BİR BİLENLE GEZİYORUZ: CEBECİ

Sayın Vedat Oygür’le Ankara gezimiz devam ediyor. Nerelerden ne hazineler çıkıyor, insan şaşırıyor.  Bu hafta yıllarca oturduğum Cebeci’ye gidiyoruz.

Tanıdığımı sandığım ama geçmişinin bu kadar önemli olduğunu bilmediğim bir semt. Aslında Ankara’yı adım adım bir bilenle gezmek gerekiyor.

Gezimize Demirlibaçe’ den başlıyoruz. Vedat Hoca anlatıyor “Bu semtin adı demirli bahçe. Bahçe denmesinin nedenini tahmin edersiniz, eski fotoğraflarda burası yemyeşil bir yer; Demir de demiryolundan geliyor. Demir yolu buradan tepenin öbür tarafına dolanır. Tepenin öbür tarafı Saimekadın’ dır.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK ve İlter AKINOĞLU

Saime Kadın Ankara için önemli bir isim. Saime Hatun Hacı Bayram’ın torunu şeyh İnayetullah babanın kızıdır. Ankara’nın önemli ailesi Müderriszadelerdendir. Müderriszadeler Ankara’nın Mimarzadeler’le birlikte ilk 2 önemli ailesinden biridir.

Yahudi mahallesinin orada, Leblebici Mahallesi Camisi vardır.  O camii Müderris ailesinin yaptırdığı bir camidir. O zamanlar, 1400’lerin sonu veya 1500’lerin başı, buralarda yerleşim vardı.

Biraz ileride Atatürk öğrenci yurdu vardır, halk arasında site yurdu olarak da bilinir.

Yurdun karşısındaki hastane de, Ankara Hastanesi’dir.  Türk Kızılay’ı Ankara’ya bir modern hastane yapmak istiyor ve Fransız Mimar Jean Walter ile anlaşıyor. Proje   200 yataklı bir hastane ve hasta bakıcı okulunu kapsamaktadır.

Kızılay hastanesi ve hasta bakıcı okulunun yapımını Emlak Kredi Bankası üstleniyor. 1946 yılında inşaat başlıyor, fakat inşaatı bitiremiyor ve bırakıyorlar. Sonra inşaat Vehbi Koç’a veriliyor. Vehbi Koç 1952 yılında inşaata başlıyor. Bu sefer hastane 500 yataklı oluyor. Ankara hastanesi ve hemşire okulu, 1957 yılında bitiriliyor. Açılışı o zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar yapıyor. İlk açıldığı yıl Alman, İngiliz ve Macar doktorlar görev yapıyor.

Hastanenin yanındaki sokağın hemen ucunda Ulucanlar Cezaevi var, sokağın altındaki Talatpaşa Bulvarı ile arasındaki küçük mahalle Boşnaklar mahallesidir.  93 Osmanlı Rus harbinde, Osmanlı yenilince, ilk önce kaybettiği yer Bosna Hersek ve Sırbistan’dır. Buralar Avusturya Macaristan imparatorluğuna bırakılıyor.  Sırplar hemen bağımsızlık isyan hareketlerine başlıyorlar. O isyanlar sırasında da oradaki Müslümanlara çok eziyet ediyorlar. Çok katliamlar oluyor. Müslüman halk oradan artık doğuya doğru göçe başlıyor. Önce Trakya’ya yerleşiyorlar, sonra İstanbul’a Ankara’ya da gelmeye başlıyorlar, ilk gelen grupların içindeki işçiler var. Fabrika işçileri oradan geliyorlar. At pazarındaki hanlara yerleştiriyorlar ve 1900 yılında bu mahalle yapılmaya başlanıyor. 1903’e kadar parça parça mahalle yapılıyor ve işçiler buraya yerleştiriliyor. Boşnak işçiler ilk önce demir yollarında çalışıyorlar sonra Milli Mücadele döneminde de imalatı harbiye fabrikalarında çalışmaya başlıyorlar.

Tabii bu Boşnakların gelip Ankara’ya yerleşmesi, Ankara’nın sosyal yaşamında çok büyük bir değişiklik yaratıyor. Gelenlerin hepsi işçi, Ankara’da işçi sınıfı oluşuyor. Boşnaklar için yapılan mahalle Türkiye’nin ilk toplu konut mahallesidir.  İşçilerin çalışacakları yere gidebilmeleri için 1924 yılında belediye otobüsleri ile toplu taşıma başlıyor.

Talat Paşa Bulvarı 1900’lerin başından beri var. Yolun kenarında bulunan Türkiye Kamusen yazan binanın yanında benzinlik vardı. O binanın yerinde 1951 yılında Cebeci sineması vardı. Bu sinema ilk yapılan Mahalle sinemasıdır.  Bu sinemayı yaptıran Cemali kardeşlerdir.  Cebeci sinemasının, 1280 koltuğu vardı. 1980’li yıllarda yıkıldı.

Konservatuvarın önüne geldik:

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

3 Mart 1924’te tevhidi tedrisat kanunu çıkınca, İstanbul’daki Muzika-i Hümâyun’ un şefi Osman Zeki Üngör başkanlığında bütün müzisyenler, müzik aletleri trene bindirilip, Ankara’ya getirilirler.   Bu müzik grubu, Riyaseti Cumhur musiki heyeti adıyla Ankara’ya gelir. Hergele meydanının oradaki Ankara evine yerleşirler ve 11 Mart’ta ilk konserlerini verirler.

Ankara tarihi açısından bunlar önemlidir. Musiki heyetinin şefi Osman Zeki Üngör’e en kısa zamanda Musiki Muallim mektebini açması görevi verilir.  Eylül 1924’de Musiki Muallim Mektebi eğitime başlar.

Eğitim Bakanlığı’nın baş mimarı Ernst Arnold Egli ‘ye konservatuar binası yapımı için görev verilir.

İnşaat hemen başlar ve 1930 ders yılına burada girilir, okulun konser salonu da vardır. O salonda, her Cumartesi, halka Klasik batı müziği konserleri verilir. Ankara radyosu konserleri canlı olarak yayınlar. 1935 yılında Musiki Muallim Mektebi yerine konservatuvar kuralım düşüncesiyle Almanya’dan Prof. Hindemith getirilir.   Hindemith’ in önerileri ile, önce 1924 yılında kurulan Musiki Muallim Mektebi, 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarına dönüştürülür. 1938’de Müzik öğretmenliği bölümü Konservatuvardan ayrılır.

Yeni oluşturulan Ankara Devlet Konservatuvarında piyano, yaylı çalgılar, üflemeli çalgılar, opera, şan ve sahne oyunculuğu bölümleri vardı. 1982 yılına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak eğitim veren Ankara Devlet Konservatuvarı, aynı yıl Yükseköğretim Kurulu kapsamına alınarak Hacettepe Üniversitesine bağlanmıştır.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Binası

Bu binalar 1900 başında kışla olarak, başhekimlik binası da komutanlık olarak kullanılıyordu.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Milli Mücadele zamanında burası Cebeci askeri hastanesi oldu. Bu binalar savaştan sonra da askeri hastane olarak devam eder, sonra 1941 yılında ikinci dünya savaşı sırasında İstanbul vurulur korkusuyla İstanbul’daki Gülhane askeri hastanesi olduğu gibi buraya taşınır.

Daha sonra, 1945 yılında da Ankara Üniversitesine bağlı tıp fakültesi kurulur.

Askeri hastane, Etlik’ teki, Gülhane Askeri Hastanesinin yeri yapılınca 1953’te oraya gider. Bu binaları Sağlık Bakanlığı tümüyle tıp fakültesine tahsis eder.

Harita Genel Müdürlüğü

Çok zengin bir harita arşivleri vardır. Oraya önceden izin alarak girebilirsiniz.

Harita Komutanlığı harita müzesi gibi bir yerdir. 1880’lerde Harp Okulu öğrencilerinin yaptığı kabartma haritalar, Kurtuluş Savaşı’nda kullanılan haritalar, sonraki dönemlerde askerlerin yaptığı haritalar vardır.  

Yine, o eski dönem haritacılarının kullandığı malzemeler ve çok güzel bir de resim galerisi vardır. Bu resimler, Türk ressamlarının 1935-1943 yılları arasında Anadolu’dan Görüntüler diye yaptığı resimlerdir.

Randevu alınarak müze gezilebiliyor.

Askerlik Şubesi

Burası eskiden askerlik şubesiydi.  Arka tarafında Dikimevi vardı. Artık seri kıyafet üretimini burada yapmıyorlar. Kara Dikimevi İstanbul’a gitti, Deniz Dikimevi Balgat tarafına gitti.  Binaların tarihleri konusunda bir kayıt yok.

Cumhuriyet Fırını

Cumhuriyet fırını tarihi bir fırındır. Cumhuriyet fırını 1949 yılında yapılıyor. İkinci dünya savaşından sonra, bunun yapıldığı yıllarda Ankara’da 3 tane modern fırın kurulur, bunlar Alman usulü bugünkü taş fırınların ilk örnekleridir. Sonra 1959′ da, İhsan Özcivelik burayı satın alır. Binası halen orijinaldir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Yürüyüşümüze devam ediyoruz, şimdi tren yolu yanındayız.

Geldiğimiz sokak Yeni Ankara Sokak’ dır.  Tren yolunun diğer tarafında kalan bölümü Cebeci çayırıdır. Roma döneminde buranın adı Kampüstür.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK ve İlter AKINOĞLU

Kampüs Roma’ da ordugah demektir.  Roma’ nın Ankara’ da, 2 tane lejyonu, bir istihdam birliği vardır. Osmanlı zamanında da bu yerde Cebeci askeri birliği vardır.

Cebeci, ordunun cephanesinin silahını üreten, taşıyan, tamir eden bölümdür.  Buranın adı da Cebeci askerinden geliyor.

Cebeci çayırı Osmanlı döneminden beri eğlence alanıdır.  Burada bayram yeri kurulur, eğlenceler yapılırdı. Bu uygulama Cumhuriyet zamanında da devam etmiştir.  

Ankara’ da futbol maçları da buradaki Cebeci stadında oynanırdı.

50. yıl parkı

Siyasal Bilgiler Fakültesinin yanından yukarı gittiğimizde 50. Yıl parkını görürüz.  Oradan baktığımızda Ankara çok güzel görünür. Oradaki bayrak direğiAvrupa’nın en büyük bayrak direğidir.  Dünyanın da 3. Büyük bayrak direğidir. Park, 100 dönüm civarında bir parktır.

Hukuk Fakültesi önündeyiz.

Şimdi Siyasal ve Hukuk Fakültelerini konuşacağız ama onları konuşmadan önce Ankara’da Üniversite kavramını konuşmamız lazım.  İstanbul’da Daril Fünun vardı ve Üniversitenin kuruluş tarihi 1900’dür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Avrupa’da ilk Üniversite 1088’de kurulan Bologna üniversitesi, ikincisi Paris üniversitesidir. Bugünkü Sorbon 1166, Oxford 1186’ da kurulur.

İstanbul’ daki üniversiteyi buraya kopyalamak istemezler, Cumhuriyete uygun bir Üniversite olmasını isterler. Onun için 1921 yılında çalışmalar başlar.

1921’de Eğitim Bakanlığı’na bağlı Kültür Müdürlüğü kurulur, kültür müdürlüğüne kalenin içindeki Akkale burcunda, Eti Arkeoloji Müzesi kurması talimatı verilir.

1924’de Adliye Hukuk Yüksek Okulu kurulur. Eğitim Ulus’ da bir binada başlar. Öğrenci sayısı arttıkça binalar değişir. 1928 yılında okulun adı Ankara Hukuk Fakültesi olur. Öğrenci sayısı çok arttığı için 1941 yılında okulun inşaatı başlar. İnşaatı, Mimar müteahhit Abdullah Ziya Kozanoğlu yapar.

1946′ da okul buraya taşınır. Sonra ilahiyat fakültesi de eğitime 1949′ da burada başlar.

Siyasal Bilgilerin tarihi Ankara’ da çok eskidir.

Ankara’da ilk Mülkiye Mektebi 1887’de kurulmuştur, yüksek ihtisas hastanesinin olduğu yerdedir. O zaman Üniversite olmadığı için idadi düzeyindedir.

1935 yılında da İstanbul’daki Mülkiye Mektebinin Ankara’ya taşınmasına karar verilir ve Ernest Egli’ ye bu binayı yapması söylenir.  Okul binası 1936 yılında bitirilir.

Kasım ayında burada dersler başlar, adı da artık Siyasal Bilgiler Okuludur. 1953 de adı Siyasal Bilgiler Fakültesi olur. Okulun arka tarafında yurt vardır. 1965 yılında da Unesco’nun katkılarıyla hemen arkada Basın Yayın Yüksek Okulu kurulur.

Kurtuluş Ortaokulu

Kurtuluş     Ortaokulu Ankara’nın en eski okullarından.  Kurtuluş adı kurtuluş savaşı ile ilgilidir.  Kurtuluş ilkokulu ilk önce 1929 yılında Ulus’tadır. İlkokul olarak başlayan süreç 1931 de Taşmektep binasına geçerken Kurtuluş Ortaokulu olarak devam eder.  

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Daha sonra, şimdiki Kurtuluş Lisesinin olduğu mekanda, kendi binası yapılmaya başlanır.  Yeni yerinde de ortaokul olarak eğitime devam ederler.

Sonra ilkokul ihtiyacını karşılamak bir bina daha yapılıyor ve oraya 1945 de Demirli Bahçe ilkokulu adıyla ilkokul kısmı açılıyor.  Yolun bir tarafı o zaman mezarlık, o mezarlığın tasfiyesi başlıyor. İnşaat yapılıyor ve 1949 da arkadaki küçük binada Kurtuluş ilkokulu açılıyor.  Diğer iki bina ortaokul oluyor.

Sonra 1954’te Kurtuluş lisesi yapılıyor. Zaman içinde ihtiyaca göre okula ilave binalar yapılıyor.

Okul, 27 Eylül 1954 yılında lise kısmına kavuşmuş, orta ve lise eğitimi ve öğretimi birlikte verilmiş ve Kurtuluş Lisesi adını almıştır. 1970 yılından itibaren Kurtuluş Lisesi, Orta Okul’ dan ayrılmış ve şimdiki binasına taşınmıştır. 1993 -94 öğretim yılında Kurtuluş ortaokulu ve Kurtuluş ilkokulu‘ nun da ilköğretim okulu olması kararı alınmış ve isimlerin karıştırılmaması için okulun adı Tevfik İleri ilköğretim okulu olarak değiştirilmiştir. 2013 yılından itibaren ise Tevfik İleri Ortaokulu olarak faaliyetini sürdürmektedir.

Kolej

Şimdi Kolej kavşağındayız.  Karşımızda Ahmet Andiçen Kanser hastanesi var.

Kanser derneği 1947 yılında kuruluyor, sonra 1955 yılında Ahmet Andicen, derneğin büyük bağışçısı, bu hastaneyi yaptırıyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Şimdi burada hastane yok, burası sadece poliklinik hizmeti veriyor.

Hastanenin arkasından geçen İncesu deresi yukarıdan İmrahor vadisinden gelir, Kolejle hastanenin arasından geçer, Abdi İpekçi parkına doğru gider. Üstü kapatıldığı için şimdi göremiyoruz. Yağmur çok yağarsa, dere tıkanırsa, etrafa taşma olasılığı da vardır. Dere kapalı alanda olduğu için temizlenme şansı da yoktur.

Kolej’ in hikayesine gelirsek; İlk Maarif Cemiyeti 1928 yılında Mustafa Kemal’in himayesinde kurulur, Cemiyetin başkanı İsmet İnönü’dür. Üyeler de bütün bakanlar ve bazı milletvekilleridir.

Cemiyetin amacı, özellikle yüksek öğrenim gören öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamak, onlara yurt dışına gidip okuyabilecek şekilde burs sağlamak ve yabancı dilde eğitim yapacak okul kurmaktır.

1937′ de buradaki binaları yapılır ve hemen ilkokul ve ortaokul açılır. 1946′ da adı derneğin adı artık Türk Eğitim Derneği olur. Okuldaki eğitim 1953′ te İngilizce olarak verilmeye başlar.  2003 yılında da okul buradan da taşınarak İncek’ e gider.

Kurtuluş Parkı

Park’ın bulunduğu yer Osmanlı döneminde boş bir arazi imiş. Bu arazide 1931’de Ankara’nın ağaçlandırılması için fidanlık oluşturulmuştur.  Fidanlık 180 dönüm büyüklüğündeydi. Kamulaştırılan alan, bugünkü Kurtuluş Parkı’nın yanı sıra Kâzım Özalp Caddesi (günümüzdeki adı Ziya Gökalp Caddesi) ile Servi Sokak arasındaki araziyi de kapsamaktaydı. 1935 de fidanlığın ortasında bir park yapılır.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU ve Cengiz PAMUK

Fidanlık, 1950’lerde doğu-batı aksında uzanan Ziya Gökalp Caddesi ile bölündü ve küçük bir parçası yok oldu.   O kısım imara açıldı. Kalan bölüm 110 dönümdür. Yine fidanlık ve park olarak devam eder. 1963 yıllarında fidanlık kaldırılır sadece park kalır. Park, adını o zamanlar bağlı olduğu Kurtuluş Mahallesinden almıştır.

Sarıkız Heykeli

Sonra parkın içinde sosyal yapılar, buz pateni tesisi, nikah salonu açılır. Parkın çıkışında da Sarıkız heykeli vardır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Sarıkız heykeli, Selim Turan’ ın 1993 yılında yaptığı, hareketli bir heykeldir.

Sarıkız Heykeli, sanatçının Kaz Dağları etrafında anlatılan Sarıkız efsanesinden   esinlenerek meydana getirdiği bir eserdir.  Türkiye’deki ilk mobil heykellerden birisidir. Gezimiz, güzel bir İlk bahar havasında tarihin içine bir yolculuk olarak gerçekleşti. Ramazan olduğu için mutad gezi sonrası çay keyfimizi yapamadık. Sayın Vedat Oygür Hocamıza bilgilendirmeleri için Teşekkür ediyoruz.

İlter AKINOĞLU

Mart 2025

MİMARİ FOTOĞRAF ÜZERİNE…

Neden kapalı mekânlarda yaşadığımızı ya da çalıştığımızı hiç merak ettiniz mi? Acaba bu korunma içgüdümüzün bir refleksi mi? Kuşkusuz öyle… Çünkü insanoğlu daha ilk başlarda korunma içgüdüsünden dolayı mağaraları ya da ağaç kavuklarını yaşam yerleri olarak seçti.  Yüzyıllar ilerledikçe gelişen insan zekâsı ve yaşamı güçleştiren doğal koşullar, insanoğlunu hem daha sağlam bir barınma yeri yapmaya, hem de gelişen ih­tiyaçlarla birlikte konut dışı yapılar (örneğin; Köprü, su kemeri, baraj, geçit, ibadet yeri vb.) yapmaya zorladı. Bugün, çok çeşitli dal­larda gerek duyulan yapı yapma süreci de, bu şekilde başlamış oldu.

Çeşitli amaçlar için yapılması gereken yapıların, gerçekleştirilmesiyle birlikte mimarlık bir meslek dalı olarak or­taya çıktı. Önceleri usta çırak ilişkisiyle başlayan ve yüzyıllar boyunca da böyle devam eden mimarlık eğitimi, uygarlığın gelişimine paralellik göstererek büyük değişimlere uğradı. Günümüzde artık akademide eğitim almış uzmanlar ta­rafından yürütülen mimarlık mesleği, daha rasyonel ve daha kul­lanıma uygun yapıların yapılmasına olanak sağladı.

Çeşitli amaçlar için gerçekleştirilen yapıların yapımıyla birlikte, bun­ların işlevlerini ve amaçlarını, çeşitli araçlar kullanarak gerekli olan kanallara ya da geniş halk kitlelerine aktarmak gereği de ortaya çıktı. Bu araçların başında da hiç şüphesiz fotoğraf gelmektedir. Fotoğrafın bulunuşundan itibaren başlayan bu süreç, mima­ri fotoğrafçılığın da olgunlaşmasına imkân verdi. Başlangıçta elde edilen filmlerin duyarlılıklarının çok düşük olması ve daha çok sabit duran objelerin çekilmesine olanak vermesi, mimari fotoğrafçılığın öne çıkmasını sağladı. Bu nedenle Joseph N. Niepce tarafından çekilen ilk fotoğrafın bir mimari fotoğraf olması rastlantı değil, mecburiyetti.                     

Ancak 20. yüzyılın 2. çeyreğinde fotoğraf teknolojisinde yeni gelişmeler oldu. Birçok dalda teknolojik gelişimlerin yaşandığı bu yüzyılda, gelişen fotoğraf teknolojisi ile birlikte mimari amaçlı fotoğraf makinesi ve aksesuarlarının üretilmesine başlandı. Duyarlılığı daha yüksek filmlerin üretilmesi ile mimari çekimlerin daha kolay yapılması sağlandı. Teknik kameralar, net görüntü dairesi çapları özel olarak büyütülmüş objektifler, panorama fotoğraf makineleri ve perspektif düzeltici objektifler mimari fotoğraf çekimlerinde sıklıkla kullanılmaya başlandı. Bu gelişmelere ek olarak mimari fotoğrafçılıkta farklı üsluplar ve akımlar da birbiri ardına ortaya çıktı. 

Bugün tüm dünyada gerek tanıtım fotoğrafçılığı, gerekse belgesel fotoğrafçılık içerisinde oldukça büyük bir yer kaplayan mimari fotoğrafçılık, onun doğru ekipman, doğru ışık, doğru bakış açısı ve doğru bir perspektifle çekilmesini gerektirmektedir.

Bunun yanında yapı konusunda bilgi sahibi olarak onun nasıl ve hangi teknikle fotoğrafa aktarılacağı da bir başka konudur. Bu konuda en doğru yol şu şekilde izlenmelidir;

  • Yapı hakkında; eğer eski bir yapıysa bir sanat tarihçisi ya da arkeologdan, eğer yeni yapıysa mimarından bilgi alınır,
  • Yapının hangi amaçla çekileceği eğer varsa işverenle/mimarıyla görüşüldükten sonra tespit edilir,
  • Yapının oturduğu topografya tespit edildikten sonra yapının çekilecek olan cephesine gelen ışığın açısı ve çekim saati tespit edilir,
  • Yapının ve gerekiyorsa çevresinin kadraja hangi perspektifte aktarılacağını saptanır,
  • Bu aşamadan sonra bakış noktası ve yüksekliği belirlenir.
  • Tüm bu aşamalardan sonra artık sıra objektif odak uzaklığının seçilmesine gelmiştir.
  • Objektif odak uzaklığı da seçildikten sonra yapılacak son işlem pozlandırmanın belirlenmesidir.
  • Alan derinliği isteğine göre gerekli olan diyafram ve buna göre pozometrenin vereceği örtücü hız da belirlendikten sonra tripod (mutlak) ile çekim tamamlanır.
  • Gerekiyorsa son ışık ve perspektif düzeltmeleri uygun bir görüntü işleme programı ile bilgisayar üzerinde yapılır.

Önemli Not: Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU’nun, Say Yayınları’ndan basılan “TÜM YÖNLERİYLE MİMARİ FOTOĞRAF” adlı kitabından alıntılanmıştır.

Mart 2025

Prof. Dr. Özer KANBUROĞLU

(EFİAP, QPSA)

GEZGİN KADRAJ: TUZ VE KARIN KRİSTAL YOLCULUĞUNDA ÇANKIRI’ YA DOĞRU

Kış mevsiminde bulunduğumuz bu günlerde, yazdan kalma sıcaklıkların içimizi ısıttığı bir günü daha yaşarken, Ankara’nın keşmekeşinden hafta sonu uzaklaşmak üzere, sabahın erken saatlerinde Kumrular Caddesi’nden “Yol Arkadaşlarım Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği” gezi grubumuzla Çankırı Tuz Mağarası ve Ilgaz Dağı Millî Parkı’na doğru yola çıktık.

İlk olarak Çankırı il merkezinde kahvaltı molası verdik. Daha sonra yaklaşık 20 kilometrelik bozuk bir yolu aştıktan sonra Tuz Mağarası’na ulaştık. Giriş ücretini ödedikten sonra, mağaranın büyüleyici manzarası karşısında gözlerimiz bayram ederken, rehberimiz Mustafa Bey’den mağaranın tarihi hakkında bilgiler aldık. 5000 Yıllık Tuz işlenmiş muhteşem ötesi Müze Haline getirilmiş 18 bin metrekarelik kapalı alana sahip mağara, 200 yıllık olduğu tahmin edilen ve bozulmadan korunmuş bir eşek tahniti, çeşitli hayvan tahnitleri, çok sayıda heykel ve sanat eserleriyle dikkat çekiyordu. Rehberimizin anlatımı eşliğinde fotoğraflarımızı çektikten sonra yönümüzü Ilgaz Dağı Millî Parkı’na çevirdik.

Virajlı yolları ve 5.480 metrelik uzun tüneli geçtikten sonra karlı, buzlu yollar boyunca döne döne tırmandık. Biz Ankaralılar olarak yıllardır kara hasretiz, bu yüzden muhteşem büyüklükteki çam ağaçlarının üzerini örten kar manzarası hepimizi mutlu etmeye yetti. Milli park bölgesine ulaştığımızda telesiyejin çalışmadığını öğrendik. Ardından Ankara Üniversitesi Bostan Mevkii’ndeki Örsem tesislerinde yemeğimizi yedik ve çaylarımızı içtikten sonra Yurduntepe Kayak Merkezi’ne doğru yola çıktık.

Oraya vardığımızda bizi keyifle kayan insanlar, kızaklarla eğlenen çocuklar ve muhteşem bir atmosfer karşıladı. Kaymak isteyenler telesiyeje yönelirken, yürüyüş yapmak isteyenler ise ormanlık bölgeye doğru ilerledi. Ilgaz Dağı’nın zirvesinin dumanlı olması doğaldır; ancak o gün yoğun bir sis vardı. Buna rağmen, doğanın sunduğu manzara muhteşemdi. Tesislerin önünde halay çekenler ve hep bir ağızdan söylenen “Ilgaz” türküsü, ortama ayrı bir coşku kattı. Kartopu oynayarak ve 30 santimetrelik kara bata çıka eğlenceli anlar yaşadık.

Daha sonra telesiyejle dağın zirvesine çıktık. İlk etap 2.187 metre uzunluğundaydı ve yeterince heyecan vericiydi. Manzara inanılmazdı! Zirvede bizi 30-40 santimetrelik kar karşıladı, ancak hava sisli olmasına rağmen çok soğuk değildi. Bir grupla dağın zirvesinde bulunan kafede çay ve salep eşliğinde manzaranın tadını çıkardık. Heybetli çam ağaçları, pürüzsüz kar örtüsü ve ortamın huzuru anlatılmaz bir deneyimdi. Bu yolculuk gidiş dönüş yaklaşık 4,5 kilometre sürdü ve Ilgaz Dağı’nın güzelliğini iliklerimize kadar hissettik.

Karın “pırlanta” gibi parladığını ilk kez burada gördüm. Bazı yerlerde kristalleşmiş kar, adeta yüzlerce göz alıcı yansıma oluşturuyordu. Yorulmuştuk ama gerçekten buna değmişti. Telesiyejle tekrar aşağı indik ve bizi bekleyen arkadaşlarımızla işletmenin önünde buluştuk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız bu güzel gün, yavaş yavaş sona eriyordu. Minibüste yerlerimizi aldık ve yine ormanlık yollar arasından döne döne Çankırı’ya doğru yol aldık. Dinlenme tesislerinde yarım saatlik alışveriş ve ihtiyaç molası verdik. Buradan aldığımız tam buğday ekmekleri, Çankırı kaya tuzu ve tuzdan yapılmış abajurlar, evlerimizde yaşadığımız bu güzel anıları hatırlatacak değerli hatıralar olarak bizimle döndü.

Minibüste nostaljik ve neşeli müzikler eşliğinde Ankara’ya doğru yol alırken, bedendeki tatlı yorgunlukla uyuklayan arkadaşlarımız da oldu. Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneğimizin düzenlediği bu gezi, hafızalarımızda tatlı anılar bırakarak sona erdi.

   

Cengiz PAMUK

Kasım 2024

SOKAK FOTOĞRAFÇILIĞI HAKKINDA

Uzun yıllar klasik bir çizgi üzerinde yürüyen Türk fotoğraf ekolünün biçimsel yapısı, tüm dünyada kabul gören sokak fotoğrafçılığını takip etmekte ve uygulamakta zayıf kalmıştır. Tanıtım ve eğitimin yetersizliği nedeniyle modern sokak fotoğrafçılığı yeteri kadar anlaşılamazken, sokak fotoğrafçılığının alt türlerinden biri olarak kabul edilen ve ülkemizde sıkça uygulanan sokak portreleri ile yaşlı insanların ve çocukların dramatik portreleri çekilerek sürekli birbirini tekrarlayan klişeler üretilmeye, içerik kopyalamaya devam edilmektedir.


Fotoğrafın en dinamik, özgün ve en etkili tarzı olan sokak fotoğrafçılığı, gündelik sosyal hayatı ve toplumların kültürünü görsel olarak kayıt altına alarak belgesel anlamda çalışmalar yürütmektedir. Toplum kültürü üzerinde olumlu ya da olumsuz gelişme ve değişimler, fotoğraf yoluyla kayıt altına alınıp tarihe not düşülürken, yaşanan sorunların ve eksiklerin göz önüne serilmesi ve ilgili kuruluşların konuyla ilgili bilgilendirilerek çözüm üretilmeye davet edilmesi sağlanmaktadır.


Sosyal hayatı fotoğraflarla belgeleyerek yönetimleri ve kuruluşları etkileme gücüne sahip bu tarzın, fotoğraf dernekleri tarafından daha iyi tanıtılması ve proje odaklı çalışmalarla nitelikli eğitimler verilmesi için önce kendi içinde konuyla ilgili daha iyi bilinçlenmesi gerekmektedir.


Belgesel fotoğraf ile aynı çizgi üzerinde yürüyen sokak fotoğrafçılığı gerektiği gibi uygulandığında, ülkemizin sosyal ve kültürel tarihinin belgelenmesinde, gelecek kuşaklara belgesel içerikle devredilmesinde tarihe ve tarihçilere görsel destek verebilecek önemli unsurlardan biri olması sağlanacaktır.


Sokak fotoğrafçısı hızlı düşünüp karar verebilen, teknik becerisi sağlam biri olmalıdır. Sokaklar çoğu zaman ölçüp biçerek fotoğraf çekebileceğimiz rahat alanlar değildir. Çünkü sokaklarda hayat çok hızlı akıp gidiyor ve bunun takibi için mutlaka hız ve teknik bilgi gerekmektedir. Sokak fotoğrafı çekebilmek için sokaklarda, yaşamın içinde daha çok zaman geçirmek gerekiyor. Hafta sonu kamerayı çantadan çıkarıp sokaklara çıkmakla sokak fotoğrafçılığı yapmak oldukça zor! Ben her gün elimde kameram ile birlikte sokaklardayım. Sokak fotoğrafçısının misyonu, özellikle yakın çevresinden başlayarak erişebildiği her alandaki sosyal yaşamın içindeki akıp giden anların detaylarını insan ve mekân önceliğiyle belgelemek olmalıdır.

Şubat 2025

Sadık ÜÇOK

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: KAVAKLIDERE

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: BAKANLIKLAR

Binaların Hikayeleri, Vedat Oygür’ le Ankara Bakanlıklar civarını geziyoruz.

Bir yazar “Şehirler konuşur; Her şehrin bir dili vardır, konuşma tarzı vardır, anlatacakları vardır ama her şehrin dinleyeni azdır.” diyor. Bugün Sayın Vedat Oygür hocamızla Ankara’nın Bakanlıklar bölgesinin anlatacaklarını dinleyeceğiz. Günümüze kalmayan binaların hala sakladığı anılar, tecrübeler, dostluklar, üstü örtülmüş derelerin hikayeleri… İnsanlar, binalar, hatıralar… Kimler geldi kimler geçti, hadi Vedat Hocamızdan birlikte dinleyelim. Gezi planımız fotoğrafta anlatıldığı gibi olacaktır.

Arkadaşlar bugün Ankara Kızılay Metro çıkışından başlayacağız, Akay yokuşuna kadar gideceğiz, sonra Kızılay meydanına, Güven Parka geleceğiz, Saraçoğlu mahallesine gideceğiz. Bakalım, kimler geldi kimler geçti? Bize ne anlatacaklar bugün? Burası Kızılay meydanı, önceden farklı bir yerdi, bu kadar bina yoktu. Alman mimar Carl Christoph Lörcher tarafından, Ankara’nın ilk imar planı “1924-25 Lörcher Planı” olarak
yapılır.

Bu plan çerçevesinde Kızılay bölgesinde 1925-1928 arasında 465 tane ev inşa edilir. Fakat, o zaman parsellerinin ancak 3’ te 2’ sine inşaat yapılır, gerisi sonra tamamlanır. Bu çalışma 1933’ e kadar sürer.

Şimdi bu konuşacağımız kısım, size anlatacaklarım, o ilk bölümdeki evlerle ilgili. Çünkü bu evler çok özel ve evlerin 12 ayrı mimari tarzı var. İnsanların gelir durumuna göre evlerin mimarisi değişiyor. Tek katlı, iki odalı küçük evlerden tutun, üç katlı şato denilen köşke kadar 12 tane değişik tip konut var. Onları konuşacağız ve kalanları göreceğiz.

Bu meydana Ankara halkı 1920’lerde tosbağa yuvası diyordu. Lörcher’in imar planında buranın resmi adı Cumhuriyet Meydanı’dır. Hala öyledir, fakat Ankaralı kendisine göre isim takar. Burada Kızılay binası var, tarihi bir bina, o bina 1930 yılında yapıldı. O bina yapıldıktan sonra Ankara halkı bu bölgeye Kızılay parkı, Kızılay Gezisi diyor. O park çok büyüktür. Eski fotoğraflara baktığımız zaman bu cadde zaten küçük bir caddede (şimdiki Gazi Mustafa Kemal Bulvarı), karşıyla Ziya Gökalp caddesiyle, birleşmiyor.

İsimler de farklı o zaman, burası Mustafa Necati caddesidir, karşısı Kazım Özalp caddesidir.

O tarihlerde Kazım Özalp Meclis Başkanı  (1924 ve 1935 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini sürdürmüştür.) Mustafa Necati Milli Eğitim Bakanı (1894’te izmir’de doğmuş, 1929’da Ankara’da 35 yaşında ölmüştür.) Evleri hemen cadde başında olduğu için sokak isimleri ona göre oluşmuştur.

O zaman Güven park yok, daha 1924’ lerde, Kızılay gezisinin ortasında heykel var, heykel su perileri ve Eros heykelidir, onu o zamanki belediye başkanı Asaf Bey İtalya’dan getirtiyor.

İki heykelden büyük olan Kızılay’ a konulur diğeri Sağlık Bakanlığı’nın önündedir. Ankara halkı o heykel yüzünden de buraya bazen Havuzbaşı diyor. O günlerin Havuzbaşı Meydanı’ nda gezilir, oturulur ve konserler dinlenirdi. Kızılay binası ise o zaman yoktur, Ankara’ nın merkezi durumunda bulunan Kızılay Meydanı’ na adını veren ve Erken Cumhuriyet döneminde 1929 yılında yapılan bina, Avusturyalı mimar Robert Öerley tarafından projelendirilmiştir ve 1934 yılında yapılmıştır. Robert Öerley, o zamanki Bayındırlık Bakanlığı’ nın baş mimarıdır.

1929’da Kızılay binası yapılır, o bina 1979 yılında yıkılır. Yerine başka bir bina yapılmaya kalkışılır. Fakat inşaata başlandığında belediye inşaat izni vermez ve inşaatı mühürler. Çünkü bina imara uygun değildir. Konu yargıya taşınır ve mahkeme yıllarca sürer. Mahkeme sonucu 1999’ da belediyenin lehine çıkar. Kızılay binası için yeni proje, yap işlet modeliyle Ankaralı büyük bir mağazaya verilir. Fakat o mağaza da bunu yapamaz ve bırakır. 2009’ da yeni bir iş ortaklığı projeyi üstüne alır. Bu ortaklığın şirketleri Sementa Tekstil, Tango Tekstil, Renk Yol Yapı ve Güvensoy’ dur. Bu ortaklık 114 milyon dolara 25 yıllığına yap işlet devret modeliyle binayı alırlar ve sonunda alışveriş merkezinin bulunduğu yapı meydana çıkar.

Kızılay binasından Demirtepe’ye doğru baktığımızda Cadde boyunca 2 katlı, 3 katlı köşkler vardı. Şimdi şöyle yürüyelim, birazdan göreceğiz. Yukarıda birkaç tanesi hakkında konuşacağız. PTT binasının önündeyiz. Sanırım yetmişli yılların ortasında buradaki bina yıkıldı yerine bu PTT binası yapıldı. Vali konağıydı burası.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Macar Elçilik (eskiden kullandığı) binasının önünden geçiyoruz. Evet arkadaşlar işte o dediğimiz binalardan biri de bu, kuleli köşkler cinsinden. Bu binanın yapımı 1925 yılında başlar ve bina yapıldığı zaman bunu Macar Krallığı satın alır. Ondan sonra burası 1979’ a kadar Macaristan elçiliği olur. 1979’ da satılır ve o zamandan beri, günümüzde de ticarethane, kebapçı olarak hizmet verir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Tapu kadastro binasının karşısındayız.

Valilik konağının bir eşi de yapıldığında İran elçiliği olur. 1925’ de İran elçiliği olarak hizmet verir. Bina 1952’ de Tapu Kadastro’ ya geçer.

Binanın yanındaki ekler de 1952’ de yapılır.

O tarihlerde Onur İşhanı’nın yerinde ise Suudi Arabistan elçiliği vardır. Onur İşhanı, 1973’ de elçilik binası yıkılarak yapıldı.

Tapu Kadastro’dan aşağıya doğru Kızılay’ a doğru gidiyoruz. İzmir Caddesinin karşı köşesindeyiz.

Burada da bir kuleli yapı vardır ama kulenin üstünde konisi yoktur sadece 4 köşede kule çıkar. Bu iki katlı villa tipi yapıdır. Buradaki ev Milli Eğitim Bakanının evidir. Mustafa Necati burada oturmaktadır. (gezi tablosundaki 5 numaralı ev) 1 Ocak 1929 günü çok genç yaşta maalesef ölür.

Atatürk, çok yazık oldu diyerek, bir tek onun için ağlamıştır. Mustafa Necati ölünce, evini, o zamanki adıyla Türk Maarif Cemiyeti 1929’ da satın alır. Evi talebe yurdu yaparlar. Binada 1931’ de de anaokulu, 1932’ de ilkokul birinci sınıf açılır. Ondan sonra bina küçük gelmeye başlayınca, Kurtuluş Parkı’ nın karşısında bahçe içindeki büyük bina yapılır ve Maarif Koleji orada eğitime başlar.

Mustafa Necati’ nin evi daha sonra İl Özel İdaresi olur. Yetmişli yıllarda o küçük binayı yıkılarak yerine 6 katlı Devlet Personel Dairesi binası yapılır. Bugün İzmir caddesi köşesinde Sosyal Hizmetler ek binası olarak kullanılan bina vardır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın evi de Şehit Adem Yavuz sokağının köşesindedir.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Milli Müdafa Caddesindeki Yeni Karamürsel binası 1973’ te yapıldı. Ondan önce burada bir tane villa tipi büyük bahçe içinde bina vardı.

Yani bu villaların hepsi 1971-1972 yıllarına kadar kullanılmaktaydı. Yeni Karamürsel’ i herkes İstanbul mağazası zannediyor fakat Yeni Karamürsel Ankara mağazasıdır. Yine Milli Müdafa Caddesinde, Çağdaş marketin yanındaki yerde bir villa daha vardı, orada da Prof. Afet İnan ailesiyle birlikte oturmaktaydı.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Evet gelmişken metroyu da konuşalım. Ankara’ da İlk metro fikri 1967’ de başlar, projeler yapılır. Ekrem Barlas, o zamanki belediye başkanı 1972-1973 yılında ilk metro kazısını başlatır. Vedat Dalokay 1974’ te belediye başkanı olunca metro yapımını durdurur. Trafik sorunun kavşaklarla hallederim, der.

Bu kavşaklar daha sonraki yıllarda Ankara’nın başına bela olur. Sonra Ali Dinçer belediye başkanı olunca 1979’ da metro projesi yeniden başlatır, fakat bir yıl sonra darbe olur ve metro çalışması yine durdurulur.

Karayalçın döneminde bir Kanada firması ve Gama Güriş İş ortaklığı ile proje 1989 yılında yeniden başlatılır. ilk önce Cebeci-Bahçeli arasında Ankaray yapılmasına karar verilir. Ankaray 1996’ da biter, 1997’ de Kızılay Batıkent hattı açılır, 2014’ de Kızılay Koru Kent ve Batıkent Törekent hattı, 2017’ de de Keçiören hattı açılır. 1967’ de başlayan metro çalışması kesintiye uğratılmasaydı Ankara çok erken rahata kavuşacaktı, 30 sene beklemek zorunda kaldık.

1930’ lu yıllarda Emek İşhanının yerinde kuleli bir bina olan Uybadin köşkü varmış. Köşk tepenin üstündedir ve binalar yapıldığı tarihlerde Cemil Uybadin İçişleri Bakanıdır. Cemil Uybadin İçişleri Bakanlığını bırakınca İstanbul’ a gider. Daha sonra İtalyan büyükelçisi olarak atanır. Sonra O bina Sular Umum Müdürlüğü oldu.

Cemil Uybadin’ in binası yıkılarak Enver Tokay’ ın projesi olarak Emek İşhanı projesine başlanılır. Proje 1953’ de yapılır, inşaat 1958’ de başlar ve bina 1965 yılında hizmete girer.

Proje Emekli sandığının olduğu için adı da Emek İşhanı oluyor. Binanın boyu 76 metre ve 24 kat olarak yapılıyor. Eskiden binanın önünde bir kabartma vardı. Sonra onu söktüler. Sonra o binada Gima açıldı. Gima, Türkiye’ de ilk defa taksitli satışları yapan, ilk departmanlı mağazadır. Yani bölüm, bölüm her şey vardır. Gima İlk avm modeli olarak hizmet verir. Bu gökdelenin bir diğer ilki de Türkiye’ de ilk defa perde betonun inşaatta kullanılmasıdır. 2006 yılında Emekli Sandığı binayı satar ve bina Kahramanlar iş merkezi olur.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Yüksel caddesine doğru gidiyoruz. Yüksel caddesi biliyorsunuz yaya yolu oldu, 1981’ de belediye Kızılay yaya bölgeleriyle ilgili bir yönetmelik yayınladı. Resmi gazetede çıktı.

1981’ de İzmir ve Sakarya caddeleri yaya yolu ilan edildi, 1986’ da yönetmeliği yenilediler ve Yüksel Caddesi ve onun üstündeki Konur ve Karanfil sokaklar da yaya yolu kabul edildi, trafik yasaklandı. O günden beri buranın artık ayrı bir kültürel havası vardır.

Eskiden bu yaya yollarında, heykeller vardı. Önünde kutusuyla bir boyacı vardı. Önce boyacının kutusu kayboldu, sonra da kendisi de kayboldu gitti, yerini havuzlar aldı.

Bu bölge Ankara’ nın önemli kültürel semtlerinden biridir.

Simit Sarayının köşesinden sokağa bakarak eski evlerin hatıralarını dinlemeye devam ediyoruz. O eski zamanlarda orada 3 katlı bir ev vardı. Burada Memduh Şevket Esendal otururdu. Memduh Şevket’ i Ayaşlı ile kiracılarından hatırlarsınız. Fakat o, kitaptan çok daha ünlüdür. Memduh Şevket 1906 yılında İttihat Terakkiye girer, 1908’ de parti müfettişi olarak Anadoluya gönderilir. Milli mücadele başlayınca Ankara’ ya geçer. 1920’ de Bakü büyükelçisi olur. 1924′ e kadar orada kalır. 1925- 1930’ da Tahran büyükelçisidir. Sonra Ankara’ ya gelir 1932-1938’ de de Kabil büyükelçisidir. Ankara’ da olduğu 1930 -32 yıllarında “Ayaşlı ile Kiracıları” nı yazar. Kitap 1934’ te basılır. Büyükelçilikten gelince milletvekili seçilir ve CHP genel sekreteri olur. Yani siyasi bir kişiliktir. Fakat “Ayaşlı ile Kiracıları” nı dikkatli okursanız, kitapta Cumhuriyeti koyduğu hedefe ulaşamadığı biçiminde eleştiri vardır.

Dost Kitapevi Karanfil sokaktadır. Buradaki binalar üç katlıydı, apartman yoktu. Dost Kitapevinin yanında bulunan binada Mithat Fenman oturmaktaydı.

Mithat Fenman konservatuarda öğretmendi. Aynı zamanda piyano hocasıdır, İdil Bired onun öğrencisidir. Üç yaşında piyanoya büyük istidat gösteren İdil Biret ilk derslerini Ankara’da Mithat Fenmen’ den aldı. 1970’ li yıllarda Fazıl Say da bu eve ders almaya gelirdi.

Dost Kitabevi’ ni Erdal Akalın 1977’ de Zafer çarşısında açtı. Kitapevi, seksenli yıllarda mimarlar odasının girişine taşındı. Sonra da bu sokağa geldi. Tabii bu bina Dost Kitapevi’ nin binası değil. Esasında bu bina yapılmadan önce burada bir apartman vardı. Adalar Apartmanı, orada Sabahattin Ali otururdu. Ankara’ da Milli Eğitim Bakanlığı Musiki Muallim Mektebinde Almanca öğretmeni olarak çalışıyordu. Yandaki apartmanda Azra Erhat oturmaktaydı. Azra Erhat birinci katta oturmaktaydı. Azra Erhat anılarında “Sebahattin Ali ile her sabah pencere sohbeti yapardık” diyor.

Azra Erhat İstanbul’ da doğmuştur. İlk öğrenimini Belçika’ da, ortaöğrenimi Fransa’ da yapar, üniversiteyi okumak için 1934’ te İstanbul’ a gelir. Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisine kaydolur. 1935 Kasım’ da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılınca hemen Ankara’ ya gelir. Klasik diller filolojisine kayıt olur. Klasik diller dediğimiz eski Yunanca ve Latince’ dir. 1936 Ocak ayında dersler başlar.

Okulu bitirince de üniversiteye asistan olarak girer. Felsefe okuyan Orhan Veli, Fransız biyolojisinde asistan olan Sabahattin Eyüboğlu, çok samimi olduğu Güzin adında arkadaşları vardır. Ankara’ya gelince tabii o arkadaşlıklar da sürer. Orhan Veli’ nin çevresiyle arkadaş çevresi daha da genişler.

Sonra Azra, bölümünde doçent olur. O sırada Sabahattin Eyüboğlu da Ankara’ da tercüme bürosunda çalışmaktadır. Sabahattin Eyüboğlu’ nun da bir arkadaşı vardır; Abidin Dino, ressam, Ankara’ nın ilerici belediye başkanı Abidin Paşanın torunudur. Adana’ ya sürgün edilmiştir. Sık sık Ankara’ ya gelir, Azra’ nın İstanbul’ daki sınıf arkadaşı Güzin de Ankara’ ya zaman zaman gelir. Bir gün Güzin’ le Abidin Dino karşılaşırlar. Aşık olurlar, hemen o yıl 1943 yılında evlenirler. Adana’ ya giderler.

O arada bir de Macar arkadaşları vardır. Bela Szabo, Türkiye’ ye geldiğinde 26 yaşındaydı, yeni kurulmakta olan modern Türkiye’ nin sanayi hamlelerinde mühendis olarak görev almaktaydı. Turhal Şeker Fabrikası ve Rize Çay Fabrikası inşaatlarında çalışmıştı. 1933 yılında tanınmış Macar Piyanist Rozsi Venetianer ile evlenerek Ankara’ ya yerleştiler. Onlar da Ihlamur sokakta oturmaktaydılar.

Atatürk Lisesi yanında Ihlamur, sokağı vardır. Onun aşağı tarafında otururlar. Ev bahçe içine tek katlı bir evdir. Onların karşısında, otuzlu yılların başında Orhan Veli oturmaktadır. Azra ve Bela Szabo orada tanışırlar.

Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet de o vesileyle arkadaş olurlar. Öte yandan Rozsi ile Bela Szabo’ nun evliliklerinin de yürümüyordu. 1944’ de Bela Szabo, Azra Erhat’ la birlikte yaşamaya başlar.

Abidin Dino Yaşar Kemal’ i de sohbetlere getirir. Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesinde muhabirdir. Ahmet Arif, Dil Tarih’ de okumaya gelir ve Azra’ nın evinde kalır, yani evin iki tane de oğlu vardır. Ahmet Arif Karanfil sokak için çok güzel bir de şiir yazar.

Sonra Azra Erhat ile Szabo evlenirler. 1945’ te Vakıf ve Genel Memur Kanunu’ na göre yabancı ile evlenmek yasak olduğundan Azra üniversiteden atılır.

Sonra 1947-48 yılında Szabo “memleketine gideceğim” der. Azra, “ben bilmediğim yere gitmem” diyerek boşanırlar.

Azra sonra İstanbul’ a döner. Burası böyle bir kültür sitesidir.

Mülkiyeliler binasının önünde kitap okuyan heykelin öndeyiz. Bu heykel, insan hakları heykelidir, bunu yapan Metin Yurdanur’ dur.

Yan tarafta hemen Mülkiyeliler Birliği binası vardır. Mülkiyeliler Birliği binasında tarih olarak 1859 yazıyor, oysa o İstanbul’ daki Mülkiyeliler Birliğinin tarihidir. Ankara’ da da bir Mülkiye vardır. 1885 Mülki İdari adıyla kurulmuştur. Ankara’ daki Mülkiyenin temeli o okuldur. Şimdiki bu Mülkiyeliler Birliği 1946’ da kurulur. İlk binaları Anafartalar Caddesinde iki katlı bir küçük bir binadır, 1959’ da Adakale sokağa giderler. Sonra biz kendi binamızı yapalım derler ve 1964 yılında bir eşya piyangosu düzenleyerek oradan topladıkları parayla bu binayı yaparlar. Bina 1966’ da biter.

Fotoğraf: İlter AKINOĞLU

Şimdi, adam heykelin önündeyiz.

Yaya yollarındaki heykelleri belediye başkanı Ali Dinçer 1979’ da yaptırdı.

Heykelin yanından geçip devam ediyoruz.

Daha önce Galeri Kültür 1953’ te Sakarya-Tuna caddesi köşesindeydi. O bina 1980 başında yıkılacağı için Selanik Caddesi Yüksel caddesi köşesine gelmişti. Galeri Kültür şimdi kapandı.

Flamingo 1955’ te Ziya Gökalp ve bitişik kanadındaki Ulus sineması yanında açıldı. Sonra Soysal apartmanlar 1967’ de yıkılınca Flamingo Tunalı’ ya gitti.

Mimar Kemalin önünden İnkilap sokağa bakıyoruz.

Otel Alar’ ın olduğu yerde eskiden tavukçu vardı. Tavukçu Ankara’ nın en eski lokantalarından biridir. Tavukçu, 1930 yılında Anafartalar caddesi yakınlarındaydı, oradaki bina 1953 yılında yanınca Bayındır’ ın köşesindeki iki katlı sarı bir eve geldi. Fakat orada tutunamadı ve iflas etti.

İflas edince tavukçuyu Karadeniz lokantasının şefi devir aldı. Menüyü daha zenginleştirdi. Daha sonra, Tavukçu otelin olduğu yerde iki katlı bir eve gelir. Bu evin sahibi de Gelirler İdaresi başkanı Reşat Beydir. Reşat Bey, Karadeniz lokantasında İsmail’ in müşterisi ve arkadaşıdır. Reşat Beyin hiç mirasçısı yoktur ve evi İsmail’ in üstüne yapar. Böylece Tavukçu bu adreste devam eder. 2021 yılında tavukçu Alacaatlı caddesine gitti, buradaki yerine de otel yapıldı. Otelin adı da Alar’dır.

Köşede de iki katlı ev vardı. O da eski Milli Eğitim Bakanlarından Tahsin Bangooğlu’ nun evidir. Bodrum katında Orhan Veli oturmaktadır. Orhan Veli yedek subaylığını kara kuvvetleri komutanlığı içinde yapar. Kara kuvvetleri komutanlığı yedek subay okulu Kara Kuvvetleri komutanlığı binasının içindedir. Oraya yakın olsun diye buraya taşınır. Taşmektep’ ten arkadaşı Melih Cevdet de yedek subaylığını bitirip onun yanına gelir. İkisi burada İnkilap sokakda oturmaya başlarlar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Mimar Kemalettin okulu, bizim birinci ulusal mimari döneminin önemli mimarlarından Mimar Kemalettin tarafından1927’ de yapılmıştır. Birinci ulusal mimari dediğimiz Selçuklu ve Osmanlı mimarisi karışımıdır.

Meşrutiyet caddesi, Hatay sokak köşesindeyiz.

Burada yaşamış bir büyük yazarımızdan, Adalet Ağaoğlu’ ndan bahsedeceğiz. Adalet Ağaoğlu’ nun babası Nallıhan’ lıdır. Nallıhan’ da tiftik tüccarıdır. 1938 yılında Ankara’ ya gelir, 9 daireli bir apartmanı satın alır. Adalet Ağaoğlu’ nun büyük abisi Ayhan Sümer, Ayhan mağazasının sahibidir. Babasından devir almıştır. Adalet Ağaoğlu bir inşaat mühendisi olan Halil Ağaoğlu ile evlenmiştir ve soyadı Ağaoğlu olmuştur.

Sevgi Soysal da ailesi birlikte bu sokakta oturmaktadır. Öymen ailesi de burada oturmaktadır. Yazar Mahir Aksoy da burada oturmaktadır. Yani bunların çocuklukları beraber geçmiştir.

Fazıl Say’ ın babası, İdil Biret’ ler de bu sokakta oturmaktaydılar. Şimdi onlar tarih oldu gitti.

Meşrutiyet Caddesinde Yürüyüşe devam ediyoruz ve Coffee Lab’ ın karşısına geçtik. Karanfil sokağın devamındayız. Kazım Karabekir, İzmir suikastı davaları bitine kadar burada oturdu. Sonra İstanbul’ a gitti. Burada iki katlı bir ev vardı, büyük bahçeli, etrafı yüksek ağaçlarla çevriliydi. Fotoğraf çekilemiyordu. Çünkü ağaçlar hep evi kapatıyordu, sonra yıktılar.

Karanfil sokaktaki yürüyüşümüze devam ediyoruz. Cilveli kafe adı yazılı olan binanın önündeyiz. Kafenin terasını camla kapatmışlar. Burası Feridun Fazıl Tülbentçi’ nin evidir. Ev hala 1930’ ların evidir ama üstüne kat çıkmışlar.

Kocatepe

Karanfil sokaktan Olgunlar Caddesine çıktık. Tepeye doğru baktığımızda Kocatepe camiini görüyoruz. Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Oranın adı eskiden Deliler tepesiydi.

Kocatepe Camii yapılınca adı değişti. Orada su depoları vardı, su pompaları vardı. Seyranbağları’ na, Esat’ a ve Kale’ ye buradan su verilirdi. Eskiden Ankara’ ya Elma dağından su gelirdi. Musluktan kaynak suyu akardı. Altmışlı yılların sonuna kadar sürdü o.

O tepeye, altmışlı yılların başında Ankara’ nın en büyük camisini yapalım dediler. Vedat Dalokay’ ın yaptığı proje kabul edilmedi. 1967’ de kabul edilen proje ile Mimar Sinan’ ın bir kopyası olarak camii yapılmaya başlandı. İnşaat 1981’ de bitmeyince Türk Diyanet Vakfı tarafından devir alındı ve inşaat 1987’ de bitirildi.

Kocatepe Camii yapılırken o taraftaki evler yıkıldı. Olgunlar’ la Kızılırmak caddesinin köşesinde olan Ayşe Abla ilkokulu da o sırada yıkıldı.

Köşedeki Kızılırmak sinemasını hatırlarsınız, altmışların başında açılmıştı. Buranın açılışı çok ilginçtir. O civarda Amerikalı subaylar oturur. Amerikalı subaylar burada sinema açılmasını isterler ve açılır. Bu sene Ağustos ayında da Kızılırmak sineması kapandı.

Akay yokuşunun alt tarafındayız. Yukarıda sağ tarafta Dedeman Otelinin binasının ilk kısmı görünüyor. 1966’ da Akay sokağa paralel olarak yapılmıştır, 1987’ de Büklüm sokağa paralel olan ‘L’ kısmı yapılır. Dedeman Otelinin sahibi Kemal Dedeman madencidir.

Atatürk Bulvarına doğru giderken Vedat Hoca anlatmaya devam ediyor; Eskiden burada bir dere akardı, adı Kavaklıdere. O zaman İsmet İnönü Bulvarı da yok, dere buradan dönüyor Dikmen deresi ile birleşiyordu.

Daha önce bahsettiğimiz Abidin ve Güzin Dino, Azra İstanbul’ a gidince 1948 yılında burada Macid Devrim’ in derenin kenarındaki evinde yaşıyorlardı. Oradan 1950’de pembe renkli bina olan Perçiner apartmanına taşınmışlardı. Bakanlıklardan Kızılaya doğru iniyoruz. Burası Jansen’ in imar planında çizdiği gibi Kızılay’ a kadar Bakanlıklar mahellesidir. Jansen Planı; 1928 -1932 yılları arasında Alman mimar Hermann Jansen tarafından Ankara için hazırlanmış olan bir nazım planıdır. Yeni kurulan devletin her alanda diğer illere de örnek olacak modern model kenti olması hedeflenmiştir.

Orman Bakanlığı eski binasının önündeyiz. Orman Bakanlığı eski binasını yapan Clemens Holzmeister’ dır. 2008’ de Ankara’ daki bir caddeye Holzmeister’ in adı verilmiştir. Türkiye’ de daha çok Ankara’ da yaptığı kamu binaları ile tanınmaktadır. 1927-1935 yılları arasında yeni kurulan Ankara kentinde inşa edilen birçok yapının projesini çizen mimar; 1938-1953 arasında Türkiye’ de yaşadı. Halen kullanılmakta olan meclis binası onun Türkiye’ deki en önemli eseridir. Buralar Meclisle bitişiktir. Yol yoktur. Bakanlıkların ilk yapılan binası da İç İşleri bakanlığıdır 1932-34 yılında yapılmıştır. Bu bina Tarım Bakanlığı binasıdır. Ankara taşından yapılmıştır. Bakanlık binaları Alman Avusturya kübik mimarı tarzı, yüksek girişleri olan, içeri girdiğinizde yüksek bir salonu olan binalardır. 1934-36 yıllarında ikinci yapılan Kamu binası da Yargıtay binasıdır. Şimdi Belçika Elçilik binasının önündeyiz. Belçika elçiliği binası konuttur. Belçika elçiliği binası 1927-1928 yıllarında yapılmıştır.

Madenci heykeli de Metin Yurdanur’ un heykeldir. Zonguldak’ta maden kazası olduktan sonra yapılmıştır. Önünde cam vardı, cam üstünden darbe almış çatlamış.

Ayşe Abla Çocuk Yuvası

Ayşe Abla, Neriman Uzun’ un Ankara radyosunda başladığı çocuk kulübü programındaki takma adıdır. Ayşe Abla, Amerika’ da üniversiteyi bitirir. Çocuk ve aile gelişiminde uzmandır. 1937’ de Ankara radyosuna girer. Sonra, 1946’ da bu evde çocuk yuvasını açar. Her yıl bir sınıf ilave eder. 1949’ da 3. Sınıf başladığında ilk defa Amerikalı öğretmenden İngilizce dersleri verdirir. Zaman içinde öğrenci sayıları artar ve öğrenciler artık servisle gelmeye başlar. Bina küçük gelmeye başlayınca, Ayşe Abla İlkokulu binasını yapar ve 1953’ de oraya taşınırlar. Sonra mirasçıları 1993’ te binayı yıktılar yerine bu iş hanını yaptılar. Dış görünüşünü eski haline benzetmeye çalıştılar.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Milli Eğitim Bakanlığı Binası 1960-1967 yılında yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’ nın önündeki heykel Tankut Öktem tarafından yapıldı. 1981’ de heykel yerine konuldu. Başöğretmen heykelinde Atatürk, kitap, eğitim meşalesi var. Kitabın sol tarafında “Öğretmenler yeni nesil sizin eserinizde olacaktır” yazıyor. Binanın içerisinde meçhul öğretmen anıtı vardır, o çok orjinaldir, tunçtan bir heykel gurubudur. Ortasında insan yüzünün yandan görünüşü vardır, bir kız çocuğu ona çiçek uzatmaktadır. O fotör şapkalı profil, meçhul öğretmendir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Güven partaki ağaç heykeli gördünüz mü? Hep yanından geçer ama dikkat etmeyiz.

Güvenpark

1929 yılındaki gazetelerde Emniyet anıtı ne zaman başlayacak diye yazıyor. Anıt önceden projelendirilmiş, yapılması beklenmektedir.

Holzmeister’ ın Kızılay Meydanı’ nda bir park ve anıt önermesiyle yapımına başladığı bronz heykeller Avusturya’ da Viyana Erdberg dökümhanesinde gerçekleştirilmiştir. Mamak taşı kullanılan kaide üzerindeki kabartmalar Türkiye’ de yapılmıştır. Anıtın taş kısımlarında Franz Wirt, Triberer ve Anton Hanak’ ın diğer öğrencileri ile Türk ustaları çalışmıştır.

Güven Park Anıtı (Güvenlik Anıtı –Emniyet Abidesi), Ankara Kızılay Meydanı’ nda Güven Park içerisinde bulunan Türk ulusunun polis ve jandarmaya olan güvenini, Atatürk’ ün Kurtuluş Savaşı’ nda ve İnkılap hareketlerinde beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller ve insan zekasını, çiftçinin tarım çalışmalarını betimleyen kabartmaların yer aldığı anıttır.

Anıtın Kızılay’ a bakan cephesinde biri genç, diğeri yaşlı iki bronz figür görülmektedir. Güvenin simgesi olarak yaşlı adamın elindeki sopa düşmek üzeredir, güçlü bir yapıda tasvir edilen genç ise sopayı alarak nesilden nesile korumayı temsil etmektedir. Bunun altında Atatürk’ ün “Türk Öğün Çalış Güven” sözleri tunç harflerle yazılmıştır. Bu yazının sağında bulunan bir grup figür, polisin halka yardımını, soldaki grup da jandarmanın halka yardımını anlatmaktadır. Anıtın arkasında ise iki çıplak erkek tasviri ulusun yaralarını saran kahramanlarını tanıtmaktadır. Bunlardan sağdaki modern çağda güveni, soldaki de birliği simgelemektedir. Bunun dışındaki alanlar yapıcı ve yaratıcı insanlarla köylü ve çiftçileri simgeleyen guruplarla doldurulmuştur.

Bu anıt Bakanlıklar mahallesinin mimarı Holzmeister’ in idaresinde yapılır. Anıtı yapmaya, 1931’ de Viyana üniversitesin Prof. Anton Hanak başlar, fakat 1934 yılında ölür. Öldükten, sonra projeyi, aynı okuldan Prof. Joseph Thorak’ a devir alır.

Cenazeden sonra ailesi Anton Hanak’ ın masasında günlüğünü bulurlar. Günlüğün son sayfasında “Ankara’ daki Emniyet anıtı inşaatı yüzünden 17000 şilin borçlandım, ödeyecek durumum da yoktur” diye yazmıştır. Üzüntüden kalp krizi geçirip ölmüştür. Ailesi durumu Atatürk’ e yazar. Hemen soruşturma açılır. Öğrenelir ki bakanlık Holzmeister’ a, parayı önceden ve tam olarak ödemiştir. Holzmeister arkadaşına paranın hepsini vermemiş ve zor duruma düşürmüştür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

TMO önünden geçiyoruz. Turan Alkan bu heykeli 1998’ de yapmış. Bu heykelde hasatı bitirmiş dinlenen bir aileyi anlatmıştır.

Saraçoğlu Devlet Mahallesi

Çankaya kaymakamlığının yanı. Resmi adı Devlet mahallesidir 1944-1948 yılları arasında Alman Mimar Paul Bonatz yaptı. Bulvar boyunca gördüğümüz binalar kamu binalarıdır. Arka taraftaki binalar bakanlıklarda çalışan memurlar için lojmandır. İki, üç, dört odalı tipleri var. 485 tane lojman vardır. İlk yapılan da Çankaya kaymakamlığıdır. ilk önce burayı Maarif bakanlığı kiralar. Üst katı talim terbiye dairesi orta katı tercüme bürosu, alt kat neşriyat bürosudur. Neşriyat bürosu müdürü de Adnan Ötüken’ dir. Adnan Ötüken, bir odayı milli kütüphane yapar. O zaman adı Marif Kütüphanesi’ dir. 1937 yılında yapılan bu kütüphane, ilk milli kütüphane ünvanını alır.

Burası Namık Kemal ortaokuludur. Şimdi Gayrimenkul yapı ortaklığı ofisi oldu. Saraçoğlu mahallesinin içinde 2003’te yıkılma riski var diye yıkmak istediler, ama karşı konulunca yıkamadılar, 2009 yılında Emlak Yatırım Ortaklığına devrettiler. Kamu binaları korundu.

Şimdi Kahve zamanı, Saraçoğlu Mahallesinde yapılan yeni kafelerde biraz dinlenip gelecek ay gezi rotamızı belirleyeceğiz. Bakalım Ankara binaları bize ne hikayeler anlatacak?

İlter AKINOĞLU

Aralık 2024

KAVRAMSAL FOTOĞRAF ÜZERİNE

Kavramsal fotoğraf, belirli bir fikir, duygu, düşünce veya anlamı ifade etmek için fotoğrafçının soyut veya yaratıcı unsurları kullandığı bir fotoğraf türüdür. Bu tür fotoğraflar görüntüdeki öğelerin estetik ve teknik niteliklerinden ziyade, izleyicide bir düşünce veya his uyandırmayı amaçlar ve çoğunlukla gerçekçi unsurlar yerine semboller, renkler, nesneler ya da ışık-gölge oyunlarıyla mesajlarını iletir. Aktarmak istenen anlam ve mesaj ön plandadır. Çoğunlukla izleyiciyi düşündürmek, duygusal bir bağ kurmak ya da belirli bir temayı sorgulatmak amaçlanır.

Kavramsal fotoğraf, kendi içinde genellikle aşağıdaki unsurları içerir:

  1. Anlam Katmanları: Görüntü, genelde birden fazla anlam taşır ve izleyicinin kendi yorumlarını katmasına olanak sağlar.
  2. Simge ve Metaforlar: Belirli objeler veya sahneler, başka bir şeyi temsil etmek için kullanılır. Örneğin, bir saat zamansallığı, bir kırık ayna kimlik veya kişilik çatışmasını ifade edebilir.
  3. Planlama: Kavramsal fotoğraflar çoğunlukla doğaçlama değil, detaylı bir planlamanın ve tasarımın sonucudur. Sahne, ışık, kompozisyon ve renk paleti dikkatlice düşünülür ki, bu durumu Kurgu fotoğraf ile karıştırmamak gerekir.
  4. Sanat ile Fotoğrafın Buluşması: Kavramsal fotoğraf, fotoğrafçılığı bir sanat formu olarak kullanır. Bu nedenle, resim, heykel, performans veya edebiyat gibi diğer sanat disiplinlerinden de ilham alabilir.

Örneğin:

  • Kavramsal bir fotoğraf, bir kafesin içinde hapsolmuş ışık huzmesi, özgürlük ve sınırlama arasındaki çatışmayı temsil edebilir.
  • Fikir Odaklı Yaklaşım: Bu fotoğrafın çekiminde kullanılan her öğe – ışık, kafes, gölgeler – belirli bir mesaj taşır ve fotoğrafın hikayesini destekler.

Fotoğraflar: Arzu EKE’ nin Şinasi BARUTÇU Kupasını kazanan “Gizli Bahçe” isimli Foroğraf Serisi

Kavramsal fotoğrafçılık, izleyici ile derin bir etkileşim kurmayı hedeflemesi, fikirlerin ve düşüncelerin ön planda olması sebebiyle kavramsal anlatımdaki ve kavramsal sanattaki rolü de önemlidir. Fotoğrafın kavramsal sanattaki rolünü de birkaç başlık üzerinden kavramsal açı olarak değerlendirebiliriz.

Belge Niteliği: Kavramsal sanat, genellikle bir performansı, yerleştirmeyi veya geçici bir durumu belgelemek için fotoğrafı kullanır. Sanatçıların eseri kalıcı kılmak amacıyla fotoğraflamaları, izleyicilere sanatın bir parçası olarak sunulur. Örneğin, Christo ve Jeanne-Claude’un büyük çaplı çevresel yerleştirme projeleri, sadece geçici olarak var olur ve genellikle fotoğraflarla ölümsüzleştirilir. Ayrıca her yerleştirme, kavramsal fotoğrafın da konusu olabilir.

⁠Temsil Araçları: Fotoğraf, kavramsal sanatçılar tarafından somut bir kavramı veya düşünceyi temsil etme aracı olarak da kullanılabilir. Fotoğrafın gerçekliği temsil etme özelliği sanatçılara izleyici ile fikirlerini doğrudan paylaşma imkanı verir. Sanatçılar, bir görüntünün altında yatan kavramlarla oynayarak, gerçekliğin algısını sorgulatabilir.

⁠Manipülasyon ve Yeniden Bağlamlandırma: Kavramsal sanatçılar, fotoğrafı manipüle ederek veya yeniden bağlamlandırarak İzleyicinin beklentilerini ve algılarını bozmayı amaçlayabilir. Bu, bir objeyi veya durumu farklı bir bakış açısıyla sunarak, sıradan olanın altındaki daha derin anlamları keşfetmeye yardımcı olabilir.

Metin ve Görselin Birleşimi: kavramsal sanatta fotoğraf, sık sık metinle birleştirilir. Bu durum sanatçının belirli bir fikri daha açık bir şekilde ifade etmesini sağlar. Fotoğrafın gerçekliği ile metnin soyutluğu birleştiğinde izleyici, metin ile görselin arasındaki farklı bağlantıları kurabilir.


Fotoğraf kavramsal sanatta yalnızca bir araç değil, aynı zamanda sanatçının mesajını iletmesinde güçlü bir ifade biçimi olarak önemli bir rol oynar. Fotoğrafın nesnelliği ve gerçekliği temsil etme gücü, Kavramsal sanatçılar tarafından sıklıkla sorgulanır, yeniden biçimlendirilir ve dönüştürülür. Kavramsal fotoğrafa bütün bu geniş bakış açısı ile değerlendirmek bizi de geliştirecek unsurları ayrıca içinde barındırmaktadır. Bu geniş bakma şekli, fotoğrafın biçimsel bir anlatımın dışında çok daha büyük bir derinliğinin olduğunun da kanıtıdır. Bu derinliğin büyüklüğünden kendinizi mahrum bırakmamanız dileklerimle …

Ocak 2025

Arzu EKE

MOBİL FOTOĞRAFÇILIK

Fotoğraf ile ilgilenen herkesin mutlaka duyduğu bir cümledir “En iyi kamera yanınızda olandır.” Her zaman yanımızda olan kamera tabii ki cep telefonumuzdur. Peki bu kamerayı nasıl kullanıyoruz? Her gün milyarlarca fotoğraf çekiliyor. Ama bu fotoğrafların değeri nedir? Kuşkusuz herkesin fotoğrafı kendi için değerlidir. Ancak bazı kareler vardır ki herkesi etkiler. Yetenekli eller ve gözler ile kameranın çeşidi bir detay haline dönüşür. Görüntü bombardımanına tutulduğumuz ve bir fotoğrafa en fazla 3 saniye baktığımız bu günlerde, görsel okur-yazarlık, kompozisyon, ışık bilgisi ve görüntü ile bir hikâye anlatabilme becerisi çok değerli hale gelmiştir. Bu becerilerle gerçekten çok kaliteli fotoğraflar elde edebiliriz. Cep telefonunun profesyonel makinelerin yerini alması (en azından yakın gelecekte) beklenmiyor ama cebimizdeki potansiyelin farkında olup güzel fotoğraflar üretmek de bizim elimizde.

Birçok fotoğraf meraklısı kamera yerine cep telefonunu tercih etmeye başladı. Bunun en önemli nedeni sürekli yanımızda olması ve bizi fazla yükten kurtarması. Ayrıca, son yıllarda çıkan modellerde hem geniş açı hem de dar açı lens bulunması da bir etken. Diğer önemli bir husus ise yapay zekâ desteği olması. Cep telefonu kameraları sahneyi tanıyor ve pozlama, beyaz ayarı, netleme ayarlarını kendi yaparak kullanıcıya sadece ekrana dokunmak kalıyor. Durum böyle olunca da fotoğrafa yeni başlayanlar manuel ayarlı kameraları tercih etmiyorlar. Buna ek olarak cep telefonu kamerasını tercih edenler arasında filtre kullanımı da oldukça yaygın. Aslında bu filtrelerin çekim sonrasında da kullanılması mümkünken çekerken kullanılıyor ve orijinal fotoğrafa veda ediliyor. Sonraki yıllarda aynı fotoğrafı keşke böyle çekmeseydim dediğimizde ise dönüşü çok zor oluyor. Filtre kullanırken veya sığ alan derinliği tercih edildiğinde telefonlar fotoğrafa zarar verebiliyor ve çok yapay görüntüler ortaya çıkıyor. Kolay olanı tercih ederken bazen iyi fotoğraftan vazgeçiliyor.

Çektiğimiz fotoğrafları karta bastırma alışkanlığımızı da kaybettik. Artık tüm anılarımız dijital ortamda. Anılarımızı da çoğunlukla telefon ekranından izliyoruz. Ekranda fotoğrafı tam boyutlu görmek istiyoruz ve ekranların büyük bir kısmı 16:9 oranında olduğu için çekim esnasında bu oranı ve genelde de dikey olarak tercih ediyoruz. Bu fotoğraflarımızı bilgisayar ve televizyon ekranlarında izlemekten de hoşlanmıyoruz. Sonuç olarak sadece telefondan izlediğimiz çok sayıda dikey fotoğraf sahibi oluyoruz. Cep telefonu kamera sensörleri 4:3 oranda üretilmekte ve biz ekranı dolduralım derken sensörü tam anlamı ile kullanmıyoruz. Yaşadığı güzel anları kaydetmek için telefon kamerasını nasıl kullanacağı herkesin kendi tercihidir. Kayıt altına aldığımız görüntüleri sunmak veya sergilemek için fotoğraf ve resim sanatının ilkelerinden faydalanmak fotoğrafımıza değer katacak ve uzun yıllar rahatça izlenmesini sağlayacaktır. Cep telefonu ile bu tür fotoğraflar çekerken, kompozisyon kurallarına uyulması ya da uyulmayacak kadar etkili bir kadraj olması, kolay izlenebilir en boy oranına sahip olması (4:3, 3:2 veya 1:1), fotoğrafın doğallığını bozacak yapay zekâ etkilerinin olmaması, fotoğraf üzerinde telefon markası, tarih vb. filigran olmaması, daha sonra baskı alma ihtimaline karşı 8 MP veya üstünde bir çözünürlükte olması biçimsel açıdan yeterli olacaktır. İçerik ise herkesin birikimine, yeteneğine ve tercihine göre değişecektir. Sosyal medya platformlarında 3 saniyede tüketilmeyecek, baktıkça bize yıllarca keyif verecek fotoğraflar üretebilmek dileğiyle…

Kasım 2024

Emin ATEŞ

GEZGİN KADRAJ: YEDİGÖLLER’ DE RENKLERİN CÜMBÜŞÜ

Sonbaharın eşsiz güzelliklerini yaşadığımız, yazdan kalma sıcaklıkların içimizi ısıttığı bir başka günde, Ankara’nın yoğun koşturmacasından uzaklaşıp doğayla buluşmak için “Yol Arkadaşlarım” Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği ekibimizle Bolu Yedigöller’e doğru yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinde Kumrular Caddesi’nden başladığımız yolculuğumuz, şehrin karmaşasından sıyrılıp doğanın kucağına adım atmanın heyecanıyla dolu.

Ankara-Bolu TEM otoyolundan ayrıldıktan sonra, virajlı ve bozuk yollarda geçen sarsıntılı bir yolculuğun yorgunluğunu, Yedigöller’in muhteşem sonbahar manzarası bir anda unutturuyor. Sonbaharın büyüleyici renkleri (sarıdan turuncuya uzanan bir renk cümbüşü) adeta bir gökkuşağı gibi çevremizi sararken, kayın ağaçlarının dallarında asılı kalan son yapraklar rüzgarla dans ediyor. Fotoğraf makinelerimizle bu doğal güzellikleri ölümsüzleştirirken, bir yandan rehberimiz Kadir Bey’in Yedigöller’e dair efsanelerini dinliyoruz, bir yandan da doğanın huzur dolu sesleri eşliğinde yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Göz kamaştıran güzellikler arasında her kare, bu unutulmaz deneyimi kalıcı bir hatıraya dönüştürüyor.

Yedigöller’in büyüleyici atmosferine eşlik eden efsaneler, bu doğa harikasını daha da anlamlı kılıyor. Bu efsanelerden birinde sürgün edilen yedi aşık çiftin ayrı ayrı göllere yerleşerek yaşadığı aşkların ve hazin hikayelerin izlerini taşıdığı anlatılıyor.

Bir diğer efsaneye göre Yedigöller bir zamanlar iyilik perilerinin yurduymuş. Bir gün Bolu Beyi’nin oğlu avlanırken beyaz bir güvercinin peşine düşmüş. Tam yayı gerip güvercini vuracağı sırada güvercin dünya güzeli bir kıza dönüşmüş. Kızın eşsiz güzelliği karşısında büyülenen genç yayı geren parmaklarını istemsizce gevşetmiş, ancak ok çoktan fırlamış ve peri kızının kalbine saplanmış. Bu trajik anın ardından gökyüzü kararmış, yağmurlar gözyaşına dönüşerek gökyüzünü hıçkırıklara boğmuş. Dağlardan çağlayan dereler susmuş, kaynayan pınarlar çekilmiş. Akan sular ve pınarlar peri kızının canı ve kanıymış, suyun melodisi ise onun iniltileriymiş. Ağlayan perilerin gözyaşları zamanla birikerek yedi göle dönüşmüş: İncegöl, Nazlıgöl, Sazlıgöl, Kurugöl, Deringöl, Seringöl ve Büyükgöl. Bu birbirinden güzel yedi göl, bana göre sadece göller değil, aynı zamanda yedi ayrı efsane. Gerçekten de “anlatılmaz, yaşanır”. Yedigöller’i anlamanın en iyi yolu, orayı bizzat görmek, doğasını hissetmek ve hikayelerine tanık olmaktır.

İncegöl

İncegöl’ün sol kenarından ilerlediğimizde, kısa bir yürüyüşün ardından Sazlıgöl’ün eşsiz manzarası bizi karşılıyor. İncegöl’e kıyasla biraz daha geniş bir alana yayılan bu göl adını çevresinde bulunan ve özellikle yüzeyinin büyük bir bölümünde yer alan sazlıklardan almış. Doğanın huzur dolu sesleri ve sazlıkların rüzgârla dans eden görüntüsü, burayı adeta bir tablo gibi benzersiz kılıyor.

Sazlıgöl

Sazlıgöl’ün büyüleyici manzarasını geride bırakarak, u dönüşü yapıp İncegöl’ün diğer kıyısı boyunca yürüyüşümüze devam ediyoruz. Gölün çevresindeki patikalar her adımda farklı bir güzelliği gözler önüne sererken, doğanın huzurlu sessizliği eşliğinde bu büyülü yolculuğun tadını çıkarıyoruz.

Nazlıgöl’ün zarif güzelliğini geride bırakarak Kurugöl’ün diğer tarafına doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Her adımda doğanın farklı bir yüzünü keşfederken göl çevresindeki dingin atmosfer ve eşsiz manzaralar yolculuğumuza huzur katıyor.

Aşağıdaki şelaleye doğru inişe geçiyoruz ve bu eşsiz doğa harikasının yanında kısa bir fotoğraf molası veriyoruz. Şelalenin hemen üst kısmında yer alan çeşme “Dilek Çeşmesi” olarak anılıyor. Yedigöller’i temsilen yedi ayrı musluğundan akan serin sular buranın mistik havasını daha da güçlendiriyor ve ziyaretçilere unutulmaz bir anı sunuyor.

Deringöl’ün hemen yanında piknik ve kamp alanları bulunuyor. Burası Yedigöller’in en canlı ve hareketli bölgelerinden birisi. Yukarıda Nazlıgöl’den merdivenlerle ayrıldığımız yolun devamı da tam olarak bu alana ulaşıyor.

Piknik yapmak isteyenler için burada bolca masa ve alan mevcut. Ancak zeminde mangal yakmak kesinlikle yasak. Mangal yapmak isteyenler özel olarak ayrılmış mangal alanlarını veya ayaklı mangalları kullanmak zorunda. Kamp severler için ise çadır kurmak isteyenlere özel alanlar ve karavanlar için ayrılmış bölümler bulunuyor.

Ayrıca bölgedeki büfe ziyaretçilere çeşitli seçenekler sunuyor. Sıcak ve soğuk içeceklerden gözleme ve sucuk ekmeğe kadar birçok lezzeti burada bulabilirsiniz. Hediyelik eşya kısmı ise Yedigöller anılarınızı evinize taşımak isteyenler için ideal.

Piknik ve kamp alanının diğer tarafında Yedigöller’in en büyük gölü olan Büyük Göl’ü görüyoruz. Bu büyüleyici göl tepeden bakıldığında kalp şeklindeki görüntüsüyle dikkat çekiyor. Bu özelliği Yedigöller’e dair anlatılan aşk hikayeleriyle bütünleşerek göle ayrı bir anlam katıyor. Büyük Göl hem büyüklüğü hem de romantik havasıyla bölgenin en özel noktalarından birisi.

Seringöl ise Yedigöller’in Mengen yönünden gelen yolun en uç noktasında yer alıyor. Doğanın sakinliğiyle çevrelenmiş bu göl, ziyaretçilerine huzurlu bir atmosfer sunarak bölgenin en izole köşelerinden biri olma özelliğini taşıyor.

Seringöl’ün huzur veren manzarasını geride bırakarak Kapankaya Tepesi Seyir Terası’na doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yedigöller’in doğal güzelliklerini kuş bakışı izleyebileceğimiz bu noktaya ulaşmak yolculuğumuzu daha da anlamlı kılıyor.

   

Yol üzerinde bizi Kapankaya Tepesi Seyir Terası karşılıyor. Burada kısa bir mola verip Yedigöller’in muhteşem manzarasını tepeden izlemek kesinlikle tavsiye edilir. Kaptan Metehan Bey aracımızı yolun sağ tarafına park ediyor. Ardından sol taraftan başlayan merdivenlerden yaklaşık 5 dakikalık dik bir yürüyüşle terasa ulaşıyoruz. Zirveye vardığımızda Yedigöller’in eşsiz güzelliği tüm ihtişamıyla karşımıza çıkıyor ve bu manzara her şeye değiyor.

Bütün bu güzelliklere ev sahipliği yapan Yedigöller’de hafta sonunun getirdiği kalabalık insan selini görünce endişelerimi dile getirmeden edemiyorum. Yoğun ziyaretçi akını umarım bu eşsiz doğa harikasının zarar görmesine yol açmaz. Elbette herkesin bu güzellikleri görmesi, gezmesi ve yaşaması en doğal hakkı. Ancak bu alanların korunması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda hepimizin bilinçli ve sorumlu davranması gerekiyor.

Doğaya duyulan saygının her zaman öncelikli olması dileğiyle, sağlıcakla kalın.

Cengiz PAMUK

Kasım 2024

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: ANKARA’NIN AYAZINDA ANKARA SEVDALILARIYLA BİR GÜN

Fotoğraf Sanatı Kurumu Derneği’mizin bu ayki Ankara Kültür Rotaları “Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında 24 Kasım Pazar günü sevgili Hocamız Dr. Ali Vedat OYGÜR rehberliğinde ve Cengiz PAMUK Koordinatörlüğünde yoğun bir katılımla, Ankara Gençlik Parkı, CSO ve Gar Bölgesi’ni çok değerli bilgiler eşliğinde gezerek fotoğrafladık.

Şehrimize bir gün önceden yağan kar nedeniyle soğuk bir kış günü Ulus Metrosu 19 Mayıs Stadyumu kapısında buluştuk

19 MAYIS STADYUMU

Ankara’nın ilk stadyumu 15 Eylül 1923 yılında Tandoğan’da İstiklal Sahası adı altında hizmete girmiştir. İlk maç 1923 yılında Atatürk’ün de katıldığı Cebeci Çayırında yapılmıştır. Ankara Stadyumu 1936 yılında açılmış, 1938 yılında adı 19 Mayıs Stadyumu olmuştur.

Ankara Spor Salonu 2010 yılında Avrupa Basketbol Şampiyonası için yapılmıştır. 13.000 kişi kapasiteli bir spor salonudur. Modern donanımlara sahiptir ve çok amaçlı olarak kullanılabilmektedir (basketbol, voleybol, boks, tenis ve buz hokeyi gibi etkinlikler düzenlenmiştir). Burada daha önce yer alan Ankara Atış Poligonu 1936 yılında, İkinci Dünya Savaşı öncesi döneminde devletin stratejik hazırlıkları kapsamında açılmıştır. Amaç, halkı silah kullanımı konusunda eğitmek olup eğitimler bir öğretmen ve yüzbaşı tarafından verilmiş, mermi masrafları devlet tarafından karşılanmıştır. Poligon 1960’lı yılların ortasında yıkılmıştır ve sonrasında arazi uzun yıllar boş kalmıştır. Temmuz 2018’de yıkılan 19 Mayıs Stadyumunun 2022 yılında başlanan yeni yapım inşaatı halen devam etmektedir.

TÜRK HAVA KURUMU MÜZESİ VE PARAŞÜT KULESİ

Türk Hava Kurumu’nun çalışmalarına ilişkin belge, fotoğraf ve maketlerin sergilendiği müze 19 Mayıs 2002’de ziyarete açılmıştır. Türk Hava Kurumuna ait eğitim amaçlı yapılan Paraşüt kulesi 1937 yılında faaliyete geçmiştir. Boyu 41 metre, atlama yüksekliği 38 metre olan bu kuleden 45-70 kg ağırlığında 16 yaşından büyük herkes atlayabilmektedir.

KORE ŞEHİTLERİ ANITI

1971 Yılında Koreliler tarafından başkent Seul’de Ankara Bahçesi ve anıtı yapıldıktan sonra buna karşılık olarak Ankara’da Kore Savaşı sırasında ölmüş olan Türk askerlerinin anısına, 1973 yılında bir anıt açılır.

DEVLET DEMİR YOLLARI GAR BİNALARI

31 Aralık 1892 günü, İstanbul’dan Ankara’ya ilk trenin gelişiyle büyük bir tören yapılarak Ankara İstasyonu hizmete girmiştir. O dönemdeki istasyon yerleşkesinin bir parçası olan ve Ankara’ya geldikten sonra 1920 Nisan ayından itibaren Mustafa Kemal’in bir dönem kaldığı Direksiyon (Yönetim) Binası bugünkü Gar içerisindedir. Ankara’da demiryolu bölgesi ve çevresi Cumhuriyet’in kurulmasından önce gelişmeye başlamıştı. 1930’larda Cumhuriyet’in mimari dilini yansıtan bir demiryolu istasyonu yapılması hedeflenmişti. Gar binasının projeleri 1934 yılında Mimar Şekip Sabri Akalın tarafından hazırlanır ve inşaat 1937’de bitirilir. O günlerde Ankara’daki inşaatlarda baskın olan Alman-Avusturya mimarisine göre inşa edilen bu yapı, erken Cumhuriyet Döneminin en görkemli binalarından birisidir. Gar Gazinosu ve saat kulesi o yıllarda kentin simgesi olmuştur. Modern demiryollarının kurucusu TCDD’nin ilk Genel Müdürü Behiç Erkin’in isminin verildiği bu alan sosyal mekân olarak hizmet vermektedir.

Garın doğu kısmında otel binası olarak tasarlanan iki katlı yapı 1924 yılında inşa edilmiş ise de bu amaca hiç hizmet etmeyerek idare binası olarak kullanılmıştır. Bu bina günümüze kadar “TCDD Demiryolları Müzesi ve Sanat Galerisi” olarak hizmet vermekteydi. Şimdilerde Medipol Üniversitesine devredildi.

Garın batısında 1926 yılında inşa edilen lojmanlar yetersiz kalınca Garın doğusunda, eski otel binasının önüne, 1927-28 yıllarında, mimar Ahmet Kemalettin tarafından demiryolları personeli için lojman olarak inşa edilen bina, konut olarak hiç kullanılmadan Genel Müdürlük hizmetine verilmiştir. Ardından bu binanın yanına 1939’da altı adet lojman yapılmıştır. Günümüzde DDY II. İşletme Müdürlüğü binası olarak kullanılmaktadır.

CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI (CSO)

 

1826’da Mehterhanenin kapatılmasıyla Sultan II. Mahmut bir askeri musiki sistemi geliştirmek istemiş ve İtalya’dan müzisyenler getirtme kararı alması üzerine 1827’de Mûzikâ-i Hümâyun kurulmuştur. 1924’te Mûzikâ i Hümayun İstanbul’dan Ankara’ya getirilir ve Riyaset-i Cumhur Orkestrası adını alır.  Günümüzde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Şef Osman Zeki Üngör aynı zamanda o zamanki Musiki Muallim Mektebi’nin de kurucusu ve müdürüdür. İlk konserler meclis karşısındaki millet bahçesi ve Ankara Radyosunda, daha sonra Musiki Muallim Mektebinde verilmeye başlanır. 1962 yılında fotoğraftaki bina açılır konser salonu olarak faaliyetlerine devam eder. 1995 yılında projesi kabul edilen yeni konser binasının temeli 1997’de atılır. 2021 yılında CSO Ada Ankara faaliyete geçer.

GENÇLİK PARKI

Hermann Jansen tarafından tasarlanan bir zamanlar bostan bölgesi olan 28 hektarlık geniş bir alana yayılan park, çağdaş bir eğlence ve dinlenme alanı olarak düşünülmüştür. Jansen’in projesinin yarı maliyetine Fransız bahçe mühendisi Teo Levo’nun katkılarıyla gençlik parkı projeleri yapılmıştır. Park yapılmasına karar verilen arazinin bir bölümünde zamanında “Ay-Yıldız” adında bir futbol sahası bulunmaktaydı. Parkın inşaatına 1936 yılında başlandı. 19 Mayıs 1943’te tamamlanarak Cumhuriyet’in 20. yıl dönümünde hizmete açıldı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda açıldığı için de parka “Gençlik Parkı” adı verilmişti. Park açılışından sonra Ankaralıların vazgeçilmez bir mekânı olmuştur.

Gençlik Parkı başlangıçta bir göl görünümüne sahipti ve çeşitli sosyal aktiviteler için bir alan sundu. Bu mekânda ilk zamanlardaki alafranga müzikler alaturka müziğe sonraki yıllarda ise arabesk tarza dönüşmüştür. 1950’li yıllardan sonra halkın çok sevdiği bir mekân haline gelen Lunapark açılmıştır. 1960’ların sonuna doğru burada bir nikah dairesi açılmıştır. Geçmişten bugüne pek çok değişiklikten sonra park bugünkü durumuna gelmiştir.

Gezimizi sonlandırdıktan sonra çay bahçesinde çay içip, parkın her dönem farklı halini görmüş arkadaşlarımızdan kent belleğimizde önemli yeri olan Gençlik Parkı ile ilgili anıları dinledik. Ben ve Selma gururla nikahımızın burada gerçekleştirildiğini anlattık. Ankara’nın ayazında Ankara sevdalılarıyla güzel bir gün geçirdik. Yazımızın başlığı katılımcılardan Oya Hanım’ın önerisidir. Soğuk bir kış gününde sıcak bir enerjiyle bizi gezdiren Vedat OYGÜR Hocamıza ve etkinliğimize katılan gezgin ve fotoğraf sever dostlarımıza çok teşekkür ediyor, Derneğimizin 30 yıllık tecrübesi ile bir dahaki gezimizde görüşmek üzere diyoruz.

Fatma GÖKMEN

Kasım 2024

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK ve Fatma GÖKMEN