GEZGİN KADRAJ: AMASRA GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 30 Mart 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Amasra gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertlerini bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oluyor bizim için.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Rotamız Bartın Güzelce hisar Lav sütunlarından başlayıp, Roma dönemine ait Kuş Kayasına ve Bakacak Tepesi’ne devam ediyor sonrasında Amasra ‘nın tarihi sokaklarına ve eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyor. Doğasından, güzelliğinden, denizinden ve lezzetlerinden kendinizi alamayacağınız Karadeniz’in incisi Amasra yolculuğumuz 07:00’ de Kızılay AVM önünden hareketle başlıyor. Misafirlerimizi aldıktan sonra keyifli yolculuğumuza başlıyoruz. Sonrasında dinlenme tesisimizde kısa bir ihtiyaç ve kahvaltı molasının ardından yolculuğumuza devam ediyoruz. Saat 11:30 civarı Bartın Güzelcehisar’ da bulunan 80 milyon yıllık Lav Sütunları’na ulaşıyoruz. Muhteşem manzaralı deniz kenarındaki tarihi Sütunların fotoğraflarını çektikten sonra Kuş Kayası Yol Anıtına ulaşıyoruz. Amasra’ya 4 km uzaklıktaki anıt, Gaius Julius Aguilla tarafından Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmıştır. Anadolu’da tek olduğu bilinen anıt, kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti sembolize eden bir Roma kartal figürü, iki kitabeden oluşmaktadır. Tarihi anıtın fotoğraflarını çektikten sonra bir sonraki durağımız için hareket ediyoruz.

Fatih Sultan Mehmet’in Amasra’yı ilk gördüğü yer olan Bakacak Tepesi’ne ulaşıyoruz Muhteşem deniz orman ve Amasra manzarasının fotoğraflarını çektikten sonra Amasra Merkeze gidiyoruz. Çarşıda öğle yemeği için Mustafa amcanın balık lokantasında yemeğimizi yedikten sonra, sırasıyla Amasra Kalesi, Boztepe, Kaleiçi evleri, Fatih Camii ve Küçük Kilise ile Amasra limanının fotoğraflarını çekip gezimize devam ediyoruz. Konu fotoğraf olunca, zamanın nasıl geçtiğini unutuyoruz biz de. Acele ile toparlanarak son fotoğrafları çekelim derken, havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başlıyor. Son olarak keyifli bir çarşı turu atarak fotoğraf karelerimize renk katıyoruz. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyütüyor. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraya dönüşüyor. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle bir gezimizin daha sonuna geliyoruz.

   

Cengiz PAMUK

Mart 2024

YÜNÜM BÖĞET

Yünüm Böğet ; tarihi yüzyıllar öncesine dayanan bir Türk geleneğidir. Doğduğu ve bugüne kadar yaşatıldığı yöre de göz önünde bulundurulduğunda yörük kültürünün bir yansıması olduğu açıktır.

‘Yünüm’ kelimesi, ilk duyduğumuzda aklımıza koyun yününü çağrıştırsa da yıkanmak anlamında eski Türkçedeki ‘yunmak’tan türemiştir.‘Böğet’ ya da ‘büğet’ ise bent yapmak suretiyle suyu büğemek yani biriktirmek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, ‘Yünüm Böğet’i; suyun önünü büğeyerek, koyunları yıkamak olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz.

Yünüm Böğet, geçmişi Orta Asya Türklerine dayanan bir kültür mirası olmakla birlikte 1997 den bu yana Hasanpaşa köyünde her yıl gerçekleştirilen etkinliklerle ‘Çoban Bayramı’ olarak kutlanmaktadır. 

Özünde çobanların yardımlaşmasını anlatan, hoşgörü, birlik ve beraberlik duyguları taşıyan, koyun otlatma sezonu bitimi koyunların sahiplerine teslim edilmeden önce yıkanıp temizlenmesini amaçlayan bir gelenektir Yünüm Böğet. 

Yünüm Böğet şenlikleri, her yıl ağustosun son haftası ya da eylülün ilk haftası Hasanpaşa köyünde düzenlenmektedir.

Hasanpaşa, Burdur’un Tefenni içesine bağlı olup ilçeye 14 km uzaklıktadır. Köyün kuzeyi ve batısı ovalarla çevriliyken, güney ve güneydoğusu dağlıktır. Hasanpaşa, 1991 yılında kavuştuğu belde belediyesi satüsünü yaşanan göçlerin ardından 2013 yılında kaybetmiş ve tekrar “Hasanpaşa Köyü” olmuştur.

Yörede koyun otlatma sezonu yaklaşık 6 aydır. Mart ayında gelen baharla birlikte köylüler tarla işlerine yoğunlaşır ve çoğunlukla koyunlarını gütmek için çoban tutarlar.

Baharla dağa çıkarılan koyun sürüleri, ağustos ayının bitimiyle köye indirilir. Çobanlar bir yaz boyu dağda güttükleri koyunları sahiplerine teslim etmeden önce yıkayıp, temizler. Bu da Yünüm Böğet geleneğinin temelini oluşturur. 

Çobanların, sürülerinde liderlik eden ve daima kendisine bağlı olan ‘elcik’ diye adlandırdıkları koyunları vardır. Sürüde birden fazla elcik koyun bulunabilir. Güçlü, gösterişli bir koç ya da yaşlı bir dişi koyun olabileceği gibi genlerinde liderlik olan genç bir toklu da elcik olabilir. 

Yünüm Böğet öncesi elcikler toz boya yardımıyla boyanır. Eskiden çobanlar günler öncesi Beydağı’na gidip kızıl kayaları kırarak elde ettikleri ‘aşı taşı’nı gün boyu tezekle yakarlar sonra da yakılan aşı taşını ıslayıp (kendi deyimleriyle) kefini aldıktan sonra ertesi gün döverek ezip tülbentten geçirirlermiş. Böylece elciklerin üzerinden bir yıl boyunca çıkmayan kırmızı toz boya elde edilirmiş. Günümüzde ise çoğunlukla kırmızı olmakla birlikte değişik renklerdeki hazır toz boyalar kullanılarak elcikler boyanmaktadır.

Boyama öncesi çoban, boyayacağı elciklerin kirli ve fazla yünlerini kırkarak temizler. Daha sonra ağzına aldığı suyu elcik koyunun üstüne püskürtmek suretiyle koyunu ıslatır ve üstüne serptiği boyayı elleriyle postuna iyice yedirir. Boyanan elcik koyunlar ip püsküller, çanlar v.b aksesuarlar ile süslenir. Hasanpaşa’da hazırlıklar sadece koyun boyama ile sınırlı kalmaz; evler temizlenir, dışarıdan gelecek misafirler için hazırlıklar yapılır, böğetten çıkan çoban için yeni, temiz giysiler hazırlanır.

Sürülerin böğete indirileceği günden bir gün önceki akşamüzeri çobanlar, sürünün önünde yakınları ile el ele tutuşarak, yöreye özgü haykırışlarla koyunları köyün üst tarafındaki tepeden aşağıya doğru koşarak indirirler. Sürünün ardından havaya silah atarak yada teneke çalarak gürültü yapılır. Bu bir nevi koyunların böğete indirme denemesidir. Böğetten bir gün önce yapılan bu törene “Tostos” denir.

Tostosun yapılacağı gün öğleden sonra kura çekimi yapılır. Köyden katılacak sürü çobanları ya da temsilcileri öğleden sonra muhtarlıkta toplanır ve tüm katılımcıların huzurunda hem tostos hem de böğete iniş sırası belirlenir. Sıra, özellikle böğete inerken önem arz eder. Sabah güneş doğmadan yada çok yükselmeden sürüyü suya indirmek daha kolay olur. Güneş yükselip hava ısınmaya başladığında koyunlar kafalarını birbirlerinin altına sokarak kümelenir ve yürümez. Ayrıca güneş ışığı sudan yansıyacağı için başta elcik olmak üzere koyunların gözünü alır ve koyun suya girmek istemez.

Yünüm Böğetin Çoban Bayramı kimliğine bürünerek şenlik olarak kutlanmaya başlamasının ardından  tostos sonrası köy meydanında eğlenceler düzenlenir. Yöre sanatçıları türküler söyler. Halk eğlencenin ardından gece böğetin etrafında toplanmaya başlar. Burada yakılan ateşlerin etrafında sohbetler edilir maniler söylenir. Gençler attıkları sloganlarla çobanlara destek olur.

Sabah 06:00 gibi önce komşu köylerden gelen sürüler, daha sonra da çekilen kuraya göre Hasanpaşa’nın sürüleri böğete inerler. 5 kişiden oluşan jüri, böğete inen sürüler arasından suya en iyi inen ve göleti geçen sürüyü seçer. Dereceye giren sürülerin çobanlarına Tertip Komitesi’nce para ödülü vb. ödüller verilir. 

Böğete sürüsü iyi inen çoban elciğe ve sürüsüne övgüler düzer, suya ilk giren elciği kucağında taşır. Sürüsü istediği gibi girmezse elciğine ve sürüsüne sitem içeren sözler söyler. 

Çoban böğete girince (varsa) köylünün tarlasına yıl içinde verdiği zararları itiraf eder ve af diler. Bu durumda bozuk kestirme cezası uygulanmaz. Normalde köydeki koruma kurulu ekili tarla yada bahçeye zarar veren çobana ve sürü sahibine  “bozuk kestirme” adı altında cezalar verebilir.

Böğetin içindeki çoban bazen övgü bazen yergi dolu sözler söylerek sloganlar atar.

  • Ben bu koyunu dağlarda gezdirdim, muhtar gibi köy merasında gütmedim. 
  • Dayılar, ekininizde nohudunuzda güttüysek affola…
  • Bene goyun güdemez diyenler nerde…
  • Cenderme, teneke çalmak yakışmaz bize…

Sürüsü böğetten çıkan çobanlar kendisinden sonra gelen çobanı bekler ve onun sürüsünü yıkamasına yardımcı olur, önüne gelen koyunu suya bastırarak yıkanmasını sağlar. Sürüsü böğete girmeyen çobanlara yardımcı olup moral verirler. 

Kayapınar’ın o buz gibi suyunda ıslanan çoban çıkışta yakılan ateşin etrafında ısınır ve temiz giysilerini giyerek ödül törenine katılmak için köy meydanına gider.

Böğet sonrası köy meydanında hep birlikte çorba içilir. Yarışma sonuçlarının açıklanması ve dereceye girenlere ödüllerinin verilmesinin ardından bir Yünüm Böğet ( Çoban Bayramı) de böylece sona ermiş olur.

Mehmet UÇAR

Muzaffer BALCI

FOTOĞRAFTA HAREKET

Fotoğraf: Gülcan ACAR

Fotoğrafta hareketli görüntü arayışı günümüz hız dünyasının görsel ifadesi olarak düşünülebilir. Sanayi devrimi ile hızlanan ve mekanikleşen hayatın takipçisi, değişim ve dönüşümün belgeleyicisi olan fotoğraf, zaman içerisinde kendisine atfedilen misyondan sıyrılarak çağdaş sanatın estetik ifade aracı olma çabasına girmiştir. 

İcadından kısa bir süre sonra neredeyse tüm sanat dallarının yararlandığı teknolojik bir araç olarak kullanılan fotoğraf, 20 yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkan çağdaş sanat akımlarının hemen hepsinde kendine bir yer edindi. Dinamizm, Fütürizm, Empresyonizm, Sürrealizm gibi gerçekçi ve çok ayrıntılı düşünce yansıması fikrine karşı çıkan bu akımlardan etkilenen bazı fotoğrafçılar, “fotoğrafta hareket” tekniklerini kullanarak farklı düşünme ve görme biçimleri sergilediler. Bu akımların felsefesine paralel olarak, fotoğrafçılar doğayı ve nesneleri objektif gerçeklikten ziyade kendi izlenimlerine dayalı, biçimin ikinci planda olduğu, daha dinamik ve duygusal bir yaklaşımla fotoğraf karelerine aktardılar.  

Fotoğraf: Gülcan ACAR

Tarihsel süreçte bilgisayar, görüntü düzenleme yazılımları, dijital fotoğraf makinesi ve sayısal iletişim teknolojilerin gelişmesi ile fotoğrafta hareketli görüntü yaratımı biçim, içerik ve teknik olarak değişim gösterir. Fotoğrafta hareket, görüntüde aksiyonun sabitlenmesi ve fotoğraf ile hareket izlenimi verilmesi olarak iki temel yaklaşımda ele alınabilir.

Fotoğraf: Gülcan ACAR

İlk yöntem olan hareketi dondurarak görüntünün sabitlenmesi, yüksek enstantane ile konunun net bir şekilde görünmesi ile gerçekleşir. Bu çekim yönteminde anlam bütünlüğünü iyi ortaya koyan, en etkili fotoğraf için zamanlama çok önemlidir. Zamanlama yani deklanşöre basma anı yakalanmak istenen görüntünün hemen öncesinde gerçekleşmelidir. Bunun için çekim yapılacak konunun önceden çok iyi incelenmesi, izlenmesi, doğru sonucun çekim öncesinde tasarlanması gereklidir. Konunun netliği için sadece yüksek enstantane değeri yeterli değildir. Otomatik netlik modu, önceden netleme, netlik kilitleme tuşunu kullanma ya da var ise sürekli çekim modu gibi değişkenleri doğru bir şekilde kullanmak; bunun için de çekim yapılan makinanın teknik özelliklerine çok iyi hâkim olmak gerekir. 

Fotoğraf: Gülcan ACAR

Hareket fotoğrafçılığında diğer yaklaşım olan düşük enstantane değeri kullanarak uzun pozlama yapmak, fotoğrafta bir hareket bulanıklığı yaratarak hareketin belirgin hale gelmesine olanak tanır. Bu çekimde makinenin hareket şekli ve yönü ile hareketli nesnenin hızı istenilen sonuca erişmede öncelikli değişkenlerdir. Sayısız şekilde makine hareketinin yanı sıra, “Pan” tekniği, değişken aralıklı lens ile “Zoom-in/Zoom-out” hareketi, üst üste çekim gibi farklı uygulamalar ile dinamik görüntüler oluşturulabilir.

Fotoğraf: Gülcan ACAR

Tüm bu çekimlerde hareketi yakalamanın en önemli unsuru, fotoğraf makinesinin enstantane hızını kontrol etmektir. En uygun enstantane hızını tespit edene kadar çok sayıda deneme yapmaktan kaçınmamak gerekir. Diğer yandan parlak gün ışığı gibi aydınlık ortamlarda kısık diyafram açıklığında bile hareket bulanıklığı yaratacak kadar düşük bir enstantane hızı yakalamak mümkün olmayabilir. Bunun için ışık miktarını azaltacak ND filtreler kullanılmalıdır.

Fotoğraf: Gülcan ACAR

Diğer hareket fotoğrafçılığı yönteminde olduğu gibi başarılı bir hareket fotoğrafı için sadece temel hareket fotoğrafı tekniklerini bilmek yeterli değildir. Kullanılan makinanın teknik özelliklerinden faydalanmak, örneğin bu çekim yönteminde “Enstantene Önceliği” modu ve “Otomatik ISO” kullanmak istenilen sonuca ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Unutulmamalıdır ki çekilen aktivite hakkında önceden bilgi edinmek kompozisyona odaklanma şansını artıracak, makine ayarlarını yaparak çekime hazır halde olmak çekim hatalarını minimize edecektir. 

Gülcan ACAR

Nisan 2024

 

Fotoğraflar: Gülcan ACAR

BİR BİLENLE GEZİYORUZ: HERGELE MEYDANI – YAHUDİ MAHALLESİ

Her ay Ali Vedat OYGÜR Hocamızın derin bilgileri eşliğinde Ankara’ nın farklı rotalarında yaptığımız Ankara Kültür Rotaları: Bir Bilenle Geziyoruz fotoğraf gezisi etkinliğimizin kapsamında bu ayki rotamız Hergele Meydanı ve Yahudi Mahallesi civarı oldu. Yazdan kalma güneşli bir günde Gençlik Parkının karşısındaki Melike Hatun Camii’ nin önünde başlayan gezimiz, yine yoğun bir katılım, güzel anılar ve hocamızın engin bilgileri eşliğinde son buldu. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizin başladığı Melike Hatun Camii’ nin de önünde bulunan meydan Hergele Meydanı veya her gelenin uğradığı yer anlamına gelen Hergelen Meydanı olarak da anılır. Doğrusu Ali Vedat Hocamızın da belirttiği üzere İncesu deresine kadar uzanan bu alanın eskiden geniş bir çayırlık ve bataklık olması sebebi ile atların ve büyük baş hayvanların otlatıldığı bir alan olması sebebi ile Hergele Meydanı’ dır.

Bu ayki rotamızda bulunan 12 durağımızı kalabalık bir grup halinde gezmeye başladığımızda esnafın ve civardaki halkın ilgisini çekmeyi de başarıyoruz. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Kar Yağdı Hatun Türbesi’ nde yatan hanımefendi; Ankara’ nın ileri gelen ailelerinden Eskiciler ailesinden Selahattin Ağa’ nın kızıdır. Bahadırzadelerin oğlu Bahadır ile evlenir. 1577 yılında hamile kaldığında Ağustos ayında eşinden kar ister. Eşi atına atlayıp Elmadağ’ a kar getirmeye gittiğinde, o kadar çok kar isteyip Allah’ a yalvarır ki Ağustos ayında kar yağmaya başlar ve sevinç ile karda oynayıp doyana kadar kar yer. Sonuç olarak da üşüterek birkaç gün içinde vefat eder. Bu türbe de onun adına yapılır ve Kar Yağdı Hatun olarak anılır.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Melike Hatun Türbesi’ nin görüntüsünün restorasyondan sonra biraz bozulduğunu ve doğallıktan uzaklaştığını öğreniyoruz. Ali Vedat Hocamıza göre, Melike Hatun isminin Selçuklu’ da sultanlara Melik denildiği için Ankara halkı tarafından kendisinin Melike Sultan adı ile anıldığını düşünmektedir. Melike Sultan; Ahilik topluluğuna mensup iş kadını ve tüccardır. Ahilikte kadın ve erkek arasında hiçbir fark olmadığını da Ali Vedat Hocamızdan öğreniyoruz ve günümüzde var olmayan toplumsal cinsiyet eşitliğinin 1300’ lü yıllarda toplumumuzun köklerinde var olmasına şaşırmadan edemiyoruz doğrusu. Melike Sultan, türbesinin bulunduğu yerin hemen yanındaki alanda Ankara’ nın ilk gelişmiş medresesi olan Sevdaviye Medresesi’ ni inşa ediyor. Siyah bazalt taşlarından yapılan bu medrese Ankara halkı tarafından Kara Medrese olarak anılır. Hacı Bayram’ da bu medresede 1392 yılına kadar müderrislik yapıyor. Türbenin karşısındaki boşluk alana da Melike Hatun tarafından Hatuniye Camii inşa edilir. Bu cami öğlenleri etraftaki esnaf tarından kullanıldığı için de Öğlen Camisi olarak da anılır. Ancak maalesef ki bu değerin de yıkılarak yok edildiğini üzülerek öğreniyoruz. Melike Hatun 1393 yılında vefat etmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eyne Bey Hamamı; inşaatı sırasında yapımı yarım kalır ve bir iş kadını olan Melike Hatun hamamın gelirinin yarısı karşılığında inşaatın tamamlanması için gerekli finansmanı sağlar. Hamamın sahipliği de Melike Hatun’ a geçer. Aslında Hamam 1. Murat’ ın Subaşısı tarafından inşaa edilir. Asıl adı İne Bey Hamamıdır. Sadece erkekler için olan tekli bir hamamdır. Hamamın içinde 4 tane Roma Sütunu bulunur. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gazi Lisesi; Eyne Bey Hamamı’ nın tam karşısında yer alan tarihi bir okuldur. Okul, 1934 yılında maarif mimarı Ernst Arnold Egli tarafından yapılır. Okulu yapmak için Karacabey ailesine ait, tarihi ve büyük bir konak olan Karacabey Konağı yıkılır. O devirde muhtemelen arsa konusunda hiçbir sıkıntı yokken neden güzel bir konak yıkılarak o alana başka bir şey inşaa edilir bunu anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Denizciler Caddesine doğru ilerlediğimizde; buraya neden Denizciler Caddesi denildiğinin hikayesini de öğreniyoruz. Yokuşun başında cumhuriyetin ilk dönemlerinde Deniz Komutanlığı yer alırmış, deniz subayları da sürekli bu caddeyi kullandıkları için buraya halk tarafından Denizciler Caddesi denilmiş. Cadde üzerinde yer alan ve Ankaralı aile Leblebiler ailesine ait olan Leblebicioğlu Camii’ ni Ankara Müftüsü Kantarzade Mustafa Efendi’ nin çocukları tarafından 1713 yılında babaları için yaptırıldığını öğreniyoruz. Leblebiler ailesinin önemi de ailenin Hacı Bayram’ ın torunu Şeyh İnayatullah Baba’ nın yürüttüğü koldan geliyor olmasından kaynaklanıyor. Bir semte adını veren Saime Kadının da aslında Şeyh İnayatullah Baba’ nın kızı olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Bit pazarından kalabalıklar içinden yürüyerek, Yahudi Mahallesine geldiğimizde ilk olarak Eskicioğlu Camii ile karşılaşıyoruz. Caminin tarihinin 1521 yılına dayandığını ve Osmanlı zamanında adı Öksüz Mahallesi olan bu mahallenin Mahalle Mescidi olarak yapıldığını öğreniyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ankara’ daki Yahudiler’ in tarihinin de çok eskiye dayandığını anlıyoruz. Şöyle ki; Selefki Kralı 3. Antiyokus M.Ö. 220 ile 186 arasındaki bir dönemde ordusundaki 2000 tane Galatya’ lı askeri aileleri ile birlikte Ankara’ da yeni kurulan Galat Krallığı’ na yolluyor. Bu Filistin ve Mezopotamya tarafından gelen askerler aslında Yahudi olduğundan M.Ö. 180 – 200 arasında Ankara’ ya ilk Yahudi’ ler gelmiş oluyor. Bu Yahudilere Romanyot Yahudileri adı veriliyor. Daha sonrasında; 1350’ de Orta ve Doğu Avrupa’ da baş gösteren çok büyük bir veba salgınının faturası Hıristiyanlar tarafından Yahudilere kesildiğinden, bütün Yahudiler Anadolu’ ya sürülüyor ve bu gelen Yahudilere de Aşkenaz Yahudileri adı veriliyor. Sonrasında 1492’ de İspanya’ da Endülüs Emevi Devleti yıkılınca oradaki Yahudiler de sürülüyor, bunlara da Sefarad Yahudileri deniliyor. Bundan 5 sene sonra da Portekiz Yahudileri geliyor Ankara’ ya. 1853’ teki Kırım Savaşından sonra da Kırım’ dan Karakaş Yahudileri de Ankara’ ya geliyor. Şimdilerde Ankara’ da pek fazla bir Yahudi cemaati kalmamakla beraber, Ankara’ da tarih boyunca Yahudi cemaatleri özgürce ve sorunsuz bir şekilde yaşamışlardır. Yahudi Mahallesinde yer alan Yahudilerden kalma eski evlerin çoğunluğu bakımsız ve yıkılmaya terk edilmiş olsa da yine de güzellikleri ile bütün fotoğrafçıları büyülüyor doğrusu.

Fotoğraflar: Cengiz PAMUK

Mahallenin içlerine doğru ikinci el eşyaların satıldığı ilginç bir pazarın hemen yanında kendi halinde terk edilmiş bir hamam kalıntısına rastlıyoruz, bu kalıntıların da Öksüz Mahallesi Hamamına ait kalıntılar olduğunu öğreniyoruz. Biraz ileride de zihinsel engelli bir ressam olan Muhammed Yalçın’ ın duvarlarını rengarenk boyadığı evini görüyoruz. Şüphesiz ki bu ev de mahalleye değer katan bir ev olarak yerini koruyor her zaman.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Örtmeli Hundi Hoca Mescidi’ nin de 14. yy. ‘ da yapıldığı tahmin ediliyor. İçerisinde birinde iyon başlığı diğerinde korent olan iki adet ahşap sütün yer alıyor.

Mahallede yer alan ve kullanılmayan Sinagog’ un 14. yy.’ dan daha eski bir tarihte yapılmış olabileceğini düşünüyoruz. Nedeni ise mahallede yer alan Hundi Hoca Mescidi’ nin 14. yy’ da yapılması ve mescidin yakınında Sinagog yapılmasına izin verilmeyecek olması bu Sinagog’ un tarihinin çok daha eski olabileceğini düşündürüyor.

    

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Mahalleyi gezerken, civarda yaklaşık 5 tane okulun çoğunun yerleri boş kalmakla birlikte Yahudiler ve Rumlar tarafından açılmış olduğunu görüyoruz.  Eski Anafartalar Lisesi de bu tarihi okullar arasında yer alıyor.

Gezimizi tarihi Şengül Hamamında noktalıyoruz. Daha çok kadınların özel eğlenceler düzenleyebilecekleri şekilde yapılmış olan Şengül Hamamı hala kullanılmaya devam ediyor.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Ekip olarak Gençlik Parkına tekrar inerek bu güzel havada çay bahçesinde oturup, çaylarımızı yudumlarken yorgunluğumuzu unutup keyifli bir günün mutluluğunu yüzlerimizdeki ifadelerden hissedebiliyoruz.

Ali Vedat OYGÜR hocamıza ve gezimize katılan herkese çok teşekkür ederken bir dahaki gezilerimizde görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Şubat 2024

GEZGİN KADRAJ: BEYPAZARI, ABANT VE GÖLCÜK GEZİSİ

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 18 Şubat 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Abant gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertleri bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oldu. 

Rotamız, Beypazarı’nın tarihi sokaklarından başlayıp, Nallıhan Kuş Cenneti’ni ziyaret ettikten sonra Abant ve Gölcük tabiat parklarının eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz, tarihi Beypazarı’nda taş sokakların arasında bir kahvaltı molasıyla başladı. Burada, tarihi Beypazarı Evlerinin arasında keyifli bir çarşı turu attık, yöresel lezzetlerle tanıştık ve fotoğraf karelerimize renk kattık. Muhteşem bir miras olan tarihi evlerin sıralandığı sokaklarda gezinmek, Beypazarı’nın benzersiz atmosferinde tezgahlarını kurma çabasındaki esnafın telaşını fotoğraflamak bize ayrı bir keyif verdi. Sonrasında ise Nallıhan Kuş Cenneti’ne doğru yola çıktık. Burada bizi sıcak bir ilgiyle karşılayan görevli personelin rehberliğinde, doğanın sessiz ritmine kulak verdik. Kız Tepesi’nin büyüleyici manzarası, sabahın tazeliğiyle birleşince adeta ruhumuzu dinlendirdi. Arka plandaki Kız Tepesinin renk geçişleri eşliğinde göletteki neredeyse tüm karabatakların aynı anda kanatlarını açarak güneşi ve bizi kucaklamaları eşsiz bir gösteriydi. 

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Abant Gölü çevresinde az da olsa karla kaplı çam ormanında yürüyüş yaparak iyice acıkmıştık ve öğle yemeği için piknik alanında buluştuk. Fotoğraf gezilerinde böyle zamanlarda hiç değişmeyen bir sohbet olur; bazıları takdir edilmek istercesine çocuksu bir gururla fotoğraflarını birbirlerine gösterirken, bazıları da ketum bir şekilde gösterisi için doğru zamanı bekler. Ama her iki grubun da fotoğraf tutkusu ile dolu olduğunu bilirsiniz. İşte yemek bahane, konu fotoğraf olunca zamanın nasıl geçtiğini unuttuk biz de. 

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Acele ile toparlanarak son durağımız olan Gölcük’e vardığımızda ışığın kaybolacağından endişe ederek yola koyulduk. Güneş batmamıştı ama kapalı hava tam olarak hayal edilen görüntüyü vermiyordu. Grup dağılarak göl kenarında yürüyüşe başladı. Zaman biraz ilerledikçe dağlardaki sis aşağıya göle inerek farklı bir görsel şölen yarattı. Göldeki yansımalar, tüm ihtişamı ile göl kenarındaki Devlet Konukevi binası, ulu çam ağaçları, kuş cıvıltıları, kurumuş dallar, yosunlarla kaplı ağaçlar derken havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başladı. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyüttü. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraydı. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle…

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

   

Güray KASAPOĞLU

Şubat 2024

UZUN POZLAMA

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Berlin Almanya

Merhaba değerli fotoğraf dostları, Uzun pozlama tekniği yazı ile birlikteyiz.

Uzun pozlama nedir, gece – gündüz uzun pozlama nasıl yapılır, nasıl olmalıdır gibi soruların üzerinde durduktan sonra da uzun pozlama Fotoğraf örneklerine de yer vererek yazımızı bitireceğiz.

Fotoğraf makinenizi ışık toplayan bir araç olarak düşünmek, pozlamayı anlamanıza yardımcı olabilir. Pozlama, basitçe fotoğraf makinesine girmesine izin verdiğimiz ışık miktarıdır. Bu ışık miktarı çok az olursa fotoğraf karanlık veya yetersiz pozlanmış olur. Çok fazla olursa da oldukça parlak veya aşırı pozlanmış olabilir. Ortam ışığı sahnedeki konulardan ve yüzeylerden seker. Lensinizin bu ışığı fotoğraf makinesine ve sensöre yönlendirmesiyle görüntü oluşur. Fotoğraf makineleri, Otomatik veya Sahne modunda dengeli bir pozlama için optimum ışık miktarını belirlemede çok iyidir. Ancak kontrolü elimize alarak daha fazla yaratıcı özgürlüğe sahip olabiliriz. Ortamda daha az ışık olduğunda deklanşörü daha uzun süre açık tutmamız gerekebilir. Bu bazen bir zorunluluk olsa da diğer zamanlarda sahnede hareket bulanıklığı oluşturmak için yaratıcı vizyonunuzla ilgili bir seçimdir (bulutların veya suyun hareketleri bulanıklaştırma gibi).

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hallstatt Avusturya

Fotoğraf makinesinin hiçbir şekilde hareket etmemesi gerekir. Yani sarsılmasını önlemek için fotoğraf makinesini tripoda veya sabit bir zemine yerleştirmek çok önemlidir. Deklanşör düğmesine basmak bile sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, deklanşörü uzaktan tetiklemek için Kablosuz Uzaktan Kumanda veya makinenizin zamanlayıcı uygulaması ile uzaktan deklanşör özelliğini kullanmanız en iyisidir. Uygulama aynı zamanda deklanşörü birkaç dakika veya daha uzun süre açık tutmanızı sağlayan Bulb pozlamalar çekmenize olanak tanır. Bu özellik, havai fişek veya gece ortaya çıkan yıldızları çekmek için mükemmel bir seçenektir.

Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hintersee Almanya

Gün içinde uzun pozlama çekimi yapmanın zorluğu, enstantane hızını yeterli hareketin meydana gelmesine olanak sağlayacak şekilde ayarlamaktır. Birkaç saniyeden uzun enstantane hızlarını tercih etmeniz idealdir, bu nedenle ISO değerinizi düşük ve diyafram açıklığınızı küçük tutmayı unutmayın. Bu ayrıca bulutlu havalarda veya loş ortamlarda ya da ışığın az olduğu günün son saatlerinde çekim yaparken size yardımcı olur. Alternatif olarak, lensinizin ucuna uygun ve bir miktar ışığın girmesini önleyen bir filtreye yatırım yapabilirsiniz. Doğal yoğunluk (ND) filtresi en iyi sonucu verir.

Kaynak: James Paterson

Cengiz PAMUK

Şubat 2024

 

Fotoğraflar: Orhan KILIÇ – Manarola İtalya ve Hrensko Çekya

MERHAMETİ FOTOĞRAFLAMAK

Merhamet kelimesi dilimize Arapça’ dan geçmiş bir kelime olup; köken olarak üzüntü, şefkat, acıma duygusunu ve bu duygunun etkisi ile yapılan iyilik, lütuf, yardım etmeyi barındırır. Türk Dil Kurumuna göre ise; “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlanır. Ancak bu acıma duygusu, üstten ve kibirli bir acıma ile karıştırılmamalıdır. Sadece acımak merhametli olmak için yeterli değildir diye düşünüyorum, merhamet beraberinde güzel bir eylemi getirirse merhamet olur. Kimsenin acınacak duruma düşmemesi için yapılan her eylem, her çaba merhameti içerir. Merhamet sadece insanın insana duyduğu bir his değildir. İnsanın çevresine ve diğer canlılara ayrıca bir canlının başka bir canlıya karşı da hissedebileceği bir duygudur. Kısacası merhamet kalpleri ısıtan yoğun bir sevgi ve iyilik içerir.

Yukarıda biraz anlatmaya çalıştığım bir duygunun insana en çok yakışan ve insanı erdemli insan mertebesine yaklaştıran bu duygunun fotoğrafı çekilebilir mi, biraz da buna bakalım. Fotoğraf sanatsal bir anlatım biçimi olduğuna göre; fotoğrafı çeken sanatçının hissettiği merhamet duygusunu da çektiği fotoğraflarda görebiliriz o halde.

Merhametin fotoğraflanmasını iki farklı anlatım biçimi ile ele alabiliriz diye düşünüyorum; ilki gördüğümüz merhamet içeren bir olayın bizde de uyandırdığı merhamet duygusu ile fotoğraflanması yani doğrudan merhametin fotoğrafı. Diğer bir anlatım biçimi de fotoğrafçının kendi içindeki merhamet duygusunu kurgulayarak kurgusal ve kavramsal bir teknik ile izleyenlere aktarabilmesi. İlk anlatım yöntemi için pek çok örnek vermek mümkündür; merhamet yoğun bir iyilik ve sevgi içerdiğinden zor zamanlarda daha çok karşılaşırız merhamet ile özellikle savaşlarda, doğal afetlerde hatta doğada hayvanlar aleminde veya bir annenin yavrusuna bakışında.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Öldürmek ve acımasızlığın çok yoğun yaşandığı savaşlarda çok güzel örnekleri vardır. Kendi tarihimizden örnek verecek olursak; Çanakkale Deniz Müzesinin envanterinde kayıtlı olan ve yanlarında bir ceylan yavrusu ile belki de şehit olmadan önce çektirdikleri son fotoğraf olan, 1915 yılında İzmir’ den Gelibolu’ ya sevk edilen ilk birliklerin bu fotoğrafı çok derin bir merhamet duygusu içerir çünkü savaşta erzak sıkıntısı çektikleri için avlanarak karınlarını doyuran askerlerin bu yavruyu avlamak yerine onu ölümden kurtararak birlikte fotoğraf karesine alabiliyor olmalarının fotoğrafıdır bu.

Çanakkale Deniz Müzesi Env. No: 1154

Çok kanlı bir savaş olan 2. Dünya Savasından ve Kore Savaşlarından da birkaç örnek verebiliriz içimizi ısıtan ve merhamet hissettiren fotoğraflara:

İkinci Dünya Savaşında Ukrayna’ lı bir kadının elinden su içen Sovyet askerinin fotoğrafı

Kore Savaşı’nda annesi havan topu yüzünden öldükten sonra Çavuş Frank Praytor yavru kediyi beslerken çok sıcak bir merhamet akıyor bize de

 II. Dünya Savaşı sırasında askerler yaralanmış bir köpeği tedavi ederken çekilen bu fotoğraf merhamet değil de nedir?

Kore Savaşı’nda (1951) Pvt. Dick L. Powell yemeğini köpekle paylaşırken bizim de içimiz ısınıyor fotoğrafa baktığımızda

Bazen de bir sokak hayvanının başını okşarken gözünün bebeğinde görürsün merhametin yansımasını ya da sokak hayvanları için bırakılan bir kap su veya bir parça mama ile, hiçbir canlı acınacak duruma düşmesin diye harcanan çabadadır merhamet. Ya da yeni doğan bir bebeğin annesinin eline sımsıkı sarılmasında ve de annesinin yavrusuna şefkat dolu bakışlarında görürsün merhameti. Kimi zamanlarda da bir annenin hiç kımıldamadan yavrularını doyururken gördüğün karede hissedersin merhameti.

Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Diğer bir anlatım biçimi olan fotoğrafçının içindeki duyguyu kurgulayarak aktarması, kendi içindeki merhamet duygusunu ürettiği eseri izleyenlerde de uyandırabiliyor olması çok daha zordur diye düşünüyorum.

Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Bir fotoğrafın başarılı olması için bakılan herkes tarafından kabul gören bir takım kriterler vardır bunlar; fotoğrafın teknik olarak başarılı olması, kompozisyon kurallarına uygun olması, anlatılmaya çalışılan konunun başarılı bir şekilde aktarılabilmesi, fotoğrafçının konuya yaklaşım şekli ve en önemlisi de fotoğrafçının fotoğrafı çekerken hissettiği duyguyu fotoğrafı izleyende de uyandırabiliyor olması. Merhamet somut bir konu değil, bir hissin içerik olarak aktarımı olduğu için; bu ayki değerlendirmede duygunun ne kadar etkili aktarıldığını arayacağız aslında diğer teknik, kompozisyon gibi hususlar çok ciddi sorunlar olmadığı sürece ikinci planda kalacaktır diye düşünüyorum.

Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU

Ocak 2024

KAYNAKLAR:

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/canakkale-savasindan-bir-merhamet-hikayesi-590139h.htm (Yaşar GÜRSOY)

https://www.cnnturk.com/yasam/savasta-da-merhamet-vardir?page=18

https://www.feniksdergi.org/merhamet/  (Oya UYSAL)

https://www.ifsakblog.org/fotografca-anlatim/ (Cenk GENÇDİŞ)

DEPREMİ UNUTMA UNUTTURMA

2023 Yılı Şubat ayının 6’ sı, saat 4:17…

Deprem çığlıkları göğe yükseldiğinde deprem bölgesi dışındakiler derin uykudaydı. Uyandığımızda yüzleştiğimiz dehşet hepimizi derinden sarstı.

İlerleyen saatlerde “Sesimi duyan var mı”, sesleri sadece deprem bölgesinde değil her yerde yankılandı.

İçine toz kondurulmayan, evler toz toprak içinde kaldı. Rüzgârda sallanan, uçuşan perdeler…

Uyumaya, nefes almaya utanır olduk, nefeslerimizi tutup mucize haberler bekledik canlarımız beton yığınları arasında sıkıştı.

Kurtarılan çocukların dokunaklı sözleri tüm dünyayı etkiledi…

Enkazdan çıkarılan çocukların

“Evde miyiz? Siz eve nasıl girdiniz?”

“Üşüyorum, neredesin baba”,

“Annemi kurtarın, kardeşim var onu da kurtarın”,

“Anneanneme gitmek istiyorum”,

“Sarı kola istiyorum”,

“Çilekli dondurma istiyorum” sözleri yürekleri parçaladı.

“Su ister misin” sorusuna “daha muayene olmadım” sözü gülmeyi unuttuğumuz o anlarda yüzlerimizde bir tebessüm oluşturdu.

Deprem bölgesindeki durumu yerinde göremedim. Fakat sosyal medyadan gördüklerim dehşet vericiydi.

Enkaz üzerindeki deprem anında durmuş saatten çok etkilendim. Geride kalanların fotoğraf albümleri, çocukların oyuncakları, ev anahtarları, yarım kalmış ödevler, sevgiliye notlar, sözün bittiği yerdeyiz diyordu…

Bu depremden, ders alması gerekenlerin yine dersini almayacakmış gibi bir duygu hakimken, 55 saat muhabbet kuşunu avucunun içinde tutan çocuk ve 88 saat sonra önce kedimi kurtarın diyen bir çocuk, ne türden olursa olsun her canlıya şefkat göstermemiz gerektiği dersini tüm dünyaya öğrettiler.

61 saat sonra, “annemin sesi kesildi, önce ona bakın” diyen enkaz altındaki çocuğun ve 78 saat sonra “çıkamam çıkarsam babam sıkışır” diyen çocukların, bizleri emek verip büyüten anne ve babalarımıza ne yaparsak yapalım haklarını ödeyemeyiz konulu dersi ekran başında canlı yayınlarda hepimize öğrettiler. 1939 büyük Erzincan depremi üzerinden bizlerin de içinde bulunduğu 3-4 kuşak geçmiş ve sonrasında yaşanan hiçbir deprem bize ders olmamış. Umulur ki son kuşağın temsilcileri bu depremden ders almış olsun.

Şubat 2024

Fatma GÖKMEN

FOTOĞRAF SANATI KURUMU DERNEĞİ 25. OLAĞAN GENEL KURULU SONUÇ BİLDİRİSİ

Derneğimiz 2024 yılında da Olağan Genel Kurul Toplantısı’nı 14 Ocak 2024 tarihinde yirmi beşinci kez toplanarak başarı ile gerçekleştirmiştir. Genel Kurul Toplantısı’na katılma görevini yerine getiren üyelerimize, yeni seçilen Yönetim Kurulu adına yürekten teşekkür ediyoruz.


Genel Kurul sonucunda, yönetim görevini devralarak FSK Derneği’ni bir adım daha ileri taşımaya gönüllü olan yeni Yönetim Kurulu olarak, şimdiye kadar önceki yönetimlerde yer alan bütün üyelerimize FSK Derneği adına gösterdikleri çabalar ve emekler için teşekkürü bir borç biliyoruz.


Aldığımız sorumluluğun bilincinde olduğumuzu belirtirken yeni dönemde yapacağımız bütün işleri bu sorumluluk bilinci ile en iyi şekilde gerçekleştireceğimize inanıyoruz.


Bu yeni dönemde de; Türk Fotoğrafı’nın gelişmesi için, fotoğraf eğitmenlerimize mevcut atölyelerimizin yanında yeni ve güncel atölye ve seminer içerikleri ile katkı sağlamaya her zaman olduğu gibi devam etmeyi hedefliyoruz.


Fotoğraf projelerinin de ilerlemeye katkısı olduğu inancıyla fotoğraf projelerine ayrıca ağırlık vermeyi planlıyoruz. Üreteceğimiz bütün projelerde üyelerimizin bilfiil yer alarak kendilerini geliştirirken, üretken bir dernek olmamıza katkı sağlamalarını bekliyoruz.


Proje, atölye ve seminerlerimiz dışında gezi, söyleşi, sunum ve diğer etkinliklerimizin de hız kesmeden devamı için yeni yönetim olarak yorulmadan çalışmaya devam edeceğimizi bildirmekten büyük mutluluk duyuyoruz.


Yeni sezonun fotoğraf camiasına hayırlı olmasını dilerken, bugünlere ulaşmamızı sağlayan başta kurucularımız ve tüm üyelerimiz olmak üzere; şimdiye kadar FSK Derneği kurullarında görev almış üyelerimize, eğitmenlerimize, fotoğraf sektörü destekçilerimize, etkinliklerimizde yer alan katılımcılarımıza ve yolu bir şekilde FSK Derneği’nden geçmiş fotoğraf dostlarımıza sonsuz teşekkür ediyoruz ve saygılarımızı sunuyoruz.

Ocak 2024

Seda FELEKOĞLU

FSK Yönetim Kurulu Başkanı

ANKARA KÜLTÜR ROTALARI-BİR BİLENLE GEZİYORUZ: CUMHURİYETİN ULUS’ U 2. KISIM

2024 yılının ilk “Ankara Kültür Rotaları-Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında sevgili Dr.Ali Vedat OYGÜR Hocamızın rehberliğinde yağmura rağmen çok keyifli bir gün geçirdik. Cumhuriyetin Ulus’u gezilerimizin bu ikinci bölümünü çok değerli bilgiler eşliğinde tamamladık.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

İlk durağımız Ulus‘taki İstiklal Caddesi üzerinde bulunan, Mimar Kemaleddin tarafından tasarlanan ve 1930 yılında inşaatı tamamlanan yapıydı. Günümüzde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü binası olarak kullanılmakta ve Ankara Devlet Tiyatrosu‘na bağlı olarak hizmet veren sahnelerden Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosu‘na da ev sahipliği yapmaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Rotamız boyunca bizi Anafartalar Mahallesinde bulunan Eski Osmanlı Bankası Binası beklemekteydi. Atatürk Bulvarı üzerinde Ulus meydanına çok yakın bir konumda olan bina 1926 yılında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yaptırılmıştır.

Sanayi ve Yatırım Bankası olarak Sami Aysel tarafından yapılmış olan, şimdilerde Kültür Bakanlığı’na ait olan bina ve hemen yanında bulunan köşedeki eski Osmanlı Bankası Binalarını görüyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Türkiye’nin ilk bankacılık müzesi unvanına sahip olan Ziraat Bankası Müzesi 1981’de açılmıştır.

Mongeri’nin bir diğer eseri olan bu yapı Ziraat Bankası olarak hizmet vermiştir. Ziraat Bankasının temeli; 1863 yılında Mithat Paşanın fakir halkı tefecilerin elinden kurtarmak için Bulgaristan’ın Prod kasabasında kurduğu ve halk tarafından işlenen devlet arazilerinin gelirlerinin biriktirildiği memleket sandıkları ile başlar. Karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan Türk imece geleneğinden esinlenmiş olup sandıkta toplanan paranın ihtiyaç sahiplerine düşük faiz ile dağıtıldığı bu sistem daha sonra modern finans kuruluşu olan Ziraat Bankasına dönüştürülmüştür.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Eskiden Kızıl Bey Türbesi’nin olduğu, Düyun-u Umumiye binasının bulunduğu yere 1931 yılında Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan Merkez Bankası binası inşa edilmiştir.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Meydandan Kızılay istikametine doğru yöneldiğimizde yol üzerinde eski Merkez Bankası Binası, Duyun-i Umumiye Binası, Ankara Merkez Postanesi (Bugünkü PTT Binası) bulunmaktadır. Yolun solunda kalan ve bugün Anadolu Meslek ve Teknik Lisesi olan bina, Abdülhamid’in Ankara’da yaptırdığı okullardan olan Hamidiye Sanayi Mektebi olarak 1905’te açılmıştır. 1923 yılından itibaren Özel İdare tarafından yönetilen okul binası Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Müdafaa Vekâletine ev sahipliği yapmış, 1954-1960 yılları arasında Birinci Sanat Enstitüsü olarak faaliyet göstermiş olup bir dönem de hapishane olarak kullanılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Yine Mimar Giulio Mongeri’nin 1928 yılında inşa edilen eseri olan bu bina günümüzde Yunus Emre Vakfına ait olup bir dönem Tekel Genel Müdürlüğü binasıydı. Biraz daha ileride Alman-Avusturya tarzı PTT Pul Müzesi binası yer almaktadır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından neo-klasik tarzda çizilmiş ve yapımı 1934 yılında tamamlanmıştır. 5 katlı olan ve 6500 metrekarelik kullanım alanı sunan binayı ilk yıllarda Emlak ve Eytam Bankası kullanmış fakat sonraki yıllarda bina uzun bir süre boyunca boş kalmıştır. Nihayetinde PTT tarafından alınan bina, restore edildikten sonra 2013 yılında müze olarak hizmete açılmıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Mustafa Kemal Atatürk ve Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un büyük çabaları sonucunda; savcı, yargıç ve hukuk memuru gibi hukuk adamı yetiştirmek üzere İstanbul dışında bir Adliye Mektebinin oluşturulması düşünülmüş ve yüksek okul düzeyinde Hukuk Mektebinin kurulmasına karar verilmiştir. Böylece 1925 yılında Ankara’da ilk defa yüksek öğrenim alanında Adliye Hukuk Mektebi açılmıştır. 5 Kasım 1925 yılında Atatürk’ün bir nutku ile açılan Ankara Hukuk Mektebi önceleri bu adla anılmış, daha sonra Ankara Üniversitesinin temeli olacak olan Hukuk Fakültesi adını 1940 yılında almıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Hariciye Vekaleti Kütüphanesi Ulus’ta bugün Kültür Bakanlığı’na ait binada 1927-1952 yılları arasında faaliyet göstermiştir. İlk kütüphanenin çekirdeğini Bab-ı Ali’deki Umur-i Hariciye Nezaretinin çeşitli dairelerindeki kitap koleksiyonları oluşturmuştur. 1956 yılında Milli Kütüphane Müdürü Sayın Adnan Ötüken, Hariciye Vekaleti Kütüphanesi’nin modern kütüphanecilik yöntemlerine uygun olarak düzenlenmesini sağlamıştır.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gençlik parkının yanında bulunan Opera Binası aslında 1933-1934’te Şevki Balmumcu tarafından sergi binası olarak inşaa edilmiştir. Ancak 1947-1948 yıllarında opera binası yapmak üzere görevlendirilen Alman Mimar Paul Bonatz ilaveler yaparak bugünkü haline gelmesini sağlamıştır.     

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimizi yolun karşısındaki Gençlik parkında bitiriyoruz. Parkın her dönem farklı haline şahit olmuş Ali Vedat OYGÜR Hocamızı dinleyerek anılara dalıyoruz.

Fotoğraf: Cengiz PAMUK

Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve Ali Vedat OYGÜR hocamıza teşekkür ederiz. Bir daha ki gezimizde görüşmek üzere…

Cengiz PAMUK

24 Ocak 2024