Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun 18 Şubat 2024 tarihinde düzenlediği unutulmaz Abant gezisi, şehir hayatının karmaşasını, trafik sıkıntılarını ve günlük dertleri bir kenara bırakarak, doğanın büyüleyici kucaklamasıyla adeta nefes aldığımız harika bir mola oldu.
Rotamız, Beypazarı’nın tarihi sokaklarından başlayıp, Nallıhan Kuş Cenneti’ni ziyaret ettikten sonra Abant ve Gölcük tabiat parklarının eşsiz doğal güzelliklerine uzanıyordu. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz, tarihi Beypazarı’nda taş sokakların arasında bir kahvaltı molasıyla başladı. Burada, tarihi Beypazarı Evlerinin arasında keyifli bir çarşı turu attık, yöresel lezzetlerle tanıştık ve fotoğraf karelerimize renk kattık. Muhteşem bir miras olan tarihi evlerin sıralandığı sokaklarda gezinmek, Beypazarı’nın benzersiz atmosferinde tezgahlarını kurma çabasındaki esnafın telaşını fotoğraflamak bize ayrı bir keyif verdi. Sonrasında ise Nallıhan Kuş Cenneti’ne doğru yola çıktık. Burada bizi sıcak bir ilgiyle karşılayan görevli personelin rehberliğinde, doğanın sessiz ritmine kulak verdik. Kız Tepesi’nin büyüleyici manzarası, sabahın tazeliğiyle birleşince adeta ruhumuzu dinlendirdi. Arka plandaki Kız Tepesinin renk geçişleri eşliğinde göletteki neredeyse tüm karabatakların aynı anda kanatlarını açarak güneşi ve bizi kucaklamaları eşsiz bir gösteriydi.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Abant Gölü çevresinde az da olsa karla kaplı çam ormanında yürüyüş yaparak iyice acıkmıştık ve öğle yemeği için piknik alanında buluştuk. Fotoğraf gezilerinde böyle zamanlarda hiç değişmeyen bir sohbet olur; bazıları takdir edilmek istercesine çocuksu bir gururla fotoğraflarını birbirlerine gösterirken, bazıları da ketum bir şekilde gösterisi için doğru zamanı bekler. Ama her iki grubun da fotoğraf tutkusu ile dolu olduğunu bilirsiniz. İşte yemek bahane, konu fotoğraf olunca zamanın nasıl geçtiğini unuttuk biz de.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Acele ile toparlanarak son durağımız olan Gölcük’e vardığımızda ışığın kaybolacağından endişe ederek yola koyulduk. Güneş batmamıştı ama kapalı hava tam olarak hayal edilen görüntüyü vermiyordu. Grup dağılarak göl kenarında yürüyüşe başladı. Zaman biraz ilerledikçe dağlardaki sis aşağıya göle inerek farklı bir görsel şölen yarattı. Göldeki yansımalar, tüm ihtişamı ile göl kenarındaki Devlet Konukevi binası, ulu çam ağaçları, kuş cıvıltıları, kurumuş dallar, yosunlarla kaplı ağaçlar derken havanın kararması ile bizim de dönüş yolculuğumuz başladı. Dönüş yolunda araç içinde dönen fotoğraf sohbetleri, bir sonraki gezi heyecanını daha da büyüttü. Fotoğraf Sanatı Kurumu’nun değerli üyelerinin birlikte paylaştığı bu deneyim, doğanın bize sunduğu eşsiz güzelliklerin izinde her anıyla dolu, her karesiyle büyüleyici bir maceraydı. Gelecek seyahatlerde buluşmak, doğanın bize sunduğu bu eşsiz güzellikleri daha nice fotoğraf karelerine taşımak dileğiyle…
Merhaba değerli fotoğraf dostları, Uzun pozlama tekniği yazı ile birlikteyiz.
Uzun pozlama nedir, gece – gündüz uzun pozlama nasıl yapılır, nasıl olmalıdır gibi soruların üzerinde durduktan sonra da uzun pozlama Fotoğraf örneklerine de yer vererek yazımızı bitireceğiz.
Fotoğraf makinenizi ışık toplayan bir araç olarak düşünmek, pozlamayı anlamanıza yardımcı olabilir. Pozlama, basitçe fotoğraf makinesine girmesine izin verdiğimiz ışık miktarıdır. Bu ışık miktarı çok az olursa fotoğraf karanlık veya yetersiz pozlanmış olur. Çok fazla olursa da oldukça parlak veya aşırı pozlanmış olabilir. Ortam ışığı sahnedeki konulardan ve yüzeylerden seker. Lensinizin bu ışığı fotoğraf makinesine ve sensöre yönlendirmesiyle görüntü oluşur. Fotoğraf makineleri, Otomatik veya Sahne modunda dengeli bir pozlama için optimum ışık miktarını belirlemede çok iyidir. Ancak kontrolü elimize alarak daha fazla yaratıcı özgürlüğe sahip olabiliriz. Ortamda daha az ışık olduğunda deklanşörü daha uzun süre açık tutmamız gerekebilir. Bu bazen bir zorunluluk olsa da diğer zamanlarda sahnede hareket bulanıklığı oluşturmak için yaratıcı vizyonunuzla ilgili bir seçimdir (bulutların veya suyun hareketleri bulanıklaştırma gibi).
Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hallstatt Avusturya
Fotoğraf makinesinin hiçbir şekilde hareket etmemesi gerekir. Yani sarsılmasını önlemek için fotoğraf makinesini tripoda veya sabit bir zemine yerleştirmek çok önemlidir. Deklanşör düğmesine basmak bile sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, deklanşörü uzaktan tetiklemek için Kablosuz Uzaktan Kumanda veya makinenizin zamanlayıcı uygulaması ile uzaktan deklanşör özelliğini kullanmanız en iyisidir. Uygulama aynı zamanda deklanşörü birkaç dakika veya daha uzun süre açık tutmanızı sağlayan Bulb pozlamalar çekmenize olanak tanır. Bu özellik, havai fişek veya gece ortaya çıkan yıldızları çekmek için mükemmel bir seçenektir.
Fotoğraf: Orhan KILIÇ – Hintersee Almanya
Gün içinde uzun pozlama çekimi yapmanın zorluğu, enstantane hızını yeterli hareketin meydana gelmesine olanak sağlayacak şekilde ayarlamaktır. Birkaç saniyeden uzun enstantane hızlarını tercih etmeniz idealdir, bu nedenle ISO değerinizi düşük ve diyafram açıklığınızı küçük tutmayı unutmayın. Bu ayrıca bulutlu havalarda veya loş ortamlarda ya da ışığın az olduğu günün son saatlerinde çekim yaparken size yardımcı olur. Alternatif olarak, lensinizin ucuna uygun ve bir miktar ışığın girmesini önleyen bir filtreye yatırım yapabilirsiniz. Doğal yoğunluk (ND) filtresi en iyi sonucu verir.
Kaynak: James Paterson
Cengiz PAMUK
Şubat 2024
Fotoğraflar: Orhan KILIÇ – Manarola İtalya ve Hrensko Çekya
Merhamet kelimesi dilimize Arapça’ dan geçmiş bir kelime olup; köken olarak üzüntü, şefkat, acıma duygusunu ve bu duygunun etkisi ile yapılan iyilik, lütuf, yardım etmeyi barındırır. Türk Dil Kurumuna göre ise; “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlanır. Ancak bu acıma duygusu, üstten ve kibirli bir acıma ile karıştırılmamalıdır. Sadece acımak merhametli olmak için yeterli değildir diye düşünüyorum, merhamet beraberinde güzel bir eylemi getirirse merhamet olur. Kimsenin acınacak duruma düşmemesi için yapılan her eylem, her çaba merhameti içerir. Merhamet sadece insanın insana duyduğu bir his değildir. İnsanın çevresine ve diğer canlılara ayrıca bir canlının başka bir canlıya karşı da hissedebileceği bir duygudur. Kısacası merhamet kalpleri ısıtan yoğun bir sevgi ve iyilik içerir.
Yukarıda biraz anlatmaya çalıştığım bir duygunun insana en çok yakışan ve insanı erdemli insan mertebesine yaklaştıran bu duygunun fotoğrafı çekilebilir mi, biraz da buna bakalım. Fotoğraf sanatsal bir anlatım biçimi olduğuna göre; fotoğrafı çeken sanatçının hissettiği merhamet duygusunu da çektiği fotoğraflarda görebiliriz o halde.
Merhametin fotoğraflanmasını iki farklı anlatım biçimi ile ele alabiliriz diye düşünüyorum; ilki gördüğümüz merhamet içeren bir olayın bizde de uyandırdığı merhamet duygusu ile fotoğraflanması yani doğrudan merhametin fotoğrafı. Diğer bir anlatım biçimi de fotoğrafçının kendi içindeki merhamet duygusunu kurgulayarak kurgusal ve kavramsal bir teknik ile izleyenlere aktarabilmesi. İlk anlatım yöntemi için pek çok örnek vermek mümkündür; merhamet yoğun bir iyilik ve sevgi içerdiğinden zor zamanlarda daha çok karşılaşırız merhamet ile özellikle savaşlarda, doğal afetlerde hatta doğada hayvanlar aleminde veya bir annenin yavrusuna bakışında.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Öldürmek ve acımasızlığın çok yoğun yaşandığı savaşlarda çok güzel örnekleri vardır. Kendi tarihimizden örnek verecek olursak; Çanakkale Deniz Müzesinin envanterinde kayıtlı olan ve yanlarında bir ceylan yavrusu ile belki de şehit olmadan önce çektirdikleri son fotoğraf olan, 1915 yılında İzmir’ den Gelibolu’ ya sevk edilen ilk birliklerin bu fotoğrafı çok derin bir merhamet duygusu içerir çünkü savaşta erzak sıkıntısı çektikleri için avlanarak karınlarını doyuran askerlerin bu yavruyu avlamak yerine onu ölümden kurtararak birlikte fotoğraf karesine alabiliyor olmalarının fotoğrafıdır bu.
Çanakkale Deniz Müzesi Env. No: 1154
Çok kanlı bir savaş olan 2. Dünya Savasından ve Kore Savaşlarından da birkaç örnek verebiliriz içimizi ısıtan ve merhamet hissettiren fotoğraflara:
İkinci Dünya Savaşında Ukrayna’ lı bir kadının elinden su içen Sovyet askerinin fotoğrafı
Kore Savaşı’nda annesi havan topu yüzünden öldükten sonra Çavuş Frank Praytor yavru kediyi beslerken çok sıcak bir merhamet akıyor bize de
II. Dünya Savaşı sırasında askerler yaralanmış bir köpeği tedavi ederken çekilen bu fotoğraf merhamet değil de nedir?
Kore Savaşı’nda (1951) Pvt. Dick L. Powell yemeğini köpekle paylaşırken bizim de içimiz ısınıyor fotoğrafa baktığımızda
Bazen de bir sokak hayvanının başını okşarken gözünün bebeğinde görürsün merhametin yansımasını ya da sokak hayvanları için bırakılan bir kap su veya bir parça mama ile, hiçbir canlı acınacak duruma düşmesin diye harcanan çabadadır merhamet. Ya da yeni doğan bir bebeğin annesinin eline sımsıkı sarılmasında ve de annesinin yavrusuna şefkat dolu bakışlarında görürsün merhameti. Kimi zamanlarda da bir annenin hiç kımıldamadan yavrularını doyururken gördüğün karede hissedersin merhameti.
Fotoğraflar: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Diğer bir anlatım biçimi olan fotoğrafçının içindeki duyguyu kurgulayarak aktarması, kendi içindeki merhamet duygusunu ürettiği eseri izleyenlerde de uyandırabiliyor olması çok daha zordur diye düşünüyorum.
Fotoğraf: Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Bir fotoğrafın başarılı olması için bakılan herkes tarafından kabul gören bir takım kriterler vardır bunlar; fotoğrafın teknik olarak başarılı olması, kompozisyon kurallarına uygun olması, anlatılmaya çalışılan konunun başarılı bir şekilde aktarılabilmesi, fotoğrafçının konuya yaklaşım şekli ve en önemlisi de fotoğrafçının fotoğrafı çekerken hissettiği duyguyu fotoğrafı izleyende de uyandırabiliyor olması. Merhamet somut bir konu değil, bir hissin içerik olarak aktarımı olduğu için; bu ayki değerlendirmede duygunun ne kadar etkili aktarıldığını arayacağız aslında diğer teknik, kompozisyon gibi hususlar çok ciddi sorunlar olmadığı sürece ikinci planda kalacaktır diye düşünüyorum.
Deprem çığlıkları göğe yükseldiğinde deprem bölgesi dışındakiler derin uykudaydı. Uyandığımızda yüzleştiğimiz dehşet hepimizi derinden sarstı.
İlerleyen saatlerde “Sesimi duyan var mı”, sesleri sadece deprem bölgesinde değil her yerde yankılandı.
İçine toz kondurulmayan, evler toz toprak içinde kaldı. Rüzgârda sallanan, uçuşan perdeler…
Uyumaya, nefes almaya utanır olduk, nefeslerimizi tutup mucize haberler bekledik canlarımız beton yığınları arasında sıkıştı.
Kurtarılan çocukların dokunaklı sözleri tüm dünyayı etkiledi…
Enkazdan çıkarılan çocukların
“Evde miyiz? Siz eve nasıl girdiniz?”
“Üşüyorum, neredesin baba”,
“Annemi kurtarın, kardeşim var onu da kurtarın”,
“Anneanneme gitmek istiyorum”,
“Sarı kola istiyorum”,
“Çilekli dondurma istiyorum” sözleri yürekleri parçaladı.
“Su ister misin” sorusuna “daha muayene olmadım” sözü gülmeyi unuttuğumuz o anlarda yüzlerimizde bir tebessüm oluşturdu.
Deprem bölgesindeki durumu yerinde göremedim. Fakat sosyal medyadan gördüklerim dehşet vericiydi.
Enkaz üzerindeki deprem anında durmuş saatten çok etkilendim. Geride kalanların fotoğraf albümleri, çocukların oyuncakları, ev anahtarları, yarım kalmış ödevler, sevgiliye notlar, sözün bittiği yerdeyiz diyordu…
Bu depremden, ders alması gerekenlerin yine dersini almayacakmış gibi bir duygu hakimken, 55 saat muhabbet kuşunu avucunun içinde tutan çocuk ve 88 saat sonra önce kedimi kurtarın diyen bir çocuk, ne türden olursa olsun her canlıya şefkat göstermemiz gerektiği dersini tüm dünyaya öğrettiler.
61 saat sonra, “annemin sesi kesildi, önce ona bakın” diyen enkaz altındaki çocuğun ve 78 saat sonra “çıkamam çıkarsam babam sıkışır” diyen çocukların, bizleri emek verip büyüten anne ve babalarımıza ne yaparsak yapalım haklarını ödeyemeyiz konulu dersi ekran başında canlı yayınlarda hepimize öğrettiler. 1939 büyük Erzincan depremi üzerinden bizlerin de içinde bulunduğu 3-4 kuşak geçmiş ve sonrasında yaşanan hiçbir deprem bize ders olmamış. Umulur ki son kuşağın temsilcileri bu depremden ders almış olsun.
Derneğimiz 2024 yılında da Olağan Genel Kurul Toplantısı’nı 14 Ocak 2024 tarihinde yirmi beşinci kez toplanarak başarı ile gerçekleştirmiştir. Genel Kurul Toplantısı’na katılma görevini yerine getiren üyelerimize, yeni seçilen Yönetim Kurulu adına yürekten teşekkür ediyoruz.
Genel Kurul sonucunda, yönetim görevini devralarak FSK Derneği’ni bir adım daha ileri taşımaya gönüllü olan yeni Yönetim Kurulu olarak, şimdiye kadar önceki yönetimlerde yer alan bütün üyelerimize FSK Derneği adına gösterdikleri çabalar ve emekler için teşekkürü bir borç biliyoruz.
Aldığımız sorumluluğun bilincinde olduğumuzu belirtirken yeni dönemde yapacağımız bütün işleri bu sorumluluk bilinci ile en iyi şekilde gerçekleştireceğimize inanıyoruz.
Bu yeni dönemde de; Türk Fotoğrafı’nın gelişmesi için, fotoğraf eğitmenlerimize mevcut atölyelerimizin yanında yeni ve güncel atölye ve seminer içerikleri ile katkı sağlamaya her zaman olduğu gibi devam etmeyi hedefliyoruz.
Fotoğraf projelerinin de ilerlemeye katkısı olduğu inancıyla fotoğraf projelerine ayrıca ağırlık vermeyi planlıyoruz. Üreteceğimiz bütün projelerde üyelerimizin bilfiil yer alarak kendilerini geliştirirken, üretken bir dernek olmamıza katkı sağlamalarını bekliyoruz.
Proje, atölye ve seminerlerimiz dışında gezi, söyleşi, sunum ve diğer etkinliklerimizin de hız kesmeden devamı için yeni yönetim olarak yorulmadan çalışmaya devam edeceğimizi bildirmekten büyük mutluluk duyuyoruz.
Yeni sezonun fotoğraf camiasına hayırlı olmasını dilerken, bugünlere ulaşmamızı sağlayan başta kurucularımız ve tüm üyelerimiz olmak üzere; şimdiye kadar FSK Derneği kurullarında görev almış üyelerimize, eğitmenlerimize, fotoğraf sektörü destekçilerimize, etkinliklerimizde yer alan katılımcılarımıza ve yolu bir şekilde FSK Derneği’nden geçmiş fotoğraf dostlarımıza sonsuz teşekkür ediyoruz ve saygılarımızı sunuyoruz.
2024 yılının ilk “Ankara Kültür Rotaları-Bir Bilenle Geziyoruz” etkinliği kapsamında sevgili Dr.Ali Vedat OYGÜR Hocamızın rehberliğinde yağmura rağmen çok keyifli bir gün geçirdik. Cumhuriyetin Ulus’u gezilerimizin bu ikinci bölümünü çok değerli bilgiler eşliğinde tamamladık.
Rotamız boyunca bizi Anafartalar Mahallesinde bulunan Eski Osmanlı Bankası Binası beklemekteydi. Atatürk Bulvarı üzerinde Ulus meydanına çok yakın bir konumda olan bina 1926 yılında İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından yaptırılmıştır.
Sanayi ve Yatırım Bankası olarak Sami Aysel tarafından yapılmış olan, şimdilerde Kültür Bakanlığı’na ait olan bina ve hemen yanında bulunan köşedeki eski Osmanlı Bankası Binalarını görüyoruz.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Türkiye’nin ilk bankacılık müzesi unvanına sahip olan Ziraat Bankası Müzesi 1981’de açılmıştır.
Mongeri’nin bir diğer eseri olan bu yapı Ziraat Bankası olarak hizmet vermiştir. Ziraat Bankasının temeli; 1863 yılında Mithat Paşanın fakir halkı tefecilerin elinden kurtarmak için Bulgaristan’ın Prod kasabasında kurduğu ve halk tarafından işlenen devlet arazilerinin gelirlerinin biriktirildiği memleket sandıkları ile başlar. Karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan Türk imece geleneğinden esinlenmiş olup sandıkta toplanan paranın ihtiyaç sahiplerine düşük faiz ile dağıtıldığı bu sistem daha sonra modern finans kuruluşu olan Ziraat Bankasına dönüştürülmüştür.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Eskiden Kızıl Bey Türbesi’nin olduğu, Düyun-u Umumiye binasının bulunduğu yere 1931 yılında Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan Merkez Bankası binası inşa edilmiştir.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Meydandan Kızılay istikametine doğru yöneldiğimizde yol üzerinde eski Merkez Bankası Binası, Duyun-i Umumiye Binası, Ankara Merkez Postanesi (Bugünkü PTT Binası) bulunmaktadır. Yolun solunda kalan ve bugün Anadolu Meslek ve Teknik Lisesi olan bina, Abdülhamid’in Ankara’da yaptırdığı okullardan olan Hamidiye Sanayi Mektebi olarak 1905’te açılmıştır. 1923 yılından itibaren Özel İdare tarafından yönetilen okul binası Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Müdafaa Vekâletine ev sahipliği yapmış, 1954-1960 yılları arasında Birinci Sanat Enstitüsü olarak faaliyet göstermiş olup bir dönem de hapishane olarak kullanılmıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Yine Mimar Giulio Mongeri’nin 1928 yılında inşa edilen eseri olan bu bina günümüzde Yunus Emre Vakfına ait olup bir dönem Tekel Genel Müdürlüğü binasıydı. Biraz daha ileride Alman-Avusturya tarzı PTT Pul Müzesi binası yer almaktadır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tarafından neo-klasik tarzda çizilmiş ve yapımı 1934 yılında tamamlanmıştır. 5 katlı olan ve 6500 metrekarelik kullanım alanı sunan binayı ilk yıllarda Emlak ve Eytam Bankası kullanmış fakat sonraki yıllarda bina uzun bir süre boyunca boş kalmıştır. Nihayetinde PTT tarafından alınan bina, restore edildikten sonra 2013 yılında müze olarak hizmete açılmıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Mustafa Kemal Atatürk ve Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un büyük çabaları sonucunda; savcı, yargıç ve hukuk memuru gibi hukuk adamı yetiştirmek üzere İstanbul dışında bir Adliye Mektebinin oluşturulması düşünülmüş ve yüksek okul düzeyinde Hukuk Mektebinin kurulmasına karar verilmiştir. Böylece 1925 yılında Ankara’da ilk defa yüksek öğrenim alanında Adliye Hukuk Mektebi açılmıştır. 5 Kasım 1925 yılında Atatürk’ün bir nutku ile açılan Ankara Hukuk Mektebi önceleri bu adla anılmış, daha sonra Ankara Üniversitesinin temeli olacak olan Hukuk Fakültesi adını 1940 yılında almıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Hariciye Vekaleti Kütüphanesi Ulus’ta bugün Kültür Bakanlığı’na ait binada 1927-1952 yılları arasında faaliyet göstermiştir. İlk kütüphanenin çekirdeğini Bab-ı Ali’deki Umur-i Hariciye Nezaretinin çeşitli dairelerindeki kitap koleksiyonları oluşturmuştur. 1956 yılında Milli Kütüphane Müdürü Sayın Adnan Ötüken, Hariciye Vekaleti Kütüphanesi’nin modern kütüphanecilik yöntemlerine uygun olarak düzenlenmesini sağlamıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Gençlik parkının yanında bulunan Opera Binası aslında 1933-1934’te Şevki Balmumcu tarafından sergi binası olarak inşaa edilmiştir. Ancak 1947-1948 yıllarında opera binası yapmak üzere görevlendirilen Alman Mimar Paul Bonatz ilaveler yaparak bugünkü haline gelmesini sağlamıştır.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Gezimizi yolun karşısındaki Gençlik parkında bitiriyoruz. Parkın her dönem farklı haline şahit olmuş Ali Vedat OYGÜR Hocamızı dinleyerek anılara dalıyoruz.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Gezimize katılan tüm dostlarımıza ve Ali Vedat OYGÜR hocamıza teşekkür ederiz. Bir daha ki gezimizde görüşmek üzere…
“Fotoğraf bir sırrın sırrıdır. O sana ne kadar çok şey anlatırsa o kadar az bilirsin.” demiş Amerikalı fotoğraf sanatçısı Diane Arbus. Ben bu görüşü “gökyüzü fotoğrafçılığına” çok yakıştırıyorum çünkü gökyüzü denince insanın aklına güneşin doğuşu, batışı ya da gece gerçekleşen atmosferik olaylar gibi büyülü anlar geliyor. Hatta kimi anlar öylesine etkileyici ki nutkumuz tutuluyor. Öyleyse ben de usta fotoğrafçı Edward Weston’un sorduğu soruyu sizlere yöneltmek istiyorum: “Kamera, gözden daha fazlasını görüyor. Öyleyse neden ondan faydalanmıyorsunuz?”
Doğa ve gökyüzü oluşumlarını bir araya getiren gökyüzü fotoğrafçılığında gün doğumu ile batımında renklenen gökyüzü, bulut akışları, ay ve yıldızlar konu edilir. Ancak her fotoğrafçılık türünde olduğu gibi burada da en pahalı ekipmanlara sahip olmak, etkileyici kompozisyonlar elde etmek için yeterli değildir. Hatta ben 20 yıl önce giriş seviyesi krop sensörlü bir kamera, geniş açı bir objektif ve 10 stop doğal yoğunluk filtresiyle uzun pozlama fotoğrafları çekiyordum. İkinci bir kameram ve objektifim yoktu. Önemli olan doğru zamanda, doğru ışık koşulunda, doğru yerde olmaktı. Gerisi zamanla ve istikrar göstererek öğrenilebilecek teknik detaylardan ibaretti.
Uzun pozlama demişken, kısaca ne olduğundan bahsedelim. Uzun pozlama tekniği, düşük ışık koşulunda kameranın belli bir süre açık kalarak ışığı daha uzun sürede kaydetmesidir. Bu bazen 1 saniyeyi, bazen de, örneğin yıldız dönüş izlerini alabilmek için, 1 saati bulabilir. Böylelikle sahnede hareket eden nesnelerin hareketi estetik şekilde yansıtılır. Büyülü anların büyüsü daha da güçlenir. Gökyüzü fotoğrafçılığında en yaygın olan türleri şu şekilde sıralayabiliriz;
Günbatımı ve Gündoğumu Fotoğrafçılığı: Turuncu, macenta, mavi, sarı ve pembe tonların gökyüzünde buluştuğu zaman dilimlerini içerir.
Bulut, Şimşek ve Gökkuşağı Fotoğrafçılığı: Özellikle yoğun akan yağmur bulutları, gökyüzü fotoğrafçılığında en çok değerlendirilen nesnelerdir. Hele şimşekler de çakıyorsa iki kat şanslısınız demektir. Gökkuşağını yakalamak ise zordur. Ya yoldayızdır, ya da kapalı bir yerde. Gökkuşağına genelde Kaçkarlar gibi doğal bölgelerde rastlamak mümkün.
Mavi Saat Fotoğrafçılığı: Gün batımından veya gün doğumundan hemen önce gerçekleşen zamanlardır. Gökyüzü bu saatlerde mavi bir renk alır ve bu tür kompozisyonlar özellikle şehir fotoğrafçılığında akşam yanan yapay ışıklarla aydınlatılmış mimari öğelerle tamamlanır.
Astrofotoğrafçılık / Uzay Fotoğrafçılığı: Yıldızlar, ay, gezegenler ve diğer gök cisimlerini konu eden fotoğrafçılık türüdür. Ülkemizde rastlamasak da kutup bölgelerinde görülen kuzey ve güney ışıklarını da sayabiliriz. Uzay fotoğrafçılığı ise özel bir alandır. Daha gelişmiş ekipman kullanılarak, uzaydaki yıldız kümeleri, galaksiler ve diğer gök cisimleri konu edilir.
Ay Fotoğrafçılığı: Çok kısa zamanda çekilen ama bir o kadar da heyecan veren fotoğrafçılık türüdür. Hilal, dolunay, süper ay, mavi ay. Bu türde herbirinin büyüsü farklı yansır.
Timelapse Çekim (Zaman Aralıklı Çekim): Kısaca, aralıklı olarak çekilen çoklu fotoğrafların birleştirilmesiyle oluşan hareketli görüntülerdir diyebiliriz. Bazı kameralar bu işlemi otomatik gerçekleştirebiliyor. Özellikle dönen yıldız izleri veya gün içinde gerçekleşen ışık geçişleri oldukça etkileyici duruyor.
Peki çekim öncesi hazırlığımız nasıl olmalı, hangi noktalara dikkat etmeliyiz? İşte ipuçları.
Planlama
Gökyüzü takvimini konum bilgisyle birlikte takip edebileceğiniz birçok telefon uygulaması var. Çekeceğiniz türe göre gökyüzü durumunu önceden incelemenizde yarar var. Ay ya da yıldız fotoğrafı çekecekseniz bulutsuz bir gün seçmelisiniz. Ya da bulut ve şimşek gibi çekimlerde önceden hava durumu ile ilgili bilgi edinmelisiniz.
Ekipman
Bu alana yeni başlayacaksanız, giriş seviyesi bir kamera ve 10,11, 12mm gibi (ay fotoğrafçılığı hariç) geniş açılar sunan bir objektifle acemiliğinizi atabilirsiniz. Kameranızın dinamik aralığı ve ISO performansı iyi olursa sizi tatmin eden sonuçlar alırsınız. Düşük ışık ve uzun pozlama tekniği kumlanmalara neden olabiliyor. Ay fotoğrafçılığında ise en az 200mm’lik bir açı sunan tele objektifiniz olmalı. Tripoda da mutlaka ihtiyaç duyacaksınız, özellikle düşük ışıkta ve uzun pozlamada.
Pozlama Ayarları
30 saniyeden kısa süren pozlamalarda M (manuel), 30 saniyeden uzun süren pozlamalarda B (bulb) çekim modlarını kullanmalıyız. Diyafram açıklığında f/11-f/16 değerleri arasında kalmak net alan derinliği geniş fotoğraflar verir. Ancak yıldız pozlamada en açık diyafram değerini giriyoruz ve bu genellikle f/2.8 oluyor. Enstantane değeri çekeceğiniz türe göre değişkenlik gösterecektir. ISO değeri de diyafram ve enstantane değeri girildikten sonra tespit edilir.
Netleme Ayarları
Işık koşulları AF modda otomatik netleyecek kadar yeterliyse, AF ile çekim yapılabilir. Ancak karanlık ortamda, örneğin yıldız çekimlerinde kamera otomatik netlenecek bir ışık alanı bulmakta zorlanır. Bu durumda bir fenerden yardım alınabilir. Önce AF’de netlenir, sonra MF’ye geçilir ve odak kilitlenir.
RAW Görüntü Kalitesi ve Beyaz Dengesi
Görüntü kalitesi olarak RAW formatı tercih edin. RAW fotoğrafları sonradan detay kaybı olmadan düzenleyebilirsiniz. Koyu ve parlak alanlardaki geçişleri daha homojen hale getirebilirsiniz. Bu noktada beyaz dengesine de değinelim. RAW görüntü kalitesinde çektiğimiz için genel renk hakimiyetine sonradan müdahale edebiliyoruz. O yüzden AWB ayarında kalabiliriz.
Kompozisyon
En önemli detaydır aslında. Sadece gökyüzünü, yıldızları, bulutları veya dolunayı fotoğraflamak görsel hikayenizi yarım bırakır. Sahnenizde mutlaka tamamlayıcılar olmalı. Örneğin bulut geçişlerinde köprü, iskele, kayalar ya da binalar, yıldız fotoğraflarında anıtlar, ay fotoğraflarında mimari nesneler mutlaka dahil edilmelidir. Bu tür fotoğraflar genelde yatay çekilir ancak gökyüzünü daha fazla dahil etmek isterseniz kadrajınızı dikey olarak da düzenleyebilirsiniz.
Doğal Yoğunluk Filtresi / Polarize Filtre
Filtreler ışığı kontrol altında tutmamıza ve pozlama süresini uzatmamıza olanak tanır. Koyulukları stop şeklinde ifade edilir ve uzun pozlamada en çok tercih edileni 10 stopluk ND dediğimiz doğal yoğunluk filtreleridir. ND filtreler gece kullanılmaz, sadece altın saat, gün doğumu, gün batımı veya bulutlarla kaplı gökyüzü koşullarında kullanılır. Amaç ışığı kontrol ederek pozlama süresini uzatmak ve uzun pozlanmış fotoğraflar elde etmektir. Polarize filtreler ise 2-3 stop koyultma sağlasa da uzun pozlama için değil, yansıma ve parlaklık azaltmak için idealdir.
Deneme Çekimi ve Kontrol
Doğru pozlama değerlerini ve açıları bulabilmek için test çekimleri ve fotoğrafı büyüterek netlik kontrolü yapmalısınız. Bu noktada sabırlı olmak önemlidir. Hatta çoğu zaman aynı lokasyona tekrar tekrar gitmeniz gerekebilir.
Çekim Sonrası Düzenleme
RAW kalitesinde çekiyorsak fotoğrafımız mutlaka Camera RAW veya Lightroom gibi programlarda düzenlenmeye ihtiyaç duyar. RAW çekmenin diğer avantajını kırpmada görüyoruz. Fotoğraf boyutu daha büyük olduğundan daha iyi bir kompozisyon için sonradan kırpabiliyoruz. Düzenlemede müdahale ettiğimiz temel işlemlerden diğerleri ise genel renk hakimiyeti, kontrast, keskinlik, renk doygunluğu, kumlanma giderme ve parlaklık gibi ayarlardır.
Gökyüzü fotoğrafçılığı diğer fotoğrafçılık türlerine göre biraz daha fazla sabır ve tecrübe gerektirir. İlk denemelerde başarısız olabilirsiniz, bu normal, hemen pes etmeyin. Bu ipuçları, gökyüzü fotoğrafçılığına başlamanız ve etkileyici sonuçlar elde etmeniz için yardımcı olabilir. Ancak unutmayın ki her fotoğrafçılık türünde olduğu gibi, pratik yapmak ve özgün bir tarz geliştirmek önemlidir. Dışarı çıkın ve bol bol fotoğraf çekin. Yazımıza bizi harekete geçiren bir sözle başlamıştık, yine akılda kalıcı bir sözle bitirelim: “Fotoğrafçılıkta iyi iş çıkarmanın formülü, şair gibi düşünmekten geçer.” (Imogen Cunningham)
Fotoğraf icadından bu yana gerçekliği belgelemek, sanat için üretim ya da art niyetli kişiler, yönetimler tarafından gerçekliği manipüle etmek için kullanılmaya devam ediyor. Zamanla değişen politik, sosyolojik, ekonomik olgular tüm toplumu ve onun eyleme biçimlerini etkiliyor. Bu etkilenmeden fotoğraf da payına düşeni alıyor. Değişen zamanla, teknolojiyle birlikte yeni anlatım formları kuruluyor.
Bu yazı kapsamında bahsedeceğimiz fotoğrafçılar tekil estetiği, piktoryal (pictorial) dili pek tercih etmiyorlar. Daha çok proje merkezli işler üretiyorlar. Fotoğrafın 100 yıldan fazla zamanda oluşmuş genel kurallarını yeniden yorumluyorlar.
Bu projelerin bir kısmında fotoğraf olayın gerçekleştiği anda çekilmez ya da fotoğraf çekildikten sonra başka bir bağlamda bir araya getirilir. Mesele bir gerçekliğe olduğu anda tanıklık etmekten çok hepimizin bildiği ama doğrudan ispatlayamayacağımız ya da fotoğraflayamayacağımız anlar toplamını tartışmaya açmaktır. Çünkü çoğu zaman gerçeği algılayacak bilgiden, farklı bakış açılarından yoksun oluruz. Salt gerçek yoktur böyle durumlarda, bakış açısı vardır. İşte bu işler farklı bakış açılarına tanıklık etmemiz, onları anlamak için uğraşmamız, proje konularına dair düşünmemiz amacıyla üretilmiştir.
Bu projelerdeki fotoğraflar size “bakın bu gerçektir” diye bağırmıyor. Fotoğrafçısı gerçeğin her zaman her yerde belgelenemeyeceğinin farkında. Bir olasılığı, bir durumu/duyguyu fısıldıyor. Sizi güzelin, sıra dışının, estetiğin uyuşturucu kollarına teslim etmiyor. Adeta iğneliyor, düşündürüyor ve öyle ya da böyle tartışma alanına çekiyor. Bu kadar uzun bir girişten sonra nihayet bu yazının kaleme alınma nedenine gelebiliriz. Gerek hikaye anlatıcılığı gerekse proje bazlı işleriyle günümüzde alışılagelenin dışında konumlanmış olan fotoğrafçılara ve onların projelerine. Elbette bu fotoğrafçılar farklı kategoriler altında sınıflandırılabilir ama biz bazı işlerine biraz daha dikkatle bakacağız.
Paul Graham Amerikan Night (Amerikan Gecesi) adlı çalışmasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde yaşayan Afro Amerikalı bireylerin yaşadığı ayrımcılığa/görmezden gelinmeye dikkat çekiyor. Afro Amerikalı bireylerin var olduğu fotoğraflarda iki basit teknik uyguluyor. Öyle bir ölçeklendirme kullanıyor ki bireyler var oldukları yaşam alanlarında oldukça küçük görünüyorlar. Fotoğrafta amaca uygun ölçek kullanımına dair güzel bir örnek sunuyor bu fotoğraflar. Diğer yöntem ise fotoğrafları fazla pozlamak. Böylece hem fotoğrafın geneli hem de içindeki bireyler silikleşiyor. Ölçeklendirme ve fazla pozlama yöntemiyle belirsizleşen fotoğrafı görmek/anlamak için çaba göstermeniz gerekiyor. Toplumun görmediğini, görmezden geldiğini görünmez kılınan fotoğraflarla anlatmak! Buna karşın Avrupa kökenli bireylerin yaşam alanları ve zenginliklerinin görüldüğü fotoğraflar normal pozlanıyor, canlı renklerle karşımıza çıkıyor.
Erwin Olaf’ın Anlatılmayanın Güncesi adlı sergisi 2014 yılında Ankara’da Cer Modern’de izleyicileri ile buluşmuştu. Bu sergideki Keyhole (Anahtar Deliği) adlı çalışma disiplinler arası bir pencere açıyordu izleyenlerine. Sergiyi gezen kişiyi Anahtar Deliği adlı işin paylaşıldığı bölümde iki kapı karşılaşıyor. Kapıların önünde birer sandalye ve birer kulaklık görüyorsunuz. Dahası sandalyeye oturup kulaklığı kulağınıza taktığınızda kapının anahtar deliğinden bir röntgenci gibi içeri bakmanız bekleniyor. Gözünüzü kapı deliğine yaklaştırdığınızda bir oda görüyorsunuz (aslında bir odada yapılan bir çekime tanıklık ediyorsunuz). Birinci kapıda oturma odasında masa üzerinde kitap okuyan bir baba figürü ve bir süre sonra yanına gelen bir çocuk görüyorsunuz. Belli ki bu ikili baba oğul. Diğer kapının anahtar deliğinden baktığınızda aynı eylem anne ve oğul arasında gerçekleşiyor. Tam bu sırada kulağınızdaki kulaklıktan bir nefes alıp verme sesi duyuyorsunuz. Kim bu? İçerideki iki kişi ve sizin dışınızda bir dördüncü kişi mi? Yoksa röntgenci pozisyonunda olan size mi ait? Bir süre sonra sahne değişiyor birinci kapıda baba oğul, ikinci kapıdan bakanlar için anne oğul artık yatak odasındalar ve çocuk slip atlet ikilisiyle yine kucağa oturtuluyor. Bu sırada ebeveynin çocuğa dokunuşları değişiyor ve kulağınızdaki nefes alış veriş erotik bir tona taşınıyor. Hayli rahatsızlık verici bir durum. Videoyu izlemeyi bitirip sergiyi gezmeye devam ettiğinizde adeta bu ve benzeri olaylara maruz kalmış kişilerin utanç içinde, genellikle size sırtı dönük fotoğraflarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu projede kullanılan disiplinler arası yaklaşım bir hayli etkileyici. Günümüz fotoğrafçılarının pek çoğu kendilerini artık salt kameralı kadın ya da kameralı adam olarak görmüyorlar. Projelerinde fotoğraftan metne, videodan yerleştirmeye (enstelasyon) kadar tüm birikimlerini ortaya koydukları işlere imza atıyorlar.
Araf adlı işinde Ali Saltan ülkelerindeki savaş ortamından kaçarak Türkiye’ye gelmiş mültecilere bakıyor. Fotoğrafların genelinde mülteciler boşlukta asılı gibi duran yeşil bir perdenin önünde görüntüleniyor. Şimdi buradalar ama buraya tam olarak ait olamıyorlar duygusu, bir sıra dışılık bakışlardaki anlamla birlikte bütünleniyor. Mülteci olma halini anlatmak için çok zekice bir buluş. Ali Saltan’ın bir diğer projesi Nehrin Öteki Yakası sınır meselesini gündeme getiren ilginç bir çalışma.
Güney Amerikalı fotoğrafçı Gustavo Germano darbeler coğrafyasında yaşayan bir kişi. Projesinde farklı Güney Amerika ülkelerinde darbeler nedeniyle öldürülen ya da ortadan kaybolan/kaybedilen kişilerin hikayesine ışık tutuyor. Projenin bir ayağı, gerçek belgelere fotoğraflara dayanıyor. Darbe dönemlerinde öldürülen, yok edilen insanların aile albümlerine ulaşıyor ve onların başka yakınlarıyla birlikte olduğu anı fotoğraflarını alıyor. Daha sonra fotoğrafta hala yaşayan kişilerle anı fotoğrafının çekildiği yerde ikinci bir fotoğraf çekip, iki fotoğrafı yan yana paylaşıyor. İkinci fotoğrafta eksik olana, öldürülen, yok edilen bireylere gönderme yapıyor. İşte bu ikinci fotoğraf her ne kadar kurgu olsa da gerçeğin bir parçası değil mi? Gustavo Germano’nun bir kardeşi de darbe döneminde bu şekilde öldürülmüştür.
Taryn Simon İnnocents (Masumlar) adlı çalışmasında herhangi bir tanıklık, fotoğraf belgesi ya da başka bir gerekçeyle hapse atılan ama atfedilen suçları aslında işlememiş kişilerin hikayesini ele alıyor. Aradan geçen zaman sonrasında ortaya çıkan yeni belge/tanıklar sayesinde bir şekilde anlaşılıyor ki kişi aslında masum. İşte anlatılan hikayenin kahramanı olan kişileri suçla ilişkili herhangi bir yerde, yine bir kurguyla fotoğraflıyor ve adalet sistemine, delil zinciri vb meselelerine başka bir bakış açısı sunuyor. Web sayfasında yazdığı şekliyle “Bu fotoğraflarda Simon, fotoğrafın gerçeği ve kurguyu bulanıklaştırma yeteneğiyle yüzleşir – ciddi, hatta ölümcül sonuçları olabilecek bir belirsizlik.”
Lucinda Devlin The Omega Suites adlı çalışmasında ABD’de idam cezası olan eyaletlerdeki infaz odalarının fotoğraflarını çekiyor. Üstelik bu çalışmayı “deadpan” tekniği gibi kameranın ağırlıklı olarak merkezde takılı kaldığı, yer yer nesnel bir soğukluk hissettiğimiz teknikle çekiyor. Tertemiz düzenli odalar, ölümü çağrıştırıyor. Peki bu odaların infaz odaları olduğunu bilmesek de aynı duyguya kapılır mıydık? Anlam fotoğraftan kişiye ve kişiden fotoğrafa akan çift yönlü bir yolculukta ortaya çıkar. Söz konusu olan çift taraflı bir geçişkenliktir ve bu fotoğrafa bakan bireyin dünyaya yüklediği anlamla son derece yakın ilişkidedir. Fotoğraflarda cezaların infaz anı görülmese de o fotoğraflar odaların hijyeniyle birlikte orada yaşanan/yaşanacakların bilgisini çağırır zihnimizden.
Değindiğim fotoğrafçılar ve projeler bu yazının imkanları kapsamıyla sınırlı, farklı yöntemlerle sıra dışı işler üreten pek çok fotoğrafçı var. Yüksek kontrastı ve öznel hayatı merkeze alan Kuzey Ekolü, Japon Ekolü ya da farklı yaratıcı çalışmalar içeren değinebileceğimiz pek çok fotoğrafçı ve proje var elbette. Ancak burada seçilen fotoğrafçılar ve projeler oldukça öznel bir bakışın seçkisi.
Eskiden fotoğraf “iki gözümle gördüm” şahitliğine yakın bir gerçekliğe işaret ederdi. Günümüzde bir yönüyle gerçekliğin fotoğrafları bile bilinçli bir şekilde manipüle edilirken bazı fotoğrafçılar gerçeğe yakınlaşmak için kurguyu tercih ediyor.Mesele uzun zamandır gerçeği arama meselesi değil. Çünkü biliyoruz ki artık (ya da ben öyle düşünüyorum ki) zaman, mekan, olayın oluş şekli bile gerçeğe bakış açımızı değiştiriyor. Bazen bütün mesele bir hikaye anlatmaktan ibarettir.
***
Tam bu yazıyı kaleme aldığım günlerde Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Kadir Ekinci’nin Kazların Senfonisi sergisini gezme fırsatım oldu. Daha önce Sessiz Işık, Uzak Işık, Mal Meydanı sergilerine tanıklık ettiğim ve kitaplarını edindiğim Kadir Ekinci’nin web sayfasında (http://www.akadirekinci.com) Cirit, Sokaklar, Çıldırın Balıkçıları, Kahvehaneler, Portreler, Çocuklar serilerini izleme şansını buldum. Diyebilirim ki birbirinden bağımsız gibi görünen bu projeler sona erdiğinde hepsinin toplamından oluşan son bir resital bekliyor Kadir Ekinci’yi. Kars resitali. Bilemiyorum, Ara Güler’in İstanbul’unu bir kenara koyarsak Türkiye’de başka bir kent için böylesine kapsamlı çalışma yapan kaç kişi vardır?
Birinci Meclis binası İttihat ve Terakkinin kulüp binasıdır… Enver Paşa 1875’te Ankara’ya geliyor; “Bize yakışan güzel bir kulüp yapılmalı.” diyor. Binanın yapımı için 1916’ da mimar Hasip bey görevlendiriliyor. 1917’de bitiğinde savaş yüzünden İttihat Terakki’nin gücü de kalmamıştır , ülkede maddi sıkıntılar hat safhada olduğu için binanın çatısı kapatılamamıştır. Mustafa Kemal Paşa Filistin cephesindeyken, Ankara’yı ta o zamanlardan Mücadelenin merkezi ve başkenti yapmayı kafasına koymuştur. Harp Okulundan arkadaşı Ali Fuat Paşa ile 20. Kolorduyu Konya’dan Ankara’ya tayin ettirme konusunda anlaşıyor. Albay İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak Paşa da bu konuya destek veriyor. Ali Fuat Paşa komutasındaki 20. Kolordu geliyor fakat o sırada Ankara İngilizler ve Fransız birlikleri tarafından işgal altında. Ve işgalciler tutuklanıp hapse atılıyor. İşgal birlikleri gittikten sonra 27 Aralık 1919’ da Mustafa Kemal Ankara’ya geliyor. Mustafa Kemal Ankara’ya gelindiğinde binanın çatısı hala kapatılmamış durumdadır. Ulucanlar’ da bir okul için yapılan kiremitler buraya geliyor, çatı tamamen kapanmayınca Ankara halkı kucak kucak ellerinde kiremit taşıyorlar. Milletvekillerinin oturacakları sıralar Abdülhamit zamanında yapılan erkek öğretmen okulundan getiriliyor. Başkanlık kürsüsünü divan katiplerinin oturacakları yerleri Ankaralı marangozlar ücret almadan yapıyorlar. Tavana kahvehaneden gazlı bir avize asılıyor, odalara saçtan yapılmış sobalar kuruluyor. Milletvekillerinin su içmeleri için koridora 3 tane su ve yanında maşrapalar konuluyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
16 Mart 1919’da İstanbul İngilizler tarafından işgal ediliyor. Mustafa Kemal milletvekillerine İstanbul’dan ayrılmalarını, işgal altında devlet yönetimi olamayacağını ve Ankara’ya gelmelerini öneriyor. Bu öneriye uymayan pek çok milletvekili tutuklanıyor.
Mustafa Kemal Paşa sancaklara, kolordulara telgrafla tamim yolluyor. Tamimde: “Meclis Ankara’da açılacaktır, Son Osmanlı Meclisi’nin üyeleri katılacak ve her sancaktan da ayrıca 5 kişi seçilecektir.” diyor.
Bunun üzerine halk illerden 5’er kişi seçiyor ve seçilenler Ankara’ya gelmeye başlıyorlar.
İlk Meclis; Hacı Atıf Efendi, Beypazarlı tüccarlardan Çayırlızade Hilmi Bey, Ömer Mümtaz Tambi (Mustafa Kemal’i Ankara’ya davet eden kişi), Osmanlı’nın son Washington büyükelçisi Rüstem Bey, Ali Fuat Paşa, Ankara’lı tüccar Kınacızade Şakir Bey, Beynamlı Hacı Mustafa Efendi ve son üyesi de Bayrami Tarikatının Şeyhi Şemsettin Efendi gibi çok değerli vatansever şahsiyetlerin de olduğu 385 kişiden oluşmaktadır.
O günlerde Ankara’da milletvekilleri için yatacak yer yoktur ve düşman çok yaklaşmıştır. Bu sebeple Erkek öğretmen okulununun öğrencileri Konya’ya nakledilmiştir ve lojmanları boş durumdadır. Bu lojmanlar milletvekillerine tahsis ediliyor.
Aynı günlerde İstanbul’da şeyhülislam da Mustafa Kemal ve ona katılanları vatan haini ilan ediyor ve ölüm fermanını yayınlıyor.
23 Nisan 1920 günü bütün milletvekilleri Hacı Bayram’da Cuma namazını kılıyorlar. Oradaki kutsal sancağı alıp dualarla ilahilerle binaya geliyor ve Kurban kesiyorlar. Bütün milletvekilleri yemin ediyorlar, seçimle ve oybirliğiyle Mustafa Kemal Paşa reis olarak seçiliyor. 30 Nisan’da telgrafla bütün dünyaya yeni millet meclisinin açıldığını ve yeni Türk Devletinin kurulduğunu bildiriyorlar.
1. Meclis KürsüLozan Barış Anlaşmasının İmzalandığı Masa
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
1925 yılına kadar bu bina meclis olarak görevini sürdürüyor ve daha sonra Halk Fırkasının Mebus kulübü oluyor. Binada Atatürk’e, milletvekillerine ait özel eşyaların sergilendiği odaların yanında çok ilgi çeken bir oda daha var ortasında büyükçe bir masa ve metal ibarede şöyle yazıyor; “Lozan Barış Anlaşmasının İmzalandığı Masa /24 Temmuz 1923”.
İKİNCİ MESLİS
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Birinci Meclis binası zamanın gelişmeleriyle yeterli kalmıyor bu sebeple yeni bir meclis binası yapılması ihtiyacı doğuyor.
1923’te İstanbul’dan çağrılan Mimar Vedat bey ile inşaat başlıyor. Vedat bey aynı zamanda Çankaya Cumhurbaşkanlığı köşkünü yenileyip geliştiriyor. 1925’te Ankara Palas inşaatına başladığı sıralar dünyada ve ülkede ekonomik bunalım oluşmuştur. Vedat bey ödemelerini alamadığı için işi bırakıyor. Bıraktığında bina bitmiş oluyor ve sadece kapısı eksik durumda kalıyor. Meclisin kapısını Mimar Kemalettin bey yapıyor ve bina tamamlanmış oluyor. Bina 1. Mimari döneminin özel unsurlarından olan gösterişli ön cephe, süslü saçaklar gibi özellikler taşıyor.
2. Meclis Salonu2. Meclis
Fotoğraflar: Cengiz PAMUK
1925’te İkinci Meclis binası yeni yasama dönemine başlıyor. Atatürk bu binadan günde 6 saat emek vermek suretiyle Nutuk’u okuyor.
Binaya karşılıklı duvara asılmış muhteşem ahşap el işçiliği olan çok büyük 2 portmantonun arasından giriyoruz. Meclis salonu ve diğer kabul salonları çok etkileyici, buram buram tarih kokuyor.
27 Mayıs 1960 darbesine kadar bu binada hükümet yönetiliyor daha sonra mimar Holzmeister’in yaptığı 3. Meclis binasına geçiliyor.
Meclisin arkasında çok güzel bir bahçesi, uzunca bir havuz ve etrafında çardaklar vardır. Bahçedeki odeonda hafta sonları halka açık olarak, Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrası konser verirmiş.
ANKARA PALAS
Milletvekillerinin kalabilecekleri bir yer olmadığı için bir otel yapılmak isteniyor. 1. Mimari örneği olarak Mimar Vedat Tek projeye başlıyor ama başlangıcında ödeneklerini alamadığından dolayı bırakıp gittiği için Mimar Kemalettin görevlendiriliyor. Mimar Kemalettin aynı zamanda şimdiki Küçük Tiyatronun olduğu Vakıf Apartmanı başta olmak üzere 7 adet villa yapıyor. Mimar Kemalettin Bey 1927 yılında, Ankara Palas’ın şantiyesinde hastalanıp vefat ediyor.
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Binanın üst katında 60 oda, alt katta balo salonu ve yemek salonu bulunuyor. Balo salonu bir balkon ile bahçeye açılıyor. 1975 yılına kadar otel olarak işletilmiş, ileriki yıllarda devlet konukevi olarak hizmet etmiştir. 2018’de Saraylar Dairesi’ne bağlanmıştır.
MİLLET BAHÇESİ
Vali Abidin Paşa, bozkır olan Ankara’ya güzel bir millet bahçesi yapmak istiyor. O sene 10.000 ağaç diktiği nakledilir. Elmadağ’dan Ankara’ya kadar uzanan Roma su kanallarını tamir ettiriyor ve evlere içme suyu getiriyor.
Millet bahçesi yeşillikler içinde bir alan, bahçenin ortasında Sinema ve bir han var. Hanın alt katında lokanta üst katlarda yatak odaları mevcut.
Bahçenin içinde şehir çarşısı, sinema ve Ankara’nın yabancı müzik çalan ilk barı olan Fresko Bar açılıyor. Taşhan’ın önüne de Karpiç Lokantası açılıyor.
SAYIŞTAY BİNASI
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1925 yılında I. Ulusal Mimarlık Üslubunda inşa edilen binanın mimarı Nazım Bey’dir. 1928 Yılından itibaren ulusal mimari tarzı terkediliyor. Avrupa mimari tarzı başlıyor. Atatürk’ün emriyle Bina 1930 yılında mimar Ernst Arnold Egli tarafından değişikliklerle modernize edilmiştir. Ön taraftaki dış cephe olduğu gibi yıkılıyor ve cepheye şimdi gördüğümüz Viyana kübik mimari denilen modern bir tarz uygulanıyor. Bu bina ulusal mimari döneminden Avrupa mimari dönemine geçişin binasıdır.
VEKAM BİNASI
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Vehbi Koç 1931 yılında Almanya’ya gidiyor ve genel mağaza fikrine hayran kalıyor, gelince yaptığı mağazadır. Vehbi Koç’un 3.ncü mağazasıdır. O yıllarda makine parçaları imalatı ve satışına başlamıştır.
SÜMERBANK (TAŞHAN)
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Taşhan 1888 Ankara Valisi Abidin Paşa’nın mektupçusu İsmail Hakkı Bey tarafından yapılmıştır. İçinde sıcak suyun olduğu, dönemine göre çok lüks bir binadır. Ankara’ya tren gelince binanın adı Agora Otel olarak değiştiriliyor. Kurtuluş Savaşı sırasında şehrin tek hastanesi Gurebe Hastanesi yetersiz kaldığı için otelin bir bölümünü hastaneye çeviriyorlar. 1928 yılında Taşhan’ın önünde Karpiç Lokantası açılıyor. Avrupa tarzında hizmet veren, dünya mutfağından güzel örnekler sergilendiği bir mekandır. Milletvekillerinin, yüksek bürokratların prestij mekanı ve yarı resmi buluşma noktasıdır.
1933 yılında Taşhan’ı devlet istimlak edip yıkıyor. O zamanlar Ankara imar planını yapan Profesör Hermann Jansen: “Yıkılması büyük hatadır, şehrin bir dokusunun parçasıdır.” deyip karşı çıksa da yıkımı durduramıyor. 1936’da Mimarı Martin Elsaesser, binanın yerine Sümerbank’ı yapıyor..
TÜRKİYE İŞ BANKASI İKTİSADİ BAĞIMSIZLIK MÜZESİ
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1. Ulusal mimari tarzında olan bina, 1929 Yılında İtalyan asıllı mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır. İş Bankası’nın Genel Müdürlüğü İstanbul’a taşınınca, bina müze olarak hizmet vermeye başlamıştır. Ankaralının mimarisini hayranlıkla gezdiği, ülkenin iktisadi gelişim sürecinin de anlatıldığı güzel bir müzedir.
ANKARA VİLAYET KONAĞI
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Osmanlı döneminde kamu binası kavramı yoktur. O zamanlarda sadrazam kendi konağının girişini daire gibi kullanır, yönetim hizmetlerini oradan gerçekleştirir. Abidin Paşa Ankara’ya gelince Bab-ı Ali’ye devlete yakışacak bir binanın gerekliliğini anlatan bir yazı yazar. Fakat Ankara’nın devlet eliyle yapılmış ilk resmi binasına kavuşması Abidin Paşa’nın vefatından sonraki dönemde gerçekleşecektir. Bina 1897’de Müşir Tevfik Paşa tarafından yapılıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bakanlıklara bu bölgedeki binalar ev sahipliği yapıyor, Ankara Vilayet Konağının da her odası bir bakanlığa tahsis ediliyor.
MALİYE BAKANLIĞI BİNASI
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
Bu bina 1925 yılında Maliye Bakanlığı binası olarak yapılmıştır. Bina çok beğenildiği için sonradan iki kenarındaki iki bölüm de yapılarak bina büyütülmüştür. Bina bitince Başbakanlık binayı alıyor ve şimdiki Bakanlıklardaki binası yapılana kadar bu binada kalıyor, daha sonra gerçek yapılış amacına uygun Maliye Bakanlığı olarak kullanılmıştır.
HAMİDİYE ÇEŞMESİ
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1912 yılında, Sultan Abdülhamit’in Balkan göçmenlerini bu bölgeye yerleştirmesiyle Valiliğin arkasındaki bu mahallenin ismi Hamidiye mahallesi olmuştur. Çeşmeyi de Abdülhamit yaptırmıştır. Ankara taşından, çiçek motifli işlemeli güzel bir çeşmedir.
ZAFER ANITI
Fotoğraf: Cengiz PAMUK
1924 yılında milletvekili ve Yenigün gazetesinin sahibi Yunus Nadi bey; “Bize bir zafer anıtı lazım!.” diyor. Karar verip bir millet komitesi kurup Ankara halkına duyuruyorlar ve halk bu anıt için para toplamaya başlıyor… 1925 yılında proje yarışmasını Viyanalı heykeltıraş Heinrich Krippel kazanıyor. Çok büyük bir törenle Zafer Anıtı açılıyor. Buradaki güzel detay bu heykelin devletin dışında halkın kendi parasıyla yapılıyor olmasıdır.
Krippel’in çalışması 4 aşamalı bir projedir. Birincisi Mustafa Kemal’in İstanbul’da Bandırma Vapuruna bindiği yerdedir. İkincisi Samsun’da karaya çıktığı yerdedir. Üçüncüsü Başkomutanlık Meydan Muharebesinin kazanıldığı Afyon’dadır ve sonuncusu Ulus’taki Zafer Anıtı’dır. Heykelde Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’i bindiği atı Sakarya ile üzerinde mareşal üniforması ile düşmanın geldiği yöne batıya bakar halde duruyor. Askerlerden birisi düşmanı gözetliyor diğeri de arkadaşlarına sesleniyor hadi diyor geride kalmayın. Ve cephede fedakarca yer alan, sırtında büyük top mermisi taşıyan Türk Kadınına yer verilmiştir.
Ankara’ nın Başkent oluşunun ve Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladığımız 2023 yılı içerisinde, yüz yıllık bir cumhuriyet şehri olan Ankara için bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak neler yapabileceğimizi düşünürken, bizim gibi bir başka Sivil Toplum Kuruluşu olan ve üyelerinin çoğunluğu mimar ve mühendislerden oluşan Türk Mühendisler Birliği Derneğinden gelen ortak bir proje yapma fikri bizim de ilgimizi çekti ve 100. Yılında Başkentimizin kültürel miraslarına sahip çıkmak adına bir sosyal sorumluluk bilinci ile başlayan serüvenimiz, gelecek nesillere aktarılabilecek bir kaynak oluşturabilmek amacı ile bugünlere geldi.
İki Derneğin özverili çalışmaları ve iş birliği sayesinde; fotoğraf sanatının etkili anlatım gücü ile yapıların mimari yönden teknik özellikleri ve tarihsel önemleri hakkında detaylı bilgilerin bir araya getirilmesi ile bu proje vücut bulmuş oldu.
Bu proje ile; şehrimizin kültürel mirasını oluşturan geçmişi ve yaşanmışlıklarını barındıran ikonik yapılarının Kuleli Yapılar nezdinde ele alınarak farkındalık oluşturulması ve yok olmalarının engellenmesini hedefledik. Projenin çıktılarının bilimsel bir kaynak niteliği de taşımasını istedik ve bu şekilde bilime de katkı sağlayabileceğini düşündük.
Mimarlık öğrencileri ve genç mimarlar için kaynak oluşturabilecek çıktılar ve bilgi erişimi sağlaması da en önemli amaçlarımız arasında yer almakta idi. Bu amaç doğrultusunda proje çıktısı olarak bir katalog hazırlamayı planladık. Projenin diğer bir çıktısı da 23 Aralık 2023 tarihinde Ankara Sanayi Odası binasında gerçekleştireceğimiz bir panel olarak planlandı. Panelde mimar ve akademisyenlerin kuleli binalar ile ilgili konuşmaları yer alacak olup, projenin üçüncü çıktısı olan bir fotoğraf sergisinin de açılışını aynı gün gerçekleştirmeyi düşündük.
Proje kapsamında tespit ettiğimiz 14 adet bina cumhuriyet dönemi veya daha eski binalar olup, sadece bir kule değil bina ile bütünleşik kule barındıran ve bir dönem çok moda olan yapılardan oluşmaktadır. Ankara’ da bir dönem bu binaların sayısı çok daha fazla iken şu an ancak 14 tanesinin ayakta kaldığını tespit edebildik. Aslında projenin amaçlarından biri de bu tür yapıların korunması gerektiğine dikkat çekerek bir farkındalık oluşturmaktı.
Projede fotoğraf çekerek katkı sağlayan arkadaşlarım; Arda Selin TUNÇ, Bengü TOPALOĞLU, Cengiz PAMUK, Elnaz BAGHERİ, Fatma GÖKMEN, Gülşen Günal DELİCE, Gülten YILDIZ, İlter AKINOĞLU, İmran YAVUZ, Mehmet Kemal BAKIR, Murat BERKYÜREK, Nesrin ATEŞ, Nurettin ERDOĞAN, Özlem DİLEK, Seda FELEKOĞLU, Selma ÜNAL ve Şerife BALSOY’ a çok teşekkür ediyorum. Ayrıca; Türk Mühendisler Birliği Derneği’nden proje ekibinde yer alan ve proje mimari çizimleri ile metinlerini hazırlayan; Vedat AĞCA, Kemal Mükremin BARUT ve Sevinç DOĞAN’ a da teşekkür ederken; Projeye teknik destek vererek katkı sağlayan; Tuncay TUNÇ, Sema KENDİR, Turan PAZARLI, Hasan YILDIRIM ve Hülya Nezahat KUTLU’ ya da teşekkür etmeden geçmek istemiyorum.
Proje Kapsamında Yer Alan Kuleli Yapılar:
Atatürk Müze Köşkü
Ankara Palas (Devlet Konukevi)
Ankara Etnoğrafya Müzesi
Eski Macaristan Elçilik Binası
Eski İnhisarlar (Tekel) Baş Müdürlüğü (Yunus Emre Kültür Merkezi)
Eski Harita Kadastro Meslek Lisesi (Tapu Kadastro Binası)
Eski Erzurum Oteli
Hacıbayram- İzzet Ulvi Aykurt Evi
Hallaçlı Mehmet Ağa Konağı
Ankara Gar Gazinosu (TCDD Behiç Erkin Kule Salon)
Anafartalar Caddesi No:31
Anafartalar Caddesi No:42
Anafartalar Caddesi No:60
Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası
Kasım 2023, Ankara
Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU
Atatürk Müze Köşkü – Gülten YILDIZ
Etnoğrafya Müzesi – Gülten YILDIZ
Ankara Palas (Devlet Konukevi) – Cengiz PAMUK
Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası – Sevgi KÖYLÜ HALİLOĞLU