir fotoğrafta kullanmak gibi durum söz konusu değildir. Biri, birkaçı, birçoğu kullanılabilir.
7. Tekrar ve Desenler: Tekrar eden basit desenler ve şekiller minimalist fotoğraflarda sıklıkla kullanılır. Bu desenler ve şekiller fotoğrafa ritmik bir düzen ve estetik bir uyum katar.
8. Bütünün Küçük Bir Bölümünün Kullanılması: Bazı minimalist fotoğraflarda izleyiciye ana konunun sadece bir kısmı veya bir parçası gösterilir ve ona tamamını/geri kalanını hayal etme fırsatı tanınır. Doğal olarak bu yaklaşım konu hakkında bir gizem duygusu yaratır ve bu nedenle de izleyicinin minimalist fotoğraf ile ilgilenmesini ve bağlantı kurmasını destekler.
9. Az Ayrıntı Kullanımı: Bu tür minimalist fotoğraflarda genellikle ayrıntıların çoğu kasıtlı olarak yok edilmiştir. Fotoğrafta detayarın olmaması izleyicinin ilgisini doğrudan ana konuya yönlendirir ve genellikle düşündürücüdür. Bu imgeler doğası gereği soyut değildir, tasvir edilen konu gerçek hayatla / dünya ile ilişkilendirilir.
10. Sıfırlamacılık (Zeroism): Bu yaklaşım ile üretilen minimalist fotoğraflarda konu fotoğrafçı tarafından doğrudan gösterilmez. Fotoğrafa bakan izleyiciye kasıtlı olarak gerçek konunun ne olabileceği sorgulatılır. Fotoğrafın tamamı tek bir yüzey veya boşluktan oluşabilir. İzleyicinin ilk bakışta veya daha sonrasında fotoğraftaki özneyi tanıyamaması, herhangi bir şey ile ilişkilendirememesi olasıdır. Bu tür fotoğraflar soyut olarak da düşünülebilir ve bazı durumlarda soyut minimalizm olarak da kategorize edilebilir.
Minimalist Bir Fotoğraf Nasıl Olmalı?
Minimalist bir fotoğrafın başarılı sayılması için şu unsurlara dikkat edilmelidir:
• Gereksiz Öğelerden Kaçının: Fotoğrafta sadece ana konuyu vurgulayan öğeler bulunmalıdır. Fazlalıklardan kaçının. Her detayın bir amacı olmalı ve fotoğrafın genel kompozisyonuna katkıda bulunmalıdır.
• Boşluğu Kullanın: Ana öğenin etrafında yeterli boşluk bırakın. Bu durum konunun daha belirgin olmasını sağlar. Boşluk aynı zamanda fotoğrafın dengeli ve estetik bir görünüme sahip olmasını sağlar.
• Basit Tutun: Kompozisyonu ve renk paletini sade tutun. Az ama etkili öğeler kullanın. Sadelik fotoğrafın mesajını güçlendirir ve izleyicinin dikkatini ana konuya çekmesini sağlar.
• Şekil, Doku ve Desenlere Odaklanın: Basit geometrik şekiller, desenler ve dokular kullanarak minimalist bir etki yaratın. Şekil, doku ve desenler fotoğrafa derinlik ve zenginlik katar.
• Sade ve Belirgin Konular: Ana konunun sade ve belirgin olmasına özen gösterin. İzleyici fotoğrafa baktığında neye odaklanması gerektiğini hemen anlayabilmelidir. Sadelik, minimalist fotoğrafın en önemli özelliklerinden biridir.
Minimalist Fotoğrafçılığın Uygulama Alanları:
Minimalizm fotoğrafın her alt alanında uygulanabilecek felsefik bir yaklaşımdır. Yani minimalist fotoğrafçılık farklı alanlarda ve konularda uygulanabilir.
Doğa, şehir manzaraları, portreler, sokaklar ve hatta soyut konular minimalist yaklaşımla ele alınabilir. Minimalist fotoğrafçılığın en güzel örnekleri arasında Michael Kenna’nın siyah-beyaz peyzaj fotoğrafları, Hiroshi Sugimoto’nun deniz manzaraları ve Fan Ho’nun sokak fotoğrafları yer alır. Bu sanatçılar sade kompozisyonları ve dikkatlice seçilmiş öğeleriyle izleyiciye güçlü ve etkileyici görsel deneyimler sunarlar.
Sonuç:
Minimalist fotoğrafçılık sadeliğin ve belirginliğin gücünü kullanarak etkileyici görüntüler oluşturmayı hedefler. Gereksiz detaylardan arındırılmış, sade ama anlamlı fotoğraflar yaratmak izleyiciye güçlü bir görsel deneyim sunar. Fotoğrafta minimalizmi uygulamak sadece teknik bir beceri değil aynı zamanda bir sanattır. Her fotoğraf az öğeyle çok şey anlatmanın, sadeliğin içinde derinlik bulmanın ve görsel şiir yaratmanın bir yoludur. Minimalist fotoğrafçılık izleyiciye sakin, sade ve derin bir estetik deneyim sunar.
Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 33 duraklık Anafartalar Caddesi civarı gezimiz için Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.
Hocamızdan öğrendiğimiz bilgilere göre; Osmanlı zamanında yapılan Erkek Öğretmen Okulu, Meclis açıldığı dönmede Milli Eğitim Bakanlığı olur. 1947’de çıkan yangın sonrası yerine Ulus İşhanı yapılır. Daha önceleri Taşhan Meydanı olarak bilinen meydanın ismi de Ulus Meydanı olarak değiştirilir.
Fotoğraf:Cengiz PAMUK
Taşhan (ASBÜ), 1880 Yılında Vilayet mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yaptırılır. Zamanın çok konforlu, içinde sıcak su bulunan bir mekanıdır. Ankara’ya tren geldiğinde binanın önemi çok daha fazla artar ve ismi Angora Otel olarak değiştirilir.
Gezimize Roma Ana Caddesi’nin hizasından yukarı Anafartalar Caddesine doğru yürüyerek devam ediyoruz. Roma Caddesinde kazılara devam edildiğini gördüğümüzde bize güzel sürprizler sunacağını düşünerek heyecanlanıyoruz.
Zincirli Camii: Ankaralı Mehmet Emin Efendi 1685 yılında Şeyhülislam olunca Ankara’ya pek çok yatırım yapar. Bunlardan en önemlileri Zincirli Camii, Suluhan ve Şengül Hamamı’ dır. Cami ilk yapıldığında klasik Ankara evi formu olan alt kat taş üstü ahşap kerpiç bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
AnafartalarÇarşısı, 1967’de Ankara’nın ilk alışveriş merkezi olarak yapılır. İlk yürüyen merdivenin olduğu çarşının içi sanat galerisi gibidir. Nuri İyem, Süreyya Koral gibi değerli sanatçıların çok güzel sanat eserlerini duvarlarında barındırır.
1930’lu yıllarda yapılan Büyük Apartmanı’nın, olduğu yerde Koç ailesinin ilk evi vardır ve Vehbi Koç bu evde doğmuştur. Binada VEKAM’ın müze yapmak için restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Birbirine bitişik nizam yapılmış Paket Postanesi ve Basın Binası’nın hizasından grubumuz ile birlikte yürümeye devam ediyoruz.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Büyük Apartman ve Anafartalar Çarşısı
Ankara’ nın ilk Şehremaneti (Belediye) Binası, olan ve 1949 yılında mimar Nezih ERDEM tarafından caddeye uyumlu olması amacı ile bir kenarı yuvarlak biçimde tasarlanan Ankara taşından yapılmış bir binadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK– ilk Belediye Binası
Mermercioğlu Hanı; Ankara’nın eski köklü ailelerinden Mermercizadelerin aile apartmanıdır. 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmış işçilikli bir binadır. Kavisli pencereleri, çatının işlemeli geniş saçakları, oymalı balkonlarıyla göz doldurmaktadır.
Alibey Hanı: Han, günümüzde sayıları çok azalmış olan Ankara’ nın kuleli binalarındandır. Doktorların muayenehanelerinin olduğu Hekimler Sokaktadır. Binada merdiven kovaları kubbeye kadar çıkar. Daha sonra merdivenlerin olduğu o kova boşlukları da odaya çevrilir.
Ali Kütükçü İşhanı, Toygar Hanı, Köklü Han, Talas Han, Hanif Han yan yana cadde boyunca inci gibi sıralanmışlardır. Bazılarının en üst katında Kuşgana denilen tek odalı seyir odaları mevcuttur.
Adalet Hanı, cadde üzerinde yer alan bir diğer kuleli bina olup, avukatların yazıhane olarak kullandığı bir binadır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK–Mermercioğlu Hanı, Alibey Hanı, Adalet Hanı
Cadde üzerinde biraz daha ilerlediğimizde karşınıza muhteşem bir bina çıkar Sakarya Apartmanı. Bu binayı Nuri CONKER yaptırmıştır. Conker Atatürk’ün Selanik’ten okul arkadaşı ve daha sonraki yıllarda Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaştığı silah arkadaşıdır. Soyadını da Conk Bayırından esinlenerek almıştır.
Cadde ile uyumlu bir şekilde kesimi yapılmış olan Anafartalar Apartmanı, Caferoğlu İşhanı, Moda Terzihanesi derken Ankara Pasta Salonu’ nun muhteşem kubbeli binasına geliyoruz. Burası vakti zamanında Ankaralıların sosyalleştiği, çok güzel tatlılar ve içeceklerin yer aldığı, buluşma noktası olan bir mekandır.
Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası, 1925’te Mimar Tahsin Bey tarafından 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinden izler taşır.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – Sakarya Apartmanı, Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası
Gülhane İşhanı (Büyük Otel-Hasan Fehmi Ataç Apt.); 1920’li yılların başında yaptırılan bina, ilk meclis hükümetinde Maliye Bakanı Hasan Bey’ e aittir. 1950’lerde otele dönüştürülmüştür. Şehrin ilk lüks otelidir. Günümüzde ise iş hanıdır. 1956’ da binanın alt katında, Rumelili Mehmet Raci tencere usulü ev yemekleriyle Ankara’ nın en eski restoranı olan Boğaziçi Restoranı’ nı açar ve hala günümüzde de burası aynı isimle yaşamaktadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1.Vakıf Apartmanı, 1925’te Mimar Yahya Ahmet Bey tarafından yapılmıştır. Kendisi aynı zamanda Hükümet Meydanında bulunan eski Maliye Bakanlığı binasının da mimarıdır. 1. Ulusal mimari tarzında köşeleri yuvarlak ferforje balkonlu, geniş çatı saçakları olan, orjinali büyük ihtimalle yine oval pençelerinin olduğu gösterişli bir binadır. Dönemin ünlü doktoru Neşet Naci’nin de bulunduğu pek çok doktor muayenehanelerinin bulunduğu bir binadır.
Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye i Etfal Cemiyeti): 1926’ da yapılan Çocuk Esirgeme Kurumu binasının mimarı, Ankara’ da Etnografya Müzesi gibi pek çok güzel esere imza atan Arif Hikmet KOYUNOĞLU’ dur. Üç bloktan oluşan binanın arkasında Ankara’ nın ilk çocuk parkı ve yüzme havuzu yer alır. Binalara çok güzel isimler bulan Ankara halkı, bu binaya “Çocuk Sarayı”, önünden geçen caddeye de “Çocuk Sarayı Caddesi” der.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – 1.Vakıf Apartmanı, Çocuk Esirgeme Kurumu Binası
2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi: Bu bina 1927’ ye kadar mahkeme olarak kullanılmıştır. Altı taş üst katı kevgir klasik Ankara evi formundadır. Nezarethane olarak da binanın altında yer alan Rum Anaokulu kullanılmıştır. Ankara Üniversitesi tarafından restore edilerek, Üniversite’nin Ankara Çalışmaları, Araştırmaları ve Uygulama Merkezi olarak hayatına devam etmektedir.
İlk Rus Elçiliği: Şu an arsasında hiçbir yapının olmadığı ve açık otopark olarak kullanılan yerde eskiden elçilik binası vardı. Rivayete göre; ilk Rus Elçisi Kurşunlu Camii’ nin minaresine Ankara’ yı yukarıdan görmek için tırmanır, iyice yukarıya çıktığı esnada minarede ezan okumaya hazırlanan caminin imamı sarkıp kendisine bakar ve elçinin dikkati dağılarak minareden düşüp ölür.
Kurşunlu Camii: Anafartalar Caddesi’ nin köşesinde yer alan kare planlı, taş duvarlı, kurşundan yapılmış kubbesiyle 16. Yüzyıl Ankara camisidir. Caminin önünde yer alan ve trafiği yoğun olan geniş alana Samanpazarı Meydanı denir. Meydanda Nakşibendi Medresesi ile Tekkesi, Hüseyin Dede Türbesi ve 12 tane musluğu olan çok büyük anıt çeşme diyebileceğimiz bir çeşme yer alır. Halk bu büyük çeşmeye Elmadağ Çeşmesi ismini vermiştir.
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK– 2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi, Kurşunlu Camii
Su fotoğrafçılığı, suyu ana görsel unsur olarak vurgulayan herhangi bir fotoğrafı ifade eder. Su, gurur duyulacak harika fotoğraflar yaratmak için kullanılabilecek renksiz ve muhteşem bir doğal kaynaktır. Fotoğraflarınızın ana ilgi noktasını temsil edebilir veya kompozisyonunuzun önemli bir parçası olabilir. Öncelikle yakalamak istediğiniz su kaynağını belirlemenizi, onu nasıl yakalayacağınızı düşünmenizi ve ardından etkili bir görüntü oluşturmanızı öneririm. İçinde su bulunan bir sahneyi nasıl yorumlayacağınız tamamen kişisel bir tercihtir ve ana konu olarak seçeceğiniz suyu fotoğraflarken suyun hareketini şeklini ışıkla olan etkileşimini ortaya koymak, sizin yaratıcı fotoğrafçılığınıza bağlıdır.
Su nasıl fotoğraflanır?
Su fotoğrafı çekmeyi düşünüyorsanız, bir planlama dâhilinde hareket etmeniz sizi başarıya ulaştıracaktır. Suyun tek bir şekli, hızı veya görünümü yoktur. Herhangi bir alanı dolduracak şekilde hareket edebilen bir madde olduğu için mesele yalnızca onu çekmek için farklı açıları keşfetmekle ilgili değil, aynı zamanda suyun o andaki spesifik özelliklerine odaklanmakla da ilgilidir. Bu çerçevede su fotoğrafçılığı onlarca, hatta yüzlerce yaratıcı olasılık sunar.
Basit görünebilir, ancak su, çeşitli teknikleri kullanarak muhteşem fotoğraflar çekmenize olanak tanıyan harika bir fotoğraf konusudur. Su fotoğrafçılığı konuları ve teknikleri kapsamında bu yazıda birkaç örnek verilmiştir. Verilen örnekleri de düşünerek sanatsal vizyonunuza uygun fotoğraflarınızı görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Fotoğraf çekmek insana mutluluk verir tüm fotoğrafçı arkadaşlara mutluluklar diliyorum.
Suyu fotoğraflamak kapsamında bir kaç örnek:
Su damlasını fotoğraflamak,
Uzun Pozlama tekniğini kullanarak suyu fotoğraflamak,