BİR BİLENLE GEZİYORUZ: ANITKABİR VE BARIŞ ORMANI

Tandoğan meydanından Anıtkabir’e girdiğinizde, yolun iki tarafında yayılmış çok çeşitli, ağaçların bulunduğu bir orman karşılıyor sizi. Birden başka bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Yemyeşil bir orman, ağaçlar, kuşlar … sonra, biraz yürüyüşten sonra birden bir ses kendinize getiriyor; “Çimlere basmak yasak!”

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ankara’ nın göbeğindeki bu ormanın adı Barış Ormanı. 24 ülkenin toplam 2595 ağaç verdiği, ülkemizin 4 ayrı şehrinden, İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir’ den ağaçların getirilip dikildiği bir orman.  750 dönümlük Anıtkabir alanının 630 dönümü bu ormana ait, sadece 120 dönümü anıt mezara ayrılmıştır.  Bu orman için en fazla ağaç 501 adetle ABD’ den geldi, en çok ağaç çeşidi 28 türle Yugoslavya’ dan geldi.

Bir bilen Vedat Oygür’ le Anıtkabir’ i ziyaret ediyoruz. Yolun ilerisinde göreceğimiz simgelerin ne ifade ettiğini anlatıyor. Ben de sizi birinci dünya savaşı yıllarındaki ortama götüreyim. O zamanları hatırladığınızda simgelerin anlamını, onları oraya konulmasındaki düşünceyi daha iyi anlıyorsunuz.

Semiha Ayverdi yaşadığı o yılları şöyle anlatıyor. “Gün geçmiyordu ki bir dostun bir akrabanın bir komşunun genç evlatlarının şehadet haberi gelmesindi. Canlar gidiyor mallar gidiyor yerler yurtlar birbirini ardına kayboluyordu.”“Halka vesika ile dağıtılan ekmek, kırmızımtırak bir balçıktı. Öğütülmüş mısır koçanı ile süpürge tohumunun bol miktarda karıştırıldığı bu hamurun adına mısır ekmeği deniyordu ve bir okkasının resmi fiyatı 50 para el altından alınan fiyatı ise 25 kuruştu. Bu çamurdan biraz daha fazla tedarik edebilmek için herkes o 25 kuruşu vermeye razıydı.”

Şimdi yolumuza devam edelim. Vedat Hoca Anıtkabir’in tarihi konusunda bilgi vermeye başladı:

“Atatürk’ ün naaşı 21 Kasım günü Etnografya Müzesinde hazırlanan katafalka yerleştiriliyor, katafalk Etnografyanın iç avlusunda mimar Bruno Taut tarafından hazırlanıyor. Ondan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anıt mezar yapalım diye hemen toplantı yapıyor. Atatürk sağlığında yakınlarına “Ben sessiz sakin bir yerde, bir ağaç altında basit bir mezarda gömülmek istiyorum” diyor. Fakat Ata için ve o dönemin önemini anlatmak    için bir anıt mezar gerekiyor. Meclis 15 milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruyor, komisyona Milli Savunma, İç İşleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık bakanlarının müsteşar ve genel müdürleri de çağırılıyor. Komisyon ilk toplantıyı 6 Aralık günü yapıyor. Komisyon, bu konuda teknik bilgileri olmadığı için bilim adamları ve teknik uzmanları da çağırıyorlar.  Bunun üzerine Ankara imar planını hazırlayan Profesör Hermann Jansen, Bakanlıklar Mahallesi’ ni ve Güven Parkı yapan Profesör  Clemens Holzmeister,  Mimar Bruno Taut,  heykeltraş Rudolf Belling çağırılıyor. Komisyonda anıt mezarın nereye yapılması gerektiği konuşuluyor.  Bir çok öneriler çıkıyor, Çankaya köşkünün olduğu tepeye, Kaleye,  Kızıl tepeye yapalım önerileri oluyor. Trabzon Milletvekili Mimar Mithat Aydın karşı çıkıyor “Bunların hiçbiri Ankara’ nın her yerinden görülmez” diyor. Mithat Bey Ankara’ da araştırma yapıyor ve bugünkü yeri, o zamanki adı RASAT Tepeyi öneriyor. 7 Ocak 1939 günü hemen kamulaştırmaya başlanıyor, 550.000 metrekare kamulaştırma planlanıyor. Fakat İkinci Dünya Savaşı nedeniyle proje duruyor, daha sonra kamulaştırma 7 Temmuz günü tamamlanıyor, 287 dönüm kamulaştırılmış oluyor. Anıtmezar Projesi 1941 yılında başlıyor, 1 Mart 1941 günü proje yarışması açılıyor, 2 Mart 1942 günü yarışma tamamlanıyor.  Bunların içinden 3 eser seçiliyor. Eserlerin üçü de aynı değerde bulunuyor. Bu eserlerden birisi Güzel Sanatlar akademisinden Profesör Rudolf Belling ile Doçent Oğuz Arda’ nın projesi, birisi Alman Profesör Johannes Kruger’ in projesi, diğeri de İtalyan Profesör Arnaldo Foschini’nin projesi .  Genel Kurmay ve Hükumet temsilcileri Atanın anıt mezarının yabancı bir mimara yaptırılmasını uygun bulmuyorlar. Hükümet 7 Mayıs 1942 günü Oğuz Arda’ nın projesini kabul ediyor. Sonuç bir ay sonra 9 Haziran günü açıklanıyor.  Komisyon, bir buçuk sene sonra 28 Ekim 1943 günü projenin sahibinden bazı düzeltmeler yapılmasını talep ediyor. 18 Kasım günü uygulama projesi onaylanıyor.  İnşaat bir sene sonra 28 Ekim 1944’ te başlıyor. Tepenin üzerindeki toprak kaldırılıyor, toprağın altından iki tane Frig soylusuna ait mezar çıkıyor.  Onun üzerine inşat durduruluyor ve Dil Tarih Arkeoloji bölümünden uzmanlara haber veriliyor. 1 Temmuz 1945′ de arkeoloji kurtarma kazıları yapılıyor. Ondan sonra İnşaat yeniden başlıyor ve 15 yıl süren Anıtkabir projesi 1953 yılında bitiyor. Atatürk’ ün naaşı, 10 Kasım 1953 günü Etnoğrafya’ dan Anıtkabir’ e törenle naklediliyor.”

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Anıtkabir merdivenlerinin başındayız. Vedat Hoca açıklamalarına devam ediyor:

“Arkadaşlar Anıtkabir yapısı buradan başlıyor. İleride bayrak direği gözüküyor, oraya doğru Giden yol Aslanlı Yol. Aslanlı Yolun 4 köşesinde kule var. Gördüğünüz bu merdivenlerin bir anlamı var. Karşımızda gördüğünüz merdiven 26 basamaklıdır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatır.

Yolun sonunda, şimdi tören alanı denilen yerin adı Zafer alanıdır. Buradaki isimler hep milli mücadele ile ilgilidir. Zafer alanı ve Aslanlı Yolun dört köşesinde kuleler vardır. Bunların her biri milli mücadele adımıdır. Ona göre sırayla adlandırılmıştır. Kulelerin üzerinde mızrak uçları vardır. Bu eski bir Türk geleneğidir, Türkler çadırlarının ortasına mızrak takarlardı. Bunların adı temrendir. Mızrak ucu manasındadır. Orta Asya’ dan gelen bütün Türklerin mızrak uçları bu şekildedir. Türklerde bu mızrak uçları aynı zamanda çadırı toplayıp tutar.”

Anıtkabir’de İstiklal Kulesi, Hürriyet Kulesi, Zafer Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Cumhuriyet Kulesi, Barış Kulesi ve İnkılap Kulesi olmak üzere toplamda 10 adet kule yer alıyor.

Bu açıklamalardan sonra yürüyüşümüze devam ettik. Karşımızda aslanlı yol var. Aslanlı yol 260 metredir.  Yolun İki tarafında 12’ şer aslan var. Bunlar tarihteki 24 Oğuz boyunu anlatır.

Vedat Hocamızın anlatımı eşliğinde kuleleri gezmeye başlıyoruz.

İstiklal Kulesi: Bu kule Aslanlı Yol girişinde hemen sağ tarafta karşımıza çıkıyor. Kulenin iç duvarındaki kabartmalarda kaya üzerinde bir kartal ve kılıç tutan bir genç bulunuyor. Kartal güç ve bağımsızlığın sembolü iken, kılıç tutan genç erkek figürü ise Türk milletinin gücü ve kudretini temsil eder.  Kulenin içindeki Top arabası Dolmabahçe’ den Sarayburnu iskelesine cenazeyi çeken top arabasıdır.

Kulenin önünde üç kadın heykel grubu var.

Bu üç kadın Türkiye kadınlarını temsil ediyor. Yerel kıyafet giymişler. Ellerinde tuttukları vatan toprağından çıkan başak grubudur. Bu heykelleri Hüseyin Özkan yapmıştır. Elinde tas olan kadın Tanrıdan rahmet diliyor, bu bir Türk geleneğidir. Diğer kadınlar üzgün görünüyor.

Hürriyet Kulesi Aslanlı yolun sol tarafındaki kuledir. Önünde erkeklerden oluşan üçlü heykel grubu vardır. Bu heykelleri de Hüseyin Özkan yapmıştır. Heykeller Türk aydını, askerini, çiftçiyi anlatmaktadır.

Kulenin içindeki kabartmalar Zühtü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır.  Bu kabartmalarda özgürlük anlatılıyor, bunu melekle simgelemiş. Melek elinde kâğıt tutuyor, özgürlük bildirgesi, at başı da Türklerde özgürlüğün simgesidir.  İçeride sergilenen tekne de Atatürk’ün Çubuk barajında gezdiği teknedir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Müdafai Hukuk Kulesi

Aslanlı yolun sonunda solda bulunan kuledir. Burası hakların savunulması “Müdafai hukuk” kulesidir. Kabartmada ağaç figürü ve millet var, millet elinde kılıç tutan erkek olarak tasvir edilmiş. Ağaç meşedir, Cumhuriyeti, zaferi simgeler. Cumhuriyet ağacı yükseliyor,  millet kılıcıyla Cumhuriyeti savunuyor, elini de kaldırmış, yaklaşmakta olan düşmanlara “durun gelmeyin” diyor.  Kulenin yapımında kullanılan sarı taşların hepsi Çankırı travertenidir. Eserler bunların üzerine işlenmiştir. Bu kabartmayı Nusret Suna yapmıştır.

Mehmetcik Kulesi

Bu kule için Zühtü Mürüdoğlu’ nun yaptığı kabartmada, Türk askerinin evinden ayrılışı anlatılır. Kompozisyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen, gururlu, hüzünlü anneyi tasvir eder.

 Zafer Alanı

Şimdi Zafer alanının tam önündeyiz. Alan 10900 metre kare, toplam 15000 kişi alıyor. Bu alana törenler için bir çok defa gelmişimdir. Şimdi görüyorum ki bu alanın ve bu sembollerin manasını bildiğinizde   geldiğiniz alan Zafer alanı oluyor yoksa Tören alanına gelmiş oluyorsunuz.

Zafer Kulesi

Zafer kulesi meydanın sağ tarafında bulunmaktadır.

Bu kule tarih boyunca kazandığımız zaferleri temsil etmektedir. Kulenin duvarlarının iç yüzüne, kazandığımız bazı zaferlerin tarihleri ve Atatürk’ün birkaç özlü sözü yazılmıştır. Zafer kulesi içinde Atatürk’ün   Lincoln marka arabası var.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK, İlter AKINOĞLU

Barış kulesi

Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözüne ithafen yapılmış olan bu kule zafer kulesinin tam karşısındadır. Zafer kulesi ve Barış kulesi arasında İsmet İnönü’nün kabri bulunmaktadır.

Ulusal Egemenlik kulesi

Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kâğıdın üzerinde 23 nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Hakkı Atamun’ un kabartmasında Kadın  ulusal egemenliği temsil ediyor. Anahtar da Meclisin anahtarı oluyor.

Sakarya Meydan Muharebesi konulu kabartma

Sakarya kabartmaları Anıtkabir Merdivenin sağ tarafında bulunmaktadır.

İlhan Koman’ın eseridir. Savaşın aşamalarını anlatır. Düşman Anadolu’yu işgal ediyor, halk evlerini bırakıp yollara düşmüştür. Erkek geriye dönmüş, düşmana bir gün gelip öcümüzü alacağız diyor. Diğer bölüm savaşa hazırlığı anlatmaktadır. Bu hazırlığın ve savaşın ne kadar zor koşullarda olduğunu gösteriyor. Kağnı çamura batmış, çıkarmaya çalışıyorlar, kadınlar da yardım ediyorlar. Diğer kabartma savaşın başlangıcını anlatıyor. Kadının elinde kılıç var. Yukarıdan gelen de zafer meleğidir.

Başkomutanlık Meydan Muharebesi konulu kabartma

Mozoleye çıkan merdivenlerin sol tarafında bulunan kabartmalardır. Başkomutanlık meydan savaşını anlatıyor. Zühdü Mürüdoğlu tarafından yapılmıştır. Anadolu halkı savaşa giden oğlunu yolcu ediyor, yandaki kabartmada Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emrini veriyor.  Diğer figür Türk ordusunun taaruzunu sembolize etmektedir. Yanındaki figürde ise   Zafer Meleği vardır.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Anıtkabir ve Mozole

Ön cephede 8 sütun, yan cephede 14 sütun vardır. Sağda onuncu yıl marşı, diğer tarafta gençliğe sesleniş var. İçeriye şeref holü deniyor. Şeref holü tamamen mermerdir. Taban Adana  ve Hatay  mermeri, yan duvarlar Afyon ve Bilecik mermerlerinden yapılmıştır. Tören meydanından sütunlu mozoleye toplam 42 adet basamaklı merdivene tırmanarak ulaşılmaktadır. 42 basamak bize Atatürk’ün cumhuriyeti ilan ettiğindeki yaşı olan 42 sayısını göstermektedir. Anıtkabir’in dış cephe duvarlarında Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl Nutku bulunmaktadır.

Ortada lahit vardır, Lahit Osmaniye kızıl mermerinden yapılmıştır, tek parçadır, 40 ton ağırlığındadır. Mezar odası alttadır. Tavan altın işlemelidir. 28 Ekim 1938 tarihli Atatürk’ün orduya son mesajını burada görebilirsiniz. Solda da Türk ulusuna taziye mesajı vardır.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Misakı Milli kulesi (Ulusal Ant kulesi)

Vatanın birliği beraberliği için ant içiyorlar. Nusret Kuman’ın kabartması var. Buradan Atatürk’ün şahsi eşyalarının bulunduğu müzeye geçtik. Müzede Atatürk’ün şahsi eşyaları, Çanakkale savaşının canlandırılması, kurtuluş savaşını anlatan tablolar ve kurtuluş savaşının kahraman komutanlarının tabloları vardır.

Bu alandan çıkıştığımızda karşımıza bayrak direği geliyor.

Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK

Bayrak Direği

Vedat Hoca bayrak direğini gösteriyor “Bu bayrak direği 33,5 metre uzunluğunda, ilk hali Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı Nazmi Cemal tarafından hediye edildi, tek parça olarak gelmişti. Alttaki kabartma Türkün savunma gücünü, zaferi ve barışı anlatıyor.”

Bayrak direğine bakıyorum; üzerinde ay yıldızlı Bayrak dalgalanıyor.

Bir an geçmişe gidiyorum; at kişnemeleri, top sesleri, derken gür bir ses duyuluyor “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri “

Sonra geçmişle gelecek sanki birbirine karışıyor. Mehmet Akif mi o şiir okuyan?

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;”

Sesler çoğalıyor, çoğalıyor önce Anıtkabir meydanı bu sesle doluyor; sonra bütün Türkiye’yi sarıyor . Şimdi Herkes Birlikte söylüyor

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;”

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

İlter AKINOĞLU

Haziran 2024

GEZGİN KADRAJ: DÜZCE ve ŞELALER GEZİSİ

Fotoğraf: Topuk Yaylası – Cengiz PAMUK

Bir sezonun daha sonuna yaklaştığımız bu günlerde 2024 yılı Mayıs ayında bir türlü bitmek bilmeyen bahar yağmurları eşliğinde muhteşem doğası ile öne çıkan ve aslında Ankara’ ya çok da uzak olmayan bir bölgeye Düzce ili sınırlarına doğru gerçekleştirdiğimiz bir doğa gezisi ile sezon finalini yaptık diyebiliriz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizin ilk durağı; Fenerbahçe Spor Kulübünün antrenman tesislerinin de yer aldığı TOPUK YAYLASI oldu. Eski İstanbul yolunun sağ tarafından ormanların içerisine doğru giderken, orman köylerinden geçen ve yaylaya kadar uzanan bu muhteşem yol hemen yola döner dönmez hepimizi kendine hayran bırakmaya başladı. Bütün orman çoğumuzun ilk defa gördüğü mor ve pembe renkli çok gösterişli çiçeklerle kaplı idi. Topuk Yaylası tesisleri ve gölün etrafı da bu endemik çiçeklerle bezenmişti. Herkes çiçeklerin ne olduğunu merak edip, hemen telefonlarında araştırmaya başladı.

Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Bu gösterişli çiçeklerin ortak adı, fundagiller (Ericaceae) familyasından 800 farklı türü bulunan Rhododendron cinsinden Orman Gülü imiş. Hatta mor çiçekli Orman Gülleri zehirli bir bitki olup, Deli Bal olarak bilinen zehirli balın üretiminde kullanılıyormuş.

Bu güzel çiçekleri bol bol fotoğrafladıktan sonra, zor da olsa çiçekleri geride bırakarak, ikinci durağımız olan SAMANDERE ŞELALESİ’ ne doğru yola koyulduk. Yine muhteşem manzaralar eşliğinde şelalenin içinde bulunduğu tabiat parkına ulaştık. Şelalenin suları, ağaçların arasından gürül gürül akarken kayaları yararak oluşturduğu doğal bir mağaradan geçip “Cadı Kazanı” olarak bilinen ve gerçekten insanı ürküten bir şekilde cadı kazanı ismini de hak ederek dökülüyordu. Bu Cadı Kazanına ulaşmak için bir miktar merdiven inmemiz de gerekti tabi. Tripodlarımızı kurup, uzun pozlamalarımızı yaptıktan sonra bir sonraki durak için Samandere’ ye de veda ettik.

Gezimizin üçüncü durağı yine bir şelale ve tabiat parkı olan AYDINPINAR ŞELALELERİ TABİAT PARKI oldu. Bu parkın içerisinde iki adet şelale olduğunu öğrendik. Ayrıca parkta yer alan ve belediye tarafından işletilen Hobbit köylerine benzeyen konaklama çadırları da çok hoşumuza gitti. Etraf yemyeşil çayırlarda piknik yapan insanlarla dolu idi.  Piknikçilerin arasından geçip ormanın içlerine doğru yürüyerek şelaleye ulaştık ve burda da uzun pozlama çalışmalarımızı yaptıktan sonra Aydınpınar’ ı da belleğimize alarak ayrıldık.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Güzeldere Şelalesi

Artık yavaş yavaş acıkmaya da başlamıştık. Son şelale durağımız olan GÜZELDERE ŞELALESİ TABİAT PARKI içerisindeki restoranda yemeklerimizi yedikten sonra, topladığımız enerjiyi şelaleye ulaşmak için harcayacağımızı bilmiyorduk tabi ki. Bıçkı Deresi üzerinde yer alan ve 130 metre yüksekten dökülen bu devasa şelaleye ulaşabilmek için bir hayli fazlaca merdivenden aşağıya inmek ve sonra onu tekrar çıkmak zorunda kaldık ama çektiğimiz fotoğraflar ve şelalenin güzelliği bütün bu zahmete değdi doğrusu.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU – Efteni Gölü

Artık gezimizin sonuna gelmiştik ve Ankara’ ya dönüş yoluna doğru yola çıkarken yolumuzun üzerinde yer alan ve gezimizin son durağı olan; 2005 yılında su kuşlarını korumak amacı ile doğal koruma alanı ilan edilen EFTENİ GÖLÜ YABAN HAYATI GELİŞTİRME SAHASI’ na ulaştık. Bu göl, üzerindeki nilüfer çiçekleri ve cam gibi yansımaları ile bütün fotoğrafçıları büyüledi adeta.

Bu güzel günü yansımalı, nilüferli muhteşem bir gölde tamamlayarak fotoğraf makinalarımızda özel kareler ve belleğimizde keyifli anılar ile Ankara’ ya dönüş yoluna çıktık. Bir sonraki FSK gezisinde tekrar karşılaşmak temennisi ile ayrılarak, bu geziyi düzenleyen FSK Yönetimine ve gezimize katılan tüm dostlara teşekkürü bir borç biliyorum.

   

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

28 Mayıs 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: MEMLEKET SAAT AYARI

TRT Ankara Radyosu spikeri yumuşak bir ses tonu ile “Şimdi memleket saat ayarını veriyorum.” anonsu yaptı. Kısa bir sessizlik, sonra “Dong” diye bir ses ve ardından tekrar spiker: “Saat 19.00”.

Yıl 1923, o zamanlar saat ayarları Ankara’dan böyle verilirmiş. Binaların hikayelerini dinlediğinizde geçmişe gidiyorsunuz. Önünden acele ile geçtiğiniz binaların hikayelerine baktığınızda bir yaşam dilimini temsil ettiklerini görüyorsunuz. Aşklar, kinler, emekler, çabalar, özveriler… Her bina sanki canlı bir varlık, dinlerseniz size çok şey anlatıyorlar. Binalar yapıldıkları döneme ait bilgileri de saklıyorlar.

Dr. Vedat Oygür ile Ankara’yı geziyoruz. Aslında bu bir gezme değil, tarihte yolculuk, tarihe şahit olmak, hatta tanışmak, binalarla tanışmak!

Ankara’da tarihe şahit olmak ülkenin tarihini görmek gibi. Çünkü Cumhuriyetle birlikte her şey Ankara’da başlamış. Temeller Ankara da.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Türk Hava Kurumu’nun önündeyiz. Vedat Hoca anlatmaya başlıyor:

“Türk Hava Kurumu, Atatürk’ün talimatıyla yaveri Cevat Abbas Gürer tarafından Türk Tayyare Cemiyeti olarak 1925 yılında kuruluyor. O zamanlar kuruluş amacı uçak yapmak, uçak yedek parçaları üretmek, havacılık personelini yetiştirmek. Alman uçak firması ile “Tayyare, Otomobil Motor Türk Anonim Şirketi” kuruluyor. Bu şirket ilk uçak fabrikasını da Kayseri’de 1926-1928 yılları arasında açıyor. İlk uçak da 1930 yılında üretiliyor. Bundan sonraki on yılda, 5 ayrı türde 134 uçak üretiliyor ve Avrupa’ya satılıyor. 1926 yılında Tayyare Makinist Mektebi açılıyor. Yine aynı yıl Eskişehir’de uçak bakım ve onarım fabrikası kuruluyor. 1935 yılında Türk Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu adını alıyor. 1936-1938 yıllarında da binası yapılıyor.

Türk havacılık sektörü böyle gelişince Nuri Demirağ 1936’da Beşiktaş’ta havacılık şirketini kuruyor. 1938’de ilk uçağını iki motorlu 6 kişilik yolcu uçağı olarak yapıyor. 1940’ta Ankara Planör Fabrikası kuruluyor. 1944 yılında da Etimesgut Hava Alanı yapıldıktan sonra Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor. Burada sağlık ve nakliye uçakları yapılıyor. 1946’da Gazi Orman Çiftliği’nde uçak motorları fabrikası kuruluyor. Artık Avrupa’ya uçak motorları da satılmaya başlanıyor. 1948 yılında Amerikan Marshall yardım planı imzalanıyor. Ardından 1951 yılında uçak fabrikaları, motor fabrikaları kapatılıyor. O zamana kadar bir sanayi kurumu olan THK sonra bir eğitim kurumuna dönüşüyor.” Rüya gibi… Önce uçuyoruz, sonra da bir rüya gibi bitiyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Tarihte yürüyüşe devam ediyoruz. İkinci durak eski TRT Ankara binası.

“1927 yılında Türk Telsiz Telefon şirketi kuruluyor.  Bu şirketin verici istasyonları var. Bunlar radyo yayını yapacak şekilde donatılıyor. Ekim ayında İstanbul radyosu, 18 Kasım’da da Ankara Radyosu yayına başlıyor. 1936 yılında radyo telefon işleri PTT’ye veriliyor. 1937-1938 yıllarında Ankara Radyosu binası yapılıyor. O zamanlar Radyo yayınları kuruluşundan itibaren sadece haftada üç gün gerçekleştiriliyor. Saatleri de kısıtlı; sabah 8.30-12.30 arasında, akşam 18.00-23.00 arasında yayın yapılıyor. Kesintisiz yayın 1938 yılında başlıyor.”

Günümüzde 24 saat televizyon seyrederken bunlar çok garip geliyor. O zamanki şartlar Kurtuluş Savaşından yeni çıkmış bir ülke için çok zor. Ama yılmadan çalışarak, başarmışlar.

“Radyo programları arasında sabahları Tarlaya Doğru programı var. 7.30’da Sabah Ajansı, sonra Evin Saati diye kadınlara özgü bir program var. Bu programda, ev ekonomisi, beslenme, çocuk bakımı gibi konular işleniyor. Sonra piyesler, 13.00 ve 19.00’da ajans var. Çeşitli müzik programları, akşamları politik, aktüel konuların işlendiği programlar, Küçüklere Masallar, Edebiyat Saatleri, Mikrofonda Tiyatro Saatleri isimli programlar da vardı. Radyo hem kültür hem eğitim hem de eğlence aracıydı.
1 Mayıs 1964 tarihinde ise Ankara Radyosu bitecek ve TRT adında yeni bir dönem başlayacaktı.”

Radyo tiyatrolarını ben de hatırlıyorum. Çok güzel olurdu. Hatta bazen elektrikleri kesilir, mum ışığında radyo tiyatrosunu dinlerdik. Radyo dinlemek günümüzde de keyifli oluyor. Görüntülü olmadığı için ekranın karşısında hapsolmuyorsunuz.

Ankara Sıhhıye’de bir olgunlaşma enstitüsü; acaba ne hikayeleri var bu binanın?

Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:

“Olgunlaşma Enstitüleri, Kız Sanat Enstitülerinin yüksek kısmı olarak açılıyor. İlk Olgunlaşma Enstitüsü 1946’da Beyoğlu’nda açılıyor. Ankara’da ise 1958’de açılıyor. 1959’da giyim sanayi gelişince İsviçre’den bir uzman getiriliyor.  O uzmanın kontrolünde Olgunlaşma Enstitüsünün bünyesinde Konfeksiyon Atölyesi adı altında hazır giyim atölyesi kuruluyor. O zaman sadece kız sanat okulu mezunlarını kaydediyorlar. Olgunlaşma Enstitüsü çeşitli mekanlarda eğitim verdikten sonra 1962 yılında Sıhhıye’deki binasına taşınıyor.” Şimdi de Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin önündeyiz.

“Buradaki binalara bakınca Mimar Ernest Egli’yi hatırlamak lazım. Prof. Ernest Egli Milli Eğitim Bakanlığı’nın mimarı, aynı zamanda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinin Müdürü ve Öğretmeni. Cumhuriyet döneminde kadınların eğitimine de önem verilmiş, Kız Sanat Enstitüsü 1928 yılında açılmış.  Daha sonra adı İsmet Paşa Kız Sanat Enstitüsü oluyor. Okulun 1931 yılında 26 öğretmen, 15 öğrencisi var. Okulda akşamları da eğitim veriliyor. Akşam sanat kursuna 267 Ankaralı kadın katılıyor. Ankaralı kadınlar eğitime önem veriyorlar. 1932 yılına gelindiğinde öğrenci sayısı hızla artıyor, bunun üzerine öğretmen sayısı 65’e çıkıyor. 1935 yılında öğretmen yetiştirmek için Kız Teknik Öğretmen Okulu aynı binada açılıyor. Kız Teknik Öğretmen Okulu 1969’da Gazi Eğitim Teknik Okullar kampüsüne taşınıyor.  Daha sonra İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak faaliyet gösteriyor. Bu okullar zamanında sergiler açan, bürokrat eşlerinin, elçilerin eşlerinin kıyafetlerini yönlendiren öncü bir moda kuruluşu gibi sosyal hayata katkıda bulunuyorlar.”

Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU

Şimdi Sıhhıye deki Türk Tarih Kurumu binasının önündeyiz, çift başlı kartal logoları olan bu bina bize ne anlatacak acaba? Hocamız binanın diline tercüman oluyor: “Yeni Cumhuriyet halka ulusal bir kimlik kazandırmak istiyor. Bunun için de halka kim olduğunu öğretecek tarih ve dil biliminin anlatılması gerekmekte. Tarih ve dil bilinci için 1923 yılında Ziya Gökalp’in düşüncesi ile “Serbest Ali” dersleri başlıyor. Bu derslere memurlar, bürokratlar ve orta öğretim görmüş insanlar katılıyor. Çok rağbet görüyor dersler. Ziya Gökalp felsefe dersi veriyor. Verilen dersler içinde Avrupa tarihi, dil bilim dersi, Türkçe dersi, edebiyat dersleri, genel iktisat, Türkiye iktisadı, çağımızın iktisadı, yakın çağ tarihi, Doğu sorunu, hukuk dersleri de var. Bu başlangıçtan sonra 1925 yılında da hukuk mektebi kuruluyor. Bu okul Ankara’nın ilk yüksek okulu oluyor. 1931 yılında ulusal kültürü geliştirmek için Türk Tarih Kurumu, 1932’de de Türk Dil Kurumu kuruluyor. Bu kurumların bünyesinde fakülte tartışmaları oluyor. Ankara’da Toplum Bilim Fakültesi kurulacağı görüşleri gazetelerde yazılıyor, konuşuluyor. Fakültenin eğitim konusu olarak tarih, coğrafya adı geçiyor, sonra Bilim ve Tarih Coğrafya Fakültesi olarak 1935 yılında kuruluyor. 1936 yılında öğretim bir apartmanın giriş katında başlıyor. İlk dersi 9 Ocak’ta halk evinde Afet İnan Hanımefendi veriyor. Bu ilk derse Atatürk, bakanlar, bürokratlar ve çok geniş bir davetli grup katılıyor. Dil Tarih Coğrafya Fakülte binası Mimar Bruno Taut’un tasarımıyla yapılıyor. Bruno, Mimar Sinan hayranı, derslerinde öğrencilerine hep onu anlatıyor. Onun anısına Mimar Sinan heykeli fakültenin bahçesine konuluyor. 1940 yılında bu binaya taşınıyor. Mimar Bruno iki sene içinde çok işler yapıyor, Türkçe kitaplar yazıyor. Türklere bu kadar yakın olması sebebiyle Edirne Kapı Askeri Şehitliğine tek gayrimüslim olarak defnediliyor. Okulun (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) giriş kapısının üstünde cumhuriyet ideolojisinin özü olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” yazar. Duvarda Atatürk’ün maskı vardır. Okulun bahçesinde bulunan Mimar Sinan heykeli Hüseyin Anka tarafından yapılmıştır.”

Dil Tarih Fakültesinin içinde bir zamanlar hizmet veren Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yer alır. Hocamız bu kurumların tarihine götürüyor bizi:

“Tarih konusunda çalışmalar erken başlıyor, Türk Ocağının içinde ilk fikirler ortaya çıkıyor. 1930 yılında Türk Ocağı Kurultayında bir dilekçe veriliyor, Tarih konusu ayrı bir kuruluş altında çalışılmalı deniyor. Bunu üzerine Türk Tarih Heyeti kuruluyor. Bu heyet, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi çalışmalarını yapıyor. Türk Ocağı 1931 yılında kapatılıyor. Türk Tarih Heyeti üyeleri Türk Tarih Tetkik Cemiyetini kuruyorlar. Bir yıl sonra da Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurulmasına karar veriyorlar. 1932 yılının sonbaharında iki kurumun da adı değişiyor, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil kurumu adını alıyorlar. Önce halk evi binası içinde çalışıyorlar. 1940 yılında Dil ve Tarih Fakülte binası yapılınca ikisine de burada yer veriyorlar. Türk Tarih Kurumu binası 1962 yılında Süleyman Turgut Cansever’in tasarımıyla yapılıyor.  Kurumun simgesinin kartal olmasının nedeni Anadolu’da yaşayan medeniyetler simge olarak hep kartal kullanmışlardır.”

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Biraz daha yürüdükten sonra İhtisas Hastanesine ait bir binasının önüne geliyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor:

“Eskiden burada Deve Konağı varmış. Deve kervanları buradan kalkarmış. Abdülhamit zamanında 1887’de Mektebi İdadi Mülki yani mülkiye lisesi kuruluyor. Bu okulun amacı memur, bürokrat yetiştirmek. Bina Ankara taşından yapıldığı için Ankara halkı buna taş mektep diyor. Artık fotoğraflarda kalmış bir bina.  Bu okul 1917’de Ankara Sultanisi adını alıyor. Daha sonra Milli Mücadele başlayınca Taş Mektep, Savunma Bakanlığı oluyor. 1921’de Erkek Öğretmen Okulu burada eğitime başlıyor. 1924’te kendi binasına gidiyor, adı Ankara Erkek Lisesidir. 1939 yılında Sıhhiye’de Bruno’nun yaptığı liseye taşınıyor. Adı Atatürk Lisesidir. 1960 yılında taş mektep yıkılıyor, 1964 yılında yerine Yüksek İhtisas Hastanesi binası yapılıyor.”

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Yürüyüşümüz öğrencilerin seslerinin geldiği okula yöneliyor. Demir parmaklı giriş kapısını önündeyiz, görkemli bir okul. İnsan yeniden öğrenci olmak, lise yıllarına dönmek istiyor. Okulda bir tören var, fazla yaklaşamıyoruz. Hocamız özet bilgi veriyor:

“Ankara Kız Lisesi 1923’te kuruluyor. (Şimdilerde karma eğitim yapılmaktadır.) İlk yeri Hacı Bayram Mahallesinde, 79 öğrencisi var. 1925 yılından sonra Yahudi mahallesindeki Rum mektebine taşınıyor.  Ernest Egli okulun mimari, okulun binasını yapıyor. 1930‘da inşaatın bir kısmı bitiyor ve öğretim bu bitirilen kısımda başlıyor. 1933’te tamamı bitiyor. O yıllarda okulun yatılı bölümü de var.”

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Ankara manzarasını seyredebileceğiniz, rahat bir şekilde çayınızı da içebileceğiniz, görkemli iki yapının önündeyiz. Binalara baktığınızda sanat, tarih, Cumhuriyetin kuruluşu hakkında birçok konuyu görüyorsunuz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor: “Burası Ankara namazgahı, Osmanlı döneminde namazgahlar yapılıyor, halk burada toplanıp karar alıyor. Ankara namazgahını, dikdörtgen geniş bir alan olarak düşünün. Namazgah denilen yerin üstünde ve kıbleye bakan yerinde hiçbir yapı olmayacak, boş olacak. Üç sıra taşla çevreye duvar yapılıyor, kıbleye bir minber ve musalla taşı konuluyor. Önemli kararlar alınacağı zaman bütün halk orada toplanıyor. Bu alanlarda Osmanlıda pehlivan güreşleri, cirit oyunları da yapılıyor. 5 Ekim 1914 günü Ankara namazgahına bayrak çekiliyor, bayrağı gören halk namazgaha geliyor. Günlerden Cuma, namazdan sonra Beynamlı Hacı Mustafa Efendi konuşma yapıyor. Vatanı düşmanın işgal ettiğini, düşmanı atana kadar savaşmak gerektiğini söylüyor. Ankara halkı sonuna kadar savaşacaklarına ant içiyorlar. Ankara Milli Alayı kuruluyor. Komutanı Hacı Mustafa oluyor. Cumhuriyet döneminde buraya Türk Ocağı ve Etnografya müzesi yapılmasına karar veriliyor. Arif Hikmet Koyunoğlu yarışmayı kazanarak mimarlığını yapıyor. Arif Hikmet, 1.Ulusal Sanat döneminin Selçuklu ve Osmanlı üslubunun mimarlarından. Mimarın hayat öyküsü de bir kitap olacak şekilde. İstanbul’daki Sanai Nefise, Güzel Sanatlar Okulu ilk defa sınav açıyor. Arif Hikmet sınava giriyor ve birincilikle kazanıyor. 38 kişi içinde tek Türk mimar olarak okula giriyor. 1908 yılında okula başlıyor, 1914’te mezun oluyor. 1915’te askere alınıyor ve Sarıkamış’a gönderiliyor. Buradan dönebilen 216 kişiden biri de Arif Hikmet. İstanbul’a dönüyor, İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanıyor, iki yıl hapis yatıyor. Sonra Ankara’ya gelip Milli mücadeleye katılıyor. Kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra, Ankara namazgahında yapılacak eserlerin proje yarışmasına katılıyor ve kazanıyor. 1926 yılında iki binanın da inşasına başlıyor. Atatürk binaların önünün park olmasını istiyor.  İki bina da Selçuklu, Osmanlı mimarı tarzını yansıtmakta. Anadolu anıtsal mimarisi göz önüne alınarak yapılıyor bu binalar. 4 Kasım 1927’de Atatürk heykeli binanın önüne konuluyor. Heykel, doğuya bakıyor Cumhuriyet kuruldu, vatan kurtuldu, artık Anadolu’yu imar edeceğiz mesajını veriyor.

Binalarda İnşaat 1930 yılında bitiyor. İstanbul’da olan Türk Ocağı, Ankara’ya bu binaya geliyor. 1931’de Türk Ocağı Rusya ile ilişkiler nedeniyle kapatılınca Türk Ocağı Halkevi oluyor. Halkevi binası daha sonraları tiyatro ve nikah salonu olarak da kullanılıyor. 1975’te devlet resim ve heykel müzesi oluyor.  1938’de Atatürk öldüğü zaman naaşı için binada katafalk yapılıyor. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım 1938’de buraya taşınıyor, 10 Kasım 1953’e kadar burada kalıyor ve Anıtkabir bitince yerine taşınıyor.” Etnografya Müzesinin yanındaki yolun karşısında, üzerinde saat bulunan bina dikkatimizi çekiyor. Vedat Hoca: “Ernest Egli, Ticaret Mektebi olarak 1928 yılında yapıyor bu binayı”, diye hemen bilgi veriyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Yürüyüşümüz devam ediyor, Numune Hastanesinin önündeyiz.

“Burada 1881’de “Gureba Hastanesi” adıyla hastane kuruluyor. O zamanlar hastane yoktu, doktorlar evlerinde hastalara bakardı.  Bu hastane 1924’te “Ankara Numune Hastanesi” adını alıyor.  Gördüğümüz yapıya ilk halinin üzerine birçok ilaveler yapılmıştır.”

Hacettepe’ye doğru yürüyüşe devam ediyoruz. Trafik lambalarında bir müddet bekliyoruz. Geçmişten geleceğe giderken trafik kalabalık. Lambalardan geçiyoruz, Hacettepe’nin yanındayız. Bir yanımızda Hacettepe diğer tarafta yolun ortasında bir mezar. Hocamız anlatmaya devam ediyor: “Ankaralıların önem verdikleri bir mezar, halk mezarda yatana Tezveren Sultan diyorlar. Tezveren Sultan aslında Ankara Kalesi Komutanı Yakup Bey, 1402 yılında yapılan savaşta şehit oluyor ve buraya gömülüyor. Mekânı cennet olsun.”

Mezarın karşı tarafında Hacettepe var. Neden ismi “Hacet” ile başlıyor biliyor musunuz? Eskiden insanlar hacetlerini buraya gelip rüzgara bağırarak söylerlermiş. Çözüm olmasa da rahatlatıyor olmalı.

Fotoğraflar: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK

Gezimizin son noktası, her zamanki gibi bir kafede çay veya kahve eşliğinde sohbet etmek.

Geçmişten geleceğe yolculuk hiçbir zaman bitmeyecek. Her şey fotoğraflarda gelecek nesillere aktarılacak, anılarda saklanacak.

İlter AKINOĞLU

Mayıs 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: ANAFARTALAR CADDESİ

Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 33 duraklık Anafartalar Caddesi civarı gezimiz için Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.

Hocamızdan öğrendiğimiz bilgilere göre; Osmanlı zamanında yapılan Erkek Öğretmen Okulu, Meclis açıldığı dönmede Milli Eğitim Bakanlığı olur. 1947’de çıkan yangın sonrası yerine Ulus İşhanı yapılır. Daha önceleri Taşhan Meydanı olarak bilinen meydanın ismi de Ulus Meydanı olarak değiştirilir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Taşhan (ASBÜ), 1880 Yılında Vilayet mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yaptırılır. Zamanın çok konforlu, içinde sıcak su bulunan bir mekanıdır. Ankara’ya tren geldiğinde binanın önemi çok daha fazla artar ve ismi Angora Otel olarak değiştirilir.

Gezimize Roma Ana Caddesi’nin hizasından yukarı Anafartalar Caddesine doğru yürüyerek devam ediyoruz. Roma Caddesinde kazılara devam edildiğini gördüğümüzde bize güzel sürprizler sunacağını düşünerek heyecanlanıyoruz.

Zincirli Camii: Ankaralı Mehmet Emin Efendi 1685 yılında Şeyhülislam olunca Ankara’ya pek çok yatırım yapar. Bunlardan en önemlileri Zincirli Camii, Suluhan ve Şengül Hamamı’ dır. Cami ilk yapıldığında klasik Ankara evi formu olan alt kat taş üstü ahşap kerpiç bir binadır.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Anafartalar Çarşısı, 1967’de Ankara’nın ilk alışveriş merkezi olarak yapılır. İlk yürüyen merdivenin olduğu çarşının içi sanat galerisi gibidir. Nuri İyem, Süreyya Koral gibi değerli sanatçıların çok güzel sanat eserlerini duvarlarında barındırır.

1930’lu yıllarda yapılan Büyük Apartmanı’nın, olduğu yerde Koç ailesinin ilk evi vardır ve Vehbi Koç bu evde doğmuştur. Binada VEKAM’ın müze yapmak için restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Birbirine bitişik nizam yapılmış Paket Postanesi ve Basın Binası’nın hizasından grubumuz ile birlikte yürümeye devam ediyoruz.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK Büyük Apartman ve Anafartalar Çarşısı

Ankara’ nın ilk Şehremaneti (Belediye) Binası, olan ve 1949 yılında mimar Nezih ERDEM tarafından caddeye uyumlu olması amacı ile bir kenarı yuvarlak biçimde tasarlanan Ankara taşından yapılmış bir binadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK – ilk Belediye Binası

Mermercioğlu Hanı;  Ankara’nın eski köklü ailelerinden Mermercizadelerin aile apartmanıdır. 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmış işçilikli bir binadır. Kavisli pencereleri, çatının işlemeli geniş saçakları, oymalı balkonlarıyla göz doldurmaktadır.

Alibey Hanı: Han, günümüzde sayıları çok azalmış olan Ankara’ nın kuleli binalarındandır. Doktorların muayenehanelerinin olduğu Hekimler Sokaktadır. Binada merdiven kovaları kubbeye kadar çıkar. Daha sonra merdivenlerin olduğu o kova boşlukları da odaya çevrilir.  

Ali Kütükçü İşhanı, Toygar Hanı, Köklü Han, Talas Han, Hanif Han yan yana cadde boyunca inci gibi sıralanmışlardır. Bazılarının en üst katında Kuşgana denilen tek odalı seyir odaları mevcuttur.

Adalet Hanı, cadde üzerinde yer alan bir diğer kuleli bina olup, avukatların yazıhane olarak kullandığı bir binadır. 

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK Mermercioğlu Hanı, Alibey Hanı, Adalet Hanı

Cadde üzerinde biraz daha ilerlediğimizde karşınıza muhteşem bir bina çıkar Sakarya Apartmanı. Bu binayı Nuri CONKER yaptırmıştır. Conker Atatürk’ün Selanik’ten okul arkadaşı ve daha sonraki yıllarda Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaştığı silah arkadaşıdır. Soyadını da Conk Bayırından esinlenerek almıştır.

Cadde ile uyumlu bir şekilde kesimi yapılmış olan Anafartalar Apartmanı, Caferoğlu İşhanı, Moda Terzihanesi derken Ankara Pasta Salonu’ nun muhteşem kubbeli binasına geliyoruz. Burası vakti zamanında Ankaralıların sosyalleştiği, çok güzel tatlılar ve içeceklerin yer aldığı, buluşma noktası olan bir mekandır.

Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası, 1925’te Mimar Tahsin Bey tarafından 1. Ulusal Mimari tarzında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinden izler taşır.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – Sakarya Apartmanı, Sinema Genel Müdürlüğü (İlk Adliye) Binası

Gülhane İşhanı (Büyük Otel-Hasan Fehmi Ataç Apt.); 1920’li yılların başında yaptırılan bina, ilk meclis hükümetinde Maliye Bakanı Hasan Bey’ e aittir. 1950’lerde otele dönüştürülmüştür. Şehrin ilk lüks otelidir. Günümüzde ise iş hanıdır. 1956’ da binanın alt katında, Rumelili Mehmet Raci tencere usulü ev yemekleriyle Ankara’ nın en eski restoranı olan Boğaziçi Restoranı’ nı açar ve hala günümüzde de burası aynı isimle yaşamaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

1.Vakıf Apartmanı, 1925’te Mimar Yahya Ahmet Bey tarafından yapılmıştır. Kendisi aynı zamanda Hükümet Meydanında bulunan eski Maliye Bakanlığı binasının da mimarıdır. 1. Ulusal mimari tarzında köşeleri yuvarlak  ferforje balkonlu, geniş çatı saçakları olan, orjinali büyük ihtimalle yine oval pençelerinin olduğu gösterişli bir binadır. Dönemin ünlü doktoru Neşet Naci’nin de bulunduğu pek çok doktor muayenehanelerinin bulunduğu bir binadır.

Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye i Etfal Cemiyeti): 1926’ da yapılan Çocuk Esirgeme Kurumu binasının mimarı, Ankara’ da Etnografya Müzesi gibi pek çok güzel esere imza atan Arif Hikmet KOYUNOĞLU’ dur. Üç bloktan oluşan binanın arkasında Ankara’ nın ilk çocuk parkı ve yüzme havuzu yer alır. Binalara çok güzel isimler bulan Ankara halkı, bu binaya “Çocuk Sarayı”, önünden geçen caddeye de “Çocuk Sarayı Caddesi” der.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK – 1.Vakıf Apartmanı, Çocuk Esirgeme Kurumu Binası

2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi: Bu bina 1927’ ye kadar mahkeme olarak kullanılmıştır. Altı taş üst katı kevgir klasik Ankara evi formundadır. Nezarethane olarak da binanın altında yer alan Rum Anaokulu kullanılmıştır. Ankara Üniversitesi tarafından restore edilerek, Üniversite’nin Ankara Çalışmaları, Araştırmaları ve Uygulama Merkezi olarak hayatına devam etmektedir.

İlk Rus Elçiliği: Şu an arsasında hiçbir yapının olmadığı ve açık otopark olarak kullanılan yerde eskiden elçilik binası vardı. Rivayete göre; ilk Rus Elçisi Kurşunlu Camii’ nin minaresine Ankara’ yı yukarıdan görmek için tırmanır, iyice yukarıya çıktığı esnada minarede ezan okumaya hazırlanan caminin imamı sarkıp kendisine bakar ve elçinin dikkati dağılarak minareden düşüp ölür.

Kurşunlu Camii: Anafartalar Caddesi’ nin köşesinde yer alan kare planlı, taş duvarlı, kurşundan yapılmış kubbesiyle 16. Yüzyıl Ankara camisidir. Caminin önünde yer alan ve trafiği yoğun olan geniş alana Samanpazarı Meydanı denir. Meydanda Nakşibendi Medresesi ile Tekkesi, Hüseyin Dede Türbesi ve 12 tane musluğu olan çok büyük anıt çeşme diyebileceğimiz bir çeşme yer alır. Halk bu büyük çeşmeye Elmadağ Çeşmesi ismini vermiştir.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK 2 Numaralı Ankara İstiklal Mahkemesi, Kurşunlu Camii

Selma ÜNAL

Nisan 2024

GEZGİN KADRAJ: KASTAMONU PINARBAŞI GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Doğasından, güzelliğinden, şelale ve kanyonlarından, kendine özgü lezzetlerinden kendinizi alamayacağınız Karadeniz’in incisi Kastamonu’da; Pınarbaşı, Ilıca Şelalesi, Horma Kanyonu, Çatak Kanyonlarına planladığımız yolculuğumuz saat: 07.00’ de Kumrular Caddesi girişinden başladı.  Ara duraklardan katılımcılarımızı aldıktan sonra TEM Otoyolundan devam edip, Gerede-Eskipazar-Safranbolu-Eflani-Pınarbaşı üzerinden, toplamda 325 km ve 4 saat 20 dakika süren yolculuğumuz sonrasında Azdavay’ da bize Rehberlik eden İlker PINAR ile buluştuk.

Fotoğraf: Gülten YILDIZ

Pınarbaşı’ nda bize ikram edilen çaylardan sonra; Pınarbaşı Karafasıl Köyü’nü panoramik olarak  fotoğrafladık. Devamında, Azdavay İlçesi yakınlarında bulunan Çatak Kanyonu’ndaki seyir terasını ziyaret ederek fotoğraf çekimine devam ettik. “25 ton metal ve 10 ton camdan yapılmış bu büyük teras yapı sayesinde; altımızdan akan Devrekani Çayı’ nı ve muhteşem güzellikteki kanyonu, 800 m yükseklikten doyasıya izleyip fotoğraf çekimini gerçekleştirdik. Satış reyonundan  isteyen arkadaşlar alışveriş yaptılar.

Bir sonraki durağımız tekrar Pınarbaşı idi.  Burada Pınarbaşı Belediyesinin işletmesini yaptığı lokantada öğle yemeğimizi yedik. Ardından kısa bir otobüs yolculuğu sonrası Horma Kanyonu’na vardık.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Horma Kanyonu’nun başlangıç noktasından itibaren düzenlenmiş olan ahşap platform boyunca yürüyerek, üstümüzde farklı dokusuyla kanyon duvarlarını ve buraları kaplayan zengin bitki örtüsünü, altımızda girdaplar, şelaleler, havuzlar ve cadı kazanları oluşturarak coşkuyla akan Zarı Deresi’ni seyrederek fotoğrafladık. Yol kimi zaman düz iken, bazen yokuş, bazen de merdiven basamaklarını tırmanarak, kanyon içinde bir duvardan öbür duvara köprüler üzerinden devam ediyordu. Ahşap yolda ilerlerken, bazen kanyonun tepesi ve gökyüzü görünmezken bazen de bir kayanın altından eğilerek geçmek zorunda kaldığımız bu 3km uzunluğunda ve tabandan 100-150m yukarıda askıya alınmış ahşap platformda eşsiz manzaralar eşliğinde yürüyerek Ilıca Şelalesi’ne vardık. Ilıca Şelalesi’ni yukarıda hazırlanmış bir terastan, isteyen fotoğraf gönüllüsü arkadaşlar şelaleye daha yakından ve karşı platforma geçerek fotoğrafladılar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

21 Nisan günü programımız kapsamındaki fotoğraflayacağımız yerlerin fotoğraflarını çektikten sonra; ahşap yoldan devam ederek Ilıca Köyü’ne kadar yürüyüşümüze devam edip, çay-kahve molası sonrası Ilıca Köyü’nün girişinde bizi bekleyen aracımızla, saat 18 ’de Ankara’ya dönüş için hareket ettik.

Dönüşte aynı rotayı izleyerek; Safranbolu’da kısa süreli bir mola ve lokum alışverişi sonrası; Karabük-Eskipazar-Gerede üzerinden yolumuza devam edip planladığımız saatte Ankara’ya vardık.

“Bu yorucu ama güzel günün ardından FSK ile birlikte unutulmaz anılar, yeni dostlar ve arşivimize muhteşem fotoğraflar eklemiş olmanın verdiği mutluluk ve coşkuyla vedalaşarak ayrıldık.”

Fotoğraf gönüllüsü dostlarımızı aldığımız noktalarda indirdikten sonra gönül rahatlığıyla bir fotoğraf gezimizi daha bitirmenin huzuru ile bir başka fotoğraf gezisinde görüşmek dileğiyle ayrıldık.

Kadrajınız açık ışığınız bol olsun.

   

Gülten YILDIZ

21 Nisan 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: ULUS HAL BÖLGESİ

Bu ayki Ankara Kültür Rotaları Bir Bilenle Geziyoruz Etkinliği kapsamında yine Ali Vedat OYGÜR hocamızın bizim için hazırladığı yaklaşık 20 duraklık Ulus Hal Bölgesi civarı gezi rotamızı tamamlamak üzere Ulus Atatürk Heykeli önünde toplandık.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Roma döneminde kentin merkezi, halkın toplandığı pazar yeri yani Agora, bugün hükümet meydanı olarak bilinen bölgede iken;  Selçuklu ’da kent merkezi  kale tarafına doğru At Pazarı ve Koyun Pazarının bulunduğu bölgeye kaymıştır. Osmanlı’ da ise nüfus çoğalıp da şehir genişleyince Hamamönü’ ne doğru büyümeye başlamıştır.

Çarşı kültürü ise ilk olarak 15. ve 16. Yüzyılda görülmeye başlamıştır. Karaoğlan Çarşısı, Tahtakale Çarşısı, Uzun Çarşı. Bu dönemde ticaretin merkezi de At Pazarı’ndan Ulus’a doğru kaymıştır.

Aslında Osmanlı’da kent meydanı diye bir kavram yoktu. Mahalleler caminin avlusunun etrafında oluşurdu. Halk cami avlularında toplanırdı. Dükkanlar da cami çevresinde bulunurdu.

Dr Ali Vedat OYGÜR hocamızın uzun çalışmaları sonucu derlediği, gezide pür dikkat dinlediğimiz onca bilginin belleklerimizden silinmesine gönlüm elvermediği için; hocamızın kendi sayfasında yer alan makalelerinden de erişebileceğiniz detaylı notlardan da alıntılar yaparak, gezi rotamızda yer alan yapılar ile ilgili bilgilere bize bir arşiv ve Ankara sevdalılarına rehber olabilir ümidiyle yer vermeye gayret ediyorum.

19. yüzyılın sonlarında, bugün Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi tarafından kullanılmakta olan eski Sümerbank binasının yerinde Taşhan vardı ve bu dönem Ulus Meydanı ile sonrasında 1892’ de Bağdat demiryolu Ankara’ya uzanınca İstasyon Caddesi çok önem kazanmıştı. Atatürk heykelinin yanında bulunan Ulus İş Hanı o zamanlar Muallimin Mektebi yani Erkek Öğretmen Okulu idi.

Milli Mücadele döneminde okuldaki öğrenciler Kayseri’ ye nakledilir ve öğrenci yatakhaneleri meclise gelen millet vekillerine tahsis edilir. Meclis kurulduktan sonra da bina Maarif Vekaleti yani Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiştir. Binanın bodrum katına da meclis matbaası kurulur. 1947’ de bir yangında yanan bina yerine 1955’ te yapılan istimlak çalışmaları ile bugünkü bina inşa edilmiştir. Binanın çevresinde Yün İşi İpek İşi Ankara Markası, Birtat Pasta Salonu, Deniz Yolları Acentesi gibi dükkanlar yer alıyordu. Bu binanın karşısında ise millet bahçesi vardı. 1926 ve 1929 yılları arasında millet bahçesi düzenlenerek, içerisine çeşitli dükkanlar yapılıp şehir çarşısı kurulmuştur. 1969 yılına kadar da çarşı olarak devam etmiştir. Buradaki dükkanlardan birisi de Uğrak Lokantası idi. Bu lokantanın özelliği, Ankara’nın ilk ayaküstü yemek veren lokantası olmasıdır. Kiğılı’nın gömlek ve pantolon dükkânı da bu çarşıda bulunuyordu. Haşet Kitabevi, Hacıbekir ve Osman Nuri Şekercileri, Ankara’nın ilk çiçekçisi Sabunakis ve daha sonra açılan Kerpiç Lokantası da çarşının bilinen dükkanları arasındadır. 1929 gibi çarşıda bir dönüşüm başlamıştır ve Ankara’nın ilk sineması Milli Sinema adıyla açılır. Ankara Palas’a doğru bir konumda da Ankara’nın ilk barı Fresko Bar açılır. 1969’ da Millet Bahçesi boşaltılarak yerine 1971’ de yapılan Ulus 100. Yıl Çarşısı inşa edilir. Bugünlerde bu çarşı da yıkılarak, Ulus Meydanı Kentsel Yenileme Projesi kapsamında meydanı tekrar eski haline dönüştürme çalışmaları başlamıştır.

Millet Bahçesi Eski Fotoğrafı

Meydanın karşı köşesinde bulunan ilk Meclis Binası 1915’ te İttihat Terakki’ nin Ankara Kulüp Binası olarak kullanılıyordu. Meclis binasından yönünüzü dışkapı’ya doğru verdiğinizde yol üzerinde solda bulunan kırmızı bina ise 1932’ de Koç’ ların Ankara’ da yaptığı ilk iş hanıdır. O devirde bu binanın hemen yanında Meydan Palas Oteli ile Kulüp Sineması ve onun yanında da bir bar vardı. Karşı köşedeki Sümerbank’ın binasının yerinde bulunan Taşhan 1895-1902 ’de 100 odalı bir han olarak inşa edilir. Demiryolu geldikten sonra Hotel Angora adında Avrupa tipi bir otele dönüştürülür. 1934’te de yıkılarak yerine Sümerbank binası yapılır. 1924’te meydan parke taş ile döşenir. 1953 yılında yolun ortasında bulunan heykel bugünkü yerine alınır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Önceleri Taşhan Meydanı, Millî Mücadele döneminde Hakimiyeti Milliye Meydanı ve Millet Meydanı isimlerini alan bu hareketli Ulus Meydanından ayrılıp Anafartalar caddesine yönelerek gezimize devam ettiğimizde o zamanki adı Karaoğlan Çarşısı olan Anafartalar Çarşısı çıkıyor karşımıza. Cumhuriyet döneminin önemli gazetesi Yeni Dünya gazetesi bu çarşının başında bulunur. Hemen yanında Ankara’nın ilk hazır giysi mağazası Karamürsel vardır. Yanında Kızılırmak kıraathanesi, İstanbul Oteli ve otelin altında da İstanbul Pastanesi bulunur. Zamanında Yahya Kemal, Reşat Nuri gibi kalburüstü yazarlar bu otelde konaklardı. Alttaki pastane ise toplanıp edebiyat konuştukları mekândı. Maddi durumu iyi olmayan yazarlar ve sanatçılar ise Posta Caddesinde toplanırdı. Çarşının biraz yukarısında Akman Bozacısı vardı. Bugünkü Zincirli Cami’nin karşısında, Taşhan’ın yanında bir han daha bulunurdu. Alt katında yer alan Zeybekler kahvesi,  Cumhuriyetle birlikte mavi koltuklarıyla Ankaralıların çok hoşuna giden ve içerisinde Atatürk’ün de bir locası bulunan Yeni Sinemaya dönüşür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Günümüz Ulus çarşısının yanından şimdilerde mevcut olmayan Bilen sokaktan Hükümet meydanına çıkarken; köşede Yıldız Lokantası ve Zevk Kıraathanesi ile Hürriyet Oteli ve Havuzlu Kahve yan yana sıralanırdı. Koç ikinci dükkanını Havuzlu Kahvede açar. Burası da yıkılınca cadde üzerinde bulunan Koç Hanı (Büyük Apartman) yapılır. 1901’de Vehbi Koç bu binada doğmuştur. Binanın altında Ankara’nın meşhur ayakkabı mağazası Atlas Kundura, yanında Mıhçıoğlu Kırtasiye ile Yahudi bir vatandaşın kuru üzüm ticareti yaptığı dükkanları da içeren 4 adet dükkan yer alırdı.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK – Büyük Apartman

İlk kiracıları Devlet Demiryolları ve Limanları İşletme Müdürlüğü, sonra da Ankara İmar Müdürlüğü olan bu binanın restorasyonu hala devam etmektedir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Anafartalar caddesinden ayrılıp Halin önündeki alana doğru ilerliyoruz. Burası eskiden Tahtakale çarşısı olarak bilinen bölgedir. Kale dibi çarşısı 1929’daki yangında tamamen yok olur. Hürrem Sultan’ın yaptırdığı Haseki camisi ve Tahtakale Çifte Hamamı halin çevresinde yer alırdı. Osmanlıda halin olduğu alanda sebze kapanı vardı. Yangın sonrası sebze kapanı Suluhan’ın avlusuna taşınır. Bugünkü hal binası tekrar inşa edilince tekrar eski yerine gelir.  Susam sokak ile Alsancak Sokak’ın kesişiminde Macar yapımı olduğunu hemen fark edeceğiniz, kubbeli ve silindirik köşesi ile Abdullah Apartmanı olarak inşa edilen ve sonradan Erzurum Oteli olan binayı görürsünüz. Yanındaki bina da Avrupa Otelidir. Onun da yanında daha sonra Cihan Oteli yaptıkları Çavuşoğlu ailesinin evi bulunur. 1929 yangınında otel yanınca bugünkü Cihan Palas yapılır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK Erzurum Oteli, Avrupa Oteli, Cihan Palas

Hallaç Mahmut Caminden, Uzun Çarşı diğer adı ile Sobacılar Çarşısına doğru ilerleyerek, Vedat Hocamızdan Suluhan’ı dinlemek üzere Çerkeş Sokağa geliyoruz. Pazar günleri kapalı olduğu için hanın içine giremiyoruz. Merdivenlerden aşağı doğru sağlı sollu satıcılar arasından ilerleyerek, Suluhan’ın arka girişine geliyoruz. Hanın eski adı Hasan Paşa Hanıdır. Hasan Paşa, 2. Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği yapmaktadır. 1514 Çaldıran savaşında şehit olur. Bu hanı ve Ulus’taki bir hamamı vakfetmiştir. Kendisi ölünce sahipsiz kalan han, yıllar sonra Şeyhülislam Mehmet Efendi tarafından Şengül hamamı ile birlikte alınır. Restore ederken hamamın ortasına bir de köşk mescidi, altına da şadırvan yaptırır. Bundan sonra halk hana Sulu Han demeye başlar.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Osmanlı döneminde Ermenilerin oturduğu; Çerkeş sokak, Suluhan ve İbadullah Camiinin bulunduğu bölgeyi içeren bölgeye Hacı Doğan mahallesi denilir. Burada, eski Ankara evleri ve ağaç korkuluklu ezanlığı olan Hacı Doğan Camii yer alır.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Taş döşeme sokaktan devam ederek Hamidiye Medresesinin (Sanayi Mektebi) arka kapısına oradan da Sanayi Caddesinde yer alan ön kapısına ulaşıyoruz. Okul 1891’de Hamidiye Medresesi olarak açılır. Abdülhamid, Kuran dersleriyle ve Arapçayla Avrupa’ya yetişemeyeceğimizi, matematik, fen dersleri okutmamız ve yabancı dil öğretmemiz gerektiğini düşünür böylece İdadi ve Sultani okulları kurulmaya başlanır. Bu okul da onlardan bir tanesidir. 1897’de Ankara İdadisi, 1907’de de Hamidiye Sanayi Mektebi olur. Cumhuriyetle adı Ulus Sanat Okulu olarak anılır. Günümüzde ise Ulus Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ dir.

Lise duvarını takip ederek Bulvara çıkıyoruz ve bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve hocamıza teşekkür ederek bir dahaki gezimizde buluşmak üzere ayrılıyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK Hacı Doğan Camii

Cengiz PAMUK

17 Mart 2024

GEZGİN KADRAJ: AMASRA GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 30 Mart 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Amasra gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertlerini bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oluyor bizim için.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Rotamız Bartın Güzelce hisar Lav sütunlarından başlayıp, Roma dönemine ait Kuş Kayasına ve Bakacak Tepesi’ne devam ediyor sonrasında Amasra ‘nın tarihi sokaklarına ve eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyor. Doğasından, güzelliğinden, denizinden ve lezzetlerinden kendinizi alamayacağınız Karadeniz’in incisi Amasra yolculuğumuz 07:00’ de Kızılay AVM önünden hareketle başlıyor. Misafirlerimizi aldıktan sonra keyifli yolculuğumuza başlıyoruz. Sonrasında dinlenme tesisimizde kısa bir ihtiyaç ve kahvaltı molasının ardından yolculuğumuza devam ediyoruz. Saat 11:30 civarı Bartın Güzelcehisar’ da bulunan 80 milyon yıllık Lav Sütunları’na ulaşıyoruz. Muhteşem manzaralı deniz kenarındaki tarihi Sütunların fotoğraflarını çektikten sonra Kuş Kayası Yol Anıtına ulaşıyoruz. Amasra’ya 4 km uzaklıktaki anıt, Gaius Julius Aguilla tarafından Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmıştır. Anadolu’da tek olduğu bilinen anıt, kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti sembolize eden bir Roma kartal figürü, iki kitabeden oluşmaktadır. Tarihi anıtın fotoğraflarını çektikten sonra bir sonraki durağımız için hareket ediyoruz.

Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı ilk gördüğü yer olan Bakacak Tepesi’ne ulaşıyoruz Muhteşem deniz orman ve Amasra manzarasının fotoğraflarını çektikten sonra Amasra Merkeze gidiyoruz. Çarşıda öğle yemeği için Mustafa amcanın balık lokantasında yemeğimizi yedikten sonra, sırasıyla Amasra Kalesi, Boztepe, Kaleiçi evleri, Fatih Camii ve Küçük Kilise ile Amasra limanının fotoğraflarını çekip gezimize devam ediyoruz. Konu fotoğraf olunca, zamanın nasıl geçtiğini unutuyoruz biz de. Acele ile toparlanarak son fotoğrafları çekelim derken, havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başlıyor. Son olarak keyifli bir çarşı turu atarak fotoğraf karelerimize renk katıyoruz. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyütüyor. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraya dönüşüyor. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle bir gezimizin daha sonuna geliyoruz.

   

Cengiz PAMUK

Mart 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: HERGELE MEYDANI – YAHUDİ MAHALLESİ

Her ay Ali Vedat OYGÜR Hocamızın derin bilgileri eşliğinde Ankara’ nın farklı rotalarında yaptığımız Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz fotoğraf gezisi etkinliğimizin kapsamında bu ayki rotamız Hergele Meydanı ve Yahudi Mahallesi civarı oldu. Yazdan kalma güneşli bir günde Gençlik Parkının karşısındaki Melike Hatun Camii’ nin önünde başlayan gezimiz, yine yoğun bir katılım, güzel anılar ve hocamızın engin bilgileri eşliğinde son buldu. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizin başladığı Melike Hatun Camii’ nin de önünde bulunan meydan Hergele Meydanı veya her gelenin uğradığı yer anlamına gelen Hergelen Meydanı olarak da anılır. Doğrusu Ali Vedat Hocamızın da belirttiği üzere İncesu deresine kadar uzanan bu alanın eskiden geniş bir çayırlık ve bataklık olması sebebi ile atların ve büyük baş hayvanların otlatıldığı bir alan olması sebebi ile Hergele Meydanı’ dır.

Bu ayki rotamızda bulunan 12 durağımızı kalabalık bir grup halinde gezmeye başladığımızda esnafın ve civardaki halkın ilgisini çekmeyi de başarıyoruz. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Kar Yağdı Hatun Türbesi’ nde yatan hanımefendi; Ankara’ nın ileri gelen ailelerinden Eskiciler ailesinden Selahattin Ağa’ nın kızıdır. Bahadırzadelerin oğlu Bahadır ile evlenir. 1577 yılında hamile kaldığında Ağustos ayında eşinden kar ister. Eşi atına atlayıp Elmadağ’ a kar getirmeye gittiğinde, o kadar çok kar isteyip Allah’ a yalvarır ki Ağustos ayında kar yağmaya başlar ve sevinç ile karda oynayıp doyana kadar kar yer. Sonuç olarak da üşüterek birkaç gün içinde vefat eder. Bu türbe de onun adına yapılır ve Kar Yağdı Hatun olarak anılır.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Melike Hatun Türbesi’ nin görüntüsünün restorasyondan sonra biraz bozulduğunu ve doğallıktan uzaklaştığını öğreniyoruz. Ali Vedat Hocamıza göre, Melike Hatun isminin Selçuklu’ da sultanlara Melik denildiği için Ankara halkı tarafından kendisinin Melike Sultan adı ile anıldığını düşünmektedir. Melike Sultan; Ahilik topluluğuna mensup iş kadını ve tüccardır. Ahilikte kadın ve erkek arasında hiçbir fark olmadığını da Ali Vedat Hocamızdan öğreniyoruz ve günümüzde var olmayan toplumsal cinsiyet eşitliğinin 1300’ lü yıllarda toplumumuzun köklerinde var olmasına şaşırmadan edemiyoruz doğrusu. Melike Sultan, türbesinin bulunduğu yerin hemen yanındaki alanda Ankara’ nın ilk gelişmiş medresesi olan Sevdaviye Medresesi’ ni inşa ediyor. Siyah bazalt taşlarından yapılan bu medrese Ankara halkı tarafından Kara Medrese olarak anılır. Hacı Bayram’ da bu medresede 1392 yılına kadar müderrislik yapıyor. Türbenin karşısındaki boşluk alana da Melike Hatun tarafından Hatuniye Camii inşa edilir. Bu cami öğlenleri etraftaki esnaf tarından kullanıldığı için de Öğlen Camisi olarak da anılır. Ancak maalesef ki bu değerin de yıkılarak yok edildiğini üzülerek öğreniyoruz. Melike Hatun 1393 yılında vefat etmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eyne Bey Hamamı; inşaatı sırasında yapımı yarım kalır ve bir iş kadını olan Melike Hatun hamamın gelirinin yarısı karşılığında inşaatın tamamlanması için gerekli finansmanı sağlar. Hamamın sahipliği de Melike Hatun’ a geçer. Aslında Hamam 1. Murat’ ın Subaşısı tarafından inşaa edilir. Asıl adı İne Bey Hamamıdır. Sadece erkekler için olan tekli bir hamamdır. Hamamın içinde 4 tane Roma Sütunu bulunur. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gazi Lisesi; Eyne Bey Hamamı’ nın tam karşısında yer alan tarihi bir okuldur. Okul, 1934 yılında maarif mimarı Ernst Arnold Egli tarafından yapılır. Okulu yapmak için Karacabey ailesine ait, tarihi ve büyük bir konak olan Karacabey Konağı yıkılır. O devirde muhtemelen arsa konusunda hiçbir sıkıntı yokken neden güzel bir konak yıkılarak o alana başka bir şey inşaa edilir bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Denizciler Caddesine doğru ilerlediğimizde; buraya neden Denizciler Caddesi denildiğinin hikayesini de öğreniyoruz. Yokuşun başında cumhuriyetin ilk dönemlerinde Deniz Komutanlığı yer alırmış, deniz subayları da sürekli bu caddeyi kullandıkları için buraya halk tarafından Denizciler Caddesi denilmiş. Cadde üzerinde yer alan ve Ankaralı aile Leblebiler ailesine ait olan Leblebicioğlu Camii’ ni Ankara Müftüsü Kantarzade Mustafa Efendi’ nin çocukları tarafından 1713 yılında babaları için yaptırıldığını öğreniyoruz. Leblebiler ailesinin önemi de ailenin Hacı Bayram’ ın torunu Şeyh İnayatullah Baba’ nın yürüttüğü koldan geliyor olmasından kaynaklanıyor. Bir semte adını veren Saime Kadının da aslında Şeyh İnayatullah Baba’ nın kızı olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Bit pazarından kalabalıklar içinden yürüyerek, Yahudi Mahallesine geldiğimizde ilk olarak Eskicioğlu Camii ile karşılaşıyoruz. Caminin tarihinin 1521 yılına dayandığını ve Osmanlı zamanında adı Öksüz Mahallesi olan bu mahallenin Mahalle Mescidi olarak yapıldığını öğreniyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ankara’ daki Yahudiler’ in tarihinin de çok eskiye dayandığını anlıyoruz. Şöyle ki; Selefki Kralı 3. Antiyokus M.Ö. 220 ile 186 arasındaki bir dönemde ordusundaki 2000 tane Galatya’ lı askeri aileleri ile birlikte Ankara’ da yeni kurulan Galat Krallığı’ na yolluyor. Bu Filistin ve Mezopotamya tarafından gelen askerler aslında Yahudi olduğundan M.Ö. 180 – 200 arasında Ankara’ ya ilk Yahudi’ ler gelmiş oluyor. Bu Yahudilere Romanyot Yahudileri adı veriliyor. Daha sonrasında; 1350’ de Orta ve Doğu Avrupa’ da baş gösteren çok büyük bir veba salgınının faturası Hıristiyanlar tarafından Yahudilere kesildiğinden, bütün Yahudiler Anadolu’ ya sürülüyor ve bu gelen Yahudilere de Aşkenaz Yahudileri adı veriliyor. Sonrasında 1492’ de İspanya’ da Endülüs Emevi Devleti yıkılınca oradaki Yahudiler de sürülüyor, bunlara da Sefarad Yahudileri deniliyor. Bundan 5 sene sonra da Portekiz Yahudileri geliyor Ankara’ ya. 1853’ teki Kırım Savaşından sonra da Kırım’ dan Karakaş Yahudileri de Ankara’ ya geliyor. Şimdilerde Ankara’ da pek fazla bir Yahudi cemaati kalmamakla beraber, Ankara’ da tarih boyunca Yahudi cemaatleri özgürce ve sorunsuz bir şekilde yaşamışlardır. Yahudi Mahallesinde yer alan Yahudilerden kalma eski evlerin çoğunluğu bakımsız ve yıkılmaya terk edilmiş olsa da yine de güzellikleri ile bütün fotoğrafçıları büyülüyor doğrusu.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Mahallenin içlerine doğru ikinci el eşyaların satıldığı ilginç bir pazarın hemen yanında kendi halinde terk edilmiş bir hamam kalıntısına rastlıyoruz, bu kalıntıların da Öksüz Mahallesi Hamamına ait kalıntılar olduğunu öğreniyoruz. Biraz ileride de zihinsel engelli bir ressam olan Muhammed Yalçın’ ın duvarlarını rengarenk boyadığı evini görüyoruz. Şüphesiz ki bu ev de mahalleye değer katan bir ev olarak yerini koruyor her zaman.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Örtmeli Hundi Hoca Mescidi’ nin de 14. yy. ‘ da yapıldığı tahmin ediliyor. İçerisinde birinde iyon başlığı diğerinde korent olan iki adet ahşap sütün yer alıyor.

Mahallede yer alan ve kullanılmayan Sinagog’ un 14. yy.’ dan daha eski bir tarihte yapılmış olabileceğini düşünüyoruz. Nedeni ise mahallede yer alan Hundi Hoca Mescidi’ nin 14. yy’ da yapılması ve mescidin yakınında Sinagog yapılmasına izin verilmeyecek olması bu Sinagog’ un tarihinin çok daha eski olabileceğini düşündürüyor.

    

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Mahalleyi gezerken, civarda yaklaşık 5 tane okulun çoğunun yerleri boş kalmakla birlikte Yahudiler ve Rumlar tarafından açılmış olduğunu görüyoruz.  Eski Anafartalar Lisesi de bu tarihi okullar arasında yer alıyor.

Gezimizi tarihi Şengül Hamamında noktalıyoruz. Daha çok kadınların özel eğlenceler düzenleyebilecekleri şekilde yapılmış olan Şengül Hamamı hala kullanılmaya devam ediyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ekip olarak Gençlik Parkına tekrar inerek bu güzel havada çay bahçesinde oturup, çaylarımızı yudumlarken yorgunluğumuzu unutup keyifli bir günün mutluluğunu yüzlerimizdeki ifadelerden hissedebiliyoruz.

Ali Vedat OYGÜR hocamıza ve gezimize katılan herkese çok teşekkür ederken bir dahaki gezilerimizde görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Şubat 2024

GEZGİN KADRAJ: BEYPAZARI, ABANT VE GÖLCÜK GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 18 Şubat 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Abant gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertleri bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oldu. 

Rotamız, Beypazarı’nın tarihi sokaklarından başlayıp, Nallıhan Kuş Cenneti’ni ziyaret ettikten sonra Abant ve Gölcük tabiat parklarının eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz, tarihi Beypazarı’nda taş sokakların arasında bir kahvaltı molasıyla başladı. Burada, tarihi Beypazarı Evlerinin arasında keyifli bir çarşı turu attık, yöresel lezzetlerle tanıştık ve fotoğraf karelerimize renk kattık. Muhteşem bir miras olan tarihi evlerin sıralandığı sokaklarda gezinmek, Beypazarı’nın benzersiz atmosferinde tezgahlarını kurma çabasındaki esnafın telaşını fotoğraflamak bize ayrı bir keyif verdi. Sonrasında ise Nallıhan Kuş Cenneti’ne doğru yola çıktık. Burada bizi sıcak bir ilgiyle karşılayan görevli personelin rehberliğinde, doğanın sessiz ritmine kulak verdik. Kız Tepesi’nin büyüleyici manzarası, sabahın tazeliğiyle birleşince adeta ruhumuzu dinlendirdi. Arka plandaki Kız Tepesinin renk geçişleri eşliğinde göletteki neredeyse tüm karabatakların aynı anda kanatlarını açarak güneşi ve bizi kucaklamaları eşsiz bir gösteriydi. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Abant Gölü çevresinde az da olsa karla kaplı çam ormanında yürüyüş yaparak iyice acıkmıştık ve öğle yemeği için piknik alanında buluştuk. Fotoğraf gezilerinde böyle zamanlarda hiç değişmeyen bir sohbet olur; bazıları takdir edilmek istercesine çocuksu bir gururla fotoğraflarını birbirlerine gösterirken, bazıları da ketum bir şekilde gösterisi için doğru zamanı bekler. Ama her iki grubun da fotoğraf tutkusu ile dolu olduğunu bilirsiniz. İşte yemek bahane, konu fotoğraf olunca zamanın nasıl geçtiğini unuttuk biz de. 

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Acele ile toparlanarak son durağımız olan Gölcük’e vardığımızda ışığın kaybolacağından endişe ederek yola koyulduk. Güneş batmamıştı ama kapalı hava tam olarak hayal edilen görüntüyü vermiyordu. Grup dağılarak göl kenarında yürüyüşe başladı. Zaman biraz ilerledikçe dağlardaki sis aşağıya göle inerek farklı bir görsel şölen yarattı. Göldeki yansımalar, tüm ihtişamı ile göl kenarındaki Devlet Konukevi binası, ulu çam ağaçları, kuş cıvıltıları, kurumuş dallar, yosunlarla kaplı ağaçlar derken havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başladı. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyüttü. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraydı. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle…

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

   

Güray KASAPOĞLU

Şubat 2024

ANKARA KÜLTÜR ROTALARI-BİR BİLENLE GEZİYORUZ: CUMHURİYETİN ULUS’ U 2. KISIM

2024 yılının ilk “Ankara Kültür Rotaları-Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında sevgili Dr.Ali Vedat OYGÜR Hocamızın rehberliğinde yağmura rağmen çok keyifli bir gün geçirdik. Cumhuriyetin Ulus’u gezilerimizin bu ikinci bölümünü çok değerli bilgiler eşliğinde tamamladık.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

İlk durağımız Ulus‘taki İstiklal Caddesi üzerinde bulunan, Mimar Kemaleddin tarafından tasarlanan ve 1930 yılında inşaatı tamamlanan yapıydı. Günümüzde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü binası olarak kullanılmakta ve Ankara Devlet Tiyatrosu‘na bağlı olarak hizmet veren sahnelerden Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu‘na da ev sahipliği yapmaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Rotamız boyunca bizi Anafartalar Mahallesinde bulunan Eski Osmanlı Bankası Binası beklemekteydi. Atatürk Bulvarı üzerinde Ulus meydanına çok yakın bir konumda olan bina 1926 yılında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yaptırılmıştır.

Sanayi ve Yatırım Bankası olarak Sami Aysel tarafından yapılmış olan, şimdilerde Kültür Bakanlığı’na ait olan bina ve hemen yanında bulunan köşedeki eski Osmanlı Bankası Binalarını görüyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Türkiye’nin ilk bankacılık müzesi unvanına sahip olan Ziraat Bankası Müzesi 1981’de açılmıştır.

Mongeri’nin bir diğer eseri olan bu yapı Ziraat Bankası olarak hizmet vermiştir. Ziraat Bankasının temeli; 1863 yılında Mithat Paşanın fakir halkı tefecilerin elinden kurtarmak için Bulgaristan’ın Prod kasabasında kurduğu ve halk tarafından işlenen devlet arazilerinin gelirlerinin biriktirildiği memleket sandıkları ile başlar. Karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan Türk imece geleneğinden esinlenmiş olup sandıkta toplanan paranın ihtiyaç sahiplerine düşük faiz ile dağıtıldığı bu sistem daha sonra modern finans kuruluşu olan Ziraat Bankasına dönüştürülmüştür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eskiden Kızıl Bey Türbesi’nin olduğu, Düyun-u Umumiye binasının bulunduğu yere 1931 yılında Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan Merkez Bankası binası inşa edilmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Meydandan Kızılay istikametine doğru yöneldiğimizde yol üzerinde eski Merkez Bankası Binası, Duyun-i Umumiye Binası, Ankara Merkez Postanesi (Bugünkü PTT Binası) bulunmaktadır. Yolun solunda kalan ve bugün Anadolu Meslek ve Teknik Lisesi olan bina, Abdülhamid’in Ankara’da yaptırdığı okullardan olan Hamidiye Sanayi Mektebi olarak 1905’te açılmıştır. 1923 yılından itibaren Özel İdare tarafından yönetilen okul binası Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Müdafaa Vekâletine ev sahipliği yapmış, 1954-1960 yılları arasında Birinci Sanat Enstitüsü olarak faaliyet göstermiş olup bir dönem de hapishane olarak kullanılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Yine Mimar Giulio Mongeri’nin 1928 yılında inşa edilen eseri olan bu bina günümüzde Yunus Emre Vakfına ait olup bir dönem Tekel Genel Müdürlüğü binasıydı. Biraz daha ileride Alman-Avusturya tarzı PTT Pul Müzesi binası yer almaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından neo-klasik tarzda çizilmiş ve yapımı 1934 yılında tamamlanmıştır. 5 katlı olan ve 6500 metrekarelik kullanım alanı sunan binayı ilk yıllarda Emlak ve Eytam Bankası kullanmış fakat sonraki yıllarda bina uzun bir süre boyunca boş kalmıştır. Nihayetinde PTT tarafından alınan bina, restore edildikten sonra 2013 yılında müze olarak hizmete açılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Mustafa Kemal Atatürk ve Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un büyük çabaları sonucunda; savcı, yargıç ve hukuk memuru gibi hukuk adamı yetiştirmek üzere İstanbul dışında bir Adliye Mektebinin oluşturulması düşünülmüş ve yüksek okul düzeyinde Hukuk Mektebinin kurulmasına karar verilmiştir. Böylece 1925 yılında Ankara’da ilk defa yüksek öğrenim alanında Adliye Hukuk Mektebi açılmıştır. 5 Kasım 1925 yılında Atatürk’ün bir nutku ile açılan Ankara Hukuk Mektebi önceleri bu adla anılmış, daha sonra Ankara Üniversitesinin temeli olacak olan Hukuk Fakültesi adını 1940 yılında almıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Hariciye Vekaleti Kütüphanesi Ulus’ta bugün Kültür Bakanlığı’na ait binada 1927-1952 yılları arasında faaliyet göstermiştir. İlk kütüphanenin çekirdeğini Bab-ı Ali’deki Umur-i Hariciye Nezaretinin çeşitli dairelerindeki kitap koleksiyonları oluşturmuştur. 1956 yılında Milli Kütüphane Müdürü Sayın Adnan Ötüken, Hariciye Vekaleti Kütüphanesi’nin modern kütüphanecilik yöntemlerine uygun olarak düzenlenmesini sağlamıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gençlik parkının yanında bulunan Opera Binası aslında 1933-1934’te Şevki Balmumcu tarafından sergi binası olarak inşaa edilmiştir. Ancak 1947-1948 yıllarında opera binası yapmak üzere görevlendirilen Alman Mimar Paul Bonatz ilaveler yaparak bugünkü haline gelmesini sağlamıştır.     

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizi yolun karşısındaki Gençlik parkında bitiriyoruz. Parkın her dönem farklı haline şahit olmuş Ali Vedat OYGÜR Hocamızı dinleyerek anılara dalıyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve Ali Vedat OYGÜR hocamıza teşekkür ederiz. Bir daha ki gezimizde görüşmek üzere…

Cengiz PAMUK

24 Ocak 2024